PENCEREDEN KAR GELİYOR...
PENCEREDEN KAR GELİYOR…
Radyonun düğmesini çevirdi Mevlüt Dede. Radyodan tatlı bir müzik ve ardından ince bir kadın sesinden , " Pencereden kar geliyor…" türküsünün tatlı nağmeleri duyulmaya başladı.
"Bu türkü de beni çok etkiler. Sanki çocukluğumu, yıllar öncesinin izlerini bulurum onda." Dedi kendi kendine. Oturduğu yerden kalktı, bir tütün sardı. Duygulanmıştı. Gitti, yatağın üzerine uzandı. Daldı düşüncelerine.
Bir ömür, yetmiş koca yıl geçti. Neler gördük hayatta. Tek elimizde kalan işte bu iki gözlü gecekondu. Ah Şerife ah! Bırakıp gittin beni bu dünyada yapayalnız. Nemlenen gözlerini sildi.
"Pencereden kar geliyor…"
"Mevlüt süpürgeyi getir hele, Gece gene sofa karla dolmuş."derdi anacığım sık sık. Aralıklı tahtaların çakılmasından müteşekkil ahşap evimize tahta aralarından kar dolardı kışın. Her sabah süpürürdü anacığım. Temizlerdi sofayı.
"Pencereden kar geliyor…"
Varsın gelsin. Tahta aralarından gelsin. O zaman nerde soba. Ocakta yanan bir meşe kütüğünün ateşi etrafına dizilirdik hepimiz. Kucak kucağa. Hava soğuk.
Ben isyan edivermiştim askerden dönünce. Şehre gideceğim. Çalışıp orada yerleşeceğim diye. " Gitme oğlum." Demişti babam. Ağlamıştı anam. Dinlememiştim ki…
Şehir. Sanki burada yaşamak kolay mı ki. Neler yapmamıştım yaşamak için. Bakkal çıraklığı, amelelik, garsonluk… Daha sonra da seyyar satıcılık. "Seyyar satıcılık deyip de geçme Mevlüt" dedi kendi kendine. Bu gecekonduyu seyyar satıcılık yaparak elde ettin.
Sonra evlenivermişti Şerife ile. Acı tatlı çok anıları geçmişti. Mutluydular. Kuru ekmek yediklerinde bile mutlu olmuşlardı. Ara sıra çocukları "bizim ne zaman çok paramız …" derlerdi. Doluverirdi Şerife’nin gözleri. "İnşallah bir gün olur evladım." Derdi. Ama kendisi de bilirdi ki o bir gün hiç gelmeyecek.
Hatıralar bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Huzursuz oldu bir ara. "Kahveye gidip demli bir çay içsem mi ?" diye düşündü. Ama bir çay da otuz lira olmuş. * "Olsun bre! Hem iki çift laf ederim. Yalnızlığa alıştım ama gene de çekilmiyor hani. Bazen iki çift laf edesim geliyor." Bir çaya da o kadar para verilmez ki… Kendim demlerim ben. Kendi kendime konuşurum. Boş ver kahveye gitmeyi deyip vazgeçti.
Mühendis oğlum Namık. Nasıl özledim seni. Torunlarımı… Özledim yahu. Hele küçük torunumu hiç görmedim. İki yaşına bastı galiba. Nasıllar acaba? Dedelerini özlemezler mi torunlarım? Namık beni özlemez mi? Önceleri birkaç kuruş gönderirdi. Unuttu mu nedir? Şimdi onu da göndermez oldu.
"Pencereden kar geliyor…"
Siz döşemelerin, duvarların arasından gelen karı bilmezsiniz oğlum. Göstermedim size onu. Gönlünüzce bir hayat yaşatamadımsa da soğuktan titretmedim sizi. Kendim titredim durdum çok zamanlar. Sokaklarda çaresizlik içinde ağladığım olmuştur. Üşüyüp gözyaşı döktüğüm olmuştur. Ama siz nerden bileceksiniz bunu. Bilse bilse Şerife bilirdi. Dedin mi ki Şerife; "Şu adamla evlenmeyeydim" dedin mi ki hiç, kendi kendine de olsa.
Kızım Ferhunde, sen de mi unutuverdin babacığını. Duydum, sarraflığa başlamış kocan. Satmış eski dükkanı, yeni bir dükkan almış. Ama neden yazmıyorsun hiç. Ben veremedim sana istediğin hayatı. Gücüm yetmedi. Hiç olmazsa okuttum ya sizi. "Sokaklarda satıcılık yapma baba. Utanıyorum." Derdin hep. Mecburdum buna kızım. Ben kendimi harap edercesine çalışmayaydım, nasıl okurdunuz? Aç yattığım zamanlar dönüvereydim köye. Sen Üniversiteyi bitirebilir miydin?
Kızmayın babanıza evlatlarım. Babam bana hiç gelecek veremedi. Verecek durumu yoktu. Ben kendim için bir şey kazanmadım. Size yarın hazırladım yapabildiğimce. Siz sıfırdan başlamıyorsunuz benim gibi. Tahsiliniz, mesleğiniz var. Sizden isteğim özletmeyin kendinizi. Gelin ara sıra bre evlatlarım. Utanmayın babanızdan. Zaten kaç günlük ömrüm kaldı. Yaşım yetmişbeş. Çöküverdim ama. Yılların yorgunluğu sarıvermiş her yanımı.
"Pencereden kar geliyor…"
Gelsin. Ah Şerife, sen olsaydın. Sobanın üzerinde fokur, fokur kaynarken çaydanlık, keskin çay kokusu yayılırken odaya, sohbet etseydik, unutturaydın yalnızlığımı.
Nesin be Mevlüt. Topraktan geldin. Ömür boyo uğraştın. Aha işte gidiyorsun toprağa. Ne ömrün kaldı şurda. Bir gün mü gördün ? Hayatta en tatlı günlerimi düşünüyorum da, çocukken çamurla oynadığım günler geliyor aklıma.
“ Pencereden kar geliyor...”
Yağ bre kar, yağ. Doya doya yağ. Örtüver istersen şu ihtiyar dünyayı. Yalnızları, çaresizleri örtüver gitsin. Aylardır haber alamadım çocuklarımdan. Atalarıyım ben onların. Neden aramazlar? Niçin yazmazlar? Halbuki ben mektup yazdıydım onlara. Düşünmezler mi hiç? Bir ihtiyar babamız var bizim. Ne yer, ne içer, öldü mü, kaldı mı? Diye. Gidip ayaklarına mı kapanayım? Eldeki avuçtaki tükendi artık. Hiç dilenmedim ben. Çocuklarımdan bile isteyemem. Onların düşünmeleri lazım değil mi?
“Pencereden kar geliyor...”
Köyüm... Özledim seni. Ama dönemem ki sana. Utanırım dönmeye. Sattıydım babadan kalma toprakları. Çocuk okutmak, oğlan evermek kolay mı bu zamanda? Çocuklarım büyüdü artık dedim. Onlar tutuverirler elimden sandıydım. İhtiyacım kalmaz toprağa, köye sandım. Nerde... Yaşlıların kendilerini anlamadığını söyleyen bu nesil... Kendileri atalarını anlıyor mu acaba? Anlarlar zannettim ben de. Yanılmışım. Yanılmışsın hey koca Mevlüt. Rahmetli babam gelmişti buraya da kalamamıştı yanımda. “Buralar beton kokuyor, ben toprak kokusundan ayrı yaşayamam oğul.” Deyip gitmişti. Ben toprak kokusunu unuttum mu nedir? Bilmiyorum ya. Unutamadım zahir. Ondandır boş tarlalara, tepelere bakıp daldığım. Ondandır toprağı avuçlayıp kokladığım. Dönemem. Dönsem mi acaba? Bu gecekonduyu satıp bir parça toprak alsam mı köyden? Olmaz ki... Evim barkım da yok. Eski evi de tarlalarla beraber sattıydım. Hem toprak, hem ev etmez ki bu gecekondunun parası. Hem nasıl işlerim toprağı bu yaştan sonra? Ölümüm burada olacak zahir.
“ Pencereden kar geliyor...”
Okul önlerinde simit satmalıyım. Tatlı, helva satmalıyım. Eskisi gibi sebze, meyve satamam. Gücüm yok ona. Okul önlerine seriveririm tezgahı. Ta kalbim durana kadar. Ta ki olduğum yere yığılana kadar. Ah Mevlüt ah! Elindeki beş on kuruşa ve çocuklarına güvenip 13 aydır boş durmak neyine senin? Güven olur mu geleceğe? Güvenilir mi kazanılmayan paraya? Yorgunluk çıkarmak, ayaklarını uzatıp yatmak senin işin mi? Sen ancak gece atmalısın yorgunluğunu. Ölünce dinlenmelisin sen. Sigortan, aylığın mı var? Hanın, hamamın mı var? Çocukların göndermeyiverdiler işte. Yalvarıp zorla mı alacaksın? Belki onlar da yetiremiyorlar. Borç içindeler belki de... Göndermek istiyorlardır da gönderemiyorlardır. Ama neden hiç arayıp sormazlar? Neden iki satır olsun yazmazlar? Her şey para mı ki? Canım sağ, kazanırım ben üç beş kuruş. Yaptım mı bir camekan, sererim postu okul önlerine. Cıvıl cıvıl çocuklar. Yalnızlığımı da unuttururlar hem bana. Seslerini duyar gibi oluyorum şimdiden.
“Pencereden kar geliyor...”
- Bana bir simit versene Dede.
- Bana da.
- Buyurun evlatlarım. Hepinize var simit.
- Senin çocukların yok mu Dede? Onlar neden seni gönderiyorlar.
- Çocuklarım var evladım. Onlar bu şehirde değiller.
- Sen niye simit almıyorsun kızım? Canın istiyor gibi...
- Param yok Dede.
- Al kızım, bu da benden olsun.
- Sağ ol Dedeciğim.
- Ben büyüdüğüm zaman para kazanacağım. Dedemi hiç çalıştırmayacağım.
- İnşallah yavrum, inşallah.
- Param olunca ödeyeceğim sana borcumu Dede.
- Boş ver şimdi parayı. Bak zil çaldı. Hadi sınıfınıza girin. Üşümeyin.
- Yarın gene gel Dede.
- Güle güle yavrularım. Allah zihin açıklığı versin hepinize.
Ankara’da hafiften bir kar çiselemekteydi. Sokaklar buz tutmuştu ve dondurucu bir soğuk vardı. Dondurucu soğuk altında titreyen yaşlı bir adam önündeki simit camekanına bakarak hem ağlıyor, hem de hafiften bir türkü mırıldanıyordu.
“ Pencereden kar geliyor...”
***
* TL’den altı sıfır atılmadan önce
Mehmet İNAM Ankara 1986
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.