Suçlu kurabiyeler...
Kurabiyeleri fırından çıkarıp tabağa dizerken gittikçe daha çok sessizleşiyordum. Saçlarım hala nemli, şampuanımın kokusu hoşuma gidiyordu. Yüz kremi, göz kremi, losyon derken bir bahar kokusuna sarıp sarmalamıştım kendimi. İsmini ilk kez okuduğum tropikal bir meyvenin özü vardı sabunda. Durgunlaştım bir an. Midemiz dolu olunca farklı farklı vitaminleri cilde sürebiliyor ya da bolca akıttığımız temiz sularla köpük köpük yok edebiliyorduk diye düşündüm.
Oğlum tutturmuştu kurabiye de kurabiye diye. Televizyonun sesi mutfağa yankılanıyordu. Dondurma, tatlı, kozmetik ve tatil reklamları birbiri ardı sıralanıyor ardından holdingli villalı diziler başlıyordu. Kurabiyelerle dolu tabağa bakarken daldım. Açlığı düşündüm. Bırak şu kurabiyenin içindekilerini, şampuanımda bulunan vitamin miktarı kadar mıdesi besin görmemiş insanlar var bu dünyada diye geçirdim aklımdan. Tuvaletimin içindeki su içme sularından daha temizdi, eminim. Açıkmıyoruz da artık. Canımızın çektiğini yiyoruz. Açlık başka şeydi. İhtiyaç dediğimiz şey yaz sezonu indiriminde insanların mağazalara saldırması değildi. Başka şeydi. Ancak hayır kampanyalarında "oralarda bi yerlerde" o insanların olduğunu hatırlıyor, iki çık-çıklayıp vah-vahliyor sonra kahvaltımıza böreğimizi açmaya, akşamları tatlımızı soframıza koymaya devam ediyorduk. Sonra iki kuruş bağış yaptıktan sonra vicdanımızı tekrar uyutabiliyorduk, aman ne iyiyiz! Açalım dizimizi, bizden iyisi yok!
- Anne, pisti mi kurabiye?
Oğlum gelmişti yanıma, hiç farketmedim.
Eğilip gözlerine bakıp ellerini tuttum.
"Annecim, biz bugün seninle şükür duası yaptık mı? Elhamdülillah dedik mi? Allah’im bu yemekleri yiyemeyen çocukara da ver, dedik mi? Bunu her yemek sonrası tekrar edelim olur mu?"
- Evi olmayan insanlara da mı?"
"Aferin oğlum unutmamışsın, onlara da.."
- Neden evleri yok anne? Kurabiye yemeyen çocuklar neden var?
Oğlum gayet naifçe ve dolu bir soru sormuştu.
Evet, neden var öyle insanlar? Sadece banyomda o kadar labaratuvardan çıkmış bilmem kaç tane bilim adamın ürünü var. Kafa yorup şampuanıma çiçeklerin, meyvelerin yağını özünü koymayı başarmışlar ama nedense aç insanların midesi hala boş. Saçlarımdaki şampuan kokusu suçluluk kokmaya başladı. Saçlarımı özenle yıkayacağım diye onların midesinden çalmış gibi hissettim. Bu da en ufak örnekti üstelik. Tarih kitaplarında okuduğumuz o yiyip yiyip, sonra tekrar yiyebilmek için kusan sözde asillerden ne farkımız vardı ki? Yarım ineği pilavın yanına servis eden Arap zenginlerini ayıplayan bizler, doyumsuzluğun körleştirdiği kuyununun kaç metre dibine düşmüştük de, daha dibinde kalanları beğenmiyorduk?
Eğer bir gün dünya dengesinde durmayı başarırsa tarihte adımız nasıl geçecekti acaba. Yiyip yiyip kuşan asiller gibi "yiyip yiyip gözlerini gerçeklere kapatıp kölelik sürüsünde olmaktan memnun olanlar" gibi mi anarlardı acaba. Öyle ansalar yine iyi, hiç kızmazdım.
Şimdi oğluma anlatsam bunları, sonra her istediğini alsam, yemediklerini çöpe atıp sırtını sıvaslasam ne işe yarardı ki..? Açlığın ve çaresizliğin karşısında herşey ne kadar anlamsızlaşıyordu.
Ellerim hala kurabiye tepsisinin altında.
Ben kurabiye vereyim bari de hayat kaldığı yerden devam etsin...
✒T.Y.
YORUMLAR
Açlığın sorumlusu bizzat kapitalist sistemdir.
Açlık ve yoksulluk sadece en geri ülkelerde yaşayan insanların mı sorunudur? Bir zamanlar Latin Amerika’nın en kalkınmış ülkelerinden biri olan Arjantin’den gelen haberler durumun hiç de böyle olmadığını ispatlıyor:
“Arjantin’de çocuklar açlıktan ölüyor. Ekonomik krizin tüm ağırlığıyla hissedildiği Arjantin’de, yoksul ailelerin çocukları gıdasızlık nedeniyle hayatını kaybediyor...
Yani,kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmediği sürece büyük balık her zaman küçük balıkları yiyerek beklenecektir..
Yoksulluk ve açlık ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır. Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir..
Bir de en nefret ettiğim kelimedir "ŞÜKÜR" kelimesi.. yani başkalarının yoksulluğuna acınası bakıp şükretmek mide bulandırıcı...Yanlış anlamayın sözüm size değil,sizi anlıyorum ama genel anlamda TOK AÇIN HALİNİ ANLAMIYOR MAALESEF.... Sevgilerimle arkadaşım
Apsara
Ayni zamanda ayni seyleri düşünen kac insan vardir kimbilir, ama bunlardan biriyle karsilasmanin sevincindeyim.. bugun uzuuun zamandir icimin yanip tutustugu bu durumun ilk adımını attık cok şükür. Elbette bazi seyler soylenmemeli ki kiymeti eksilmesin. Ancak ozendirmeli de... yani bunun orta yolu nasil bulunur bilmiyorum. Ama bize bakiyorum. Kendime, iş arkadaslarima, aileme, sokakta yürüyen,kafelerde oturan insanlara... doyumsulugumuzdan artik hepimiz mutsuz ve tahammulsuz bireyler haline geldik. Neden? Cunku birileri icin, karsiliksiz olarak, yalniz ve yalniz riza-i Ilahi icin bir seyler yapmayi unutur olduk. Maalesef bunda son donem olan olaylar da tuz biber oldu:( yani insanlar artik daha temkinli, daha guvensiz. Iyilik yaparken bile... yani evet nice hayatlar var ki, o doyumsuzluk ve rahattan silkelenip de bi zahmet kendimize gelirsek, yardim elimizi uzatmamizi parlayan gozleriyle bekleyen cocuklar, gozlerinin feri sönmüş yaşlı çocuklar var... cok uzattim, affola.. ama tam da bugun bunun heyecani uzerimizde iken denk gelmesi de bir kez daha sukretmemize vesile..
Anlamliydi yazi, bu arada sevdigimiz kalemleri okurken uzun diye sikayet ettigimiz hic olmamistir, aksine seviniriz..selamlar.
Apsara
Komşum ona aşure götürdüğümde elmalı kurabiyeler vermişti.
Nasıl yiyeceğim şimdi.
Kendimizden kötü durumda olanları düşünsek
düşünmekle kalmayıp, vermeyi becerebilsek.
Pastamızı, kurabiyemizi rahat yer,
şampuanımızdan rahatsızlık duymazdık.
tebrikler,
anlamlı, güzel bir yazı.
Apsara
Hissederek okuyup düşündüğünüz için çok teşekkür ederim..