- 1157 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir gelin duası!
Topraktan kaldırıma…
Topraktan kaldırıma soğuk bir yolculuktu bu, dört mevsimi benimsemiş kentin işlek caddesinden yangınlar âlemine direnen bir yolculuktu bu. Yolun sonunda bir yangın vardı elbet, ya huzurlu bir sıcaklık ya da acı ile yakan bir yangın!.
Bir yangın ki aşk eğimli sokakların başında bekleyip, yüreklere inceden sızılar ekleyen ve mutluluk çağlarını yakalamışken hüzün yağmurlarının altında, öylece durduğumuz bir yangın.
Yol boyu bizi takip eden bir ay ve sessizce ilerleyen suların ahlarını işitiyor gibiydim!.
Gözlerimiz uzun bir tünelin başında, ışıklara yolculuk eden bir otobüsün göğsünden yollara dikilmişti. Gece yıldızlara küskün, damla damla gözyaşlarını damıtıyordu.
Dedim ya topraktan kaldırımlara ağır bir yolculuktu bu; denizler kadar görkemli bir maviliğin seyrinde ilerliyorduk. Kim bilir ne yaralar gelip geçmiş buralardan. Yangın sokaklarını aşıp, yufka yürekli bedenlerin zihnini kazıyacak yaralar…
Daha önce bugünü yaşamış gibiydim. Lakin bugün o şarkıların burukluğuyla toprağı zehir etmiş güz anları değildi, bizi yollarla tanıştıran telli duvaklı bir gelinin narin bakışlarıydı. Yolun sonunda göbek atan bir Türkan’ın duvağından yarım kalan parçalarla süslenmiş çiçekler nasibimiz olacaktı belki de. O da Koçyiğidi’nin sımsıcak yanaklarına misafir olacaktı.
Bir âlem bu yolculuk, sanki koca bir evrenin içinde yalnız benmişim gibi, kendi kendime konuşuyordum. Yolculukta yoldaş olan parçam çoktan uyumuştu. Yan tarafımızda duran çiftler ise horlamaya başlamışlardı. Bir de otobüsün penceresinde yansıyan el yazmasının bembeyazlığı beni korkutuyordu!
Korkuyordum, korkum henüz ülkemin her canlısına ulaşmamışken birden bire yok olmaktı! Yol uzun, gece şüpheli…
Uzun çizgileri takip ederek yiğideler ülkesine doğru yol alıyorduk. Bazen okumadığım, okuyamadığım kitaplar geliyordu aklıma. Okuduklarımın isimlerini de pek hatırlamam. Çok kitap okuduğum da söylenemez aslında. Kelime haznesi sancılı bir yaşamın izlerini yansıtırım ben. Belki de ondan “sahte Fransız yazar” derlerdi bana… Kitaplara dalmışken, uzun yolculuğumuzun sonunda soluğu uyuklayan bir otogarda aldık.
Saat güne doğmadan, ışıklar henüz sevdaya varmadan, ezan saatlerinden aşağı bir zaman diliminde şehrin bir kenarına atılmış otogarın içindeydik. Sonu mutlu şen şakrak bir an ile geçeceğine odaklanmış, her şeyden habersiz bizi karşılayan iki derin kalbin selamıyla otogardan ayrıldık…
Bir cennet mi bir cehennem mi bilmez ama şehrin ezanla doğan saati beni mutlu etmişti. Renkli bir zaman dilimine yolculuk ederken, geceye direnen gözlerim bana yenik düşmüştü. Karanlıkları karşıladığım an kendimi narin bir kanepenin en güzel yerinde bulmuştum. Gözlerim halsiz, hayallerin en işlek yerinde, rüyalarım kalabalık bir şehir gibiydi!..
Sabahına çocukların şarkılarıyla güne doğacağımı bilmiyordum. Misafiri olduğumuz ev, çocukların seslerini misafir eden en güzel mekândı. Eyvah rüya mı görüyorum neydi bu zamana direnen ağır girdaplı anın sonunda resimlenen şarkıların doğuşu!
Korkuyordum, geceden kalma bir vakitle uyanıp şen şakrak düğüne yolculuk anına hazırlanmış, soluğu renkler diyarında, tarihler yuvası ve kitap kokulu surun görkemli yuvasında almıştık. Kahvaltılar, kitaplar ve sohbetlerle renkler diyarıydı burası. İki yürekli kalbin bizi bu rüya kentine taşıması bizi mutlu etmişti.
Bitmedi…
Ne vakit kapısından içeri girsem, henüz okunmamış bir kitaba benzetirim Sülüklü Han’ı. Duvarlarının her karışına uzanır gözlerim, şiir gibi bir yer desem eksik kalır. Uzunca sokaklarında pas tutmuş taşlar ve çevresinde demirci muhafızlar adeta saklı bir yaşam vadisini koruyorlar gibi! Bütün hana hakim ağacın yapraklarında bin bir kokular. Dil yakan melengiç kahvesi ve tükenmek bilmeyen üzüm yarası şarabı ile insanın içine huzurdan ziyade yaşam katıyor! Evet, sonra ki durağımız burası olmuştu ve uzun zaman önce de buraya gelmiştim lakin bu kez apayrıydı, surlar onu yalnız bırakmış, gam doluydu.
Vakit kısa, gidilecek ve görecek çok yer vardı.
Doğanın doğuşu olan kentten farklı bir diyara uzanırken topraktan kaldırımlara uzanan ve kendini yitirmiş bir dünya hayal etmiştim lakin burası toprağın en derin mekânıydı. Her ne kadar insanlarca katledilmiş ise de tarihle bütünleşmiş kültür abidesiydi burası.
Gece katran karası, soğuk bir rüzgâr doğmuştu güneşin en son terk ettiği bu şehre. Güneş halsiz, acı veren bir rüzgârın seyrine takılıp bizi misafir eden evin ahenk dolu sohbetlerine karışmıştık.
Gün Eylül’ü Ekimin kullarına bırakacak, Koçyiğit Türkan’ına kavuşacak ve kötü rüzgârlar kenti terk edecekti.
Bir haber var Aktaş Köyü’nden…
Azrail Eylül’ün Ekime varmasını beklemeden düğün-derneğe bir hüzün katmıştı, takdiri ilahi idi elbet ama gelinin duasına buruk bir an eklenmiş, gülüşleri yağmurlu, yüreği kederlenmişti!
Lakin hüznü saklamalıydık. Hayat güzel insanlarla devam eder. Güzel olan yüreklerdi.
Hüznü saklı bahçelere saklayıp, hayatımızdaki güzel insanların yürekleriyle soluğu üzümler yuvası, şaraplar diyarı, içli köftelerin kokusunun ve doyumsuz ezgilerin kentine gittik. Eski manastır ve kiliselerin olduğu küçük bir köydü burası. Renkli insanların yaşadığı ve her şeyden ziyade doğasında kaybolmayan aşk bulutlarının varlığıydı. Bulutlardan, toprağa değen aşk dolu güneşin huzurlu bakışlarıydı.
Dağların eteklerine kurulmuş, balkonunda şehrin tüm ışıklarını görebilecek kadar görkemli bir evin sımsıcak insanlarıyla tanıştık.
Ve Fahri babanın ‘Yine Mi Gurbetten Kara Haber Var’ türküsüne kattığı derin duygu bizleri alan hüznü ezip geçmiş, yüreklerimize hayat vermişti.
Uzun yolculuğun sonuna gelmiştik elbet. Uzunca bir yolculuk, topraktan kaldırımlara uzanacağını zannettiğim, sonunda tarihlere uzandığım, dostluğun en güzel satırlarını yaşadığımız güzel anların sonuna gelmiştik. Türkülerle, Melahat’in, Savaşın, Ozan’ın ve yazmakla bitiremeyeceğim yüreklerin sohbetlerinin sonuna gelmiştik. Doğru olana uzanan yolumuzda, gelinin en değerli şeyini almıştık, duasını…
Zaman kederlerle dolu anlar yazdırmıştı bize. Lakin biz olanı gördük, olanlarla var olmayı ve olanlarla hayatın, yaşamın anlamını çıkarmayı öğrendik. Benim için doğru olan; iki güzel insanın birbirini bulmasıydı. Olmayana varmak gibi bir şeydi! Onlar olmayana yani en güzel olan aşk yolculuklarına varmışlardı aslında.
Bize de gelinin duası… Mutlu son…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.