- 585 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ANNENİN YÜREK ÇIĞLIĞI
BİR ANNENİN YÜREK ÇIĞLIĞI
Hayatımda ilk defa oğlumla aldığım bir kararla yalnız başıma tatile çıkıyorum.
İlk kez tatile çıkmanın heyecanı ve bir o kadarda ürkekliği var içimde.
Hasretini-özlemini çektiğim vatanım Türkiye’ye gidiyorum.
Dünyaca ünlü sahili tarihi yapıları doğa zenginlikleri ve farklı kültürleri yıllardır bir arada barındıran multi kültürel Antalya’da bir hafta kalacağım.
Gizemli şehrin güzelliklerini bire bir yaşamak adına, dört saat yolculuktan sonra Amsterdam-Antalya havalimanından çıktım.
İlk dikkatimi çeken şey sıcak havanın hafif rüzgarla yüzümü okşaması oldu.
Hollanda’da alışık olmadığım çok sıcak bir hava!
Antalya insanı da havası kadar sıcak mı hala?
Yoksa yılların ve dünyanın değişimi güzel vatanımın güzel şehri Antalyayı etkiledi mi acaba?
Taxi’ye bindim ve beni temiz, ama sıradan bir otele götürün dedim. Antalya Konyaaltı Erdem otele geldim. Eski fakat nostaljik atmosferi olan bir otel. Şoföre ücretini ödedim ve teşekkür ettim kendisine.
Erdem otel personeli odamı gösterdi ve bavulumu taşımayı ihmal etmedi.
Ortam çok sakin ve sahil beş dakika uzaklıktaydı. Pencereden denizi seyretmek mümkün olağan üstü güzel manzarası olan bir çevre. Etraf düzenli çarşaflar temiz çalışanlar cana yakındı. Dinlenmeye çekildim malum yol yorgunuyum ve tek isteğim uyumak oldu.
Temiz hava etkisini hemen göstermişti çok iyi uyudum erkenden uyandım.
Sabah kahvaltısı abartısız nefisti, ince çay bardağında demli çay keyfini özlemiştim doğrusu. Kahvaltı sonrası hazırlanıp sahile indim.
Denizin berraklığı havanın kırk derece sıcaklığı insanların her kesimden yerli yabancı cıvıl cıvıl oluşu dikkatimden kaçmadı.
Evet, benim için güzel bir tatil olacak oğluma verdiğim sözde yerini bulacaktı.
Koca adam olmuştu artık kendi başına kararlar alan, aldığı kararların arkasında duran. Annesinin mutlu olmasını sağlamaya çalışan. Fedakar vefakar ne istediğini bilen bildiğini yaşayan ve yaşatan.
Buruk bir gülümsemeyle keşke sende burada olsaydın diye içimden geçirdim.
Akşamüstüne doğru sahilde yüreğimi tarif edemediğim bir sızı bir çarpıntı kapladı. Acı veren bu duygunun ne olduğunu bir türlü kestiremedim.
Otele döndüğümde oğlumu aradım. Telefonu kapalıydı neden kapattı acaba diye beni bir endişe sardı.
Kendisiyle yola çıkmadan önce konuşmuştuk birliğinden dönecekti ve hafta sonunu evde geçirecekti.
Sabaha kadar meraktan uyuyamadım. Aramaktan yoruldum sonunda telefonuna mesaj bıraktım.
“Oğlum telefonun niye kapalı meraktayım. Ara beni” diye.
Uykusuzluğa ve içimde ki endişeye aldırış etmeden sahile indim.
Denizin güneşin ve kalabalığın içinde olmanın bana iyi geleceğini düşünerek. Ama endişeden kurtulamıyordum aklım fikrim bütün benliğim oğlumdaydı.
İlk defa tatil ve ilk defa geldiğim Antalya anlaşılan bana uğurlu gelmeyecekti.
O sırada telefonum çaldı tanımadığım bir numara heyecanla açtım. Karşımdaki kişi flemençe konuşuyordu maalesef beklediğim telefon değildi.
“Hollanda Savunma Bakanlığından arıyorum Zekiye Doğan siz misiniz?“dedi. Evet benim dedim.
Yüreğimi tarif edemediğim bir acı bir ateş bir korku korudur sardı.
“Çok ses geliyor orası neresi sanırım kalabalık yerdesiniz”? dedi.
Antalya Konyaaltında sahilindeyim evet kalabalık dedim.
“Otel yakın mı?
Rica etsem otele kadar gelir misiniz”? dedi.
Yakın tabi ki gelirim dedim.
“Zekiye hanım yalnız sizden rica ediyorum telefonunuzu kapatmayın otele gelene kadar konuşun benimle diye ekledi”.
Sahilden otele mesafe beş dakikaydı. Fakat bana beş yıl kadar uzun gelmişti.
Bu süreç içerisinde avutulduğumun farkındaydım.
Beyefendi neden aradığını söylemek yerine ilgisiz sorular soruyordu. Yol boyunca konuşmak için sebepler bahaneler arıyordu.
Ufak bir olay olsaydı bölük komutanı arardı mutlaka. Savunma Bakanlığından birisi neden arasın? Diyordum kendi kendime.
Beynimdeki fes fese ve tarif edemediğim sızı beni bitiriyordu.
Nihayet otele geldim ve otele geldiğimiz söyledim kendisine.
“Otelin numarasını verir misiniz, otel personeli yanınızda mı”? diye sordu.
Evet, yanımdalar deyip numarayı verdim.
“İyi şimdi bu telefonu kapatıyorum ve otelin telefonunu arıyorum bekleyin” dedi.
Bir kaç saniye içerisinde otelin telefonu çaldı ve beni oradan aramıştı kendisi.
Lütfen beyefendi deli olacağım kurtarın beni bu meraktan, söyleyin oğluma ne oldu diyordum?
“Korkmayın önemli bir şey yok”.
“Oğlunuz ufak bir kaza geçirdi merak etmeyin iyi kendisi”.
“Size haber vermememizi istedi fakat biz bildirmek zorundayız”.
Nesi var söyleyin bana, nesi var diye ağlamaya başladım?
“Endişe etmeyin alnında ufak bir sıyrık size bildirmek için aradım önemli bir şeyi yok”.
Dediği an bayılmışım otel personeli gerekeni yardımı yapmış ayıldığımda hepsi başımda duruyorlardı.
Tekrar kendime geldiğimde telefonu aldım hala beni bekliyordu.
“Nasılsınız iyi misiniz şuan” dedi.
Oğlum oğlumdan bir haber diyorum size oğlumun sesini duymadan size inanmıyorum oğlumu verin bana oğlumu diyordum kendisine.
“Oğlunuz Almanya’da bense Hollanda’da şuan imkansız“ diyordu.
Ve başka bir deyimle beni oyalamaya devam ediyordu.
Kendisine size inanmıyorum ilk uçakla yarın geliyorum dememe rağmen.
“Hayır benden haber bekleyin gelmeyin oğlunuz Almanya’da gelseniz de göremezsiniz” diyordu.
Yüreğime kara bulutlar çökmüştü her yer sönük her yer karanlıktı. Aydınlığım bir tanecik oğlumun sesini duymak olacaktı.
Öyle bir bekleyişti ki bu yerde miyim gök temi bilmiyordum.
Yavrumun sesini duymak hayatta olup olmadığını bilmek istiyordum.
Yüreğim çığlık çığlığaydı
Ufukta umudum
Yaşama sebebim
Canım ciğerim
Yoluna can vereceğim
Geçmişim
Geleceğim
Sevgim sevdam
Yarenim dostum
Arkadaşım yoldaşım
Yolunda yorulduğum
Sesime ses ver
Diye hıçkırıyordum
Dönsem de nasıl
Nerede olduğunu bilmiyordum
Umutsuzca çaresizce
Beklemek zorunda bırakılıyordum!
O bekleyiş öyle bir bekleyişti ki,
O an öyle bir andı ki,
O zaman öyle bir zamandı ki,
Kimsenin duymayacağı bir dağa çıkıp
Avazım çıktığı kadar bağırsam diyordum
Ömrümden ömür çalan
Bu acı dolu bekleyişin sonu gelsin istiyordum...
Aradan üç gün geçmişti ve bu bekleyiş benden ömrümün yarısını alıp götürmüştü sanki.
Savunma bakanlığı görevlisi bu üç gün içerisinde her yarım saatte bir arayıp nasıl olduğumu soruyor ve beni oyalamaya devam ediyordu. Öyle ki artık oyalama süreci dolmuştu nihayet Almanya hastanesinin telefon numarasını verdi ve arayabileceğimi söyledi.
Hemen aradım. Kalbim bir değil bin çarpıyordu oğlum orada mısın ses ver diyordum. Ömrümden ömür çalan bu bekleyişin sonunda oğlumun bir tanemin sesini duyuyordum.
“Derinden gelen bir ses tonuyla anne ben iyiyim merak etme beni tatilini yap, kolyemi yaptırmadan gelme olur mu?” diyordu.
Dünyalar benim olmuştu yüreğimin sızısı hafiflemişti nihayet beklediğim sesi duymuştum ve hemen gidip yaptıracağımı söyledim. Yorulmaması gerektiğini ve telefonu kısa tutmam gerektiğini söylemişlerdi vedalaşıp telefonu kapatmak zorunda kaldım.
Kısa da olsa nihayet sesini duymuştum ıstırap dolu bekleyiş bitmişti ve de çaresiz bekleyişim sona ermişti.
Oğlumun sözünü ettiği kolyenin onun için önemi şuydu. Birliğinde lakabı (Army T) anlamı asker Türk.
Ay Yıldızlı (Army T) yazan kolye yaptırmamı ondan dolayı istemişti benden.
Hemen gidip siparişini verdim kolye hazır olunca oğlumla birlikte planladığımız tatili yarıda bırakıp ilk uçakla Hollanda’ya geri döndüm.
Savunma bakanlığından aynı kişi döndüğüm gün evime geldi yüz yüze konuşmak konuya açıklık getirmek istediğini söyledi.
Gerçek ne oğlumun söylediği gibiydi. Nede kendisinin telefonda anlattığı gibiydi gerçekler çok farklıydı.
Oğlum çok feci bir kaza geçirmişti ve anlatmaya başladı.
“Kaza sonrası sizin için görevlendirildim”.
“Evinize geldim sizi bulamayınca bir yere gitmiştir gelir diye beklemeye koyuldum”.
“Sizi görmeden bildirmeden dönmeme emri verilmişti”.
“Sabaha kadar bekledim gelmediniz”.
“Araştırma sonucu bilgiyi bayan van der Molen,dan alacağım söylendi”.
“Kendisine gittiğimde kahve eşliğinde sizle dolu sizin hayatınızı anlatmakla bitiremedi”.
“Alışık olmadığım bir yaşam hikayesiydi ve çok etkilendim”.
“Sizi yalnız bırakmamamız gerektiğini raporuma ekledim” diyordu.
Oma van der Molen 30 yıldır tanıdığım manevi olarak benden hiç bir desteğini esirgemeyen harika bir kişilikti. Hiç kimse tarafından yeri kolay kolay doldurulamayacak kadar mükemmel bir insandı. Bana her konuda destek olan çok sevdiğim manevi ebemdi.
Yakın bir süre sonra kaybettim onu.
Nur içinde yatsın onun yokluğunu ve dostluğunu hala arıyorum.
Savunma bakanlığının görevlisi anlatmaya devam ediyordu.
“Üç asker arkadaş hafta sonu tatili için Almanya’dan Hollanda’ya dönüşlerinde trafik kazası geçirdiler”.
“Oğlunuzun durumu çok ciddi”.
“Alman hastanesinde operasyonu başarılı geçti fakat hayati tehlikesini koruyor”.
“İyileşme sonuçlansa dahi sakat kalma ihtimali yüksek”.
“Bir hafta sonra Hollanda askeri hastanesine aktarılacak” diyordu.
O an yüreğim bir değil bin parçaya bölünmüştü.
Bu parçaları Allah’tan başka kimse toplayamazdı toparlayamazdı.
Hayatımda o kadar badireler atlattım. O kadar zorluklar yaşadım.
Fakat bu acı başka acıydı.
Bu sızı başka sızıydı.
Bu ıstırap başka ıstıraptı.
Bu yara başka yaraydı.
Sargısı ise yalnızca Yaradan’daydı!..
“Zekiye hanım sizin her zamandan daha güçlü olmanız gerekiyor”. “Oğlunuzun iyileşme sürecinde güçlü bir anneye ihtiyacı var bırakmayın kendinizi” diyordu.
“Ve biz maddi manevi bu süreci sizle birlikte tamamlayacağız” diye sözünü bitiriyordu.
Kendimi inanılması güç bir rüyada hissettim, ama rüya değildi. Maalesef bütün detayı ile her şey gerçeğin ta kendisiydi.
Öyle bir andı ki bu an. Öyle bir zaman dilimiydi ki bu zaman.
Hiç kimsenin olmadığı bir dağa çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum.
Bu gerçekle ya kendimi çaresizliğin avucuna bırakacaktım ya da çare ben olacaktım. Bunu biliyordum.
Yüreğim ateş koru ve bekleyiş devam ediyordu. Bu defa acı gerçekle. Günler saatler saniyeler bitmek bilmiyordu.
Oğlumu bir hafta sonra Hollanda askeri hastanesine aktardılar.
Evladım yüz altmış beş gün askeri hastanesinde tedavi gördü ve bu süreç içerisinde inanılmaz acı ıstırap içerisindeydim.
Kalan süreci hastanede değil de evde geçirirse iyileşme sürecinin kısalacağı söylediler.
Bu sürecin benim içinde olumlu olacağını düşünerek oğlumu benim yanıma eve yollama kararı aldılar.
Günde on beş saat uyuyordu ve odasına çıkıp soluk alışını kalbinin gümbürtüsünü dinliyordum.
Kalbi çalışıyor mu?
Yaşıyor mu? Diye.
Oğlum gitmişti sanki yerine tamamen başka bir kişilik gelmişti.
Ana yüreğim oğlunun yabancı bir kişilik oluşuna nasıl dayanacaktı. Nasıl kabullenecekti.
Birlik de hayallerimiz vardı. Düşlerimiz vardı. Gerçekleşmesi sanki imkansız gibiydi.
Ama oğlum güçlü biriydi. İyileşecekti evet düzelecekti ve bir gün düşlerimiz gerçekleşecekti.
Bu zaman diliminde kendime ve evladıma güvenim yeniden gelmişti. Oğlum yaşıyordu ve benimleydi. İsyan yerine yüreğim
Yaradan’a şükretmeliydi.
Hayatımın en zor en çaresiz dönemini yaşıyordum.
Çaresizliğime çare arayacak kimse yoktu etrafımda.
Yaslanacak duvarım yüreğimdi ve evladımın iyileşme sürecinde benim tutumum çok önemliydi.
Sorumluluğumun farkındaydım bilincindeydim.
Ağlamayı üzülmeyi kendimi bırakmayı sona bırakmıştım ve zaten başka da çarem yoktu. Çarem ve çaresizliğim Allaha kalmıştı.
Oğlumun kazası ve iyileşme süreci dört yılımızı almıştı. Sonunda kaybettiğim yavruma yeniden kavuşmuştum.
Dostum arkadaşım yoldaşım eski kişiliğine, eski haline zorda olsa geri dönmüştü.
Ana yüreğim başka neyi arzu edebilirdi ki, yokluğunda çok yorulmuştum.
Hakka inandığın sürece kesin hakkını veriyor, öldürmeyen Allah öldürmüyor, sakat bırakmayan Allah sakat bırakmıyor ve ben bunu bire bir yaşadım.
Bu hayat da zor günlerde, zor dönemlerde pes etmeden mücadele etmek gerekiyor.
Allah’a inancın sonunun güzellik olduğunu, sabrın ve mücadelenin mükafatının inanılmaz bir şekilde insana pozitif olarak geri döndüğünü, tekrar tekrar yeniden anımsadım.
Yaşadığım bu acı ıstırabın bana yarınların mutluluğu olarak geri döneceğine, insan yaşamında yaşanan her olayın bir nedeni bir sebebi olduğuna gönülden inandım.
Bu trafik kazası olmasaydı oğlum kaza tarihinden iki hafta sonra birliğiyle birlikte İrak’a gitmek durumundaydı.
O dönem Irak çok tehlikeliydi ve belki de geri dönüşü olmayacaktı.
Ya da her hangi bir ülkede bulunacaktı ve ben bir ömür televizyon başında haberleri izleyecektim.
Gazeteler elimden düşmeyecekti. Oğlumdan bir haber alırım umudu umutsuzluğu içerisinde onu bekleyecektim.
Hani bir Atasözümüz der ki “Gün doğmadan neler doğar”.
Her yağmurlu fırtınalı havanın ardından, elbet güneş doğuyor.
Önemli olan umudu bitirmeden ve güneşin doğacağı inancını yitirmeden, sabırla mücadele etmek ve beklemek kalıyor!..
Her şeyin bir sebebi olduğunu nedensiz bir olayın olmadığını var olanla yetinmenin çok olan kişiliğe ulaşmak olduğunu böylece bire bir yaşadım.
Zor günlerimde umduğum dağlarda karlar kaplı olduğunu bana geçit olmadığını yüreğim bin parçaya bölünerek anladım ve ağladım…
Evet,
Bu acı başka acıydı
Bu sızı başka sızıydı
Bu bir ananın yürek çığlığıydı!..
Bu Dünya’da
Tekrar tekrar
Cenneti ve
Cehennemi bir daha yaşadı
Hani arkadaşlar,
Hani dostlar,
Hani akrabalar,
Vefaları bu kadar mı olacaktı?..
Sevgi ve saygılarımla Zekiye doğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.