- 918 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bitişik Eğik Yazı (b.ö.r.-40-)
Her yeni eğitim-öğretim yılı başlarken uygulanan öğretmen seminer çalışmaları bu yıl daha farklı olacaktı. Son yıllarda aldığımız duyumlara göre bakanlık ilköğretim okulları için yeni bir program hazırlama çabası içine girmiş. Yapılan çalışmalar sonunda özellikle Avrupa ülkelerinin programlarından da esinlenerek ve ülke gerçeklerine uyacak bir program hazırlanmış. Yaz tatili süresince ilköğretim müfettişlerine Yalova’da programı tanıtma seminerleri düzenlenmiş. İşte Milenyum diye de adlandırılan yirmi birinci yüz yılda ülke okullarımızda hazırlanan bu programla çalışmalar yapılacak. Bu seminerlerde biz öğretmenlere yeni program tanıtılacaktı.
Yazdan kalma oldukça sıcak bir eylül sabahında merkez ilçe İzmit’in en yerleşik okulu İzmit Lisesi’nde seminer çalışmaları için toplandık ildeki tüm öğretmenler. Yalova’daki yaz seminerlerinde yeni programı kavramış, özümsemiş müfettişler bizlere bu programı tanıtacaklar. Seminer çalışmalarımız genel olarak saat 09.00’da başlar, 13.00’edoğru sona erer. Çalışmaların bu saatler arasında yapılacağı resmi yazılarda belirtilir. İlk birkaç gün uyulur bu çalışma saatlerine, her gün yoklamalar alınır. Daha sonraki günlerde kimse pek uyulmaz zaman olgusuna. Seminerin son günlerine doğru çalışma süresi çoğu kez bir saat bile sürmez. Bu kısır döngü yıllarca devam eder! Fakat bu yıl daha bir kapsamlı ve disiplinli çalışmak gerekiyordu. Yeni bir program ne derece iyi kavranırsa eğitim-öğretim çalışmaları da o oranda başarılı olacağı gerçeği yadsınamazdı.
Zil çaldı. Sınıflara girdik. Lise öğrenimine yeni başlayan ve ilk derste öğretmenini bekleyen bir öğrenci heyecanı ile sınıfımıza gelecek müfettişi beklemeye başladık. Çeyrek saat, yarım saat, bir saat geçti. Ne gelen var, ne giden! Teneffüs yaptık. Sınıfa ikinci girişimizde yine hayli bekledik. Nihayet zaman sonra buraya nereden düştüm tedirginliği ve şaşkınlığı içinde; tıraşı hayli uzamış birisi girdi sınıfımıza.Evet, bu şaşkın konuk bir müfettişti. Müfettişimiz ilimize Zonguldak’tan yeni atandığını söyledi öncelikle. Ve Kocaeli’ne daha dün gelmiş bu garip eğitimcimiz. Bu durum karşısında güler misin ağlar mısın? İl Milli eğitim Müdürlüğü’nün bizlere, seminer çalışmasına ve de yeni programa duyduğu ilgi ve saygı hepimizin gözlerini yaşarttı. İle yeni atanan, daha barınma sorunlarıyla uğraşan, çevreyi hiç tanımayan birisine apar topar görev vermek. Sevgili müfettişimiz görev yerini, bizleri buluncaya kadar öğleye yaklaşıyorduk. Bu duruma isyan eden bir kadın öğretmen arkadaşımız bizlerin de duygularına tercüman olarak yaşanan trajikomik durumu bir güzel betimledi:
“Müdürlüğümüzün yaptığı bu uygulama öncelikle biz öğretmen camiasına ve de olması gereken çalışmaların ruhuna bir saygısızlıktır. Madem seminer konusu böylesine önemlidir. Yıllara yayılacak çalışma yöntemleri öğrenilecek en az birkaç gün öncesinden hazırlıklar yapılmalıydı. Çağdaş uygarlık seviyesine erişme çabası içinde olan bir ülkede mi yaşıyoruz yoksa bir üçüncü dünya ülkesinde miyiz?” Durumu böylesine özlü sözlerle niteleyen arkadaşımızı arkadaşlarımız tebrik ettiler. Genç ve idealist duygular taşıyan meslektaşımız daha sonra kendisini tanıttı. Fransa’dan yeni dönmüş. Türk Kültürü ve Türkçe öğretmeni olarak çalışmış. Özgürlüklerin alabildiğine hiçbir baskıya, yasaklamaya tabi olmadan yaşandığı bir ülkede çalışmanın verdiği özgüvenle arkadaşımız olması gerektiği gibi konuşmuştu. Almanya’da altı yıl çalışıp yurdumuza döndüğümde ülkemde görülen aksaklıkları ben de çokça eleştirmiştim. Hala da eleştiriyorum: Özellikle dershanecilik olgusu sevgili çocuklarımızın körpe omuzlarına eklemlenmiş bir çaresiz urdur adeta. Dilerim, ülkemizdeki eksiklikleri ve çağdışı uygulamaları eleştirenlerin sayısı iyice artar ve haklı eleştirilerin de bir gereği yapılır.
İlk gün verimli bir çalışma yapamadan zamanı geçirdik. Daha sonraki günlerde müfettişler biraz daha hazırlıklı olarak ve dönüşümlü olarak sınıflarımıza girdiler. Haklarını teslim etmeliyim. Konuya gayet vakıf, ellerinde projeksiyonlarla doyurucu açıklamalar yapanlar olduğu gibi bilgisayar, projeksiyon benzeri araçlardan anlamayan müfettişlerde eksik değildi. Aksak-topalda olsa çalışmalarımıza devam ettik.
Öğretmenliğe yeni başladığım yetmişli yıllarda 1968 yılında uygulanmasına başlanan bir programla çalışılıyordu ilkokullarımızda. Bu program çağdaş yöntemler içeren gayet modern bir programdı. Daha çok öğrencinin aktif olmasını öngören, öğrenci merci merkezli çalışmalar içeriyordu özünde. Özellikle küme çalışmalarını öne çıkarıyordu. Bilinenden bilinmeyene, somuttan soyuta daha nice yeni çalışma yöntemlerini önermesi programın ne kadar güzel ve bilimsel yöntemlerle hazırlandığının birer somut gerekçeleriydi. Hele cümle yöntemiyle okuma-yazma öğretiminin yapılmasını getirmesi başlı başına bir devrim niteliğindeydi. Zamanla bu program uygulanamaz oldu. Doksanlı yıllarda Almanya’dan döndüğümde gördüğüm çalışmalara çok şaşırdım ve üzüldüm. Eski, öğretmen merkezli takrir-anlatma- yöntemine dönülmüş. Öğretmen konuları anlatıyor. Öğrenciler tabir uygunsa çoban kavalını dinleyen koyunlar örneği pasifçe dersi dinliyorlar. Bol bol test sınavları yapılıyor.
Yeni hazırlanan ve okullarımızda uygulanmasına karar verilen program adeta 68 programının modernize edilmiş bir haliydi. Yeni ve bilimsel eğitim-öğretim yöntemleriyle çalışmayı öneriyordu biz öğretmenlere. Öğrenci merkezli, öğrencinin aktif olmasını salık veren, öğretmene çalışmalarda rehberlik yapma görevi veriyordu. Öğretmen okula hazırlıklı gidecek, öğrencilere bilgiye ulaşmanın yolarını gösterip çalışmalarda rehberlik yapacak.
Hala anımsarım öğretmenliğe başladığım yetmişli yıllarda 1968 yılında uygulamasına geçilen bir programı beğenmeyenler vardı. Bazı emekliliği yaklaşmış meslektaşlarımız 68 programını öğretmen toplantılarında sık sık eleştiriyorlardı. Programın Ankara’daki Çankaya okullarına göre hazırlandığını dile getirip, araç-gereç bakımından yoksun köy okullarında mevcut programın uygulanabilirliğinin olanaklı olmadığından yakınıyorlardı. Oysa benim gibi nice öğretmenler modern bir program olan 68 programını yıllarca köy ve kent okullarında gayette başarıyla uyguladık. Şimdilerde bu yeni program beğenilmiyordu.
Seminerlere devam ederken deneyimli bir müfettişe bir soru yönelttim:
“Sayın hocam, görüldüğü gibi program test ve de seviye tespit sınavları içermiyor. Bundan böyle geçen yıllardaki gibi değerlendirme çalışmalarında ağırlıklı olarak test sınavları ve seviye tespit sınavlarına dönük çalışmalara devam edilecek mi?” Müfettişimiz artık kesinlikle seviye tespit sınavlarının yapılmayacağını söyledi. Söylediklerine devamla dershanecilik çalışmalarına son verileceğini, bundan böyle tüm eğitim-öğretim faaliyetlerinin okullarımızda yapılacağının anlattı. Öğrencilerim ve velilerim adına bu konuşma beni çok mutlu etti. Bundan böyle çocuklarımız ve gençlerimiz okuldan kalan zamanlarında sosyal etkinliklere, kitap okumaya bolca zaman bulabilecekler. Okuyan, okuduğunu anlayıp yorumlayabilen, soru sormasını beceren özgür düşünceli kuşaklar yetişecek artık benim ülkemde. Velilerimiz dershanelere artık paralar ödemeyecekler. Elbette bu durum ileride ülkem adına aydınlık yarınlara kavuşma ümidini müjdeliyordu.
Yeni programın içerdiği bir yenikte bundan böyle okullarımızda bitişik eğik yazı ile çalışılacağını salık vermesiydi. Birinci sınıfa başlayan öğrencilerimiz bitişik eğik yazı ile yazmayı öğrenecekler. Okuma-yazma öğretiminde ise cümle yönteminden vaz geçilip 1948 programında uygulanan harf temelli okuma-yazma öğretimine benzer ses temelli okuma-yazma öğretme yöntemine geçileceği isteniyordu. Meslektaşlarım en çok bitişik eğik yazıya geçme olgusuna karşı çıktılar. Oysa tüm batı dünyası, eğitimde, bilimde çağı yakalamış ülkelerin okullarında bitişik eğik yazı ile çalışılıyordu. Bitişik yazı ile okuma-yazma öğrenen öğrenciler temel harflerle yazılmış kitapları okumakta zorlanacaklarını gibi garip savlar ileri sürüyorlardı. Bu konuda ben de arkadaşlara Almanya izlenimlerinden bahsettim. Oradaki okullarda sürekli bitişik yazı ile çalışıldığını söyledim.
Bu itirazlar biraz da yıllarca temel harflerle yazı yazmaya alışmış arkadaşların bu yeni yazı stiline uymakta zorlanacakları endişesinden kaynaklanıyordu. Temel harflerle yazı yazarken el her harfi yazarken sayfadan yukarı kalkması gerekir. Bitişik yazı yazarken ise ancak yeni bir kelime yazdığımızda elimizi sayfadan kaldırıyoruz. Böylece bitişik yazı yazmada zamandan tasarruf yapılıyor. Ayrıca güzel bir bitişik eğik yazı öğrencide estetik zevk anlayışının gelişmesinde katkı sağlıyor. Babam 1930 yılında köyümüzde yeni açılan ve ilk yıllarda üçüncü sınıfa kadar eğitim veren okulda okumuş. Yıllarca tarlada-çayırda, bağda-bahçede çalışıp derisi nasırlaşan elleriyle çok güzel bitişik eğik yazı yazardı. Bu bakımdan programın içerdiği yeniliklere karşı çıkmak yersizdi.
Belirtmeliyim, cümle yöntemiyle okuma-yazma öğretimi yönteminden vaz geçilmesine benim de çekincem var. Ses temelli cümle yöntemiyle okuma-yazma öğrenen öğrencilerin hece kavramında zorluklar yaşayacağı kanısını taşıyorum. Benim kuşağım harf yöntemiyle okuma-yazma öğrendik. Birçok arkadaşımız yazı yazarken satır sonuna sığmayan kelimeleri doğru biçimde bölmekte hatalara düşüyorlardı. Hatta bir öğretmen arkadaşımız kelimeleri doğru biçimde hecelere ayırmayı bir türlü kavrayamadığını anlatmıştı. Öğretmen okulu bitirme kompozisyon sınavında hata yapmamak için yazdığı yazıda satır sonunda kelimeleri bölmemeye özen göstererek yazısını yazdığını söylemişti.
Gönlümce hazırlanmış bir programla çalışmaya başladım. Beşinci sınıfları okutuyorum. İşlenecek konuları öğrencilere pay ediyorum. Sınıfta deneye, yaparak yaşayarak öğrenmeye dönük yöntemlerle çalışıyorum. Artık geçen yıllardaki gibi test sınavlarına ağırlık vermeden değerlendirme çalışmalarını yapıyorum. Bitişik eğik yazı yazmakta bir sorunum yok. Öğretmen okulunda her hafta tablalı ve her çeşit kesik uçlarla sayfalarca yazı yazardık. Bu konuda çoğu öğretmen okulu mezunu öğretmenler olarak gayet yeterliydik. Gerçi zamanla değişikliğe uğrayan 68 programı bile ikinci sınıftan itibaren bitişik yazı ile çalışmayı öneriyordu. Bu öneri hep kulak arkası edildi. Öğretmenler ve müfettişlerce bu konunun gereği yapılsaydı yeni programa geçerken en azından bitişik yazı konusundaki tedirginliğe hiç gerek kalmazdı.
Okullarda kutladığımız önemli günlerin içinde en mutlu olduğum günlerin başında 24 Kasında kutladığımız öğretmen günü gelmektedir. Bu günle ilgili yapılan programlarda mesleğimizle ilgili güzel konuşmalar yapılır. Özellikle benim idealist duygularım tavan yapar o gün yapılan konuşmaları, okunan şiirleri dinlediğimde. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim çalışmalarına gösterilen ilginin yeniden yaşanacağı dair hisler uyanır benliğimde. Yine bir öğretmenler günü yaklaşıyordu. 24 Kasım günü ilçede protokolün kutlamaları izleyeceği bir okulda olmam isteniyordu. İçeriğini bilmediğim bu davete katıldım. Güzel bir program sunuluyordu. Programın ilerleyen süresi içinde ilçemizde takdirname almaya hak kazanan öğretmenler sahneye davet edildi. Sahneye davet edilenler arasında benim de adım okundu. Ta yıllar önce seksenli yıllarda almayı hak ettiğim takdirnameyi almak ancak iki binli yıllarda mümkün oldu. Gerçi ben hiçbir zaman takdirname almak için çalışmadım. Bir öğretmenin çalışması gerektiği gibi çalıştım yıllarca. Geç bile olsa çalışmanın takdir edilmesi güzel bir duygu. Mutlu oldum.
Sınıfımda artık testlere dönük çalışma yapma gereği duymadan derslerimi işlemeye devam ediyorum. Birinci dönemin sonlarına doğru yine dershanelerin öncülüğünde seviye tespit sınavı yapıldı. Müfettişin sene başında yeni programın tanıtımı yapılırken söylediği artık seviye belirleme sınavları yapılmayacak sözü havada kalmış oldu. Dershanecilik işinde iyi para vardı. Bir kez sistem iyi kurulduğunda fazla terlemeden bu işte kolayca para kazanmak mümkün. Oysa öncelikle bir ülkede eğitim-öğretimle ilgili tüm çalışmaları devlet yapmalı. Devletimiz bu alanda ticaret yapmak isteyenlere boş alan bırakıyor. Yerden darı bitercesine yurdun her tarafında eğitim fakülteleri açılıyor. Her yıl bu fakülteler yüzlerce öğretmen adayı mezun ediyor. İdealist duygularla öğretmen olmak hayaliyle yola çıkan gençler okullarını bitirince atanmaları yapılmıyor. Öğretmen olmaları için önlerine çeşitli engeller konuyor. Ne yapsın bu genç insanlar. İşsiz kalmamak adına dershaneler için gayet ucuz işçi oluyorlar. Okullarda normal çalışan bir öğretmenden daha fazla çalıştırılıp çok az ücret alıyorlar. Kısaca emekleri sömürülüyor. Devletimiz ihtiyaca yetecek öğretmen yetiştirecek kadar eğitim fakültesi açsa en azından öğretmen olma hayaliyle eğitimlerini tamamlayan gençlerin hayalleri yıkılmamış olur.
Bir önceki öykümde belirttiğim gibi aynı tas aynı hamam işler yürüyor camiamızda. Demek ki ülkemizde gençlerimizin yükseköğretim yapmaları için dershane girdabından geçmeleri gerekecek her ne kadar öğretim programları değişse bile…
Birinci dönem sonunda yapılan seviye belirleme sınavında sınıfım dördüncü sınıftaki kadar başarılı olamadı. Gerçi zümre sınıfları arasında ilk ikiyi benim öğrencilerim paylaştı. Benim yapacağım farklı bir yol yoktu. Akıntıya uyup fazla hasara uğramadan akıntıdan çıkabilmek. Tıpkı geçen yıllardaki gibi okulda kurs açtım. Yoksa öğrencilerim dershanelere gidip bu kurumlara çokça para ödeyeceklerdi. En azından okulda açtığım kursa az bir parayla devam edebiliyorlardı. Dershanelere inat kurs çalışmalarımda öğrencilerin tahammül sınırlarını sonuna kadar zorlayarak ders yapıyordum.
Sene sonunda yapılan seviye tespit sınavında bu kez ilk beşi benim öğrencilerim paylaştı. Mutlu oldum. Duyduğum mutluluk buruk bir mutluluktu. Yine sistem değişmemişti. Benim güzel yurdumun sevgili küçükleri ve gençleri batı ülkelerinin yaşıtları gibi oyun oynamaya, kitap okumaya, sosyal etkinliklere katılmaya gerektiği kadar zaman bulamayacaklardı. Okul yaşamlarında sıkça karşılaşacakları özellikle test sınavlarında başarılı olmak adına zamanlarının çoğunu stres içinde geçireceklerdi. Ülkemde, demokrasinin yeşermesi için okuyan, eleştiren, sorgulayan kuşakları yetiştirme adına bir arpa boyu yol yürüyememiş olacaktık ulus olarak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.