biraz kabartma tozu, biraz karbonat
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
sayıları artan boşluğum hoş geldin!
uzun bir aradan sonra masa üstü bilgisayarımla dirsek temasına geçiyorum...sanki birden fazla kişinin adına konuşuyorum da peltekler gibi z’de takılıyorum yine...sil yeni baştan yaz şimdi....işte bu beni yoruyor...yengemin taklidini yapa yapa onun gibi konuşmaya başladım...bir gün yengeme eşlik ediyorum veya o bana ediyordu tam emin değilim...minibüse binmişiz ikili koltukta yan yana oturuyoruz...her şey iyi güzel buraya kadar...tam menzile varmışız yengem şoföre sesleniyor: "şoförrr bey! müsait bi yerde inecekler varmış" diyor ve bi kazan kaynar suyu başımdan aşağı döküyor...içimden ’al işte! dokuz kusurlu hareketlerden bi tanesi...gözünü sevim yenge yapma ya!...n’oluyoruz? kaç kişiyiz? kimleri uğurluyoruz?’ derken peşine paldır-küldür biz iniyoruz basamaklardan aşağı...haliyle herkes dönüp bize tip tip bakıyor tabi...başım öne eğik, bakışlarımla ’hatun sizin hangi zaman kipinde yaşadığınızın, hangi gezegenden geldiğinizin farkında değil üstünüze alınmayın arkadaşlar!" demeye çalışıyorum ama beni anladılar mı emin değilim...işte ben de böyle bazen yengem gibi birinci tekil yerine üçüncü çoğul şahıslara münhasır yuvarlıyorum ekleri...hele bir de bizim köyden şehre gelen bi abimizin halk arasında evrim geçirmiş başka bi cümlesi var madem söz açıldı onu da anlatim...bu abimiz de bizim gibi motorunun haşatı çıkmış, ıkına ıkına yolunda seyreden bi minibüsü durdurmuş ve binmiş...bakmış herkes şoföre ’musayip’ diyor...’vay be diyor bu insanlar ne kadar cana yakın böyle! hey kurban olduğum doğru yerdeyim!’...oysa ki milletin tekrarlayıp durduğu hep aynı rutin cümle dillerine kundura çivisi gibi çakılmış "müsait bi yerde indirir misiniz?"...bizimkinin de tek hatası insanların samimi oluşlarına güvenip şoföre ’musayip hele beni de köşede indir kurban!’ diye seslenmesi olmuştur...fena mı olmuş?..iyi işte...literatürümüze hiç değilse bi canlılık, hareketlilik gelmiştir...
tastatur’u ne zamandır kullanmadığım için iki dil arasında can çekişen harflerin de yoğun baskısı altındayım...düşünce merkezi alengirli bi şeyler üretmeye devam ediyor ama dışarıya salgılamada sorun var...sivrisinek gibi bi şeyler vızıldayıp duruyor kulağımda...hıyarın teki tepemde masasını trompet amaçlı döverken, hergelenin teki de matkapla duvarı deliyor...ulan dele dele bitiremediniz gitti şu duvarı!..her gün beynimi oyuyor bu şerefsizler!...güya bugün küfürlü konuşmayacaktın Gule!..uykusuzluktan oluyor bütün bunlar...uykusuzluk nedir bilir misin?..uzay boşluğu...hem kendi ekseni etrafında hem de saat yönünde ters dönen tek zühre...afrodit çakma ismiyle yunan mitolojisinde birçok kişiyle adımız kötüye çıkmıştır Gule!..hadi bir de gelin burdan vurun gözüm!..
sayıları azalan mutluluk hoş çakal!
konuşmayı burda ikiye bölüp yani; dudağın uçurumda kalan tarafını terbiyeledikten sonra imha edileceği tamponlu bölgeye sevkedip, geri kalan bölümü de; felaket haberlerini getirecek ve kurşun askerlerle döşenecek mayınlı bölgeyle sınırlandırırsak; yalnızlık tek kişilik kadroyla s.ağır odalarda ayakta konser veren ve gelirini bir hayır kurumuna bağışlayan halk türküsü olur o zaman...ve barış insanlara vahiy yoluyla inecektir birgün, varlığını hiçbir zaman ıspatlayamadan...işte böyle bazen tetikçi birkaç harfle taranıyor göğsüm...annem hala beni yedi yaşında sanıyor ona saçlarımı ördüğümü söyleyince...fitili ateşlenmiş o dinamit kuyusu gözlerinde saatlerce oturmak vardı şimdi anne!..babamın üstünden çıkan 9 mm’lik hüznünü bu seferlik ödünç alıyorum yazıda kullanmak için...hani yaşımdan büyük gösteren, çocukluğumdan beri sırtımdaki kamburum...genzimi yakan o çığlık hala on dört yaşında ve otuz beş günlük bir sevincim var sadece annem!...talebimi sunuyorum beyler: beni unutun!..beni unutun!..böyle acılar bel tırmık ister!..
aslında bıraktığım gibi duruyor her şey...sadece aşırı özgüveniyle birkaç tükürüğü fazla duvarın...kırılmak mı bayım?..estağfurullah paramparçayım!..hangi makamdan girmemi istersiniz abi?..bir küfürden öbürüne yatay geçiş hakkımı kullanabilir miyim?.."küçükken havuz problemini çözemeyen çocuklardan" kalkmış dünyayı kurtarmalarını bekliyorsunuz sonra...bazen bi spatula ile diğer yüzünüzü yassılaştırıp çevirmek istiyorum kızgın bi tavada...hedonistçe acıların kesif kokusundan süreceğim yüzünüze...kantarın topuzu kime kaçarsa artık!
kendimi sarı süngerlere benzetiyorum...sponge bob’un tersine kırmızı yanakların yerini, zamanla hissiz ve donuk, "on adım ileriye sabitlenmiş" o bilindik yüz hatları aldı...içime o kadar sulu şey çekmişim ki...o kadar yağmur ve fırtına...ıslak ve de kayganım ki...bu dalsız budaksız; bu samanlı gövdemde çiçek açacak mı bir gün anne..? bu tırpılıp biçilen, dövülüp öğütülen gövdem; çalı çırpıdan ibaret olup verimsiz kalıyor hep...bazen de diğer ihtiyaç sahipleriyle birlikte; mutluluk için sıraya girdiğim bile oluyor...biliyorum bugün de elimiz boş döneceğiz kuyruktan...ucu bucu görünmeyen o uzun kuyruk...eskiden halk ekmeği için -ki ta o zamanlardan başlamıştı sınıf ayırımı- arka arkaya sıra oluştururken, bugün beyaz bayrakla sokağa çıkıp bir lokma ekmek için canını tehlikeye atan, hatta vurulan insanların yanında elbette benim böyle bi şey talep etmeye ne hakkım ne de yüzüm var...
mutlulukla ilişkisini kesmiş kadına tecrübeli derler bayım
kulaklarınız kapalı otopark
dudaklarınız tünel alt geçit kalacaksa hep
varsın bizden ırak olsun ab-ı hayat
gule...
YORUMLAR
Küçük öyküler, komiklikler, argo ve gündelik dil.
Bunlara güven, bunlar insan kokuyor
Ama mutluluğa güvenme
Mutluluğun bi dediği öbür dediğine uymuyor
Mutlulukla yol çıkılmaz, yarı yolda bırakır
Sıcak, samimi sözcüklerin
ve yürek teri...
Gördüm
anlamlarını kapının önüne bırakıp gittiler
gerçeklik uğruna sevimsizliği göze almış bir kaç kelime grubu...
Sevgiler bırakıyorum sayfana yoldaş...
Gule
sevgiyle yürektesin...
Gule
sağolasın aysu'um...
eski bir yer de, bir ps civarında, ölülerin kabul etmeyeceği yer derken, bu mevzuya da eş bir şey çıkıyor. aslında aynı göz, aynı ses (çatallaşmasına, arada yağmur gibi yumuşamasına ve hatta fısıldamasına aldırma), aynı beden (kambursuzluk için spora da lanet gelsin be emmi), aynı zihin; tecrübeyle sabiti kıskanıyoruz.
eğer bir yer de dursa tecrübe, 'tamam be, he he, tamam bitti işte' dersin ama yok tecrübe kanlarla beslenen kılıçları anımsatıyor. eğer güçlüysen, mazlumun kanını o kılıç üzerine dökebilirsin mantığı mı doğuruyor peki?
sözünde fay hattı taşıyabilir ama deprem yapabilme lüksüne sahip değildir herkes. varsın, şiddeti aşsın gözleri.
ama poğaça değil ki bu iki türlü sana seçenek sunsun.
illa o şey kabaracak ve iman tahtasını zorlayacak.
sıkıştıracak.
minibüste ki hikayeyi tekrar duymak da güzeldi- hava alamayacak minibüsteki gibi.
indir beni, indir ne olursun müssait bir yerde.
o zaman ps yine çıksın karşımıza. her ölüyü toprak kabul etmez mi? olduğun yerden, olacağı yere ne kirletmiş insanı bu kadar?
sözün arasında permatik var da, öyle yoğuruyorsun her şeyi. kan akıtarak, çizerek, dağıtarak. olsun.
Gule
kaç saattir yoğuruyorum bu hamuru zaten şişmişim şişeceğim kadar
sen kalkmış bana filozofça bi şeyler anlatıyorsun...bu saatten sonra kafa kaldırır mı bu kadarını:)
yok valla bi kahve içim kendime gelim sonra konuşalım...
sağolasın...
HakkınSesi
geçmiş olsun diyelim :)
Gule
dur ben gelim senin yazını topa tutim en iyisi...hazır büyük ekran da açık
tavla oynayan şeş beş gözlerle nasıl okuyacaksam artık:)
her gün dört-beş saatlik uykuyla idare eden ve ayakta durmaya çalışan bir kadının halinden anlayın artık ya!
tabi burda farkındaysan ajitasyon yaptım:)