- 463 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Son Perde
OYUN
Adı: SON PERDE
Türü: DRAM
Yönetmen: ?
Oyuncular:
Adam: Oğuz Devrim Atasoy
Kadın: Gülay Gök
Genç adam-1: Gürkan Atasoy
Genç adam-2: İlkem Gök
Salon ışıkları sönünce sesler kesilir. Bordo renkli kadife perde körük gibi katlanarak iki yana açılır. Beraberinde dolunayın izdüşümü gibi yuvarlak bir ışık sahnenin sol tarafına iner. Orası aydınlanırken ortadan bölünmüş sahnenin diğer tarafına paravanın soluk gölgesi düşer.
Işık çemberinin orta yerinde bej örtülü bir masa, bir de deri kaplı sandalye vardır. Masanın üzerinde dizüstü bilgisayar, mavi cam küllük, bir paket sigara, yeşil çakmak, üst üste üç kitap, açık kalmış defter ve bir de tükenmez kalem vardır…
Alkış yok!
Soldaki kapı açılınca içeriye giren bir kadın görülür. Kırklı yaşlarında göstermektedir. Omuz çantasını portmantonun üstüne salar. Ayakkabılarını çıkarıp kenara iter. Montunu asar. Yapması gereken bir şeye geç kalmış da ona yetişmek veya yorulmuş da kendini bir an önce yatağın üstüne atıvermek istermiş gibi her şeyi çok hızlıdır…
Sonra aynı şekilde masanın başına gelip bilgisayarın başlama butonuna basar. “O kendini hazır ededursun” der ifadesiyle mutfağa gider. Elektrikli ısıtıcıda su ısıtıp kendisine kupa bardak içinde kahve yapınca gelip masanın başına oturur. Bir de sigara yakar. Kahve yudumlar, sigara tüttürürken bilgisayarın açılmasını bekler…
Alkış yok!
Sola konmuş dolunay kalkıp gidince bu sefer sahnenin sağ tarafı aydınlanır. Yine aynı ışık… Ayın yerdeki iz düşümü gibi… Gümüşi renkli. Yuvarlak. Yine orta yerinde örtüsüz bir masa ve katlanır ahşap sandalye… Açık bilgisayar, dağınık birkaç kitap, tükenmez kalem, ayakucunda plastik çöp kutusu, buruşturulmuş kâğıtlar, izmarit dolu cam küllük, yarısı boşalmış sigara paketi, çakmak, bira şişesi, leblebi kâsesi. Ve okuma gözlüğü kullanan ellili yaşlarında bir adam…
Alkış yok!
SOL TARAF:
Oyun başlamıştır ve Işık soldadır…
Sağ dirseği masada, çenesi avucunda dayalıyken eğilmiş e-postaları okur. Okurken de biriyle konuşurmuş gibi kaşı, gözü oynar, dudakları kıpırdar. Yüz çizgileri kasılıp daralır, açılıp genişler. Bazen ciddidir, bazen gülümser. Birkaç dakika sürer bu. Sonra az doğrulup on parmağını makineli gibi çalıştırarak klavyenin tuşlarına basar.
Ve yazar…
SAĞ TARAF:
Işık sağdadır...
MESAJ:1
Kimden: Gülay Gök
Kime: Oğuz Devrim Atasoy
Gönderme tarihi: 19/Ocak Salı. 18,01
Konu: Merhaba gülüm, öptüm yanaklarından. Ve izninle dudaklarından…
Adam mesajı okur, sesli:
İnsan, “nasıl biridir” diye bir yığın tipleme yapıyor. Bir zaman ben de yaptım mesela. Sonra yoruldum ve vazgeçtim. Şimdi bir bulutla yazışıyorum…
Güzelliğin ve çirkinliğin nerede başlayıp bittiğini bilenlerdeniz biz, değil mi ustam? Sana gönderirken mümkün olduğunca doğal olan resimlerden seçmeye çalıştım. Hadi, o ukala kalemi tutan surete yeniden bir merhaba de, duyayım…
MESAJ:2
Kimden: Gülay Gök
Kime: Oğuz Devrim Atasoy
Gönderme Tarihi: 20/Ocak Çarşamba 09,09
Konu: Merhaba gülüm, öptüm yanaklarından. Ve izninle dudaklarından…
Adam okur:
Ne demek “gidiyorum, ne zaman döneceğim belli olmaz?” Çocuk oyunu mu? Şakaysa peki… Ciddiyse?
Eve geldiğimde, iş yerine gittiğimde, kısacası ilk fırsatta bilgisayarı açıp sana bakarım ben. Site otomatik açılır evde. İş yerinde şifresiz olmaz ama evden direk açılır. Yani?
Yani akşam bilgisayara girdim, yeşil ışığın yandığını gördüm, sayfanı okudum, bir süre bekledim, senden ses çıkmayınca çoktan yatmış olabileceğini düşündüm…
Bu duruma, yani orada olup sessiz kalmana, selamsızlığına, günlerce ortalardan kaybolmana, bir gecede birden fazla selamlaşma lütfuna, gün, ay hatta aylarca sessizliğine, sonra şımartan ilgine…
Bunlara alışmışsam sadece kendi becerikliliğimden olmadığını düşünüyorum. O konuda yardımlarını asla inkâr edemem
Diyorum ki; yapma lütfen. 24 saat istediğin zaman çaldırabileceğin bir telefonum (konuşmasan da buradayım mesajını alırdım mesela) var. Uzandığın an tutabileceğin bir elim ve yüreğim…
Mesaj yazmaya gelince; gelen mesajı açıp konu kısmına yazmışsın cümleyi. (Ki o cümleye yüklenen sıcacık öpücüklerini aldım, başım gözüm üstüne ve binle çarpıp gönderdim geri.)
Mesajı açtığında üst bölümde yanıtla, sil, vs. yazan bir çubuk görünüyor olmalı. “Yanıtla” de ve açılan alana yaz. Tıpkı defterde olduğu gibi, teknik aynıdır. Ben Hotmail kullanıyorum, mynet’i pek bilmem ama aşağı yukarı hepsi aynıdır bu posta alanlarının.
Son yazdığın “konu” alanına yazılmış mesela. Yani başlık kısmına yazmışsın. Yanıtla dediğinde sana gelen mesaj biraz aşağıya kayar ve üstte boş bir yazım alanı kalır. Bi dene. Tembelliği bırak Oğuz. Ya telefon, ya bu e-postalarla bir şekilde barışmak zorundasın. O güzel poponu yerinden kaldırmadan o şehirden bu şehre uzanmanın başka yolu yok tatlım
Son paylaşımını okudum, gülümseyerek bitti bende gece. Mesajındaki tehditlere rağmen hem de…
Kavga da ederiz istersen, kapris de yaparız karşılıklı ama o konularda benimle başa çıkabilir misin emin değilim
Lütfen ses verir misin?
Hadi…
Sarkıttığın dudaklarını topla da barışalım, uzatmayalım şunu yaf…
İş yerindeyim ve kafamı işe veremem yoksa ben. Zaten bi dolu gürültü arasında yazıyorum şu satırları. Başa dönüp de “ne dedim ben” diye okumadan, okuyamadan “gönder” butonuna basacağım şimdi.
Umarım anlatabilmişimdir
SOL TARAF:
Kimden: Oğuz Devrim Atasoy
Kime: Gülay Gök
Gönderme Tarihi: 20/Ocak Çarşamba 10,48
Konu: Merhaba gülüm, öptüm yanaklarından. Ve izninle dudaklarından…
Kadın mesajı okur:
İyi de sakallıydım ben. Tıraş olmamıştım. Nefesim içki kokuyordu. Dişlerimi de fırçalamamıştım
SAĞ TARAF:
Kimden: Gülay Gök
Kime: Oğuz Devrim Atasoy
Gönderme Tarihi: 20/Ocak 10,51
Konu: Merhaba gülüm…
Adam mesajı okur:
Anladım…
“Alkollüydüm, kendimde değildim, söylediklerimden mesul değilim” diyorsun yani.
İyiymiş
Ayılınca görüşürüz o zaman…
SOL TARAF:
Kimden: Oğuz Devrim Atasoy
Kime: Gülay Gök
Tarih: 20/Ocak Çarşamba 11,14
Konu: Merhaba gülüm…
Kadın okur:
Öyle mi anladın? Aferin sana!
Nazın âşık usandırmayanına evet ama kapris sevilmez.
“Bir gün iç ama çok iç” diyen sendin oysa. Neyse, işine adapte ol sen. Ben ipiyle kuşağı… Aylak bir adamım yani. Hem bak, düşmemiş dudaklarımı kaldırdım ve gülümsüyorum yine
Görüşürüz…
SAĞ TARAF:
20/Ocak-Çarşamba 11,56
Adam okur:
İyi de, sen geçen akşam da çok içtim demiştin. Yanlış mı hatırlıyorum? Neyse “aferin” cepte en azından; demek ki gün güzel geçecek.
Kapris değildi bi de. (Kapris görmemiş bu, demediysem ne oliim bu arada Kedinin bacağı öyle değil, böyle ayrılır diye göstermek istemiş de olabilir miyim ki…)
Görüşmek üzere…
SOL TARAF:
20/Ocak 13,26
Kadın okur:
Düşündüm de şakacı olup gönül okşamak isterken ısırıp acıtıyor muyum ne? Empati yapmalıyım biraz. Ya da özeleştiri…
Anlaşıldı, içkiyi bırakmalıyım artık. Yeter! Hep diyorum ama bilmem ki ne zaman? Bakalım…
SAĞ TARAF:
20/Ocak 13,36
Adam okur:
İçkiyi bırakma dışında diğerlerinin cevabı; hayır. Aksine içimi ısıtıyorsun. Gülerek yazıyorum. Sandığın gibi az kırılsam iki karış dudak sallar köşe bucak susarım ben
Garip bir ağırlık var üzerimde. Şeytan “izin al çık, git evde uzan bi güzel, uyu” diyor. Gözlerim kapanıyor. Çay içelim hadi gel. İyi gelir beklim…
SOL TARAF:
26/Ocak/Salı 16,47
Kadın okur:
Merhaba,
İstanbul’daydın birkaç gün, büyük oğlumun yanında. Yeni taşındıkları evde internet yok. Hat arızası varmış. Yeni geldim ve bilgisayarımı açıp çay içen güzel kızın gülümseyişine baktım biraz. Sonra merhaba dedim. Nasıldır kendileri?
SAĞ TARAF:
26/Ocak/Salı 16,52
Adam okur:
Biraz kötü…
Sebebini bilmiyorum ama akşamları eve gelirken oluyor böyle.
SOL TARAF:
26/Ocak/Salı 20,40
Kadın okur:
Eve gelmedin. İyi misin? Ara beni…
SAĞ TARAF:
26/Ocak/Salı 20,51
Adam okur:
Geldim biraz önce.
Yazacağım uzunca. Uyumazsın umarım. Bu “merhaba” olsun, merak etme diye. Bi öpücük ver şimdi, yanaktan…
SOL TARAF:
26/Ocak/Salı 21,48
Kadın okur:
konuşurken
diz dize
veya koştururken
el ele
öpüşürken dudak dudağa
ve yatakta
sarmaş dolaş
sevişirken…
SAĞ TARAF:
26/Ocak/Salı 21,50
Adam okur:
İş çıkışı kantinde oturduk, bir şeyler yedik kızlarla. Sonra ben serserice yürüyüşe daldım ve kendimi yol üzerindeki alışveriş merkezlerinin birinde buldum. Şu elektrik prizleri var ya, onlardan lazımdı. Dörtlü olanı yetmedi. Havalar soğuk burada da. Elektrik sobası yatak odasında, tv ve bu odada derken son haftada bayağı dağılmışım ev içinde. Altılı olanından aldım. Şimdi soba ayak yanımda, Tv karşımda, bilgisayarda seninleyim. Hotmaili açtım ki ne göreyim, senden bi dolu mesaj. Üşümüştü gözlerim, bakışımın buzu çözüldü. Gülümsedim. Ama ne biçim bir gülümseme, anlatılmaz. Bir gün gösteririm belki. Belki olur, değil mi? olur de Oğuz. Sen olur de, ben inanırım.
Son iki haftada içimde bir sıkıntı var. Gitmiyor. Akşamları eve girmek istemiyorum. Belki yazdan sonraki şu hareketli dönemin arkasından girdiğim sessizlik sıkıyor beni. Belki Tülay’a alışmıştım. Bilmiyorum ki sebebini.
Anamur’a geleli ne kadar oldu? 31 Aralık 2013 işe başlayış. İki yıl birkaç ay mı? uzun bir sessizlik derken arkasından kız kardeşim… Bir roman okumuş ”Kış Bahçesi” adı. Yazarını hatırlayamadım şimdi. Aynen şöyle demiş: “Kitabın son sayfası bittiğinde kapağı kapattım ve seni düşündüm. Senelerin açtığı mesafeyi kapatabiliriz dedim ve geldim.” Geldi. İskenderun’a kaçtık bir hafta sonu. Çocukluğumuzu aradık galiba. Bulduklarımızı koyup sırt çantalarımıza Anamur’ döndük.
İki hafta kaldı, sonra gitti. Sonra ben gittim İstanbul’a, yanına. Birlikte döndük Anamur’a. İki hafta kaldı ve gitti yine.
Galiba kapatamadık. Senelerin açtığı uçurumu kapatmaya yetmedi özlemimiz ama benim yalnızlığım bölündü sanki. Şimdi huzursuz ettiğine göre ortasında bir yerlerde çatlak oluştu yaşamama biçimimin. Ki ben, İlkem’in gidişinde de böyle hissetmiştim. Bomboş. Amaçsız, yönsüz. Havada dönüp duran kasnaklı uçurtma gibi. Kasnaklı diyorum çünkü onlardan çok çaktım yerlere imalat hatası tabii ki. Felaket olur düşüşleri. Kağıttan uçurtmalara benzemez, bilir misin bilmem ki…
Ne zamandan beri etrafında dönüp duruyorum, sayayım dedim, çıkaramadım şimdi. Kaç yıl? Kaç sene sustun, kaç zamandır gördüm seni? Şu mesajlara yazdığın kelimeler… Düşünmek gibi, öpmek gibi, hayal etmek gibi kelimeler…
Sana, o defterdeki adama vurgun olduğumu söylemiş miydim? Sanki demiştim de sen de bana o kadar göbeğim yok şimdi, çok zayıfladım falan gibi bir şeyler yazmıştın bir zaman.
Kuruyor muyum, bunları yazıştık mı doğrusu çok da emin değilim ama ben seninle uzun zamandır sevişiyorum.
Susabilirim. Bir cümlene kırılıp yine uzar giderim yörüngenden ama kaleminden ziyade tavrınla resmettiğin, - belki de benim hala koruyabildiğim hayallerimle can verdiğim – o adamı da yanımda götürürüm yine. Yani yine bitmez. Yine ilk bulduğu boşlukta boy verir içimdeki sarmaşık. Çiçeğe durmaz, kokmaz belki ama yaprak açar ilk fırsatta, umuda. Tefek atar, biliyorum. Hep öyle oldu, öyle sürüp gider. Çok akıllıca, çak makul ya da olası gelmiyor bu çağın senaryosunda biliyorum ama ben bir adam sevdim sende. Onu senden başkasıyla silemiyorum, öldüremiyorum, yaşatamıyorum. Doğuramıyorum. Beni bir daha bırakma, olur mu? Sen bende bitmeden bırakma beni…
Yazdığım bu mesajda lütfen anlam bütünlüğü arama. Yorgunum. Soğuktu dışarısı. Odam sıcak şimdi, çayım güzel…
Ve aklımda sen, önümde mesajların…
Şımardım biraz. Biraz mayıştım hatta. Mırıldanıp duruyorum anlayacağın.
“Ara beni” demişsin. Telefonu kastediyor sandım bir an. Sonra anladım ki yazmaktır söylediğin.
Yazdım sansürsüz.
Öyle işte…
26/Ocak/ 22,05
…Ve uyurken göğsünde… Az öncesinde yorduğum kalbi küçük öpücüklerle dinlendirirken mesela. Uyuyup uyandığımda günden önce gözlerin ışırken yüzüme… Yüzümde… O kısacık cümleyi önce hangimiz fısıldardı acaba?
Muhtemelen ben.
Hep çok konuşuyorum değil mi?
SOL TARAF:
27/Ocak/Çarşamba 14,25
Kadın okur:
Sevindim.
Ben de yazmak isterim uzun uzun. İstiyorum da… Ama hazır olmam lazım. Bilirsin, tabu yıkmak zor. Hele ben yaşında ve ben karakterde birisi için…
“Belki” demişsin. “De, inanırım” demişsin. Ama zor. Şimdilik diyelim. Umut veriyorum ama bencillik denmez buna
Yani belki…
Ama aklımda olan şu; yaza dağlara gidersem yine telefon etmeni isteyebilirim. Resmimi gördün, yazdıklarımı okudun, bakıp eşkâlimi görmedin elbet ama sesimi de duy isterim. Birçok yönüm çekici gelmiş olabilir sana ama konuşursak itici olabilirim. Kim bilir…
İyi ol tamam mı?
Öpüyorum gözlerinden…
27/Ocak/Çarşamba 18,11
Resmine baktım yine. Şaşırmadım. Hayal ettiğim gibi naturel. Alnımı dayadım alnına, hayal ettim. Hissettim sıcaklığını. Göz göze olduk. Öpesim geldi o an. Ama ne mümkün!
Belki gelirsin rüyama.
Veya ben gelirim rüyana.
Olamaz mı?
Ne hale soktun beni, alacağın olsun bebek!
Bak “bebek” dedim sana, şımar diye. Bununla birlikte kendimi de şımarttım, iyi mi?
Evet.
Öpüyorum…
27/Ocak/Çarşamba
18,45
Çok konuşmam.
Laga lula.
Yani geyik…
Seninle konuşurum ama.
Hiç susmadan…
SAĞ TARAF:
27/Ocak/Çarşamba
19,38
Adam okur:
Demiştin, “çaycılık yapıyorum ve günde 50tl anca alıyorum” diye. Bana, kendimi şımarık, hayatın zorluklarından nasiplenmemiş züppenin tekiymişim gibi hissettirmiştin o gün. “Arabesk adam, kalas şey” vs. diyerek rahatlatmıştım kendimi. Sana yazmamıştım ama sinir etmiştin sahi.
İki oğlun olduğunu, maddi olarak çok kısıtlı şartlarda onları okuttuğunu, belki maddi, belki siyasi, belki de sadece kılıbıklığa (korkaklığa) dayalı sebeplerle telefon kullanmaktan bile çekindiğini biliyorum.
Bazen çok ani çıkışların olup kaba bile sayılabileceğini, saman alevi öfkelerle gemiler batırabileceğini, pireyi deve yapıp yorgancıya bayramlar bahşedeceğini…
Her şeye rağmen yüreğinde pamuktan şekerler sakladığını, çok güzel bir gülüşün olduğunu biliyor, ya da bildiğimi sanıyorum.
Çirkin bir adam olamazsın sanıyorum veya öyle umut ediyorum diyelim Tekerlekli sandalye kullanıyor olsan ikide bir kaçamazdın dağlarına. Demek ki eli ayağı tutuyor diyorum.
İçkiye düşkünsün, bundan korkuyorum. Çapkınlık öykülerin olabilir, endişeleniyorum. Sonracııııma… Kadına şiddet gerekli, dayak cennetten çıkmadır, kızını dövme kafasını kır görüşlerine taraf bile olabilirsin ama ziyanı yok. O kısmı ben hallederim; korkmuyorum yane…
Ben anlatmıştım aslında işimi, unutmuşsun…
19,49
Sayfada üç adet fotoğraf...
Altında şöyle yazar:
İskenderun sahil, İstanbul kar ve soğuk ve Anamur; malum yalnızlık…
Adam fotoğraflara bakar ve mesajı okur:
Tülay buradayken çok resim çekmişiz. Kaç resim yollamış oldum bilmem. Yalnız bilesin, hiç sevmem, resim çekilmeyi de kendimi kamerada veya fotoğraflarda izlemeyi de…
Ama her halimle gör, üç boyutlu tanı ki sonra bana “aaa bu muydu beni senelerdir oyalayan hatun” deme. Hatta kalk bi güzellik yap, bir resimcik de sen gönder, kenarını yakıp
27Ocak/Çarşamba 20.13
Seni hiç şaşırtmayacağıma, şaşırtamayacağıma bahse girerim ve senin de beni şaşırtmayacağına hatta…
Ama daireyi dar tutmayalım yine de…
Olur mu?
Makyaj sevmedin hiç. Kalem çekmem gözüme, ruj kullanmam. Oysa kasıt… “Yıka, çık” model bir yapı… Saç, baş her şey öyle bende. Kıyafet seçimi rahat… Salaş hatta. Protokolden uzağım 3 senedir, canıma minnet. Hiç sevmedim takım elbiseleri de elbiselileri de.
Ne hale soktum?
Ben sana “bebeğim” dedim. “Kocaman bebeğim…”
Şımarmak istiyorum.
Annemi de özledim hem. Başımı huzurla bir omza yaslamayalı asırlar oldu. Galiba hep büyüktüm…
O şiiri hatırlarsın; “ben geldim anne”miydi adı? Orada her şey var aslında. Gerçi bütün yazdıklarımız az çok her şey – her şeyimiz değil mi zaten…
Çabuk iletişim kurar, kadın olduğumu unuturum. “Erkek Fatma” demeleri bundan biraz… Ya da erkek arkadaşlarımın bana bakışındaki rahatlık bundandı hep. “Şeytan tüyü var” annem öyle derdi. En çirkin kızıyım bence ve en kolay ben girerim kalabalıklarına insanların.
Yani beğenilmek, sevilmek… Ya da ne deniyorsa işte… İlgi çekmek mi… Onlar hiç sorun olmadı ama yüreğimde bir yer, bir tel var. Oraya değmeyen herkes kardeş bana. Yalnızlık içimde kısacası…
Ara sıra çıkmaya çalıştım kendi dışıma, çıktım da bazen ama kadınlığı unuttuğumdan, ya da kadınca düşünme tarzını çok iyi beceremediğimden yarım bir elmaya diğer yarım kalmadı hiç…
Böyle özetim benim. Yani şımarabilirsin. Hakkındır, seni yüreğimin perdesinden dinledim, orada gördüm.
Neden?
Bilmiyorum.
Birlikte öğrenelim istiyorum…
20,53
Lala lula değil o, laga luga bi kerem
Günlerce sustuğum olur, saatlerce konuşmadığım da… Çok konuşup hiçbir şey söylemediğim zamanlar da biliyorum.
Erkeğin suskunu iyidir gerçi ya, benimle susman zor olur gibime geliyor. Bülbül kesilebilirim seninle. Anlayacağın dengesizim o konuda…
“Anamur’a yolum düşerse” ne demek? “Ya gel, ya çağır” demiş miydik? Dedikti sanki
Uykum geldi benim.
Uzanıyorum. Uyurum kalkmam belki. İyi geceler olsun…
SOL TARAF:
29/Ocak/Cuma 21,22
Kadın okur:
Baktın mı fotoğrafa veya fotoğraflara?
Yorumsuz kaldın.
Zamana ihtiyacın olabilir.
Anlıyorum.
Yarın gidiyorum zaten. Kendimle baş başa kalmaya…
SAĞ TARAF:
29/Ocak/Cuma 21,33
Adam okur:
Yorum beklediğini düşünmedim. İlla da gerekiyorsa, yorum; resimdeki adam bana yabancı değil.
Suskunum, doğru…
Ama suskunluğumun sebebi de resimlerdeki adama aşinalığım ya da yabancılığım değil.
Yarın…
Git bakalım.
Kendinle baş başa kalmaya yine.
Sanırım benim kendimle baş başa kalmalarım seninki kadar eğlenceli değil…
SOL TARAF:
29/Ocak/Cuma 22,15
Kadın okur:
Hani, “gönder bir resim” demiştin. “ucu yanık…” Ne romantik! Hayat roman değil ki gülüm! Gönderdim işte, ucu yanık değil ama gerçek. Göresin diye. “Böyle bir gerçeklikte ben yokum” de, olsun bitsin. Herkes döner kendi dünyasına…
SAĞ TARAF:
29/Ocak/ Cuma 22;27
Adam okur:
Ben resimdeki adamı sevdim. Dilim döndüğünce de anlatmaya çalıştım, uzun zamandır.
İzin mi gerekiyordu?
Almadım, af edersin.
Roman mı yazıyorum?
Sence sahiden çok mu uçuk kaçığım? Peki! Bak, ben de ünlem kullanabiliyorum, gör diye yazdım.
Kavgaya pek bi yatkın, pek bi gönüllüyüm ben bu akşam.
Ne yükse yüreğine, anlayamadığım o şey, her neyse… Aldığın yere bırakabilirsin. Ben kendi zorumu kendim taşıyabilirim…
SOL TARAF:
30/Ocak/Cumartesi 20,39
Kadın okur:
Bilmeni isterim ki, kişisel travmalarıyla yaşayan biri asla mutlu olamaz. Bir başkasını da mutlu edemez.
Kendim için söylüyorum bunu, başkasıyla alakası yok.
Meselem kendimle yani…
Şehirden, senden, hatta kendimden kaçışlarımın sebebi de bu olsa gerek. Açık açık anlatmamışsam da zaman zaman ima etmeye çalıştım bunu. Demek istediğim; resmin görünen yüzü her şeyi anlatmıyor…
SAĞ TARAF:
30/Ocak/Cumartesi 22,32
Adam okur:
İşkencenin bin türlüsünü yaşadım ben. Sana çok iddialı, belki sıradan gelecek bu cümlem. İçi boş bir söylem gibi algılayacaksın muhtemelen ama ben de cüssemi ve yüreğimi aşan zorlardan geçtim.
Travmalar demişken, son yaptığımız da onlardan biri olabilir. Yoksa ben de senin kadar zor inanırım uzaktan sevmelerin yakından hoşlanmalara denk düşebileceğine. Başımı bir düşe yaslayıp geceye uyumak, bir hayale uyanıp günü yaşamak mümkün sanmam benim saflığımdandır yine, aldırma. Ki sen, bu yoldaki şevkimi daha önce de sıradan bir iki kelimeyle kırmıştın; unutmadım.
Resmin görünen yanı; ikimizin de düşlere, hayallere mecalinin kalmadığını anlatmaya yetiyor aslında. Senin bir yalana beni inandırmaya takatin yok. Anlıyorum. Israr baştan beri benim silahım oldu. Rahat ol artık. Son mesajım sana; bizim için seninle savaşmayı bırakıyorum. Bırakıyorum, çünkü içimdeki o çocuksu inadın kırılma sesini çok iyi tanıyorum…
SOL TARAF:
30/Ocak/Cumartesi…
Kadın okur:
Peki, tamam, yazma.
Ama iyi ol.
Söz mü?
Ben yazarım yine iznin olursa…
Alkış yok!
Perde açılır, iki köşeden inen ay düşümü iki yuvarlak ışıkla sahne aydınlanır. Ortada bezden bir paravan, iki yanında iki masa ve iki sandalye vardır.
Soldaki masada pembe çiçekli kırışık beyaz bir örtü ve üzerinde dizüstü bilgisayar, okunmamış birkaç kitap, küçük bir not defteri, tükenmez kalem, porselen çaydanlık, dünden kalma bulaşık çay bardağı, boşaltılmamış mavi cam küllük, yarıdan çoğu içilmiş sigara paketi ve manyetolu kırmızı çakmak vardır…
Sağdaki masada el örgüsü dantelden beyaz bir masa örtüsü, fareli dizüstü bilgisayar, üst üste dizilmiş not defterleri, nikelajlı dolma kalem, açılmamış şarap şişesi, ters kapanmış lale kadeh, içilmemiş sigara paketi, zippo marka çakmak, boş ve temiz beyaz cam küllük, çerçeveli küçük bir portre, okuma gözlüğü ve cep telefonu vardır. Soldaki masa ne kadar dağınık ise sağdaki son derece düzenlidir…
Sahnenin sol tarafındaki kapı açılır. Bir kadın girer içeriye. Kırklı yaşlarındadır. Saçları fönsüz, kaşları alınmamış, dudakları boyasız, yanakları alsız, natüreldir.
Hızlıca soyunur. Ayakkabılarını çıkarır, çantasını atar, hırkasını asar ve telaşla masaya koşar.
Sandalyeye oturup bilgisayarını açar. Ve bakar; yeni bir haber yoktur. İçi titrer. O günden bu güne altı ay geçmiştir.
Kırgınlık mı?
Bu kadar uzun sürmez!
Kapris mi?
Hiç olmaz.
Unutmak…
Bu kadar kolay mı?
Olmamalı…
Olmamalı!
Telefonu alır ve açar. Ara tuşuna basıp arar. Çalarken kulağında bekler…
SAĞ TARAF:
Telefon sesine genç bir adam gelir.
-Efendim.
-Oğuz beyi aramıştım…
-Kim aramıştı?
-Ben Gülay. Amatör şairler ve yazarlar derneğinden…
-Konu neydi?
-Bi istatitik…
-Hadi canım sen de!
-O da ne?
-Yemezler bayan!
-Anlayamadım!
-Daha önce de denemiştiniz…
-Hürkan sen misin?
-Hayır, ben yine Gürkan…
-Anladım çocuk! Baban uyuyor mu yine?
-Evet.
-Uyandır!
-Pardon…
-Uyandır Gürkan!
-Ama uyanamaz!
-Ne demek uyanamaz?
-Uyanamaz bayan!
-Ne demek uyanamaz?
-Çünkü o öldü!
-Ne demek öldü?
-Üzgünüm bayan, bilmiyor muydunuz?
-Allah belasını… Belamı… Belanızı…
-Pardon…
-Özür dilerim Gürkan! Özür dilerim! Yarın geliyorum oraya. Müsaitsen karşılar mısın beni? Lütfen!
-Tabii ki…
Sahnede bir mezar…
Taze.
Kuzeyden güneye uzun bir toprak yığını… İki başında iki yontulmuş ağaç. Taş bile yok. Üzerinde yaprakları solmuş dallı çalılar…
Kadının başı siyah eşarpla bağlı. Siyah güneş gözlükleri ve yanında oğlu İlkem var ve adamın oğlu Gürkan…
Bakarlar.
Suskun.
Bir süre…
Kadın gerilir sonra. Kendine gelir. Mezar topraklarını tekmelemeye başlar. Ne Allah verdiyse…
Çocuklar şaşırır.
Kadın mezar topraklarını tekmeler…
Ve deli gibi bağırır:
Allah belanı versin! Arabesk adam! Deli! Lanet olası! Neyi hallettin ha, neyi? Hani, çocukların! Hani kırk yıllık karın! Hani karakterin! Hani tabular? Hani ben? Hani yıkamazdın? Hani! Allah belanı versin! Niye yazmadın altı aydır ha? Niye merhaba demedin? Niye sormadın iyi misin diye? Öldün mü şimdi sen? Hem de veremden. Allah belanı versin, benim de! Cehennemde buluşuruz artık…
LaTekmen Şubat/2016/Lüleburgaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.