- 620 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
YETER Kİ İNSAN OL!
Bazen kendi kendimle dertleşince bütün sıkıntılarımı unutuyorum. İnsanın iç dünyasına girmesi kadar güzel bir şey var mı acaba. Hesaplaşma! Yani ben bugün kimin kalbini kırdım ya da gönlünü aldım. Öfkelenmek, kindar olmak, hırçınlaşmak ne kadar ürkütücü değil mi. Boşuna dememişler tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır diye. Onun için mümkün olduğu kadar karşımdakini incitmemeye çalışırım. Beni incitse de eyvallah der geçerim. Öyle bir veciz söz var dır ya: İncinsen de incitme!
Yanlışlıkla, farkında olmadan insanoğlu, karşısındakinin gönlünü kırabiliyor. Yine de alçakgönüllü davranıp gönül almasını bilmek gerekiyor. Adam, seni bağırarak korkutmaya çalışıyorsa, ona izah edeceksin yorulmadan bıkmadan söylediklerinin yanlış olduğunu ya da gereksiz olduğunu. Hem korkunun da ecele faydası olmadığını bu yüzden korkunun korkusuzluğu doğurduğunu. Dışardaki köpekler bile ürküyorlar “ oşşttt” denildiği zaman. Ama iki parmağını şıplatıp, “ gel yavrum,” dediğin zaman nasıl boynunu büküp patileriyle sana sarılıp sevgi gösterisinde bulunuyorlar. Yani hayvanlar kadar bile olamıyoruz bazı zamanlar. Daha doğrusu antenlerimizi dışarıya karşı hep kapalı tutuyoruz. Suratlarımız hep azgın, hep gergin. Hep agresif hareketlerle üstünlük taslamaya çalışıyoruz. Dur, düşün biraz. Sadece akıllı sen misin yaşadığın mekânda. Bilmiyorsan bir bilene sor boşuna dememişler. Hatta biliyorsan da yine bir bilene sor. Hep zıplayarak, hoplayarak megaloman olduğunu ortaya koymakla gülünç duruma düştüğünü aklından çıkarma.
Bugünlerde canım mektup yazmak istiyor ama bir türlü klavyenin tuşlarına parmaklarım gitmiyor. Oysa çok eskilerde ne mektuplar yazardım. Hayallerimi saman sarısı yapraklara döktükçe kendimdem geçerdim. Yazdıklarımı da saklardım, ileride tekrar okurum diye. Mektuplarımın hiçbiri postaya gitmeden benim kutumda birikir dururdu. Aşk şiirleri yazmazdım. Çoğunlukla ilk gençlik dönemlerini bu mektuplar doldursa da ben hoşlanmazdım aşk mektuplarından. Çünkü doğru dürüst kız arkadaşım olmadığı için gerek görmezdim. İçine kapalı bir kutu gibiydim adeta. Hayallerim en büyük aşklarımdı benim için. Rüyalarımdaki gibi hep uçmak isterdim. Uçurtmalar,uçaklar üzerine sayısız mektuplarım olurdu yaza yaza. Kırlangıçlarla içim şenlenirdi. Kırlangıçlar, köydeki evimizin camları olmayan demirli penceresinden içeri girip de kalaslarla tahta arasına yuva yapınca adeta evimizin birer bireyi olup çıkarlardı. Ah kırlangıçlar gibi uçabilseydim gündüzleri. Ama geceleri uykumda istediğim kuş gibi olur gökyüzünde özgürce kanatlanıp bulutların aralarında kaybolurdum.
Sonbaharda gazeller, yerlere savrulunca kırlangıçlardan eser kalmaz, evimiz yine yalnızlıklara bürünürdü.Okumuştum bir yerde bir mevsimlik ömürleri olduğunu kırlangıçların. Bir mevsimlikte olsa hayatı dolu dolu özgürce yaşamak kadar değerli olan başka ne vardır ki. Hapis yattığım kısa süreli zaman diliminde gözlerim hep penceredeki demir parmaklıklarda olurdu. Dışarda ki kısıtlamaların en kötüsü bile, içerdeki kaotik ortamından evladır, diye düşünmeden geçemezdim de ben yine çocukluğumdaki kırlangıçları düşünerek teselli bulurdum. Kanatlı bir kuş olsam ilk işim dışarıya çıkmak olacaktı. Hep onu hayallerdim.
Zaman geçip gitti. Ben ne kuş olabildim, ne de hayallerimi gerçekleştirebildim. Korkular içerisinde sinmiş bir kukla olup çıktım. Şimdi gölgemden bile şüphelenir ve tırsan biri oldum.
Bazen diyorum, bir günlük horoz gibi ol, öt ötebildiğin kadar, sonunu düşünmeden. Gel bakalım horoz kardeş, erken ötenin kafası vurula denileceğini bile bile ülkenin bir ucundan diğer ucuna sesin gidene dek öt ötebildiğin kadar. Ya da kırlangıç ol, uç uçabildiğin kadar.
Öfff! Ne olursan ol be! Yeter ki insan ol insan!
YORUMLAR
Ayhan Can !
Senin bir bardak çayını,bir yudum suyunu içen
Hatta verdiğin selamı alan,elini tutan. yüzünü gören
Hatta hatta....
Seninle aynı şehirde aynı nefesi alan dünyanın en fesat
insanı bile olsa anlar senin;
İNSAN DEĞİL İNSANLARIN HASI OLDUĞUNU...
Öptüm seni can insan.
Ayhan Sarıkaya
Deryalardan da öte sevgim seninle Bedri abim.
Selam ve saygılar...