- 550 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Başka Bir Duvar
Erken kalkmalıydı. Sabahı bir ucundan tutmalı, çekip çıkarmalıydı o karanlıktan. Ona bu görevi yüklemişti ailesi. Simitler sıcacıkken daha, almalıydı soğuyacak zamanları olmadan, alması gereken yerden. Sonra düşmeliydi yollara, küçük bedenine zar zor sığdırabildiği koca yüreğiyle. "Simitçi, simitçi" diye bağırarak ona biçtikleri giysinin adını; sokakları arşınlamaya başlamalıydı.
Kendiyle aynı yaşlarda o çocuğun okul giysisi içinde yanından geçişini görmezden gelmeye çalışarak tekrarlamalıydı o adı: "Simitçi"...
Ne zaman oturmuştu o duvara? Daha az önce yürüyordu oysa, hiç sorgulamadığı bir yolu. Soru işareti ne zaman konmuştu yolun sonuna? O çocuk sokağın köşesinden dönüp görüş alanından tamamen çıktıktan sonra mı?
Onu kendine benzetmişti tuhaf bir şekilde. Yanından geçtikten sonra "simitçi" diye bağırmıştı yine... Ama bu kez diğer bağırışlarından çok farklı bir şey olmuştu: Duyamamıştı sesini. Sanki okula giden o çocuk sesini de yanına alıp kaybolmuştu sokağın köşesinde.
Sanki yüreği her zamanki gibi tıkışıp kalmaya isyan etmişti bu minik bedene, "çok küçük geliyor burası bana" demiş, kendine daha uygun bir bedene yönelmek üzere terk etmişti onu, ona yetecek büyüklükte bir parçasını yerinde bırakarak.
İşte o minik parçası sızlıyordu şimdi. İlk kez sorgulamasına neden oluyordu yürüdüğü yolu. "Neden yürüyesin ki" diye soruyor, o çocuğun saptığı köşeden devam etmesini istiyordu. "Senin yolun orası..." diyordu. "Bak fazlalıklarımı attım, tam bir çocuk kalbi oldum. Sen de at fazlalıklarını, o kelimeyi söyleme artık. Sana çok büyük geliyor, kayboluyorsun içinde."
"Bak, o simitçi çocuk geçiyor yine" demişti bir gün yaşlı bir adam. Penceredeydi. Kime söylüyordu kimbilir? "O tombul çocuk geçiyor" dememişti ya da "şu kıvırcık saçlı socuk"... Ona has, onu ayrı bir yere koyan bir özelliğini öne sürmemiş, sadece yaptığı işi belirtmekle yetinmişti. "Yazık çocuğa" der gibi bir ifade vardı sesinde.
O önlüklü çocuğa ne derdi peki önünden geçecek olsa? "Öğrenci çocuk" demezdi herhalde. Onun yaşında tüm çocuklar öğrenci olurlardı zaten. Bu yüzden o okul giysisi içinde hiçbir çocuk kaybolmazdı.
O da kaybolmayacaktı artık! Eve gidip annesine bildirecekti hemen bu kararını. "Bana göre bir giysi biçin" diyecekti. Tam duvardan kalkmaya girişmişti ki başka bir duvar yüzünden mıhlanıp kaldı yerinde. Zihninde bir görüntü belirivermişti birden: Babası her zaman oturduğu o divanın köşesinde yavaş yavaş demleniyordu yine. Önündeki şarap şişesi boşalmak üzereydi tehlikeli bir şekilde. Tamamen boşalması dolu bir şişeye ihtiyaç var demekti. Boş şişeler babasının bağırışları demekti; annesinin göz yaşları, kalp sızısı...
Sokağın köşesinde kaybolan o çocuğun evinde boş şişeler böyle çok ses çıkarırlar mıydı, dolularıyla yer değiştirmek için? Bir şişe bu kadar büyüyebilir miydi onca eşyanın içinde? İşte o büyümesin, kendi dışında her şeyi yok etmesin diye, yok olmasın diye annesi; o çok bol gelen, koca adam giysisini geçirmeliydi üzerine her sabah.
Şişelerin büyüyüp her şeyi yuttuğu bir evde hiçbir şey gerçek boyutunda olmazdı. Öyle küçülürlerdi ki, var olmak için olduklarından çok daha fazla büyümeleri, kocaman olmaları gerekirdi.
Duvardan kalktı apar topar. Çok oyalanmıştı. Bu saatte kaç sokak arşınlamış olurdu başka günlerde... Bir an önce yola koyulmalı, açığı kapamalıydı. Babasının önündeki o şişe boşaldığında, annesinin yerine koyabileceği bir şişe daha olsun diye bolluğuna falan bakmadan giyindi her zamanki kimliğini... Ve bağırmaya başladı hayatın ona biçtiği giysinin ismini: "Simitçiiii..."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.