- 1428 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ, CENAZE NAMAZI, CENAZESİNİN NAKLİ VE DEFNİ, ANITKABİR VE ANITKABİRE ÇOCUK PARKI YAPILMASI ÜZERİNE… -1-
Bilindiği gibi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 Tarihinde İstanbul- Dolmabahçe sarayında hayata gözlerini yumdu.
Aynı gün saat 11.30 gibi ülkede tüm bayraklar yarıya indirildi. Böylece hasta olduğu bilinen Atatürk’ün öldüğü herkes tarafından anlaşılmış oldu. Zaten saat 12.30 gibi radyolardan da Atatürk’ün ölümü halka duyurulmaya başlandı. Yapılan Türkçe duyuruların yanında on bir dilde Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğuna dair haberler verildi radyolardan.
Atatürk’ün ölümü ile birlikte aynı zamanda ülkede bir yönetim ve hükumet boşluğu olmadığı yeni cumhurbaşkanının hemen seçileceği bildirildi.
Profesör Wolfram Eberhard, günlüğüne o acıyı şu şekilde yazmıştır:“Dün öğleden sonra on iki buçuğa doğru Atatürk’ün öldüğünü bildiren haber her yerde işitiliyordu. Muazzam bir şok yaratılmıştı. Ve sessizlik her tarafı kaplamıştı. Çocukların yanı sıra, yetişkin erkekler ve kadınlar ağlıyordu. Keder çok yaygındı ve böyle bir şey başka hiçbir ülkede görülmemişti.”
Gerçekten de 10 Kasım 1938 Türkiye için bir şoktu.
11Kasım 1938 saat 9.30 da CHP Parti Grubu ( Zaten Başka grup yok ) Yeni Cumhurbaşkanı adayını belirleme çalışmalarına başladı.
11.30 gibi yeni Cumhurbaşkanı belirlenmişti: Seçime katılan 323 Milletvekilinin 322 sinin oyunu alan İsmet İnönü… Bir oy da Celal Bayar’a çıkmıştı ( İhtimaldir ki kendisine oy verdi )
Aynı gün İstanbulda ise Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı ölümünden 24 saat on dakika sonra Sağlık Bakanı Dr. Hulusi Alataş ve Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar tarafından bir kez daha incelendi ve ölümün tüm belirtileri ile gerçekleştiğine karar verildi. Daha sonra cesedin bozulmaması için tahnit işlemlerine geçildi.
Tahniti Gülhane Tıp Akademisi Patoloji kürsüsünden Prof. Dr. Lütfi Aksu yaptı.
Tahnit, işleminde cesedin iç organları çıkarılmadı, vücut bütünlüğü bozulmadı. Cesede hiç dokunulmadan, damarlara formal solusyonu, asit fenik maddeleri enjekte edilerek tahnit yapıldı. Prof. Dr. Lütfi Aksu, kullandığı solüsyonu iki küçük şişeye doldurdu, ağzı lehimli şişelerin üzerlerine solüsyon karışımını yazdı. Solüsyon şişelerini, naaşın kolları arasına yerleştirdi. Tahnitten sonra vücut gazlı bantlarla sarıldı, sonra kefenlendi. Naaş kahverengi bir muşamba ile sarıldı, kurşun tabut içine kondu ve etrafı ilaçlı talaşlarla doldurulup örtüldü. Kurşun tabut hava almayacak şekilde lehimlendi, sonra bu kurşun tabut, gül ağacından yapılmış başka bir tabutun içine kondu.Akşam Gazetesinin haberine göre, 13 Kasım 1938 günü dahi naaş yatak odasında bulunuyordu. Tahnit edilen ve tabuta konan naaş, 14 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonunda hazırlanan katafalka konuldu. Ancak henüz bir merasim söz konusu değildi.
13 Kasım 1938 de alınan bir başka karar da Atatürk’ün naşının 21 Kasımda Ankara’da Etnoğrafya Müzesinde hazırlanacak olan muvakkat( Geçici ) Kabre defnedilmesiydi.
23 Kasım Tarihi Ramazan Bayramına denk geldiği için defnin bayramdan önce yapılması düşünülmüştü.
Hükumet 16 Kasım 1938 gününden itibaren Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonunda Atatürk’ün katafalkının belirlenen protokol sıralamasına göre üç gün boyunca ziyarete açılmasına karar verdiği gibi 19 Kasım 1938 günü sabah saat 08.30’da Cenazenin Dolmabahçe Sarayından alınmasını, cenaze kortejini, güzergâhı, Yavuz Zırhlısına bindirilişini, İzmit’e varışını, daha sonra tren güzergâhında yapılacakları, Ankara’daki karşılamayı, Meclisten Etnografya Müzesine doğru güzergâhı ve korteji ayrıntıları ile belirledi. “Atatürk’e Yapılacak Cenaze Törenine Ait Esas Program” dönemin gazetelerinde de yayınlandı. Yarıya indirilen bayrakların ise 21 Kasım 1938 günü saat 24.00’e kadar gönderde kalmasına karar verildi.
Dolmabahçe Sarayındaki bu katafalk ziyaretleri sırasında oldukça üzücü bir olay da yaşandı: 17 Kasım 1938 günü saat 20.00’den sonra yüz binden fazla insanın akın etmesi ile meydana gelen izdiham sonucu Dolmabahçe Sarayında çoğunluğu kadın 11 kişi ezilerek öldü. 40’dan fazla yaralı vardı.
Evet Gelelim çok tartışılan bir konuya: Atatürk’ün cenaze namazı meselesi.
Bu konuda Bulabildiklerimi tek tak yazıyorum:
19 Kasım 1938 günü, İstanbul’dan Ankara’ya Atatürk’ün cenazesinin nakil töreni yapılacaktı. Atatürk’ün naaşının yer aldığı tabut, 19 Kasım günü Dolmabahçe’den çıkarılmadan önce cenaze namazı kılındı. Ancak öncesinde cenaze namazı konusunda bir tartışma yaşandı. Hükümet, camide kılınacak cenaze namazının amacından saptırılabileceğini düşünüyor, dini olayların meydana gelmesinden çekiniyordu.
Cenaze namazı tartışmasını, cenaze töreninin güvenliğinden sorumlu olan Orgeneral Fahrettin Altay, şöyle anlatmaktadır: “Programa göre cenaze İstanbul’dan alınacak, Ankara’ya gönderilecekti. Ankara’ya sordum: ‘Cenaze namazı İstanbul’da mı yoksa Ankara’da mı kılınacak?’ Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordurdum. ‘Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek. Görüşürsünüz’ cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşecek ne vardı? Ertesi sabah Bayar, geldi. Dolmabahçe Sarayında görüştük. Cenaze namazı konusunda düşünceleri, İstanbul’da veya Ankara’da cenaze namazı esnasında bazı dini olaylar meydana gelmesinden laik hükümet çekiniyordu. Kendilerine ben: ‘Bir şey olacağını sanmam. Bu gelenek olmuş bir dini vecibedir., namaz kılınmazsa bu millet elli sene sonra, yüz sene sonra mezardan çıkarır, namazını kılar. Onun için namaz kılınmayacaksa, beni vazifemden affetmenizi rica ederim’ dedim”
Celal Bayar ise şöyle diyor: “Benim babadan kalma hocalığım da var ya… Cenaze namazının camide kılınmaması halinde istifa edeceğini söyleyen Altay’a, bunun farz değil farz-ı kifaye olduğunu anlattım. Cenaze kaldırılmadan önce namazın kılınmasının şeriata aykırı olmadığını, yani dini hükümlere aykırılık bulunmadığını izah ettim. Böylece Dolmabahçe Sarayında Vakıflar Müdürü tarafından Atatürk’ün cenaze namazı kıldırıldı.”
Cemal Kutay’ın aktardığına göre, cenaze namazının kılınması için naaşın bir camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusunda “Bayar’ın babadan kalma hocalık” bilgisi ile yetinilmediği anlaşılmaktadır. Kutay, konunun İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya’dan sorulduğunu, Yaltkaya’nın böyle şer’i bir zorunluluk olmadığını, fakat bir kere de Diyanet İşler Başkanı Mehmet Rıfat Börekçi’ye sorulmasını istediğini, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin de Yaltkaya’nın düşüncesini paylaşarak, “O’nun cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir” dediğini yazmaktadır.
18 Kasım günü Dolmabahçe Sarayına gelen Bayar’ı, cenaze namazı konusunu görüşmek için bekleyen yalnızca Fahrettin Altay değildi. Gazeteci Cemal Kutay’a göre( A.A Muhabiridir ) Bayar, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın cenaze namazı konusundaki sorusu ile karşılaştı: “Makbule Hanımefendi, hole çıktı. Yüksek sesle ‘Bayar, cenaze namazı kılınmayacakmış’ diye ağladı. Bunun üzerine Celal Bayar merdivenlerden çıktı. Yüksek sesle duyurulurcasına ‘Atatürk’ün cenaze namazı kılınacaktır. Ananelerimiz, adetlerimiz neyse sonuna kadar yerine getirilecektir. Müsterih olun rahat edin, üzülmenize hiçbir sebep yoktur’ gibi birkaç cümle kullandı.”
Münir Hayri Egeli de Cemal Kutay’ın aktardığı olayı doğrulamaktadır. Egeli, Dolmabahçe Sarayında Cemal Kutay ve birkaç gazetecinin de bulunduğu sırada, Makbule Atadan ile Bayar arasında cenaze namazı konusunda görüşme olduğunu, Bayar’ın “Elbette Cenaze Namazı kılınacaktır” dediğini aktarmaktadır.
Gazeteci Asım Us da, cenaze namazı konusunda yaşanan tartışmayı günlüğüne şu şekilde not etti: “Atatürk din hususunda (laik) idi, yani devlet işleri ile din ve vicdan işlerini tamamıyla birbirinden ayırmıştı. Atatürk (laik) olduğu için cenaze namazını da, resmi merasim dışında olarak kendi ailesi kıldıracaktır. Hükümet’in bu husus ile alakası bulunmayacaktır.”
Anadolu Ajansı, 19 Kasım 1938 günlü bülteninde cenaze namazının “Atatürk’ün ailesinin talebi ile kılındığını” belirtmeye ihtiyaç duydu.
Behçet Kemal Çağlar’ın notlarına göre, 19 Kasım 1938 günü saat 08.10’da, salonun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirildi; ve cenaze namazına başlandı. İmamlık görevini Prof. Şerafettin Yaltkaya, müezzinlikleri de Hafız Yaşar ve Hafız İsmail yaptılar.
Hükumet cenaze namazı esnasında hiç bir şekilde fotoğraf çekilmemesini de özellikle emretmişti.
Hafız Yaşar tabutun başında ‘’ Tanrı Uludur ‘’ Diye başlayan Türkçe ezan okuduktan sonra Profesör Şerafettin Yaltkaya ‘’Tanrı uludur’’ Diye tekbir getirdi, cenaze namazı içindeki tekbirleri de yine ‘’Tanrı Uludur’’ Diye getirdi ve ve ‘’Esenlik üzerinize olsun’’ Diyerek sağına ve soluna selam vererek namazı tamamladı.
Makbule Hanım sadece ve sadece 10-15 kişinin katıldığı bu cenaze namazını sessizce tabutun başında ağlayarak izledi.
Namaz bittikten sonra sarayın kapıları açıldı ve tabut avluda bekleyen top arabasına yerleştirildi.
Sadece ve sadece on on beş kişinin namazını kıldığı Atatürk’ün tabutu top arabası ile Sarayburnu’na götürülürken neredeyse tüm İstanbul halkı göz yaşları içinde ona veda ediyorlardı.
Atatürk’ün cenazesi için yapılan törenlerde siyah rengin kullanılamaması yönünde ‘’ “Türk Milleti, O’nu başında gördüğünden beri, yas tutmamaya, yaslı olmamaya söz vermiştir. O’nun hayatını kaybetmesi bile karalar bağlatmamalıdır’’ ifadeleriyle hükumet bildirileri hazırlanırken aynı hükumetin cenaze namazı konusuna çok da fazla hassasiyet göstermemesi ilginçtir.
Evet..Cenaze namazına önem verilmemişti ama İstanbul’dan gelecek olan tabutun konacağı katafalka oldukça önem verilmişti. Bu katafalk İstanbul’dakinden daha gösterişli olmalıydı. İşte bu sebeple TBMM Önüne kurulacak katafalk için 15 Kasım 1938 de Alman mimar Bruno Taut’a görev verildi. O sırada hasta olan mimar her şeye rağmen katafalkı 20 Kasım 1938 de tamamladı.
19 Temmuzda Sarayburnu’na getirilen Atatürk’ün tabutu Zafer torpidosuna yerleştirildi. Bu sırada öyle izdiham oldu ki izdihamdan bir bina çöktü, 14 kişi yaralandı, asker izdihamı ve doğacak daha kötü olayları önlemek için dipçik kullanmak zorunda kaldı.
Zafer torpidosuna alınan naaş daha sonra onu İzmit’e götürecek olan Yavuz zırhlısına yüklendi.
Yavuz zırhlısı, Atatürk’ün cenazesini aldıktan sonra, arkasında Hamidiye, Zafer, Tınaztepe ve iki denizaltı gemisi ile Savarona, sancağında İngiliz dretnotu, bunu takiben Sovyet, Alman, Fransız, Yunan, Romen savaş gemileri, üstünde uçak filoları olduğu halde Marmara açıklarına doğru ilerlemeye başladı.
Atatürk’ün cenaze töreni için yabancı savaş gemileri de gelmişti. İngiltere’den Malaya, Sovyetler Birliği’nden Moskova, Romanya’dan Regina Marina, Fransa’dan Emile Bertin, Almanya’dan Emden, Yunanistan’dan Hydra gemileri vardı.
Yavuz Gemisi saat 19.30 da İzmit Mayın Limanına yanaştı. Oradan istasyona götürülerek Atatürk’ün gezilerinde kullandığı beyaz vagona kondu ve nihayet 20 Kasım saat 10.10 da Ankara Garına ulaştı tren.
Ankara Garında Atatürk’ün naaşını başta İsmet İnönü olmak üzere Devlet erkanı karşıladı ama Ankara’da çok farklı bir durum daha vardı. İstasyondan TBMM ye kadar yolda Atatürk’ün naşını karşılamaya gelen halktan tek bir insan bile yoktu. Çünkü hükumet İstanbul’da yaşanan izdihamı öğrenmiş ve aynısının Ankara’da yaşanmaması için tüm yolları askerlerce kapatmıştı.
20 Kasım’da TBMM önündeki Katafalka konan Atatürk’ün naşını önce devlet ricali, daha sonra subaylar ziyaret ettiler. Halkın ziyareti ise saat 12.00 dan itibaren başladı.
21 Kasım saat 9.42 de Atatürk’ün tabutu 12 milletvekili tarafından top arabasına kondu. Saat 10.07’de, Türk ve Yabancı askeri birlikler top arabasının önünde saygı geçidi yaptılar. İlk önce mızraklı süvariler geçtiler, geçiş sırasında subaylar kılıçlarıyla tabutu selamlarken, erler mızraklarını aşağıya doğru çevirmiş ve başlarını tabuta doğru dönmüşlerdi. Onları sancaklarıyla topçular, muhafız alayı ve Harbiyeliler takip etti. Toplam dokuz ülke, cenaze törenine askeri birlikleri ile katıldı.
Türk askeri birliklerin ardından Almanya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, İran, Romanya, Sovyetler Birliği Yugoslavya ve Yunanistan, askeri onur kıtaları bayrakları ve kılıçlarıyla Atatürk’ü selamladılar. Askeri birliklerin dışında on yedi devletin başkanları tarafından özel temsilciler gönderildi. Diğer ülkeleri büyükelçileri temsil etti.Nazi Almanya’sını Baron Von Neurath, İngiltere’yi Lord Birdwood, Fransa’yı İçişleri Bakanı Albert Sarruat, İtalya’yı Baron Aloizi, Sovyetler Birliği’ni General Potemkin, Yugoslavya’yı Savunma Bakanı Nedic, Yunanistan’ı ise Başbakan Metaksas temsil ediyordu.
Cenaze törenine katılan ülkelerden bir kısmı ile Türkiye daha on beş yıl önce savaştan çıkmıştı. Dahası cenaze törenine katılan ülkeler, bir yıl sonra başlayacak olan İkinci Dünya Savaşında düşman saflarda yer alacaklardı. Atatürk’ün cenaze töreni, farklı kamplarda yer alan ülkeleri bir araya getiren bir zemin oldu.
Neue Zürcher Zeitung adlı İsviçre gazetesi, cenaze töreninde ortaya çıkan tabloyu şu şekilde tasvir etti: “Atatürk’ün cenaze töreni, onun son zaferi oldu. Tabutunun önünde karşıtlarının hepsi sessiz kaldı. Türk ve Alman askerleri, tabutunun arkasında bir sırada yürüdüler; bir diğer sırada Stalin ve Hitler’in temsilcileri yan yanaydılar; hem Valencia hem de General Franco çiçek yollamışlardı. Tabutun önünde Faşistler, Demokratlar ve Komünistler eğildiler.” Askeri birliklerin geçidinin ardından saat 10.45’de cenaze korteji, meclisin önünden Etnografya Müzesine Cumhurbaşkanlığı Bandosunun çaldığı Chopin’in matem marşı eşliğinde hareket etti.
Cenaze kortejinin önünde Türk ve yabancı askeri birlikler ve bandolar yer alıyordu. Askeri birliklerin ardında 80 askerin çektiği ve yanında kılıçlarını çekmiş 12 generalin bulunduğu Atatürk’ün tabutunu taşıyan top arabası geliyordu.
Top arabasını Atatürk’ün İstiklal Madalyasını taşıyan bir General takip ediyordu. Hemen ardından kız kardeşi Makbule Hanım ve eşi yürüyordu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak ve Atatürk’ün yaverlerinin arkasında Cumhurbaşkanı İnönü, ağır adımlarla ilerliyordu. Cumhurbaşkanının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, yer alıyordu. Kortejde, daha sonra sırasıyla yabancı büyükelçiler, temsilciler, bakanlar, milletvekilleri, askeri ve mülki erkân bulunuyordu. Dönemin gazetelerine göre, cenaze kortejinin güzergâhında bulunan Gençlik Parkını halk doldurmuş; feryatlar, haykırışlar içinde gözyaşı döküyordu. Cenaze korteji, saat 13.10’da Etnografya Müzesine ulaştı ve daha önce de belirttiğim gibi burada geçici kabrinde defnedildi.
Daha geniş bilgi için:
1- dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/45/1659/17714.pdf
2- www.iha.com.tr/haber-ataturkun-cenaze-namazinin-az-bilinen-oykusu-521501/
RESİMLER.
1- Atatürk’ün ölümü ile ilgili Gazete haberi
2- Atatürk’ün cenazesinin nakli ile ilgili gazete haberi.
3- Atatürk’ün naşını Sarayburnu’ndan alan Zafer Torpidosu.
4- Atatürk’ün naşını İzmit’e götüren Yavuz Zırhlısı
5- Atatürk’ün naşının Ankara Etnoğrafya Müzesine götürülmesi.
YORUMLAR
Güzel bilgiler.
Merak ediyorum,
şu çocuk parkı olayı ile ilgili ne yazacaksınız?
Çocukluğumda,
EGE vapuru ile iki yolculuğum vardır Trabzon_İstanbul arası.
Atatürk de o gemi ile gelmiş Trabzon'a bir zamanlar.
O gemideki bir salıncakta çektirdiği çok güzel bir fotoğrafı vardır hani.
Nadir güldüğü fotoğraflardan biridir o.
Şimdi,
bu salıncak işine bakıyorum da,
gerçekten Atatürk'ün yorumu ne olurdu diye çok merak ediyorum.
Bence, *oklu kürekle kovalardı bu olayı gündeme taşıyanları.
sami biberoğulları
Çocuk Parkı meselesini 3. Bölümde yazacağım.
2. Bölüm Anıtkabirin yapılması ve Atatürk'ün naaşının Anıtkabire nakli ile ilgili olacak.
Selam ve sevgilerimle.
Not: O bahsettiğin resmi çok iyi biliyorum. Bu duruma Atatürk ne derdi? İşte orası sadece ve sadece benim düşüncem olacağı için yani tarihi açıdan bir değer taşımadığından yazmıyorum.))))
Selam ve sevgilerimle.
Allah u Teala rahmetiyle muamele etsin inşallah.
Birinci ders güzeldi ağabey.
Selamlar.
sami biberoğulları
Çok teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.