- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual 11.Bölüm 2.Kısım
Ork büyücüsü, savunmasız kalıp defalarca elflerden yediği oklar yüzünden tahttan düşerek karanlıkla kucaklaşırken yol arkadaşlarının peşlerine düştüğü diğeri ise çoktan sıvışmıştı.Laphlan, kovaladıklarının ardına düşmek için hareketlenmişti ki Marjuarane onu durdurdu. Bu arada iplik parçası üzerinde bulunanın hakimiyeti altında bu ölümlülerin dünyasında ondan bağımsız hareket edemeyen büyülü yaratık vaşaktan savaşçı hariç diğerleri uzakta duruyordu.Somut anlamda bu dünyada bulunabiliyorken soyut anlamda diğerleri puma,çita ve kaplan ile kendi alemlerinde yaşıyorlardı.Ölümlüler her hangi bir şekilde onları öldüremezler ancak iplik parçasına sahip olanın isimlerini zikretmesine gerek olmadan bu dünyada kalmamalarını sağlayacak şekilde zarar verirlerse kendi boyutlarına gönderebilirlerdi.Bunların Cypraqual dünyasına maddesel anlamda uyum sağlama şekilleri hayvanların formuydu.Öte yandan kendi alemlerinde ise tipleri farklıydı.
“Arkadaşlar kovaladığımız ork gitmiş bulunmakta. Peşine düşüp onu yakalamamız bana gereksiz görünüyor.Vaşağı peşinden göndersem de bir şey elde edeceğimizi sanmıyorum.Ayrıca bu kadar korkmayın; kolyenin bana fısıldadığına göre onlar sizin için tehdit oluşturmuyor.O yüzden ürkmeyin,” dedi savaşçı güven verici ifadeyle.
“Peh! Bak şimdi çok rahatladık bunları senden duyduktan sonra. Umarım sen de kendi kontrolün altındasındır dostum.Kolyenin seni ele geçirmesine izin verme,” diye onu uyardı dudaklarına biraz da alay serpiştirerek Swaclon.
“Sen merak etme dostum,ben kendimden eminim öyle bir durum olmayacak,” dedi gülümseyerek.
Orku kovalarken girdikleri koridorlardan birinde yürüyorlardı.Önlerinde vaşak,yanında Marjuarane varken diğerleri de ikisinin arkasındaydı.
“Birbirimize bu yolculukta güvenmemiz gerek.Savaşçı bize tam olarak bu dediğinin ne olduğunu ya da kolyenin sana fısıldadıklarını bize anlatabilir misin?Seninle ilerlerken neyle karşılacağımızı bilelim ki bir sıkıntı yaşamayalım,” dedi Laphlan
Marjuarane,vaşağı keşif için ileri gönderdikten sonra geriye onların yanına geldi.
“Sizin göremediğiniz bu büyülü yaratıkların biçimsel desenleri olan bir zırh var üzerimde.Aslında iplik parçası şeklindeki bu tanrısal malzemeyi taşıyanların üzerinde zırh olarak görünüyormuş ama bendeki bir diğer tanrısal nesne kolyenin gücü sayesinde bu kalkıyormuş ve de siz göremiyormuşsunuz.Beynimdeki fısıltıların bana ilettiği kolyenin gücü öbüründen büyükmüş, o yüzden onun kontrolü altında hareket ettiği için böyle oluyormuş,”
“Ya kolye olmasaydı,”
“O zaman kötü karakterli biri misali iplik parçasının karanlık gücü ortaya çıkıyormuş.Ve taşıyanın ruhunu ele geçirip, kendi gücünün esiri yapıp onu kontrol edebiliyormuş,Eğer bir kişi bu tanrısal malzemeyi kendisinden daha güçlüsü olmadan üstünde taşırsa zırh olarak belirginleşip hayvan desenleri de üzerinde oluyormuş.Artık onu kullanacak kötü kişilikli birine dönüşeceği için hayvanların kontrolü de karanlık yüzünü gösterecek,”
Onlar koridorlarda konuşmaya devam ederlerken dağın altlarında bir yerde başka bir insanın yol arkadaşlarının duyamadığı ayak sesleri eskiden cüce krallarından birinin tahtının bulunduğu salon olan varış noktasına doğru ilerliyordu.Metamorfozdan yaklaşık bin yıl sonra saklandıkları yerlerden çıkan orklar ve yandaşlarının cücelerle yaptıkları uzun süren kanlı savaşlardan sonra sakallı,tıknaz yaratıklar bu dağın altından sürülmüştü.Onun ulaşmak istediği salonda şu anda üç tane kara cübbeli büyücü gelecek olanı bekliyordu.Yüzleri görünmüyor ve üzerlerine giydikleri şekli bol koyu cübbelerden dolayı da fiziksel görünüşleri seçilemiyordu.Bu dünyada yaşayan en güçlü büyücülerden olan şu an salonda bekleyenler doğunun hakimi kırmızı ejderha Dacassyreye hizmet edenlerdi ve burada buluşmalarının bir anlamı vardı.Üçü de üçgen şeklinde konumlanmış olup ortalarında dış tarafı granitten yapılma ve iç kısmı buna uygun daha yumuşak bir maddeden olma bir kaide görünüyor ve üzerinde de içerisinde kabarıklığından dolayı ne olduğu belli olmayan bir örtü bulunuyordu.Büyücüler, aynı anda birbirlerine bakış atıp hareket ederek ve aynı ismi telaffuz ederek üstünde bazı işaretlerin resmedildiği –ki bunlar koruma için olandı- örtüye dokunup bir anda kaldırdılar.Çok güçlü olmalarına rağmen hemen geri çekilerek kaidenin üzerine örtüyü örterek getirip koydukları ametist taşından gelecek olan ışıltılardan kendilerine korudular çünkü kaidenin bulunduğu yeri daha önceden sahip oldukları güçleriyle sınırlandırmışlardı.Kendilerini taşın etkilerinden korudukları bölgeden ayrı duran büyücüler yine birbirlerine rahatlamış bir şekilde bakış attılar.
Kaidenin üzerinde bulunan ametist taşı metamorfoz sırasında belli bir plan doğrultusunda tanrıların yeni oluşan dünyanın çeşitli yerlerine savurdukları malzemelerinden birisiydi.Onlar gittikten sonra büyü dünyada kalmıştı sebebi ise o oluşum esnasında açığa çıkan enerjinin bir kısmı ve tanrılara ait olan malzemelerin verdikleri güçtü.Bunlar ölümlülerin boyutunda kristalimsi taşlar olarak bulunuyordu ancak sahipleri olan tanrıların boyutunda ise şekilleri çok daha farklıydı.Hatta bir kaçında onlar tarafından cezalandırılan bazı kötücül yaratıkların maddesel formları ölümlülerin boyutuna uygun olarak bu kristalimsi taşların içinde saklanmıştı.Son birkaç yüzyıldır dünyadaki biçimiyle bu tanrısal kristaller yavaş yavaş kendilerini önceden yapılan plan doğrultusunda göstermeye başlıyorlardı. Bunlardan biri olan ametist taşı büyücüler tarafından bulunmuş ya da bulunmak istemiş ve üzerinde araştırma yapılarak üstünde korunma işaretlerinin bulunduğu bir örtüyle getirilmişti.Amaçları efendileri kırmızı ejderha Dacassyreye çok daha güçlü hizmetkarlar oluşturmaktı.Ejderhanın bir şey planladığını tahmin ediyorlardı ama Dacassyre bile bunu onlardan saklamıştı.
Üç güçlü büyücü, sapının başlangıcından koyu olarak devam edip uç taraflarına doğru gittikçe açılan topuzları gri asalarını belirledikleri alanın gerisinden kaideye doğru yataylandırarak tuttular.Onlar sınırlandırılan alana girer girmez ellerinden kurtulup topuzları ametist taşına dokunmayacak şekilde kaidenin üzerinde havada serbest halde yerleşti.Büyücülerin asaları taşın yaydığı morun daha koyu hali olan rengindeki ışınların içine girmişti.O esnada büyücülerden biri salonda bulunan kırık dökük tahtın üstündeki Dacassyre nin emriyle aldıkları beş emici klanının şeflerinin kanlarının bulunduğu kadehi aldı.Asaların topuzlarının ışınların içinde bulunduğu süre arttıkça birbirleri arasında gidip gelen ışınlar yavaş yavaş renk anlamında açılmaya başladı.Büyücülerden bir diğeri de cebinden çıkardığı madalyonu taşın üstüne doğru attı ve nesne onun üzerinde topuzlardan gelen ışınların içinde dönmeye başladı.
Bu madalyon metamorfoz gerçekleşmeden önce Malkierno adındaki bir büyücüye aitti.İçerisinde beş liçin gücünün barındığı bu nesne ve benzer büyülü materyaller -tanrılarının kendi aralarındaki münakaşalarının doğurduğu metamorfoz adındaki o devasa depremde açığa çıkan enerjinin bir kısmı dört dünyada yaşayan içlerinde Malkierno ve Ansomal adındaki ve diğer güçlü büyücülerin yok olmalarını engellemek için vadedilen zaman kadar ruhlarının konulduğu ‘Ölüler Han’ ına girerken onların sahip oldukları- dünyada kalmıştı.Eski bir eşya misali liçlerin gücünün bulunduğu madalyon öksüz bir çocuk gibi bir kenara atılıp öylece bırakılmıştı ta ki günlerden bir gün bir başka büyücü onu bulana kadar.Nesne, uzun yıllar o taşıyıcıdan bu taşıyıcıya gide gele kendini muhafaza etmişti.Yeni bir taşıyıcı daha bulmadan bu üç karanlık büyücünün birleştirilmiş gücü sayesinde liçler tamamen hapsedilip lanetlenmişlerin bulunduğu yere gönderilmişti.
Ametistin içinden çıkan leylak rengi ışınlar madalyona temas ettikçe belirlenen alanın yukarısında birer birer koyu tonlarda kapalı saydam beş kapı oluşuyordu.Topuzlar arasında yolculuk yapan morun açılmış hali rengindeki ışınlar liçlerin hapsedildiği yere açılan geçitlere temas ettikçe onlar maddeleşip birer birer kapalı halinden kurtuldu.Aynı alemdeki cezalandırılmış olan liçler bir anda ortaya çıkan tek kapıyı görünce beşi de hemen girmek için harekete geçti ancak ametisten çıkan beş tane mor renkli zincir -ölümlülerin dünyasında beş adet ancak lanetlenmişlerin bulunduğu yerde bir adet- kapılardan geçip liçleri tam girecekken ayaklarından yakaladı.Ve onların sahip olduğu saf kötülüğün gücünü çekip taşa nakletti.Üç büyücünün izlerken fark etmediği ise cezalandırılanların yerinde iken kristal zincirlerden çıkan ufak uzantıların liçlerden çok daha fazla kötü güce sahip olan Charmalle adında bir başka lanetlenmişin gücünü de çekip taşa göndermesiydi.Bu yaratık zaman ilerledikçe bu sayede kendini ölümlülerin dünyasında şekillendirecekti.
Liçlerin gücünü çektikten sonra zincirler tekrar ametiste döndü ve kapılar dolayısıyla da onlar yok oldu.Madalyon da toz hainde taşın içine döküldü.Bu tanrısal malzeme liçlerin gücünü ve büyücülerin fark etmediği karanlık bir tanrı tarafından lanetlenmiş olanı da içine almıştı.Bunlar olurken beklenilen insan da gelmişti.
“İstediğimizi getirdin mi?” diye fısıldadı bir tanesi.Taşın gücünden etkilenmemesi için onu salonun dışına çıkarmışlardı.
“Eee-vee-tt ef-ef-en- dim, ge-tir-dim,” dedi büyücülerden kendisine bir şey yapacaklarını bekler korkusuyla.Elinde tuttuğu içerisinde elf,insan ve cüce dahil,dünyada çok nadir bulunan ırklar da dahil on tanesinin kanının karıştırıldığı ‘sıvı’ bulunan kavanozu hiç duraksamadan verdi onlara.
“O, çatlak büyücü Lossimo sana nasıl verdi bunu?”
“Ooo verme-me di ki.Be—“
“Titremeyi kes! Sana bir şey yapmayacağız! Doğru düzgün anlat şunu,”
“Ben sizin bana söylediklerinizi ona ilettiğimde beni hemen yakaladığı diğer ırkların tek tek konulduğu parmaklıkların içine attı,”
“Nasıl vermez sana. Aslında aptal ilüzyon testlerine kendisini sokacaksın. Zaten Dacassyrenin bize verdiği emirle biz ondan istedik farklı farklı ırkları toplamasını,kanlarını alıp sahip olduğu o büyülü nesneyle güçlendirmesini.Eğer bunu yapabilirse ona Büyücüler Meclisinin alt üyelerinden biri olabileceğini söylemiştik.”
“Bence onun aklını çelen üstündeki o desenlerin bulunduğu elbisenin gücüdür.” Dedi sinirle biri.
“Sonra o üstündeki bahsettiğiniz elbisedeki desenler canlanıp hayvan şeklinde parmaklıkların önünde muhafız durdular—“
“Uzatma artık, onları biliyoruz.Sen kavanozu nasıl aldın onu söyle!”
“Bir gün onun illüzyon testlerinden geçmeye vakıf olmuş bir insan ve bir elf düştü parmaklıkların ardına.Bir sonraki gün ise insan boynundaki kolyeyi çıkarıp parmaklıklardan büyücüye doğru fırlatınca bir anda nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde büyücünün üzerindeki elbise ortadan kayboldu.Hayvanlar yok olurken de kule çökmeye başladı.Ben de o esnada kırılmadan kavanozu alabildim,”
“Kolye neye benziyordu?”
“Çok seçemedim ama şekilli kristaller vardı.”
“Şekilli kristaller… Sence Enpheiram, bu kolye şu batının sahibi Siyah ejderhaya hizmet eden dişi büyücü Sameria’ nın aradığı olmasın.Söylentilere göre uzun süredir haber alamadığımız Chrubergine şehrindeki şu kızıl büyücü ondan çalmıştı ya… Hani kırmızı ejderha Allinord’ dan almasını istemiş o da bir başka büyücüye söylemiş, o alamayınca kırmızı kendisi müdahale etmiş ama o da becerememiş ya… Anlatılanlara göre ejderha alev kusunca kolyeyi taşıyan bir anda yok olmuş…”
“Duyduğuma göre Chrubergine şehri hayalete dönmüş,”dedi sesi dişi olduğunu gösteren bir diğer kara.
“Aman boşverin, o olmuş bu olmuş biz işimize bakalım.” Dedi önceki konuşanın Enpheriam diye hitap ettiği.
“Yani Lossimo öldü öyle mi.Diğer tutsaklara özellikle kolyeyi taşıyana ne oldu?”
“Efendim o kadarını bilmiyorum.Ben kavanozu alıp hızla kaçıp gittim.”
“Neyse…” dedikten sonra kara cübbelilerden biri insana orada kalmasını söyleyerek ondan elindekini alıp ametistin gücünün döndüğü yere tekrar geldiler.
Karalardan biri tahtın üstündeki kadehi tekrardan aldı ve kaidenin etrafında belirledikleri alanın içine döktü.Kavanozun içindekini de bir diğeri aynı bölgenin farklı bir yerine döktü.Taşın çekim gücüyle kanlar birbirleriyle karışarak ve akışa geçerek tekrardan kaidenin etrafında birleşti.Onun üstünden tırmanarak taşın içine ulaştı.Ametistin damarlarında gezindikten sonra hem lanetlenmişlerin gücünün hem de iki tane tanrısal malzemenin gücüyle yüklü kan üst taraftaki taşın bulunduğu yerdeki delikten kaidenin içindeki yumuşak maddeye yerleştirilen bir diğer kavanozun içine döküldü.Büyücüler hemen örtüyü ametistin üzerine sahibinin ismini bir kez daha aynı anda söyleyerek -ad tek bir ses gibi çıkmalıydı- atıp kapattılar.İyice sarmalayıp kaideden indirdiler.En son olarak da üstündeki bölgeyi açıp içinden kavanozu aldılar.
Karanlık büyücüler ametistin ve bir nebze de olsun iplik parçasının etkisiyle beraber liçlerin gücünü karıştırılmış kana yükleyerek ölümlüleri değiştirme gücüne çevireceklerdi.Tekrar insanın yanına geldiler.
“Bu, içerisinde sıvı bulunan kavanozu iki gün sonra Valbritma şehrinde olacak olan Lord Thalmane’ nin oğlu Gillantirre ye vereceksin.Ona bizim gönderdiğimizi ve bunu içtiği takdirde bizden istediği ‘Çok güçlü olmak istiyorum!’ arzusunu gerçekleştirebileceğini söyleyeceksin.Tabii her gücün bir bedeli vardır; içtikten sonra kan arzusu duyacak.Kurbanlarından kanı alması için onları boyunlarından ısırması gerek.Ancak bu sayede açlığını giderebilir.Hayal bile edemeyeceği güçlere sahip olacağını söyle ona.Ayrıca hizmet ettiğinin Dacassyre olduğunu da hatırlat.Çok yakında onunla görüşeceğimizi de söyle.Son olarak burda konuşulanları ve Enpheiram ismini unut.Bu kavanozu ivedilikle götür ve canından daha fazla koru zira bunun bir damlasını bile harcarsan seni öyle bir şeye çeviririz ki… Sen düşün…”
İnsan son söylenenleri duyduktan sonra titreyerek koşarak gitti.
“Böylelikle o kendini beğenmiş Thalmane dersini alacak,” diye yankılandı büyücülerin sesi salonda.
Onların bilmediği ise hem kullanılan tanrısal malzemelerin ne tür sonuçlar doğuracağını tahmin edememeleri hem de bu kan dönüşümü sayesinde bu boyuta ait olmayan çok güçlü bir karanlık yaratığın,lanetlenmişin ölümlüden ölümlüye taşınacak olması yoluyla kendini şekillendirebilecek daha doğrusu ısırılınca dönüştürülecek birinin içinde var olabilecek olması…
Cypraqual Dünyası karanlık bir çağa girmiş ve yapısı çoktan değişmeye başlamıştı.
Lord Thalmane’ nin oğluna mesajı iletecek olan haberci dağın çıkışındaki mağaradan şehre doğru yol alırken diğerleri dağın öbür tarafından buldukları çıkıştan etrafını dolanarak aradıkları adamın bulunduğu şehrin kapısına doğru yaklaşıyorlardı.
Marjuarane, yanındakilere kolyenin fısıldadıklarını anlatmıştı.İfade etmediği ise nesnenin verdiği başka bir gücün ne olduğuydu.Kolyenin hayvanların çağrılması için söylenen isimlerin tersi söylenildiğinde onun kılıcına bahşedeceği dört elementin gücünden bahsetmemişti.Niteki kaplanın ateş etkisini kılıcına verdiğini kafesten kurtulurlarken görmüştü.Kılıcının kabza kısmına baktığında kaplan deseninin orada olduğunu da fark etmişti.
Dörtlü dağdan çıkarken bu dünyada kalabileceği süreyi bir daha çağrılacağı zamana kadar tamamlayan vaşak görünmez elbiseye dönmüştü.
Doğu üç bölgeye ayrılmıştı; Birinci bölge Parcland yol arkadaşlarının girmek için yürüdükleri şehrin bölgesi Moorchalt ve bir diğeri Wrendruk Denizine bakan kıyı şeridindeki yerlerdi.Bu bölgelerde çoğunluk insanlardan oluşuyordu ve tamamıyla Dacassyrenin adımlarının yönetimindeydi.Belli yerlere konuşlandırılmış Kızıl Pençe askerleri asayişi sağlarken Thalmane gibi Lordlar ise yönetimi sağlıyordu.
Prenses ve casus arkada ve iki insan önde ilerliyordu.Yüksek duvarlarla çevrili - doğudaki şehirlerin bir çoğunun girişi böyle idi- kentin dağ tarafından girilen ana kapılarından biri önlerindeydi.Kapıdaki muhafızların gözetiminde gün ortası selam verirken buraya, şehre girdiler.Adı Lasmendia olan bu yerde giriş için her hangi bir ırk sınırlandırması yoktu ancak kötücül yaratımlar Valbritma şehri hariç buna dahil değildi.Doğudaki komşusundan daha geniş olan bu yerde bina daha fazlaydı ve oradan çok daha güvenliydi.Valbiritma da kötü niyetli yaratıkların barınmaları ve şehirde yaşamaları kısıtlanmazken burada kalmalarına izin verilmiyordu.Şimdiki bulundukları bölgede ejderhanın kızıl pençe adındaki sadece insanlardan oluşan askeri takımının karargahlarından birisinin olması burada güvenliğin olduğunu gösteriyordu sanki.
Dörtlü kapıdan geçip şehirde dolaşmaya başlarken onları özellikle Swaclon’ u girerken gören muhafızlardan biri hareketlenip sanki çok acil haber vermek istercesine atına atlayıp şehrin sokaklarında karargaha bağlı noktalardan birine doğru ilerliyordu.Dörtlü birkaç tane sokak öylece etrafta dolanarak vakit harcadıktan sonra bir kenara çöküverdi.Çok yorgundular ve kendilerini bir duvarın sırtına dayadılar.Şehir sakinleri hayat telaşında oradan oraya savruluyorken muhafız atıyla hızla yaklaşıyordu birkaç birliğin konuşlandırıldığı noktaya.Haberci, köprüden geçerken yol arkadaşları da ayağa kalkmış hiç bilmedikleri bu yerde daha önce görmedikleri birini arama çabalarına devam ediyorlardı.En nihayetinde aradıkları hakkında bilgi alabilecekleri bir yer olarak düşündükleri hanı buldular.Onlar binaya girerken muhafız atından iniyordu.Ön kapıda bulunan askere selam vererek içeri girdi nefes nefese.’Komutan Talstan,Komutan Talstan,” diye bağıra bağıra ilerliyordu.Tam kapıyı açıp çığlık attığı kişinin bulunduğu yere girecekken dörtlü hanın sahibi ile konuşuyordu.
“Biz topraktan ev eşyaları yapıp satan birini arıyoruz,” dedi Laphlan, cüce hancıya.
Cüce, homurtuyla gözleriyle masaları tarayarak ve bir noktada bakışlarını durdurarak boş bir bardağı alıp sabitlediği yere fırlattı.Laphlan atılan tarafa dönerek hayran bakışlarla bardağın isabet ettiği noktaya baktı.Masada oturanlardan biri kağıt oynadığı arkadaşlarına hile yapmak üzereydi.Ardından uzun sakallı cüce onlara dönerek;
“Bu şehirde o işi yapan çok kişi var.El becerileri yüksek olanların yaşadığı yerdesiniz.Daha açık bilgi var mı?”
“Aradığımız kişinin yeri Niakaf adındaki birinin bulunduğu evin oralardaymış.”
“Tam olarak emin olmamakla birlikte orası şehrin doğusuna düşen uzak noktalardan birinde.Oraya gitmeniz için size binekler lazım.İsterseniz size atları bulabileceğiniz yeri söyleyebilirim,” dedi hancı ve onların fark etmediği bakışlarla köşedeki masalardan birinde bulunan insana işaret etti.
“Peki bulabileceğimiz yer nerede.Önerdiğinize göre eminim ki bizi yönlendirebilirsiniz,” dedi Laphlan alayla.
Cüce bu tavrı fark ettiyse de umursamadı.Onun işaret ettiği çoktan kapıdan çıkıp gitmişti.Onlara karşılarındaki sokağa girmelerini ve sonundaki evin kapısını çalmalarına söyledi.
Dörtlü, handan çıkarken muhafızın haberiyle kontrol noktasından ayrılan küçük bir askeri birlik ve iki tane elf şehirde onları aramak için hareketlenmişti.Elflerin Doğusunun Kralı Wairacas, kızı Desurun kaçtıktan sonra peşlerine ikisi elf ve ikisi de halkı tarafından fark edilmemesi için elf kılığında iki insan takmıştı.Swaclon’ un ormandayken prensesle konuşurken bahsettiği kralın adamlarından olan iki elf burada diğer ikisi ise Valbritma şehrinin güneyine düşen liman bölgesindelerdi.Bir yerden sonra bu dörtlü iki elf ve iki insan olarak ayrılarak devam etmişlerdi arayışlarına. İnsanlar, Moorchalt bölgesinin bir çok yerine gitmiş peşlerindekine dair iz bulamamışlardı.Şehirlerdeki kapı muhafızlarına eşgalleri verilmiş bir diğer taraftan onlar da aramayı sürdürüyordu.İki elf ne kadar iyi iz sürücüler olsa da aradıkları prenses ve casus ise onlar kadar iz bırakmama konusunda başarılılardı.Bu yüzden takipçi elfler ve iki insan ikisinin uğrayabileceklerini tahmin ettikleri doğudaki noktalara haber salmış eğer görülürlerse kendilerine bildirilmesini istemişlerdi.Dokuz kişiden oluşan grup yol arkadaşları dört tane at satın alırken onlar hancıdan aldıkları bilgilerle eve doğru hareketlenmişti.
Marjuarane ve arkadaşları çoktan sokaklarda at koşturmaya başlamıştı bile.İki elf ve kontrol noktasının sorumlusu atlı, diğer altı kişi ise yaya olarak peşlerine takılırken komutanları onlara emirlerini vermişti.
Yol arkadaşlarına atları satan kırklı yaşlarındaki insan bu şehirle alakalı kısa ama önemli olduğunu düşündüğü bilgiler sunmuştu.Aradıkları topraktan ev eşyaları yapan adamın ve benzer el işleri ile alakalı olanlarının daha fazla olduğu grubun şehrin ikinci kısmında bulunduğunu söylemişti.Burayı ayıran en önemli noktanın terk edilmiş bir kaleden ibaret olduğunu ifade etmiş şu an için kentin birinci kısmında olduklarını,ikinci kısıma geçmeleri için sokaklarda doğuya doğru ilerledikçe önlerine geniş bir alan çıkacağını ve onun kuzey doğu doğrultusunda gittiklerinde kenarda kalan çiftlikler ve tarlalara ulaşacaklarını,o yolda düz devam ettikçe bir nehirle karşılaşacaklarını,ardından da onun üzerindeki köprüyü geçtikten sonra kaleyi göreceklerini anlatmıştı.
Gidiş güzergahının nasıl olduğu ile alakalı konuşmalar dörtlü arasında atlar üzerinde kendilerini bir ağızdan bir diğerine sevilmek için bir kucaktan bir diğerine gidip gelen çocuk misali atarken onların peşindeki iki elf ve diğerini casus fark etmişti.Onları görür görmez arkadaşlarına ve prensese işaret ederek atları daha da hızlandırdılar.Şehrin birinci kısmındaki sokaklarının bir çoğu o kadar dardı ki onlar tozu dumana katıp etrafta döndürürken ayrılmak zorunda kaldılar.Laphlan ve Marjuarane bir tarafa öte yandan Desurun ve Swaclon diğer tarafa ayrıldı.Birbirlerinden koparken nehrin üstündeki köprünün başında buluşacaklarına dair anlaştılar.Wairacas’ ın adamları olan iki elf bulmak istediklerinin peşlerine düşerken yanlarındaki insan ise diğer ikilinin ardına takıldı.Sokaklar arasında kovalamaca süre dursun vakit akşamın ilk noktalarına öpücük kondurmak için yaklaşıyordu.
Konuştukları alanı ilk bulan Marjuarane ile Laphlandı.Ardındaki kızıl pençe askerine ise dört atlı daha katılmıştı.Hızla alandan ayrılıp kuzey doğuya yönelip çiftliklere doğru giderken peşlerindeki atlılar çok yaklaşmıştı.Bir kaç tane çiftlikte bağlı halde bulunan oldukça yapılı ve sivri dişli köpekler atlıları görünce havlamaya başladı ve tarlalarda koşan nalları fark etti sahipleri.Ancak Kızıl Pençe işin içinde olduğu için pek bir itiraz da bulunamadılar.Köpeklerin asap bozan havlama seslerine atların toynakları karışırken mısır tarlalarına giren atlılar onları ezmesine rağmen çiftlik sahipleri müdahale etmekte çekiniyorlardı.Beş atlı öndekileri yakalamış ve onları bineklerinin üstlerinden düşürmüştü.Marjuarane ve Laphlan mısır tarlarının içinde koşmaya devam ederken peşlerindekiler onlara ulaştı.İkisiyle Laphlan ve üçüyle de Marjuarane kılıç kılıca mücadele ediyordu.Deneyimli batılı savaşçı çok zorlanmadan askerleri alaşağı etti ve Laphlana da yardım ederek diğer ikisini de halletti.Laphlanın koluna bir kılıç darbesi gelmiş ama çok da zarar vermemişti.İkili koşa koşa köprüyü buldu.Biraz bekledikten sonra casus ve prenses onları takip edenlerle uzakta göründü.
“İkimizin atları kaçtı.Şimdi elfler buraya geldiğinde onlarınkine atlayıp köprüden nehri geçeceğiz,”
“Tamam,” dedi Laphlan hiç tereddüt etmeden.
Elfler yanlarına geldiğinde Marjuarane ve Laphlan onlara işaret edip arkalarına atladılar.Köprüden geçerken elfler ve onlara katılan yeni askerler peşlerindeydi.Köprünün sonuna geldiklerinde sol taraftaki Kalenin kapısını fark ettiler.Sağ taraflarına baktıkları zaman ise on beş kişilik bir grubun ellerinde meşalelerle onlara doğru yöneldiğini gördüler.Hiç vakit kaybetmeden Kalenin kapısına doğru hareket ettiler. Peşlerindekiler birleşti ve onlar kaleye girerken kapısına yaklaştılar.Yol arkadaşları kalenin içerisinde kendilerine pozisyon alabilecekleri noktalar buldular.Yapının içinde belirgin bir loşluğun bünyesinde Marjuarane öncelikle ‘Mia rander’ dedikten sonra vaşak için ‘Puchander’ ve bir kez daha aynı iki kelimeyle başlayıp puma için ise ‘Valadius’ dedi.İki büyülü yaratık kalenin içerinde Marjuarane nin elbisesinden çıkıp maddeleşti.Yol arkadaşları saklanmıştı.Marjuarane kılıcındaki kaplan deseni için gereken ismi yani ‘Animres’ diye telaffuz ederken kabzadaki o kısım biraz alev rengine büründü ve seslendirme bittikten sonra orası eski haline döndü.Kılıcı her darbesinde alev saçacaktı. Yaklaşık otuz kişi kaleye girdi.İki elf ve diğerleri önce kalenin avlusunda toplaştılar ve kaçakları aramaya başladılar.Marjuarane kılıcını hazırlamış saldırabileceği anı beklerken hayvanlar onun direktifleri doğrultusunda şu an için karanlık köşelerde dolanıyordu.Swaclon kılıcını prenses yayını ve Laphlanda mısır tarlasında hallettikleri askerlerden birinden aldığı palayı hazır tutuyordu.Yol arkadaşları farklı farklı noktalara dağılmış bekleme durumundalardı.Bir süre sonra askerler aniden ortaya çıkan vaşak ve pumayı gördüklerinde neye uğradıklarını şaşırdılar.Yol arkadaşları da piyasaya çıkmış onlarla mücadele etmeye başlamıştı.Hayvanlar parçalarken Marjuarane ve Swaclon iki elf ile kılıç kılıca mücadeleydi.Prenses zehirli oklarıyla bir bir avlarken Laphlan da karanlık köşeler hariç diğerlerinin onu görebilecekleri kısımlarda daha farklı mücadele ediyordu.Kuytularda bir çiftçiden beklenmeyecek atiklikle palasını kullanıyor ve düşmanlarının işini bitiriyordu.Savaşçı ateş saçan kılıcıyla kısa zamanda elfi halletti.Diğeri Swaclonu köşeye şıkıştırmış tam kolunu koparacakken kılıcını havaya kaldırmış zor durumdaki casusu halledecekken Prenses Desurun onun kılıç tutan elini saldığı okla vurmasına rağmen hala kolu inmiş değildi.Marjuarane müdahale etmek zorunda kaldı.’Ben halledebilirim,’ işaretlerine rağmen elfin, savaşçı onun rakibinin de işini bitirdi.
Hayvanlar tekrar elbiseye döndüler ve yol arkadaşları kaleden çıkıp şehrin ikinci kısmına adım attılar.
Akşamın geceye yakın vakitleri bu şehre uğrarken yol arkadaşları yorgunlukla yürüyordu.Prenses ve casus rahatlamış bir şekilde ilerliyordu zira peşlerinde oldukları, düşündükleri elfler ölmüştü.
“Bu mücadelenin haberinin duyulmasının pek zaman alacağını sanmıyorum.Bir an önce kapalı bir yer bulup sabahı orda karşılamamız lazım ve aradığımız kişiyi de daha sonra araştırmamız gerek,” dedi Marjuarane arkadaşlarına.
“Haklısın dostum. Hadi bir han bulalım!”
Şehrin bu bölümündeki bina sayısı daha azdı.Sokaklar daha geniş ama birinci bölüme göre alan olarak daha küçüktü.Sabah olunca tekrar yola çıktılar.Dolaşırken sabahın ilk vakitlerinde devriye atan askerleri yürüdükleri yolun köşesinde bulunan kütüphanenin kapısının önünden geçerken gördüler.Kızıl Pençe askerleri onları dikkat etmeden yanlarından geçip gitti.Onlar şaşkınlıkla hızla yürürken bir anda geri dönüp peşlerine düştüler.Yol arkadaşları hızla ordan oraya kaçarak sergilerini yere sermiş olanların daha çok olduğu küçük Pazar yerini buldular.Dükkanın birinin ön tarafında çömlek yapılan eşyalar konulmuştu.Nefes nefese oraya girdiler.Dükkan sahibi paldır küldür gelenleri görünce ‘Ne Oluyor,’ diye bağırdı.Laphlan hiç vakit kaybetmeden ‘Bizi Zandarel gönderdi,’ dedi hızlı hızlı nefes alışlarla.Dükkan sahibi ismi duyduktan sonra hemen kapıya giderek,etrafı kolaşan ederken askerleri buldu gözleri.Dükkanın içine doğru ilerleyerek yol arkadaşlarını merdivenlerden aşağıya gönderdi ve ‘burada ekleyin!’ diye komut verdi.
Askerler çömlekçinin kapısını vurdu ve açılmasıyla içeri girdi. “İki elf ve iki insan arıyoruz!” dedi biri hiç vakit kaybetmeden hırıltılı hırıltılı.
“Ben çömlekçiyim ne işim olur sabah sabah aradıklarınızla.Zaten şehrin bu kısmında kaç tane elf yaşıyor ki ikisi bana gelsin.Görmedim!” dedi sıkkınlıkla.
“Bana bak çömlekçi; eğer bize yalan söylüyorsan bunun sonuçlarına katlanırsın!”
Ellili yaşlarına merdiven dayamış ama saçlarına ak düşmeyen, gözleri kahve olan ve bakışları askerlere baktıkça sertleşmeye başlayan korkusuz bir şekle dönüşen siması, gelenlere yaklaştıktan sonra onlar sanki çok soğuk bir rüzgara rastgelip tir tir titreyenler gibi korkuyla geri çekildiler.Dükkan sahibinin gözleri kahveden daha farklı bir renge dönüyordu onlara bakarken.Askerler arkalarına bile bakmadan kaçıp gittiler.Adam yüzündeki korkutucu maskeyi silip yeni bir yüzle aşağıya doğru indi.Yol arkadaşlarının yanlarına gelirken Desurun bir anda ürperdi ama bunu kendine sakladı.O bir prensesti ve güçlü görünmeliydi.
“Ne oldu yukarıda. Bir gürültü duyduk da,”
“Peşinizde olanlar sizi aramaya gelmiş ama ben burada olmadığınızı söyledim ve onlar da gittiler.Gürültü onların ayak sesleridir,”
“Peşimizde askerlerin olduğunu nereden çıkardınız?”
“Hadi ama yemeyin beni şimdi.İçeriye nasıl girdiğinizi gördüm.Neyse gittiler onlar.Zandarel sizi niye bana gönderdi?”
Laphlan cebinden üzerinde ‘z’ harfi bulunan küçük bir odun parçası çıkardı ve adama uzatarak ‘bunu size vermemi söyledi,’ dedi.Hüzünle onun elinden aldı ve;
“Ne istiyorsunuz?” diye sanki gözleri duvarda açılan bir geçitten çok uzaklardaki bir şehre bakar gibi dalgınlaşmıştı soruyu sorarken.
“Bana verdiğini kendisi getirecekmiş ama annesi hastalanmış ve gelememiş.Ben de ondan yardım almak için gittiğimde bana verdi.Hem de sizin bana güvenebilmeniz için gerçeği söylediğim anlamında bir işaret olacağını söyledi.”
“Ne için yardım?”
Dükkan sahibi ve Laphlan konuşuyor diğerleri dinliyordu.Diğerleri odun parçasını görünce şüpheyle birbirlerine baktılar ve buradan çıktıktan sonra onunla neden sakladığı hakkında konuşacaklardı.
“Biz Dacassyrenin inlerinden birini arıyoruz özellikle kendisinin sıkça bulunduğu olanından. Onun adamlarından Thalmane’ nin oğlunun grubu benim kardeşimi kaçırdı.Yanımdaki üç kişi ile onu kurtarmak için inin nerede olduğunu bulmamız gerek.Sizin bilgi vereceğinizi söyledi,”
Adam bahsedilen üçlüye şöyle bir göz gezdirdikten sonra;
“Ben daha önce bulundum inlerinden birinde ama gözlerimi kapatmışlardı.Beli bir yere kadar gözlerim açık gittikten sonra her taraf karanlık olmuştu.Ama orada tanıştığım iki kişiden biri inin nerde olduğunu ve nasıl gidildiğini bildiğini söylemişti yanındakine.”
“Onların gözü kapalı değil miydi?”
“Öyleydi ama söylediğine göre yetenekleri varmış yolu bulma ve tanıma konusunda.Ben sizi ona yönlendireceğim zira tarif edemem,”
“Ama beni gönderen—“
“Hıh! O, her şeyi bildiğimi sanır ve de abartır.”
Savaşçı canı sıkkın bir şekilde; ‘buraya boşuna mı geldik,’ dedi.İki elfte bir hareket yoktu.Laphlan ise umudunu kaybetmemiş bir şekilde Marjuarane e dönerek; ‘daha bitmedi,’ der gibiydi.
“Peki bu yetenekli kişiyi nasıl bulabiliriz?”
“Bu şehrin komşusu olan Valbritma adındaki yerde bir demirci dükkanında çalışıyor.En son konuştuğumuzda öyle demişti.Burası şimdiki bulunduğunuz şehir kadar büyük değil ama çok tehlikeli.Doğudaki göreceğiniz en berbat bölge.Eğer gidecekseniz ana kapıdan zarar görmeden girmeniz çok zor.Zira yabancılar,şehre yeni gelenler nedense hemen fark edilebiliyormuş.Duyduğuma göre bazıların gözcüleri dolanıyormuş etrafta,”
“Yani…”
“Bana verdiğin şu odun parçasını sana geri vereceğim.Şehre girmeden bir koru var.Ordaki ağacın birinde aynen bunun üzerindeki gibi bir iz var.O ağacı bulup bu izleri birbirine dokundurduğunuzda içine açılan bir kapının anahtarını bulacaksınız…”
Sonrasını onlara anlatırken iki elfte gülümsüyordu.Zira söyledikleri daha fazla macera sunuyordu önlerine.
Yol arkadaşları arka kapıdan çıkarken dükkan sahibi Laphlan’ a ‘umarın kardeşini bulursun,’ diye umut verirken ikisinin yüzünde birbirine bakarken diğerlerinin fark etmediği sinsi bir gülümseme dolanmıştı.
OCAK 2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.