- 678 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
“BANA ÖLDÜĞÜNDE HABER VERİN, ANCAK O ZAMAN GELİRİM.”
“Bana öldüğünde haber verin, ancak o zaman gelirim!”
Yukarıdaki sözleri bize telefonda söyleyen erkek kardeşimdi. Peki kime, ne için, ne zaman söylemişti? Yüreği dağlayan sözler, biber acısından beter can yakıyordu. Kime olduğunu bu yazımın sonunda açıkladığımda şok olacaksınız! Öncelikle ben size olayın geçtiği anı aktarmak istiyorum.
Hastanenin o soğuk mavi beyaz duvarlarına ne zaman sırtımı yaslasam kendimi musalla taşında oturmuş, gibi hissediyordum. Ama bu kez aynı duvarlarla yüzyüze gelmeden önce bir seçim yapmalıydım: “Hastamızı Özel Körfez Hastanesine mi, yoksa Devlet Hastanesine mi götürmeliydim?”
Bu soru, sanki iki gündür beynimin içinde çıngıraklı yılanın kuyruğunun ucundaki çıngırak gibi beynimin içinde çın çın çınlamaktaydı. En iyisi randevu alıp özel hastanenin yolunu tutmaktı.
Biz üç kardeştik. Kız kardeşim; evliydi. Yetişkin 2 çocuğu ile Çanakkale şehrinde yaşamaktaydı. Emekliydi. Yaşadığım ilçeye tam 2-3 saatlik mesafedeydi. “Çabuk gel, yetiş!” desem en fazla 3-4 saatte Edremit’e gelebilirdi.
Ama ne zaman telefon açsam, “Abla yine hastalandım…Baş ağrım felaket tuttu…Torun hastalanmış…Malum kayınvalidem grip olmuş, ağır geçiriyor, onun yanına gitmeliyim, “ ve benzeri bir sürü eften püften bahaneleriyle beni ağlama duvarı yapmaktaydı.
Erkek kardeşim; evliydi. 2 yetişkin çocuğu ile İstanbul’da yaşamaktaydı. O da emekliydi. Onunla 1999 Büyük Marmara Depreminden beri konuşmuyorduk. Evimizi kaybettiğimiz zaman, onun omuzunda ağlayamamıştım bile. Gelmemişti. Bir yabancı gibi arkasını dönmüştü. Şimdi ona ben ona telefon açıp da “gel sana ihtiyacımız var, hiç olmazsa son kez yüzünü göster,” diye nasıl derim? Hani onurum? Hani büyüklüğüm, ablalığım? Hem annemin by-pass olduğunda da gelmemişti ki, şimdi gelsin! Nasıl bir yürek taşıyordu bilmem ki!
Ben böyle kendi kendime düşünür, bir doluya bir boşa koyarken varsılları, olasılıkları annem yatak odasından seslenmişti:
“Kızım haber verdin mi kardeşlerine?”
Anneme ne desem ki, onu şu kriz anında, havayı zor soluduğu bir anda üzemezdim ki…Ona ne söylemeliydim…Bir iki dakika düşüncelerimde gezindim, durdum: Annem bir önceki sorusunu sert bir tonla yineledi:
“Kızım duymadın mı beni, söyledin mi kardeşlerine, ha?”
Yutkundum.
“Anne eşyalarını hazırlarken onları aramayı unuttum. Hele seni bir rahatlatalım sonra ararım. Ne acele ediyorsun be anne ya…Hadi taksi gelecek sende yavaş yavaş yürü kapıya…”
Annem, açık kalp ameliyatından sonra akciğerleri sorun çıkartmıştı. Doktorlar “astım” teşhisi ile bir torba ilaçla bizi eve göndermişlerdi. Önceleri biraz olsun oksijen soluyan annem 4 sene sonra daha da kötüleşmişti. Onu İstanbul’dan alıp yaşadığım Edremit Körfezine taşımıştım. Akçay’ın havası anneme iyi gelecekti. Hem her an yakınında ben ve eşim olacaktı. Anneme bir nefes kadar yakın olacaktık.
Annem, babam öldüğünden beri hiç evlenmemişti. Hani, derler ya “saçımı süpürge ettim,” diye…Bu çok doğruydu. Önceleri bunu biz üç kardeş hiç anlayamamıştık. Ancak evlenip çoluk çocuğa karışınca anlıyordu insan, bir evlat nasıl büyütülür, yetiştirilirmiş, diye…
Neyse bunu şimdi deşmeyeyim. Yara kabuğu hala çok yeni. Altı henüz iyileşmemiş bir durumda. Ben asıl konumuza döneyim.
Annem göç etti etmesine, yüzüne kanda geldi, halsiz bedenine can da…Lakin ruhunu bir süre sonra özlem ateşi saracaktı. Kime?
Oğluna…
Evet, tam 20 yıldır göremediği oğlunun yasını tutmakta olan annem, YÜREĞİNİ evlat özleminin ateşiyle yakacaktı…
Hastaneye yatmadan önce annem yüzüne masum çocuk ifadesini yerleştirmişti. Sanki elinden elma şekeri düşmüş gibiydi. Cep telefonunu bana uzatıp yalvardı:
“A, kızım bana bir iyilik et hadi. Onu ara benim için. De ki, annen hasta, senin yüzünü görmek istiyor… hadi yavrum…de ona…hadi yavrum… gel annemizin elini öp. ona bir de de ki, Annen affetmezse cennete giremeyeceksin…”
Annemin sıraladığı sözcükler şimdi usumdan yuvarlanıp düşünce beynime nasıl kötü oluyorum bir bilseniz. Kahrolmak, sözcüğü herhalde böyle bir şey olsa gerek. Ona şefkatle gülümsedim:
“ Anne kaç kez açtık. Telefonu açmıyor bile.”
Annem bu kez daha ısrarcıydı:
“O halde senin telefonundan aç, belki sana yanıt verir. Ne olur kızım ölmeden önce son bir kez onun yüzünü göreyim, yalvarırım sana…”
O an dünya ters yüz oldu. Döndü…döndü…Bir anne bu kadar acı nasıl çekebilirdi? Onu bu duruma düşürecek hangi evlat olurdu…O an erkek kardeşimle görüşen, durumu bildiği halde ana-oğlu bir araya getirmeyen herkese kızdım. İki teyzeme, enişteme, yeğenlerime…
Elim titreyerek telefonumun tuşlarına gitti. O an ne gurur, ne öfke, ne de kin vardı. Sadece “bir sesini duyayım” diye yalvaran annemin yaşlı gözleri gözlerime gri bir bulut gibi yapışmıştı.
Telefon iki çalma sonrası açılmıştı. Annemi görmeliydiniz. Nasıl da ağlıyordu sevinçten. Şarjın bitmemesi ve erkek kardeşimin eskiden yaptığı gibi telefonu annemin yüzüne kapamaması için içimden Allah’a dualar ettiğimi bugün gibi anımsıyorum....
Devam Edecek
Emine Pişiren
YORUMLAR
yazınız çok duygusal..bir o kadarda akıcı...elinize emeğinize sağlık....saygılar...
emine pisiren
Selam ve sevgilerimle
emine pisiren
Selam ve sevgilerimle
emine pisiren
Herkes kaderini yaşıyor.
Ve kader, gönlümüze uztıyor sınav kağıdını...
Kimine bir soru, kimine yüz soru soruyor.
Kimi beş dakikada çözüyor, kimileri senelerce didiniyor gönlündeki sorularla...
Teşekkürler can şairim.
Selam ve sevgiyle
ah be canım...beni aglattın kelimeler aciz kaldı bogazıma sizildi..aynen bunları yaşadım ben..
emine pisiren
Çekirdek aile parçalanması işte...
Olmaması gerekir :(((
hala yanıyor bağrım.
Selam ve sevgiyle