- 706 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BERLİN (Günlüğümden)
Bu şehre herkes, özellikle yabancılar bir umutla gelir. Umut yalnız bu şehirde gerçektir.
Alman’ı,Polan’ı,Türk’ü,Zenci’si,Arap’ı,Bulgarı...Burada ki insanlar çoğu zaman iki kimlikli ve iki eşlidir...Herşeyin bir gerçeği, birde gölgesi vardır. Herkes iki gönül,iki yürek,iki yüz taşır bu şehirde..Bir yanda bırakıp geldiği aile ocağına tutkundur,bir de yeni sevgilisine,belki de yalanı oynayan yeni karısına,bel ki her ikisini de gerçekten sevmektedir, bu bir şeyi değiştirmez. Para göndererek eski eşini,umut ekerek yeni sevgilisini mutlu eder. Bir memleketin de bıraktığı has yüreği,bir de yanında taşıdığı aslan yüreği vardır! Bura da her genç bir Ferhat,her yürek Köroğlu’dur..Acımasız gurbetçilik onu, buna mecbur eder..İki yüz taşırlar;Bir has yüzleri vardır,yalan-dolan bilmeyen,anasının ak sütünden kalan,bir de yalana alışan yeni yüzü..Berlin bir yüzsüzler cenneti!...
05.08.1999-BERLİN
İnsan çok şey görünce çok yazabileceği vehmine kapılır. İşin böyle olmadığını daha Berlin’e indiğimde anladım. Demek yazı yazmak için çevreden çok, muhayyile-hayal dünyanız önemli,yani iştahınız olacak. Dün çok kötüydü;Şpandau’da günlük ayakkabılarımla çalışmıştım, sağ ayağımın serçe parmağı olabildiğince şişmiş ve yara açılmıştı. Acılar içinde kıvranarak günüme gül ekmeye çalıştım. Krozberk’ten yayan olarak yasak duvar (Berlin Duvarı) yönünde yürüdüm. Alman mimarisinin güzel örneği olan burçlu köprüğe gelerek şehri dolaşıp giden kanal sularını seyrettim. Su kanalının en geniş noktasıydı. Almanlara özgü bir iki yolcu vapuru gördüm. Boğazlar gibi bir nimeti olan ülkemi kıskandım. Çünkü benim ülkemde hiçbir güzellik suni değildi. İkibinli yıllara gün sayarken bu bir erdem olmayabilirdi,ama, güzellikte aslolan birazda değişmezlik değil mi?
Yasak duvarın köprü ucundan devam ettim,gelip geçen arabalara baktım,duvardaki resim ve yazılara gözattım. Yüzlerce insan bir şeyler yazıp-çizmiş,tarih düşürmüş,benim uygun aletim olmadığında tarih düşüremeden, yürüdüm...
Duvar birçokları gibi beni de hayal kırıklığına uğrattı. Daha gösterişli ve acımasız bir heyula bekliyordum. Aha işte bildik bir duvar! Demir bir kalıbın içi betonla doldurularak yapılmış sade bir duvar.1 m.eninde,3 m.yüksekliğinde,suni nehir boyunce Berlin Kulesi yönünde devam edip gidiyor. Doğu Almanya’da ki eski idareyi bu duvardan çok, bu yorgun sıvasız tuğla binalar,köhne yapılardan anlıyorsunuz..Tek gerçek değişmek iddiasıyla yola çıkılmış ama,hiç bir şeyin orada yıllarca değişmediğinin en iyi örneklerini gördüm. Sanki burada gördüğüm her şey elli yıl öncesine aitti. Bu örneklerde statik bir dünyayı gördüm. Bu yaka ise çok değişmişti..
Benim gibi yalnızlar,sevgilisini koluna takarak gezenler,duvar boyunca 200 m.aralıklarla dikilmiş çıplak kadın heykeller..Cadde ortasında çıplak kadın heykelleri bana çok anlamlı gelmemişti. Duvarın kesintiye uğradığı noktada kavşaktan yolun sağına geçtim,ağaçların altında ilerledim. Ağaç bu ülkenin en büyük gerçeği. Çok güzel ağaçlandırılmış parklar, bahçeler, sizi buna ikna ediyor.Uykuya erken doymanız,sigarayı çok arzuyla içmeniz,bu temiz havadan kaynaklanıyor.Ciğerlerinize temiz hava girdiğini farkedersiniz gece. Almanya’nın havası temiz...
Evet kule,bir mağazalar kopleksi üzerine kurulmuş,gelip takıldım kuyruğun bir yerine bizim üç kızımıza rastladım,ücreti sormak istedim,bir türke rastlamış olmaktan memnun kalmadılar; ısrarla sorularıma Almanca cevap verdiler.Demek bir günü özgürce geçirecektiler, bu aşina simalar nereden çıktı der gibi çekip gittiler..Özenle aynı asansörü kullanmaktan kaçındılar...
Kuleye iki ayrı asansörden çıkıyorsunuz;her guruba bir Alman görevli eşlik ediyor. Asansör süratle seyrediyor,az sonra 203.78 m.ye ulaşıyorsunuz yolculuk son buluyor.Şehri tam seyretmeniz için geniş bir daire oluşturulmuş,dört cepheden baktığınız da sizi ilk çeken şehrin yolları oluyor,caddeler;tarihi yapılar,binalar,kanallar ve parkları farkediyorsunuz...
Bu kuleden şehir eksiksiz görünür...Çıplak gözle göremediğiniz de hazır dürbünler var, Berlin’i kuleden yeşil bir kuşağın içinde görüyorsunuz...
Kulede yarım saat kalıp,fotoğraflar çektim.Çıplak kadın figürleri,hayvan figürleri,İsa’nın heykellerinden oluşturulan havuz içindeki,fıskıyelerin sürekli ıslattığı heykeller topluluğunun çiseleyen suları dibinde serinledim. Makinam elimde fotoğraf çektirebileceğim birini aradım. Bir Alman anne iki çocuğuyla geldi,makinamı işaret etti,ben de kendisine uzattım,büyük çocuğuna verdi ve bir kare resmimi çektirmiş oldum.Yanımda bir genç kız belirdi o da resim çektirebileceği birini arıyordu,gözü bana ilişti, kalkıp yanıma geldi. O da bir türktü ve o da ısrarla benimle Almanca konuştu ve resmini çekmemi istedi. Bir kare resmini çektim,Dangişon diyerek çekip gitti..Kiliseleri,kitabevlerini,çiçekçileri gezdim. Burada çiçeğe çok değer veriliyor ve oldukça bahalı. Artık saat 18.00 sularındaydı,aç ve yorgundum. Akşam tekrar Krozberk’e dönmem gerekiyordu. Uban’a bindim (Yeraltından seyreden tranlar) Yer üstünden işleyenlere esban diyor Almanlar. İlk önce öğrendiğim iki kelimeydi bunlar Almanca adına. Bir de her köşe başında bulunan Aphotek (Eczane) .Krozberk’e geldim. Samsun’lu Ramazan’ın yerinde bir porsiyon börek ve ciğer yedim,ayran içtim...