- 478 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öğretmenlikte Yeniden Heyecanlı Yıllar (b.ö.r.-36-)
Meslekte artık iyi yetkinleşmiş, olgunluk günlerimi yaşıyordum. Bu günlerle ilgili anılarımı öykülerken amacım salt kendimi anlatmak değil elbette. Bu dönemime denk gelen doksanlı ve iki binli yıllarla ilgili ülkemizde uygulanan eğitim-öğretim çalışmalarına ait olgulardan da sıklıkla bahsetmek istiyorum. Öykümün içinde, farklı görüşlere ayrılmış ve birbirlerinin fikirlerine tahammül edemeyen öğretmenler olacak çoklukla.
Ellili, altmışlı yıllarda okullarımızda uygulanan çağdaş yöntemlerle yapılan sıkı çalışma ve denetleme uygulamalarını meslekte deneyim kazandıkça gözlemleme imkânım oldu. O dönemlere ait çalışmalarla ilgili eserleri okudukça diyebilirim ki, okullarımız, eğitim-öğretim çalışmalarımız altın yıllarını yaşamış. Okulculuk çalışmalarında henüz ekmeklerin bozulmadığı yıllarda ilkokulu bitirmek ve diploma alabilmek için ders yılı sonunda gayet tarafsız sene sonu bitirme sınavları yapılırdı. Yazılı ve sözlü biçiminde uygulanan bu sınavlarda sınıf geçmek adına başarılı olmak şarttı. Öğrencilik yıllarımda okuduğum diğer orta dereceli okullarda da aynı biçimde son sınıflarda sene sonu bitirme sınavlarına tabi tutulduk. Bu sınavlarda es kaza bir dersten bile başarısız olan öğrenci sınıf tekrarı yapmak durumuyla karşılaşırdı.
Otuz ve kırklı yıllarda da yine okulculuk çalışmaları gayet düzenli ve örnek bir biçimde yapılmış. Bunu babamdan bilirim. Babam otuzlarda köyümüzde daha üçüncü sınıfa kadar öğretim yapılan okulda üçüncü sınıftan mezun olmuş. Yıllarca köyümüzde bağda-bahçede, tarlada-çayırda çalışarak geçerdi babamın günleri. Motorlu tarımın henüz girmediği köylerimizde babamın ellerinin derisinin nasırının normal deriye dönüştüğünü hiç görmedim. Bu emekçi, nasırlaşmış elleriyle babam çok güze bitişik eğik yazı yazardı.
Almanya dönüşü öğretmenlik çalışmalarımda çoğunlukla hoş olmayan sürprizlerle karşılaştım. Göreve başladığım okulda sene sonu öğretmenler kurul toplantısı yapılıyoruz. Okulun tüm öğretmenleri toplantının yapılacağı geniş bir sınıfta yerlerimizi aldık. Meslektaşlarım arasında hissedilir bir biçimde ayrışma gözleniyor. Ben bu okulda daha birkaç aylığım. Bu süre içinde azda olsa arkadaşlarımı tanıma olanağım oldu. İdareciler ve bir kısım arkadaşlar sağcı, milliyetçi gurubu oluşturuyor. Diğer kesim sol görüşlü arkadaşlardan oluşuyor. Guruplar birbirlerinden ayrı ayrı oturuyorlar. Adeta aralarında bir yeşil hat var.
Toplantı, gündeme alınan konuların sırayla görüşülmesiyle devam ediyor. Sıra bir üst sınıfa geçecek düzeyde başarılı olamayan öğrencilerin durumunun görüşüldüğü maddeye geldi. Bu madde ile ilgili konuşulacak fazla bir şey yok aslında. Yönetmeliğe eklenen meşhur bir maddeyle sınıf tekrarı, eski deyişle sınıfta kalma olgusu ortadan kalkmış. Memleket sorunlarını çözmede örnek başarılar gösteren siyasilerimiz sınıf tekrarı olgusunu ortadan kaldırmışlar. Sınıf tekrarı ancak öğrenci velisinin istemesi ve bu konuda uygulanacak bir sürü izlekten sonra ancak mümkün olabiliyor. Fakat hiçbir veli çocuğunun sınıf tekrarı yapmasını istemiyor.
Sol görüşlü arkadaşlar kesinlikle öğrencilerin sınıf tekrarına karşılar. Yakında hukuk eğitimini tamamlayacak bir arkadaş söz alıyor:
“Sınıf geçmeyi hak edememiş öğrenciler çoğunlukla dar gelirli ailelerin çocukları. Bunların okul yaşamı ilköğretim okulundan sonra devam etmeyecek. Hepsi bir an önce iş bulma çabasına girecekler okuldan sonra. Bu çocuklara sınıf tekrarı yaptırmak bir yıllarının boşa gitmesine neden olacak…” Sağ görüşlü bir arkadaş hemen söz alarak heyecanla anlatmaya başladı:
“Bir üst sınıfa geçmeyi hak etmeyen öğrenciler sınıf geçtiklerinde üst sınıflarda yeni konuları işlerken ders dinlemekte zorlanıyorlar. Bu kez sınıfın düzenini bozucu davranışlara yönelip derslerin verimli işlenmesini engelliyorlar.” Ben de söz alıp aynı konuda görüşlerimi belirtiyorum. Öğrencilik ve mesleğimin ilk yıllarında sınıf tekrarının itirazsız uygulandığını anlatıyorum. Almanya’da ise özel eğitime muhtaç öğrencilerin farklı okulda eğitim yaptıklarını buna karşın normal sınıflarda sınıf tekrarı olgusunun uygulandığını gözlemlediğimi söylüyorum. Tartışma kızışıyor. Yakında avukat olacak arkadaşımız karşı guruptaki bir arkadaşa, “Ulan sen kimsin, ne konuşuyorsun?” cinsinden bir öğretmene yakışmayacak sözler etti. Ortalık bir anda karıştı. Baltalar ve kılıçlar çekildi. Yumruk yumruğa kavga başlamak üzere. Ortalığı zorla sakinleştirebildik. Toplantıya ara verildi. Ulanlı konuşan arkadaşın konuşmasının çok hatalı olduğunu söyledik. Arkadaş kuruldan yarım ağız özür diledi. Tartışma asıl nedeni arkadaşların birbirlerinin fikirlerine tahammülsüzlüğünden kaynaklanıyordu. Oysa topluma liderlik yapması gereken öğretmenler görüşlerini birbirlerini rencide etmeden özgürce savunabilmeli.
Bu yeni okulumda ikinci yılında geçen yıl mayıs ayı sonlarında aldığım sınıfı okutuyorum. Sınıfımın akademik başarısı içler acısı. Haliyle tüm öğrenciler sınıf geçti. İkinci sınıf düzeyindeki öğrencilerim ancak sınıfın yarısı kadar. Emeklilik bekleyen Emine öğretmenim sınıf okutmuyor. Bu arkadaş imdadıma yetişti. Birinci dönem sonuna kadar okuma-yazma bilmeyen gurubuma Emine öğretmenim her gün birkaç saat kurs yaptı. Ara karne dönemine girerken tüm sınıfım nihayet okur-yazar olmuştu.
Öğrencilerime okuma sevdirmek adına meslek yaşantımın vaz geçilmezi zengin bir sınıf kitaplığı oluşturma eylemimi bu yeni sınıfımda da uyguladım. İki üç takım kitap aldım. Müzik dersi işliyorum bir derste. Kapımı müfettiş çaldı. Müzik derslerimde arkadaşlardan farklı bir yöntem uyguluyorum. Okul şarkılarının kaydedildiği bir kasetle, müzik çalar aletini sınıfa götürüyorum. Kaset yardımıyla okul şarkılarını melodilerine uygun olarak öğretiyorum sınıfıma. Yine böyle bir çalışma içindeyim. Sınıfta arkada boş bir sıranın üzerine kol başkanı öğrencim kitapları koymuş. Teneffüs saatlerinde bu kitapları sınıf kitaplığı defterine kaydediyor. Ben ders işlerken müfettiş arka sırada oturup bizi izliyor. Bir taraftan da kitaplara bakyor. Ders sonunda şarkı öğretme yöntemimi çok beğendiğini söyleyen müfettişimiz kitaplarımızı sınıf kitaplığına koymamamı salık verdi. Neymiş konu: Bu kitaplar Talim ve Terbiye Kurulu incelemesinden geçmemişmiş. Hâlbuki birkaç yıl içinde bu uygulamadan vaz geçildi. Eline bir çanta alan nice arkadaş çeşitli yapımevlerinin kitaplarını okullarımızda serbestçe pazarladılar.
Günler su gibi akıp zaman geçerken kızım İstanbul’da okuduğu özel hemşirelik okulunu bitirdi. Eşimle kızımın mezuniyet törenini izledik. Hayata yeni atılan genç hemşirelerin tatlı heyecanlarına ortak olduk. Anne-baba için evladının mesleğe atıldığını görmek farklı güzel bir duygu. Tanımsız bir mutluluk kaynağı. Mezuniyetten bir ay sonrada güzel kızım yine İstanbul’da büyük bir özel hastahanede göreve başladı. Seksenli yıllarda evimizde hazan mevsimi başlamıştı. Oğlum öğrenimini il dışında devam ettiriyor. Kızımda ancak hafta sonları bizimle olabiliyordu. Artık tamamen ailece bir arada olma durumu bizim için son bulmuştu.
Yıllar önce babama, Avusturalya’ya gitmek istiyorum. Bu ülkeye gidersem Türkiye’ye ancak beş yıl sonra dönmek mümkün olabiliyormuş diye anlatmıştım. Babam bu düşünceme kesinlikle karşı çıkarak, “Sen baba olduğunda beni o zaman anlarsın.” Demişti. Evet, çocuklarım evden bir bir ayrılırken babamın yıllar önce söylediği sözlerini hüzünle anımsadım. Yaşam bu, gereklerine katlanmak gerek!
Artık mesleğime iyice yoğunlaşmaktan başka yapacak bir şey yok. Seksenli yıllarda ek iş olarak yaptığım badana-boya, kitap pazarlama gibi işleri yapma gereksinimim yok. Tek çabam sınıfıma, öğrencilerime iyi bir biçimde yararlı olmak. Bu uğurda İzmit’teki başarılı okulları zaman zaman ziyaret ediyorum. Sınıflardaki köşeleri gözlemleyip beğendiğim çalışmaları kendi sınıfıma taşıyorum. Her zaman ki gibi bol bol kitap okuyorum.
İkinci sınıflarda üç şube var. Zümre arkadaşlarım okuldaki milliyetçi guruba dâhiller. Okul idaresi ile aynı görüşteler. Bense tarafsızım. Yurt dışına gittiğim yıllarda öğretmenlerin örgütlenmesinin önüne çekilen setler yerli yerinde duruyordu. Üyesi olduğum Töb-Der’i Kenan paşamız bir daha açılmamak üzere 12 Eylülde kapatmıştı. Benim tek görüşüm vardı, Atatürk ilkeleri doğrultusunda çalışmak.
Öykülerimde sıkça vurguladığım gibi mesleğinin tüm inceliklerine vakıf, deneyimli, birikimli ve özgüvenle çalışan öğretmen kadrosu adeta buharlaşmış okullarımızda. Bunların yerini çoğunlukla öğretmenlikle ilişkisi olmayan farklı fakülte mezunu arkadaşlar almış. Değişik hayallerle yükseköğrenimlerini tamamlayan genç arkadaşlar eğitim gördükleri alanlarda iş bulamayınca hiç düşünmedikleri öğretmenlik mesleğini seçmiş durumdalar işsiz kalmamak adına. Haliyle bu gençlerin pedagojik bilgileri meslek adına haliyle yeterli olmuyordu. Bizler öğretmen okulu okurken bir kere öncelikle öğretmen olma ideali ile yola çıkmıştık. Okulda birçok meslek dersi gördük. Ayrıca son sınıfta uzun bir süre uygulamalı staj yaparak mezun olduk. Aklımızda tuttuğumuz tek hedef yurdun neresinde olursa olsun çalışmak ve çok çalışmaktı. Bu duygularla yıllarca en uzak, yolsuz, susuz ışıksız köylerde çalıştık. Karanlıkları aydınlatmayı hedefledik.
Üzülerek te olsa meslektaşlarımla ilgili hoş olmayan hikâyecikleri anlatma durumunda kalıyorum. Yurt dışına giderken evime yakın bir okula atamamı yaptırdım. Maaşımı eşim bu okuldan alıyor. Doksanlı yıllarda bakanlık başarılı öğretmenleri onurlandırmak adına bir uygulama yaptı. Son beş yıl içinde teftişlerinde doksanın üzerinde not alan öğretmenlere bir kademe vererek maaş artışı sağladı. Benim durumumda bu kategoriye uygundu. Almanya yıllarımın sonlarını çalışıyorum. Bir yarıyıl tatilinde Türkiye’ye geldim. Okulu ziyaret ettim. Müdür yardımcısı arkadaş senin kademe ilerlemesinden doğan bir miktar birikmiş paran var dedi. Paranın miktarını da söyledi. Okul müdürünü de odasında ziyaret ettim. Müdürde aynı konudan bahsetti. Fakat müdür alacağım para miktarının daha az olduğunu söyledi. Nihayet aynı okulda çalışan mutemetten paramı aldım. İşin civcivli tarafı, mutemet müdür ve müdür yardımcısının söylediği rakamdan daha az bir para ödedi bana.
Durumdan kuşkulandım. Önceki okulda çalışan çok sevdiğim mutemet arkadaşa kademe ilerlemesi ile ilgili ne kadar para almak gerekir diye hesap yaptırdım. Bu konuda bana ilk bilgi veren müdür yardımcısının rakamına yakın bir hesap çıktı ortaya. Okula yeniden uğradım. Müdür ve mutemedi çağırdım. Paramdan hayli miktar az ödeme yapıldığını söyledim. İki meslektaşımın yüzlerinin rengi sınıflardaki beyaz tebeşirlerin rengine dönüştü. Müdür efendimiz benden kestiği bir miktar parayla okula cümbüş aldığını söyledi. Mutemet boş durur mu, bir miktar parayı da o alıvermiş. Acı ve trajikomik bir durum vardı. Ne yapabilirdim? Meslektaşlarıma:
“Sizleri şikâyet edebilirim. Lakin mesleğim adına böyle bir eyleme girişmekten hicap duyarım.” Diyerek paramın kalanını bu beylerden tahsil ettim. Bir miktar parayı da yine okulun giderlerine kullanılır diye almadım. Bu konuyu, aynı okulda çalışan başkasına anlatılmamak koşuluyla bir arkadaşla paylaştım. Arkadaşımız, “Keşke okula bıraktığın para için makbuz alsaydın.” Dedi. Tanrı mesleği öğretmenliği icra edenlerin arasında böylesi hesaplar içinde olanların olması ve de böyle kişilerin yönetici olarak atanması ne acı bir durumdur. Açıklanamaz.
Benim ikinci sınıflarım sene sonuna doğru gönlümce başarı sağladılar. Genç ve güzel bir bayan velimin bana söylediği şu güzel sözler kaldı mesleğimin yirmi yedinci yılında aklımda. “Öğretmenim keşke çocuklarımız birinci sınıfa sizinle başlasalardı. Siz farklı bir öğretmensiniz.” Para-pul fazla önemli değil bir yerde. Böylesi güzel sözlerin değerini maddiyatla ölçülemez. Ruhunu ısıtan sözler duymak elbette güzeldi. Deneyimlerimi ve yeni yazılan eserleri takip ederek edindiğim kazanımlarla birleştirerek çalışmalarımı büyük bir heyecan ve zevkle sürdürmeye devam ettim. Böylece öğretmenlikte yeniden heyecanlı yıllarımı yaşamaya başladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.