- 827 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTÜLASYONLARDAN DUYUN-U UMUMİYE- DUYUN- U UMUMİYEDEN TÜRKİYE VARLIK FONUNA -7-
Hep konuştuk ama üzerinde pek durmadık. Yahu Osmanlı devleti kendi tütününü, tuzunu, içkisini, balıklarını kendisi işleseydi elde ettiği gelirler ile de borcunu kendisi ödeseydi. Madem ki sadece altı kalem gelir Duyun-u Umumiyeye tahsis edilmişti, bunları elin gavurunu işe karıştırmadan kendisi yapsaydı olmaz mıydı?
Olmuyordu maalesef.
Bakın bir örnek vereyim de neden olmuyordu anlaşılsın.
Sene 1978. Öğretmenliğe başlamadan önce üç ay kadar İstanbul-Sirkecideki Gider Vergi dairesinde memur olarak çalıştım.
İşte orada çalışırken durum aynen şuydu: Bizim bölümde en az yirmi memur var. İçlerinde sadece ikisi sağ görüşlü ( Biri ben, diğeri Sivaslı Ahmet adında bir arkadaş. Bizler de sağcı olduğumuzu saklıyoruz tabii ki. Atatürkçüyüm deyip işi idare ediyoruz. Atatürkçülük o dönemlerde Sev- Genççilik demek oluyor ve onlara ne sağ ne de sol ilişmiyor. ) Diğerleri ileri derece sol. Yani öyle sosyal demokrat filan değil doğrudan doğruya ‘’ Bana komünist diyorlar, keşke olabilsem. Ne yazık ki sadece sosyalistim’’ diyen pos bıyıklı ağabeyler, ve dahi bıyıksız ablalar. ( Pardon biri bıyıklıydı ablaların.)))))))))
Dairede çalışan elemanlar sadece ben ve Ahmet. Diğerleri ‘’ Bu paraya ancak bu kadar iş’’ Diyerek akşama kadar çay kahve içen, gazete, mecmua okuyan, örgü yapan memur ve memure takımı. Kendi dosyalarını bizim önümüze koyup ‘’ Ahmetçiğim şuna bir el at, Samiciğim sen bir tanesin, haydi şunu da hallet’’ Diyorlar. Tamam aldığımız maaş oldukça azdı ama en azından o maaşın karşılığı kadar da olsa çalışmak gerekirdi değil mi? Nerde efendim. Bu bahsettiklerim çalışma denen kavramı çoktan unutmuşlardı.
Kısaca devletten maaş alan yirmi kişiydi ama devlete çalışan sadece iki kişi vardı ve her ay yenileri ilave ediliyordu bu çalışmayanlar grubuna.
Osmanlı’nın son zamanlarında da durum farklı değildi. Oysa Duyun-u Umumiye kurulduktan sonra bakın ne oldu?
A) Duyun-u Umumiyenin en önemli gelir kaynağı olan tuz üretiminden elde edilen gelir 875.000 liradan 1. 103.023 TL ye yükseldi ( %26 lık bir artış) ve dahası Tuz ihraç edilmeye başlandı .( Kaçakçılığa rağmen.) Yani artık Ağustos böceği olma durumu sona ermiş, herkes karınca olmaya başlamıştı.
B) Duyun-u Umumiye İpek böcekçiliğinin geliştirilmesi için
— ipek böceği yumurtalarını İslah edebilmek için Pasteur yöntemine göre çalışan bir tohum ıslah merkezini Bursa’da kurmuştur.
— İleri kozacılık yöntemlerini öğreten bir ihtisas okulu açmıştır.
— İpek böceklerinin beslenme maddesi olan dut yaprağını çoğaltabilmek için dut ağacı neslini ıslah etmiş bu amaçla fidanlıklar kurmuştur.
Bu tedbirler sonunda ipek aşarı olarak alınan vergi 20.000 liradan 200.000 liraya yükselmiştir.
C) Duyun-u Umumiye İdaresine devredilen gelirler arasında ispirto ve ispirtolu içkiler üzerinden alınan vergiler de vardır.
Duyun-u Umumiye İdaresi:
— Türkiye’de ispirto üreten müesseselerin teknolojilerini yenilemelerine yardımcı olmuştur.
— Şarapta dışarıdan ithal edilenler sadece % 8 gümrük vergisi öderlerken, yerli imalattan % 15 muamele vergisi alınmaktaydı. Duyun-u Umumiye İdaresi bu çelişkili duruma son verdirmiştir.
Bu çabalar sonunda ispirto ve ispirtolu içkilerden elde edilen gelirlerde % 38 lik bir artma kaydedilmiştir
Ahalisinin çoğunluğu Müslüman olan bir ülke için sözü edilen gelir artışı gözden kaçırılmayacak derecede büyüktür.
d) Tütün ( daha önce yazmıştım )
e) Duyun-u Umumiye İdaresi Kapitüler hakların değiştirilmesi niteliğinde olan gümrük vergilerinin artması konusunda Osmanlı Devletine destek olmuştur.
Duyun-u Umumiye İdaresinin bu tutumu çeşitli açılardan değerlendirilebilir.
Bir kere Duyun-u Umumiye İdaresi, kendine de pay sağlayacağı için bu girişimi desteklemiştir, denebilir.
İkincisi, Duyun-u Umumiye İdaresi gümrük vergilerini salmada ve toplamada görev almış bir kuruluştur. Önerilen değişiklikleri, kendisi tarafından sürdürülmekte olan iyileştirme çabalarının bir görüntüsü olarak değerlendirmek mümkündür.
Üçüncüsü, daha önce de değinildiği üzere, Batılı Devletler Osmanlı Ülkesinde olup bitenleri Duyun-u Umumiye İdaresi kanalıyla içerden, Türkiye’de oturarak, izlemekteydiler. Vergi koyma hakkının egemen devlet olma yetkilerinin bir parçası olduğunu da tabii biliyorlardı. O itibarla Osmanlıların kendi gümrük vergilerini kendilerinin düzenlemek istemelerini, egemenlik hakkının bir parçası olarak görüyorlardı. Nihayet, gümrük vergilerinin tarifeleri değiştiği zaman bu uygulamayı da Duyun-u Umumiye İdaresi yönetecekti. Böylece Duyun-u Umumiye İdaresinin Osmanlı Maliyesi üzerindeki denetimi genişleyecekti. Osmanlı maliyesi üzerinde denetim yapmak amacıyla kurulmuş bir idarenin denetim yetkisinin genişletilmesine karşı çıkılması düşünülemezdi. Sebep ya da saik ne olursa olsun Duyun-u Umumiye İdaresinin gümrük vergilerinin oranlarının arttırılması konusunda Osmanlı İdaresini desteklemiş olması olumlu bir katkı olarak zikredilebilir.
f) Bu idare Osmanlı dış ticaretini geliştirmede, yeniden düzenlemede kendine göre bir rol oynamıştır.
g) Duyun-u Umumiye İdaresi vergi salma ve toplama yöntemlerini iyileştirerek Osmanlı maliyesine olumlu katkılarda bulundu.
h) Duyun-u Umumiye İdaresi, getirdiği yeni teknik ve uygulamalarla, Devlet muhasebe kayıtlarının iyileştirilmesine katkıda bulunmuştur.
Muharrem Kararnamesinin getirdiği yabancı mali denetimi açıklamaya çalışırken Osmanlı Devletine daha ilk borcu almadan önce 1853 yılında Rusya’nın ‘’ Hasta Adam’’ dediğini, 1875’de Osmanlı Devletinin iflas etmiş olduğunu, 1877’de Rusların Yeşilköy’e kadar dayanmış olduklarını, aynı yıllarda 4-5 sene elverişsiz hava şartlarından dolayı iyi mahsul alınamamış olduğunu ve bütün bu sebeplerden dolayı da Osmanlıların uluslararası platformda eski müttefikleri Avrupalı devletlerini yeniden kazanma stratejisi güttüklerini akıldan çıkarmamak gerekir.
Bir başka husus: Duyun-u Umumiye Meclisindeki üyeler devlet temsilcisi değildi. ’Osmanlılardan alacaklı olan tahvil sahiplerini temsil ediyorlardı.
— Bu yüzden, Duyun-u Umumiye Meclisi üyelerini, ilgili devletler tayin etmezdi. Bu Meclisin üyeleri ne siyasi, ne askeri, ne idari, ne diplomatik bir temsil görevini kabul edemezlerdi.
— Duyun-u Umumiye Meclisi üyeleri Diplomatların yararlandıkları ayrıcalıktan yararlanmazlar.
— Maaşlarını Duyun-u Umumiye Bütçesinden alırlardı.
Hal böyle olunca da bu kurum kendi ülkelerinin çıkarlarını da gözetmiş olmakla beraber öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözetmiştir. Bunun sonucu olarak da ‘’ Sen kazan ki ben de kazanayım’’ mantığı ile hareket ederek bir taraftan Osmanlı Devletine kazandırmaya, öte taraftan kendilerine kazandırmaya çalışmışlardır.
1868 yılı 14 Ocağında Londra’daki ünlü Times Gazetesinde yazılan bir makalede şöyle deniliyor: «Şark meselesi denilen şey bir görünümüyle Osmanlı Devletinin zaafa uğramasından, inhitatından( gerileme, alçalma, çökme) , başka bir şey değildir. Osmanlılar zaafa uğradıkça Hıristiyan dünya baskılarını arttırdı. Sonunda ortaya Şark meselesi=Question d’Orient diye bir sorun çıktı.»
O dönemlerde Osmanlı Devletinin yürüttüğü Reformcu tedbirlere de bu makalenin sonuna doğru değinilmiş ve şu sonuç cümlesiyle makale tamamlanmıştı. «Hasta Adam hakkında bilgi isteyenlere vereceğimiz cevap şudur. Hasta adamın durumu fenalaşmıyor, iyiliğe gidiyor. ». ( Donald C. Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Malî Kontrolü; Çeviren: Hazım Atıf Kuyucak, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1940, s. 81)
Evet…Eğrisiyle doğrusuyla Duyun-u Umumiye bu.
Kısaca nasıl tasfiye edildiğini da anlatalım, Buraya kadar olan kısmın sonucunu yazalım ve daha sonra Türkiye Varlık Fonuna geçelim.
Yarın Duyun-u Umumiyenin tasfiyesi ve sonuç var…
Resimler:
1- 1850 yılında yapımına başlanıp 1860 da tamamlanan İzmir- Aydın Demiryolu inşaatında çalışan işçiler
2- Hicaz Demir yolları
3- 1888 yılında yapılan ancak hattın 1866 da açılmasıyla hizmete başlayabilen İzmir- Alsancak Tren İstasyonunun o dönemlere ait bir resmi.
4- Hicaz Demiryolunda bir Osmanlı vagonu.
5- Cibali Tütün Fabrikası: 1884 yılında II. Abdülhamit tarafından Hovsep Aznavur ve Alexandre Vallaury’ye yaptırıldı. İlk kurulan büyük ana binada önceleri sadece tütün işlemekle yetinilmiş, sigara imalatı 1900’den itibaren başlamıştır. Fransız Reji İdaresi tarafından işletilen fabrika 1925’te millileştirilerek Türk Tekel İdaresi’ne bağlanmıştır. ( 1995 yılından bu yana Kadir Has Üniversitesi olarak faaliyettedir. )
YORUMLAR
Hakikaten öyle bir şey de var değil mi, değerli hocam...
’ Bana komünist diyorlar, keşke olabilsem. Ne yazık ki sadece sosyalistim’ diyenlerin komünist algısı öyleydi ki, Türk Milliyetçilerine Türk Yurdunu dar etmeye çalışan kıymeti kendinden menkul kızıl çetelerin estirdiği terörün şakşakçıları, yaltaklananları, sempatizanları, borazanları idiler...
Sonra ne olduysa, "Şurası unutulmamalıdır ki, Türk âleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." diyen Atatürk'ü keşfettiler ve Atatürkçü oluverdiler...
Huylu huyundan vazgeçmez ki, hâlâ terörsevicisidirler, hâlâ terörsevicisidirler...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
- Biz Atatürk dedikçe ''Gardrop devrimcisi'' Diyenler.
-Biz Atatürk Milliyetçiliği'' dedikçe ''Atatürk Milliyetçiliği diye bir milliyetçilik yok, Türk Milliyetçiliği var'' Diyenler
- Biz ''Yurtta sulh, cihanda sulh '' Dediğimiz için toplantılarından kovanlar...
Bu gün alayı Atatürkçü oldu da bizi beğenmiyor.
Selam ve sevgilerimle.
Emek ve onur güzellemesini devrimci kültürün en önemli etik kriteri haline getirmiş olan Türkiye sosyalist hareketleri işçinin tanımını yaparken de resimlerini çizerken de hep aynı çalışkan onurlu emekçi ajitasyonuyla işçi motivasyonunu sağlamıştır ki bu ancak işçinin değil patronun safından yükselebilecek bir ajitasyondur. "Sevgi neydi?" klişe sorusunun yanıtı da aslında bu ahlakın örgünleşmesinin en önemli işaretlerinden birisidir. Sistem, kendisini onurlu çalışkan emekçiler üzerinden yeniler ve güçlendirirken ne gariptir ki emekçiler onurlu ve çalışkan olma noktasından taviz vermezler ki haklarını istemeye yüzleri olsun. Burası komiktir. Çünkü ancak çalışmayan ve üretmeyen işçiler sistemi tıkayabilme potansiyeline sahiptir.
Anıya dair parantezi kapatıp ana konuya gelelim.
Seri boyunca Duyun-u Umumiye konusunu heyecanla beklerken sizin gibi milliyetçiliğinden kuşku duymadığım bir kalemden Borçlar İdaresi güzellemesi gelmesi bildiğiniz bana ters köşe yaptırdı. Bu noktada attığınız gol helaldir ama bir devletin bünyesinde haksız alacaklı yabancı yabancı devletlerce safi sömürü maksatlı kurulmuş bir yapıya olan övgünüz helal midir ondan kuşkuluyum. Zira yönetimi haksız alacaklı yabancı devletlerin tasarrufunda olan bu yapı kendi gelirlerini arttırırken borçlarını tahsil etmiyor aksine Osmanlı'nın borç yükünü arttırıyor ve Duyun-u Umumiye'nin zenginleşmesini sağlıyorken, böylesi bir oluşuma "eyvallah" çekmek bence mandacılıktır.
Değerli hocam, bu konu özelinde teorik bir yanlışa sürüklendiğinizi ve neoliberal çizgide yerinizi aldığınızı gözlemlediğimi söylemek zorundayım. Saygılarımla...
chaotica tarafından 9/7/2016 10:58:30 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
İşin doğrusu bu satırları yazarken ben de böyle bir yorumdan korkuyordum.
Her ne kadar bu ve bir önceki yazdıklarım içinde yer alan bazı hususlara ben de katılsam da ( Özellikle Osmanlı Devletinin içine düştüğü bu zavallı konumun en önemli sebebinin ahlaki çöküntü olduğu kısım, yani rüşvet, yolsuzluk, iltimas, görev yapmama vs.) Duyun-u Umumiyenin olumlu tarafları ile ilgili yorumlar bana değil koca koca proflara ait görüşlerdir.
Kendi görüş ve düşüncelerimi bir sonraki bölümde ya da daha da sonraki bölümde açıklayacaktım.
Bana kalırsa bu yorum için biraz acele davranmışsın.
Selam ve sevgilerimle.
chaotica
sami biberoğulları
Aslında bir bölüm sonra yapacaktım değerlendirmeyi ama bir bölüm öne alarak yazdım.
Bu gece asarım inşallah.