- 1118 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Orhan Veli Kanık'tan Bir Şiir Tahlili
(Orhan Veli Kanık’tan bir şiir tahlili)
EKOL YARATAN BİR ŞİİR
Birinci Yeniler diye de anılan Garip akımının doğmasını sağlayan Orhan Veli’nin bir şiiridir. Bu şiir, edebiyat dünyasında büyük yankılar uyandırmış, şiiri eleştirenler kadar övenler de olmuştur. Şairler ve eleştirmenler adeta ikiye bölünmüş “Böyle şiir mi olur?” diyenler olduğu gibi Orhan Veli’yi deha olarak niteleyenler de çıkmıştır.
Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu’nun birleşerek şiirlerini Garip (1941) isimli kitapta toplamalarını ve bir edebî ekol yaratmalarını sağlayan şiir Kitabe-i Seng-i Mezar’dır. Bu söz grubu Arapça kelimelerden oluşan, Farsça kurallarla yapılmış bir isim tamlamasıdır. Mezar taşı kitabesi anlamına gelir. Bir edebî ekol yaratan, binlerce şairi etkileyen bu şiirin çok tartışılan ilk bendini aşağıya yazıyorum.
KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi.
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını
Günahkâr da sayılmazdı
Yazık oldu Süleyman Efendiye.
Hakkında büyük tartışmalar yapılan, yeni bir edebî ekolün ayak sesleri olan şiir budur işte.
Şimdi zamanı ileriye veya geriye götürebileceğimizi varsayalım ve Orhan Veli, adı sanı duyulmamış bir fert olarak günümüze dönsün. Bu şiiri Türkiye çapındaki büyük edebiyat dergilerine yayımlanması için gönderdiğini farz edelim. Hiçbir editör bu şiiri dergisinde yayımlamaz. Bu eseri okuyan dergi yöneticileri “Sıradan bir şiir…” diyerek çöpe atar.
Diyeceksiniz ki bugün sıradan olarak gördüğünüz bu şiir nasıl oluyor da bunca yankı uyandırıyor? Neden bu basit şiir hakkında bitmek bilmeyen tartışmalar yaşanıyor? Bu yedi-sekiz dize nasıl oluyor da “Garip” diye bir ekol yaratıyor?
Bu şiirde ne var? Bizim göremediğimiz, anlayamadığımız çok derin anlamlar mı mevcut? Yoksa Divan şiirinde dahi bulamayacağımız çok gizli söz sanatlarına mı sahip bu sekiz dize? Hayır, bu şiirde derin anlamlar yok, söz sanatları yok. Peki ne var? Hiçbir şey yok. İşte şiirin gücü, tartışılma nedeni, ekol yaratma sebebi bu: Bu şiirde hiçbir şey yok…
Şiiri düzyazıdan ayıran özellikler nelerdir? Birincisi ölçüdür. Fakat Orhan Veli ne aruz ölçüsüyle yazmış bu şiirini, ne de dizelerinde eşit sayıda hece kullanmış. Ölçüsüz bir şiir... Başka, şiiri şiir yapan diğer özellikler nelerdir? Kafiye… Var mı bu şiirde kafiye? O da yok. Peki şairane söyleyişler, özgün imgeler? Boşuna aramayın, bulamazsınız. Dağdaki çoban bile her gün birkaç defa “melek gibi, şeytan gibi, kuzu gibi” diyerek teşbih sanatı yapar veya “Açlıktan öldüm, kuzuyu tilki kaçırırsa yandık” diyerek mecazlara başvurur. Orhan Veli’nin şiirinde en basit edebî sanatlar, yani mecazlar ve benzetmeler de yok. Kısaca hiçbir şey yok.
Bir sanat eseri; yazıldığı dönemin siyasi ve sosyal olayları, edebiyat anlayışı bilinmeden değerlendirilirse o eser hakkında yanlış yargılara ulaşılır. Orhan Veli’nin bu basit ama ses getiren şiirindeki gücü anlayabilmemiz için 1923 ile 1940 arası edebiyatımız hakkında az da olsa bir şeyler bilmemiz gerekir.
Bu dönem edebiyatımız; Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Fuat Köprülü, Ziya Gökalp gibi üstatların başlatıp sürdürdükleri Millî Edebiyat Akımının etkisiyle devam eden memleketçi edebiyattır. Aydınlarımız Atatürk’ün yönlendirmesiyle Anadolu destanlarına, hikâyelerine, şiirlerine ve diğer sanatlarına eğilmişler, Anadolu insanının üstün karakter özelliklerini eserlerinde yansıtmaya çalışmışlardır.
Bu dönem edebiyat anlayışını Faruk Nafiz Çamlıbel’in sanat şiirindeki iki dize çok güzel özetler:
Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
O dönemde Faruk Nafiz’in başı çektiği beş hececiler; Yahya Kemal, Ahmet Muhip Dranas, Mehmet Akif, Necip Fazıl gibi üstatlar millî konuları ölçülü ve kafiyeli şiirlerle dile getiriyorlardı.
Memleketçi bir edebiyatın hüküm sürdüğü böyle bir dönemde Kitabe-i Seng-i Mezar’ın yazılması edebiyat âleminde adeta kıyameti koparmıştı. “Ölçüsüz ve kafiyesiz şiir mi olurmuş? Kimmiş bu Süleyman Efendi? Şiirde nasırdan bahsedilir miymiş? Ne ayıp şey!”
Bu şiir üzerindeki tartışmalar “nasır” sözcüğü üzerinde yoğunlaşmıştı. Bazı çevreler şiirde bu kelimenin kullanılmasını “ayıp” olarak niteliyor, bazı çevreler ise Orhan Veli’ye övgüler düzüyordu.
Şimdi diyeceksiniz ki ne var bu kelimede? Neyi yadırgıyorlar, niçin “ayıp” diyorlar? Önceleri ben de kendi kendime bu soruları sorardım ve o dönemin bazı eleştirmenlerinin Orhan Veli’yi ayıplamalarına bir anlam veremezdim. Tarkan isimli şarkıcımız sayesinde o dönemdeki şiir severlerin psikolojisini anladım. Şimdi içinizden “Ne alâka?” diyeceksiniz.
Yaklaşık on beş yıl önce Tarkan bir bestesiyle müzik dünyasına bir bomba gibi düşmüştü. O şarkıyı hatırlayacaksınız: “Kıl oldum abi, kıl oldum abi…” Tarkan kulağa hoş gelen sesiyle, sahnedeki danslarıyla hemen dikkati çekmiş, bu şarkısıyla gündeme oturmuştu. Televizyon kanallarında her gün bu şarkı onlarca defa seslendiriliyor; tatil beldelerinde akşamları dolaşırken, bir çay bahçesinde otururken hoparlörden verilen bu şarkıyı dinlemek mecburiyetinde kalıyorduk. İstemediğimiz hâlde Tarkan’ı dinlemek zorunda kalmamız olgunluk yaşına gelmiş bizlerde antipati uyandırıyordu. Hiç unutmam; yine böyle bir çay bahçesinde otururken benden yaşlıca biri ayağa kalkıp televizyon ekranında “Kıl oldum abi!..” deyip duran Tarkan’a “Ulan ben de sana kıl oldum be!” diye bağırarak garsonu çağırtıp televizyonu kapamasını istemişti.
Bizim yaşlarımızda olanlar “Bir bahar akşamı rastladım size / Neden başınızı öne eğdiniz?” gibi nezaket ifade eden kibar şarkı sözlerine alışmıştık. “Kıl oldum abi” gibi sokak serserilerinin telaffuz edebileceği sözlerin şarkı sözü olması bizi şok etmişti.
“Nasır” kelimesi de 1940’lı yılların edebiyatçıları ve okuyucuları arasında aynı şoku yaratmıştı. Çünkü onlar şiirde “Allah, peygamber sevgisi, vatan, bayrak, hürriyet, fedakârlık…” gibi ulvî temalara alışmışlardı. Nasırdan bahseden bir şiir onlara elbette ki garip gelecekti. Bu edebiyat akımına “Garip” demeleri de buradan kaynaklanıyor.
O dönemin edebiyat anlayışını kısaca ifade etmişken gelelim Orhan Veli’nin şiirine… Yukarıdaki sekiz dize 1. Yenilerin şiir anlayışlarının bir özeti gibidir. Bu şiire “Garip akımının önsözü” de diyebiliriz. Orhan Veli, Kitabe-i Seng-i Mezar’da bize neler söylüyor?
Şiirde göze batan birinci özellik başlıktaki dil ile metindeki dilin taban tabana zıt oluşudur. Başlık, Arapça kelimelerden oluşan, Farsça kurallarla yapılmış bir tamlamadır. Yani Osmanlıcadır. Şiirdeki dil ise halkımızın her gün kullandığı sade dildir. Orhan Veli, Osmanlıcayı “Mezar taşı kitabesi”ne yakıştırıyor. Yani dolaylı olarak “Bu dil öldü, Osmanlıca sadece mezarlıklarda mezar taşlarında kaldı.” demek istiyor. Şiirin gövdesindeki dil halkın günlük konuşma dili olduğu için şiirlerini hangi dille yazacaklarını da göstermiş oluyor.
Orhan Veli “nasır” kelimesini tesadüfen kullanmamıştır. Bu seçim bilinçlidir. Şairimiz bu kelimeyi kullanarak şiirde her kelimeye yer verilebileceğini, alelâde bir inanın nasırından Allah sevgisine kadar her konunun şiirde işlenebileceğini vurgulamış oluyor.
Dikkat çeken bir başka özellik de Süleyman Efendi’dir. Orhan Veli niçin Süleyman demiş; neden Ali, Mehmet dememiş? Bilindiği gibi Divan şiirinde ölülerin ardından yazılan, o kişinin hizmetlerini, iyi özelliklerini anlatan şiirlere “mersiye” denirdi. Edebiyatımızdaki en meşhur mersiye Baki’ye aittir ve “Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi” olarak bilinir. Orhan Veli “Yazık oldu Süleyman Efendiye” diyerek Kanuni Mersiyesi’ni hatırlatıyor ve edebiyattaki tutumlarını vurgulamış oluyor. Yani “Biz padişahlardan, büyük insanlardan bahsetmeyeceğiz, bizim kahramanlarımız aramızda yaşayan, her gün görüşüp konuştuğumuz alelâde insanlar olacak.” demek istiyor.
Ölçü, kafiye kullanmadan; edebi sanatlara ve şairane imgelere yer vermeden şiir yazarak sanattaki dil ve anlatım anlayışlarını da sergilemiş oluyor.
YORUMLAR
Bu şiirin yazıldığı yıllarda edebiyat dünyamızın büyük bölümünü İstanbul ve çevresi oluşturuyordu...
Dolayısıyla edebiyatçılar arasındaki ilişki de organikti...
Yani eş-dost, hatır-gönül ilişkileri ağır basıyordu...
Ne yazık ki, bugün bile bunun böyle olmadığını söylemek zor...
Hatta durum daha vahim bir hal aldı denebilir; filanca etnisiteden, filanca inanç grubundan, filanca politik cepheden diye gruplaştı edebiyatımız...
Gerçi özelde O. Veli'nin Fransızca'dan çeviriler yapacak kadar yüksek entellektüel seviyesine sahip istisnaların edebiyatımızda edindikleri haklı yerleri de görmezlikten gelemeyiz...
Yine de şiirimizin dünya şiiri içinde hatırı sayılır bir yerinin olmadığı görüşüne (İlber Ortaylı) katıldığımı yazmadan geçemeyeceğim...
Sizin bu harika tahlilinizde sıraladığınız durumların da hemen hepsi biçime ilişkin zaten...
Öz bizde neden zayıf?...
Bu sorunun cevabı çok geniş bir alana yayılır...
Ama mesela şair hissiyatını yansılayan Albatros şiiri gibi bir şiir (C. Baudelaire) gelmiyor hatırıma şiirimizden...
Defter'de nadir görülen bir çalışma olmuş tahliliniz... Yararlandım, teşekkür derim...
Saygılarımla.