- 1057 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTÜLASYONLARDAN DUYUN-U UMUMİYE- DUYUN- U UMUMİYEDEN TÜRKİYE VARLIK FONUNA -6-
1912 yılında başlayan Trablusgarp Savaşında ( Bu savaş İtalya ile yaptığımız bir savaştı .) İtalyanlar savaşın her türlü giderlerini Duyun-u Umumiyeden karşılamışlardı. Yani Türk tütünü, tuzu, ipeği, balığı, alkollü içeceklerinden vs elde edilen gelirin bir kısmı kurşun olarak Mehmetçiğe dönmüş, bir yerde Mehmetçik kendi ülkesinin ürünlerinden elde edilen gelirlerle öldürülmüştü.
İşte bu kadar kötü, bu kadar zalim ve acımasız, bu denli haysiyet kırıcı olan Duyun-u Umumiyenin olumlu yönleri de olduğundan bahsetmek elbette zordur. Hele de bunu kabul ettirebilmek iyiden iyiye zordur.
O halde şöyle yapalım: Duyun-u Umumiye idaresi kurulmasaydı ne olurdu?
Evet…1876 da Osmanlı Devleti ‘’ Borç ödeyebilecek durumda değiliz ‘’ Demiş ve alacaklılara bir yerde ‘’ Borç morç ödemiyoruz. Elinizden geleni ardınıza koymayın’’ Demişti.
Peki alacaklı devletler ‘’ Aman canım, düşündüğün şeye bak. Ödeyemiyorsan canın sağ olsun. Kafana takma. Ödemesen de olur’’ Derler miydi?
Gelin bu sorunun cevabına bakalım ki ‘’ Duyun-u Umumiyenin pek çok olumsuz taraflarına rağmen olumlu yönleri de vardı’’ şeklindeki bir önermeyi anlayabilelim.
1901 yılında Osmanlı Devleti birdenbire hiç beklemediği bir krizle karşı karşıya kaldı.
1876 Yılında Devlet Lorando ve Tibune adlı iki Fransız sarraftan borç almıştı. Ancak alınan bu borç her ne kadar devlet adına alınsa da herhangi bir yatırım için değil Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmek için kullanılmıştı. Dolayısıyla da II. Abdülhamit’in böyle bir borçtan haberi yoktu. Zaman zaman borcun geri ödenmesi istenmişse de durum yine II. Abdülhamit’ten gizlenmişti.
1876 da alınan bu borç yirmi beş sene zarfında faizleriyle birlikte katlanmış oldukça büyük bir yekun tutmuştu ( Az sonra miktarını yazacağım.) 1901 yılında alacaklılar artık olayı mahkemeye intikal ettirince ve hatta davayı kazanınca II. Abdülhamit’in olaydan haberi oldu ve borcun ödeneceğine dair teminat verdi.
Bu arada Fransızlar İstanbul Rıhtımlarının işletme hakkını 35 Milyon Frank karşılığında satın aldıkları halde rıhtımların kendilerine devredilmemesinden de şikayetçiydiler. II. Abdülhamit bu devir işinin de halledileceğine dair teminat verdi . Ancak daha sonra görüldü ki Fransa’nın istediği bu borcun hazinede karşılığı yok. Abdülhamit Fransız sefirine( Adı Costans ) ‘’ Maalesef istediğiniz alacağın hazinede karşılığı yok’’ deyince adam görüşmeleri kesip Paris’e dönmek üzere Sirkeci Garına geldiğinde arkasından Teşrifat Nazırı İbrahim ile Ziraat Nazırı Selim Melhame Paşalar’ı gara göndermiş ancak sefiri ikna etmeyi başaramamıştı.
Aradan bir buçuk ay geçmiş, borç tahsil edilemeyince Fransa hükümeti, yedi savaş gemisinden kurulu filosunu Midilli Adası’na yollamış ve 5 Kasım 1901’de bu adanın gümrüğüne el koymuş, borcunu böyle tahsil edeceğini Babıáli’ye bildirmişti. Fransızlar, Midilli’yi boşaltmak için sadece borcun ödenmesinin de yetmeyeceğini, Osmanlı ülkesinde Fransız himayesinde bulunan okul, hastahane, dini müesseseler için de yeni imtiyazlar talep etmiş, bunların resmen tanınmasını istemişti.
Midilli Adası’nın işgal edildiğini haber alan İkinci Abdülhamid, Fransa’nın tüm isteklerini kabul ettiğini açıklamış ve Lorando’ya 340 bin ve Tubini’ye de 162 bin olmak üzere yarım milyon küsur paranın ödeneceğini, Fransa’nın talep ettiği imtiyazları da vereceğini bildirmişti.
Bundan sonraki satırları daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim zira şeytan ayrıntıda gizli. Bu kısımda çok önemli bir ayrıntı var.
Yarım milyonu aşkın bir para nasıl ödendi? Öyle ya gökten para yağmıyor...
II. Abdülhamit bu borcun çok büyük bir bölümünü eşi Fatma Pesend hanımdan temin etti. ( Kalanını nasıl buldu bilemiyorum.)
İşte şeytanın gör dediği ayrıntı da burası: Devletin hazinesinde bulunmayan, bu yüzden de bir adamızın işgaline sebep olacak kadar işi büyük boyutlara taşıyan bu paranın padişahın eşinde ne işi vardı?
Bu sorunun cevabını bulamadım ama sanırım eğer Duyun-u Umumiye İdaresi kurulmasaydı ne olurdu sorusunun cevabını vermiş oldum: Ne olurdu? Alacaklı devletler sadece Midilli ile kalmaz bir haçlı seferi düzenleyerek Osmanlı Devletinin tamamını işgal ederlerdi.
Yani?
Yani 1876 yılına gelinceye kadar artık gırtlağına kadar borç bataklığının içine batmış olan Osmanlı devleti için 1881 yılına geldiğimizde Duyun-u Umumiyeden başka çare kalmamıştı.
Atatürk ne güzel ifade etmiştir bu durumu: ‘’ Borç alan , emir almaya da alışır.’’
Şimdi denilebilir ki ‘’ Ne yani başka çare kalmadığı için Duyun-u Umumiyeye olumlu mu dememiz lazım?’’ Hayır. ‘’Duyun-u Umumiyenin olumlu yönleri’’ derken kastettiğim şey bu değil. Bu kısımda sadece neden Duyun-u Umumiye gibi bir kurumu kabullenmek zorunda olduğumuzu izah etmeye çalıştım. Şimdi gelelim tüm olumsuzluklarının yanında olumlu taraflarına
DUYUN-U UMUMİYENİN OLUMLU YÖNLERİ.
1- Doğrudan doğruya Fakülte hocalarımdan biri olan Prof Dr Cevdet Küçük’ün değerlendirmesini aktarıyorum:
Hocam diyor ki: ‘’ "Alacaklılar bu kararnâme ile alacaklarının ödenmesini garanti altına almış oluyorlardı. Osmanlı hükümeti de borçlardan % 54’e varan bir indirim elde etmişti. Ayrıca faiz hadleri % 9’lardan % 1’e kadar düşürülmüştü. En önemlisi, Bâbıâli bu kararnâme ile Avrupa devletlerinin muhtemel müdahalesini önleyebilmişti."
2- İktisat tarihi Profesörlerinden Şevket Pamuk Der ki: ‘’ Düyun-u Umumiye İdaresi, kurulduktan sonra Osmanlıların dışarıdan aldıkları borç miktarı artmamış, tersine azalmıştır. Bu idare sayesinde birikmiş olan dış borçlar büyük ölçüde kapatılmış, buna rağmen yeni borç alma oranı, ödenen miktarın daima altında kalmıştır. Yani bir yandan borç ödemişiz ama bu para elimizden çıktığı halde ödediğimiz miktarın çok altında borçlanmayı başarmışız. Bu da Abdülhamid’in dış borçları sıfırlayıp üzerimizdeki baskıyı hafifletme stratejisinin önemli ölçüde amacına ulaştığını göstermektedir. Hatta birileri ısrarla saklasa da, dış ticaretimiz, Abdülhamid’in iktidarı jöntürklere teslim ettiği 1908 yılında % 4,3 oranında fazla bile vermiştir’’
3- İktisat tarihçisi Prof.Dr. Çağlar Keyder, Der ki: ‘Osmanlı’nın son 50 yılıyla ilgili birçok kafa karışıklığı, ’ekonomi’ ile maliye’yi ayırt edememekten kaynaklanmaktadır..Halbuki ekonomi, maliyeden ibaret değildir, halkın hikayesi de onun içinde yer almalıdır. Bazen devlet maliyesi iflas ederken, ekonomi pekala iyiye gidebilir ki, Düyun-u Umumiye’den sonraki ( 1881 sonrası ) Osmanlı ekonomisi bunun bir ispatıdır. II. Abdülhamid döneminde hiç de ekonomi iflas etmiş değildi, hatta onun döneminde milli gelir artışı ortalama % 1,5’larda seyretmiştir ki, bu, o devir için çok yüksek bir rakamdır.’’
4- Borcunu ödeyemeyen bir devlet iflas etmiş bir duruma düşer. İflas kavramı, içinde bir yücelik unsuru da taşıyan devlet anlayışının karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biridir. ( Devlet-i Âli= Yüce Devlet.) İflas, devlet kavramındaki yücelik unsurunu bir kalemde silip atar. 1875’de alacaklılarına «ben size olan borçlarımı ödeyemeyeceğim» diyen Osmanlı Devleti işte utanç verici bu duruma düşmüştü. Sultan II. Abdulhamid’in bu durumdan yakınmasına yukarıda değindik. Duyunu Umumiye fermanını o imzalamıştır. Tabi onu bu kararı almaya zorlayan haklı sebepler vardı. Devletin o yıllarda içine düştüğü sıkıntılı durumlara bir de 1876-1877 Türk-Rus Savaşının felaketleri eklendi. 1881’de Osmanlılar Berlin Barış Antlaşmasını imzalarken, ortaya atılan devlet borçlarının tasfiyesi isteğini de, kabul etmek durumunda kalmışlardı. Sorun, ayrı bir protokol konusu olarak Berlin Barış Antlaşmasına eklendi. Ancak Duyun-u Umumiye Meclisi kurulup borçlar yeni bir düzenlemeye tabi tutulup muntazam bir şekilde ödenmeye başlayınca Osmanlı Devleti kaybettiği Devlet itibarını yeniden kazandı. Bu husus önemle belirtilmeye değer bir sonuçtur. Duyun-u Umumiye İdaresinin sakıncalı yönleri ne kadar büyük olursa olsun, bu kurumun devletin mali itibarının yeniden dirilmesine yardımcı ve destek olduğu tarihi bir gerçektir.
5- Şimdi Duyun-u Umumiye İdaresi zamanındaki bazı önemli gelişmelere bakalım: Demiryolu, liman, tramvay, elektrik santralı, telgraf ve telefon tesisleri vs. Bunlar hep yabancı sermaye ile yapılıyor. Yani yeni borçlarla…Peki siz, sizden borç alıp da geri vermeyen birine tekrar tekrar borç verir misiniz? Elbette hayır. O halde Duyun-u Umumiye İdaresinin kurulmasıyla birlikte Osmanlı Devletinin borçlarının da düzenli bir şekilde ödenmeye başlandığını söyleyebilir miyiz?
Zor bir soru. O yatırımlar acaba borçlar düzenli bir şekilde ödendiği için mi yoksa Osmanlı topraklarını artık kendi toprakları olarak gördükleri için mi yapılıyordu?
Sebep her ne olursa olsun bu kadar çok devletin ( İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya) Kendi aralarında çıkar kavgasına düşmeden bu ülkeye tek başlarına sahip çıkmaları mümkün olmadığına göre ???
O halde ‘’Borçlarını zamanında ödeyen Osmanlılara karşı güvence arttığı için dış piyasalardan yeni yeni krediler aldılar.’’Diyebiliriz. Demek oluyor ki Duyun-u Umumiye İdaresinin bir olumlu katkısı da, Osmanlıların yeniden zengin ülkelerin para ve sermaye piyasalarına açılmasına aracılık etmesidir. ( Yanlış anlaşılmasın, ‘’Borçlar düzenli ödeniyordu.’’ derken borcu morcu sıfırladılar anlamında söylemiyorum ama en azından ‘’ Borç morç ödeyemeyeceğiz durumundan borcunu ödemek için çaba sarfeden bir duruma gelmiştik.)
6- 1854- 1881 yılları arasında yapılmış olan borçlar Duyun-u Umumiye İdaresi sayesinde yeniden konsolide edildi
Efendim, demiştim ya ekonomiden anlamam diye. Bu konsolide tabirini de bilmiyordum. Araştırdım ve şunu anladım:
Konsolide= Kamu kredisi alanında konsolidasyon, kısa vadeli ya da vadesi dolmuş, ödenecek hale gelmiş borçların uzun vadeli hale getirilmesi işlemidir. ( Şimdilerde sanırım yeniden yapılanmdırma diyorlar. Öyle bir şey gibi geldi bana. Neyse…Yanlışsa nasılsa İlhan Kemal olaya el atar )))))
Kısaca bunu da olumlu bir yön olarak kayda alabiliriz.
7- Eveeettt. Benim çok önem verdiğim bir hususa geldik. ( Konuya girerken Ziya Paşa’nın şiiriyle başlamıştım ya işte o kısma …)
Duyun-u Umumiye İdaresi kurulduktan sonra artık ‘’Salla başını al maaşını ‘’ Dönemi sona erdi ve Türkiye ( O zamanki Osmanlı devleti ) ilk defa etkin bir kamu yönetimi nasıl olur gördü.
Çünkü daha önce aylarca maaşını alamayan memur, aylarca ürettiğinin parasını alamayan çiftçinin ( Ürettiğinin parasını alamadığı gibi vergisini peşin peşin ödüyordu ) eli para görmeye başladı.
Duyun-u Umumiye, kendi elemanlarına iyi para veriyordu. Böylece rüşvet, yolsuzluk ve benzeri olaylar kalkmış olduğu gibi iltimas bu kurumda asla sökmüyordu. Kısaca Osmanlı Türkiyesi etkili bir kamu yönetiminin nasıl olması gerektiğini de yine Duyun-u Umumiyeden öğrendi.
Çünkü Duyun-u Umumiye:
— İyi memur seçilmiştir.
— İyi seçimden sonra yetiştirme programı uygulanmış¬ tır.
— Kendilerine iyi ücret verilmiş, maaşları muntazam ödenmiştir.
— İyi bir teftiş, denetim sistemiyle her memurun başarı durumu belirlenmiştir. Başarılı olmayanlar işten uzaklaş¬tırılmıştır. Olanlar, ödüllendirilmiştir.
Devam edecek.
Resim
1901 Yılında iki Fransız vatandaşı Yahudi bankere olan borç yüzünden Midilli adasını işgal eden Fransızlar adaya Fransız bayrağı asıyorlar.
YORUMLAR
Köprüler yaptırdım gelip geçmeye
Çeşmeler yaptırdım suyun içmeye Karam!!!
Herkes aya giderken Osmanlı yaya!!!
Rahmetli Abdülhamit Osmanlının yıklımasını 30 sene geciktirmiş. İktidarı zamanında.
Kimse bize boyun eğdirememiş ama aldığımız borç paralar yıkımımıza sebep olmuş.
Devamını okuyalım ağabey.
Selam ve saygılarımla.
dediğim kapıya yaklaşıyoruz tarih tekerrürden ibrettir finale yorum olarak onu kopyala yapıştır yapmayı düşünüyorum
sami biberoğulları
Yorumunu merakla bekleyeceğim.
Ancak ben bu arada biraz mola verip başka konular yazıyorum. Gerçi daha iki bölüm var hazırda yazdığım ama hemen paylaşmayacağım. Belki yarından sonra...
Selam ve sevgilerimle.
Aclan Sayılgan dönemin ünlü sosyalistlerinden Pervüs Efendi'nin düşüncelerini Türkiye'de Sosyalist Hareketler adlı kitabında anlatırken Borçlar İdaresi Kurumu'ndan şöyle bahsediyor, yorumsuz olarak naklediyorum:
"Sömürülmenin iki sebebi vardı. Biri, doğrudan doğruya Avrupalıların sermaye ve bilgi cihetinden üstünlükleri sonunda kendiliğinden meydana gelen iktisadi esirlik; diğeri de Avrupalı kapitalistlerin Osmanlı Devletini iktisadi esirlik altına sokmak hususundaki kast ve emelleridir. Osmanlıların devlet borçlarının çoğalması üzerine büyük faiz ödemek zorunda kalması, Osmanlı Devletinden büyük paraların sermayedarların hesabına akışına sebep olmaktadır. Alınan borçlara faiz ödemek tabii olmakla birlikte, ödenen faiz, borçlanma ağır şartlarla yapıldığı için çok kabarmaktadır74. Bazı borçlarını %13 faizle ödenmesi Osmanlı Devletini iflasa sürüklemiştir. 1876 yılında borçlarını ödemekten aciz durumda iken, Osmanlı Devletinin 14 milyon lira (Osmanlı lirası) ödemesi gerekiyordu. Halbuki devletin bütün geliri 20 milyon Osmanlı lirası idi. Bu durum karşısında Osmanlı Devletinin 1881 yılı Muharrem ayında çıkan fermana (Muharrem Kararnamesi) yani iflasına kadar olan borçları: 237.138.819 ve yıllık faizleri 14.992.377 Osmanlı lirası idi. Tasfiye işleminden sonraya kalan ise 141.505.309 Osmanlı lirası ve bunun yıllık faizleri de 2.991.344 Osmanlı lirası idi. Bu suretle borçlardan 95 milyon lira, sermayeden yılda faiz olarak yapılan ödemelerden de 12 milyon liralık bir indirim yapılmıştır ki, aradaki müthiş farka bakılacak olursa Avrupa maliyecilerinin muhtekirlikte ne derece ileri gittikleri derhal anlaşılır. Bu borçların büyük bir kısmı 1859 yılı sonu ile 1860 yılının başında yapılmıştır. 1876 yılı Osmanlı Devleti borçlarının ödenmesinden aciz kaldığı zaman alacaklılarına borçlarının büyük kısmını, yani borç senetlerinde yazılı, fakat gerçekte kendi ellerine tamamen geçmiş sermayeleri faizleri ile birlikte ödemiş bulunuyordu. Bununla birlikte alacaklılar Osmanlı Devletinden daha 141.500.000 Osmanlı lirası istemekteydiler. Ve Türkiye'nin bu miktar için de faiz vermesi gerekiyordu. Aynı zamanda Osmanlı Devletinin alacaklıları 1881 Muharrem Fermanı ile devlet gelirlerinin bir kısmını kendi hüküm ve iradeleri altına aldılar. O zaman "Osmanlı Borçları İdaresi" adıyle devlet içinde devlet sayılabilecek milletlerarası bir kurum kuruldu (konsorsiyum). O zamandan beri bu idare Avrupa'nın elinde Osmanlı Devletini yalnız mali esaret altında bulundurmak için değil, hatta siyasi esaret altında tutmak için sağlam bir alettir. Parvüs' e göre, Osmanlı Devletinin Kırım savaşından sonra Demiryollarına ihtiyacı olduğu daha iyi anlaşıldı. Ama borçlar sebebi ile yapılacak Demiryolları için elde bir garanti yoktu. 1903 yılına kadar, Osmanlı maliyesi ve devleti gittikçe zayıf düştüğü halde "Osmanlı Borçları" idaresi zenginleşmekte idi. 1903 yılında Anadolu-Bağdat Demiryolu yapımında ilgili bulunan Almanyanın teşebbüsü ile borçlar birleştirilmiş ve borçlar bir miktar azalmış ise de Osmanlı Devletinin yıllık ödemeleri hiç değişmemiştir. Borçların miktarı indirilirken faizlerin artması buna sebepti. Bu düzeltmelerden devletin faydası "Osmanlı Borçları"rnn gelirlerinin%75'inin kendisine bırakılması idi. "Muharrem Fermanı"75 gereğince Osmanlı Devleti yeni bir borçlanmaya girişeceği zaman Avrupa maliyecileri kendisinden şu şartları isteyeceklerdir:
1- Borçlanma karşılığı devlet gelirleri karşılık olarak gösterilecek,
2- Garanti olarak gösterilen gelir kaynakları "Osmanlı Borçları" idaresine yatırılacaktır.
Bu suretle "Osmanlı Borçları" idaresinin çalışma alanı gittikçe genişlemiştir. 1881-1993 yıllarında "Osmanlı Borçları" idaresinin gayri safi geliri 2.239.736.000 Osmanlı lirası olduğu halde, 1909-1910 yıllarının gayri safi geliri şöyledir: Muharrem Fermam gereğince gayri safi gelir 4.543.838.000 Osmanlı lirası; yeni gelirler ise 2.785.419.000 Osmanlı lirasıdır. "Osmanlı Borçları" İdaresi kurulduktan bu yana (1912) devletin borçları artmış ve devlet gelirinin dörtte biri idarenin eline geçmiştir. "Osmanlı Borçları" İdaresinde 4000 memur çalışmakta ve yıllık masrafları 700.000 lirayı aşmaktadır (1912). Bu idarede çalışanlar bu kurumun menfaatlarını gözetmek zorundadırlar. Bu suretle Avrupa sermayesi, elini Türkiye'nin içine kadar uzatarak kalbini pençesi içine almıştı. Osmanlı Devleti ilerlemek teşebbüslerinin
hepsinde bu pençenin baskısını duyar( ...... ) Osmanlı Devleti bütçe açığını kapatmak için devamlı olarak borçlanmaktadır. Bu suretle eski borçları ödemek için yeni yeni borçlar yapmak zorunluğu ortaya çıkıyor. Ellerinde Osmanlı borçlanmalarına ait tahvil bulunanlar, yani asıl borç sahiplerinin bu borçların ödenmesinde çıkarları yoktur. Asıl menfaatlılar bu tahvilleri alıp satan belirli bir kar elde eden bankalar ile yeni borçlanmalar yapıldıkça, Osmanlı Devleti üzerindeki mali ve siyasi nüfuzları artıran büyük yabancı bankalardır."
sami biberoğulları
Pelvüs Efendi, bu araştırmayı yaparken gözüme takıldı ama bu kadar uzun bir değerlendirmesi değildi.
Bu değerlendirme için teşekkür ederim.
Zaten benim bu bölüme aldığım değerlendirmeleri yapanlar da Duyun-u Umumiyeden iyi bir şey diye bahsetmiyorlar ve bir önceki bölümde maddeler halinde yazdığım olumsuz taraflarını kabul ediyorlar.
Hiç kimse çıkıp da Duyun-u Umumiye için '' Hayır Devlet içinde devlet değildi'' Diyemiyor.
Aslında mesele testiyi kırmamaktı. Testi kırıldıktan sonra be başka testi de kalmamışsa el alemin testisi ile su taşımaktan başka alternatif kalmıyor.
Selam ve sevgilerimle.