- 691 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KAPİTÜLASYONLARDAN DUYUN-U UMUMİYEYE- DUYUN- U UMUMİYEDEN TÜRKİYE VARLIK FONUNA -1-
Ekonomiden hiç mi hiç anlamayan bir beni adem tarafından yazılmış iş bu yazı dizisinde her ne kadar sürç-ü lisan eylersek şimdiden affola.
****************************************************************
Yaş otuz beşti… Yolun yarısı bile değildi onun için çünkü önünde yaşayacağı kırk bir sene daha vardı ama yine de bu yaşta adeta çökmüştü. Çünkü koskoca bir impartorluğun bütün yükü omuzlarına binmişti. Üstelik bu imparatorluk bir kum saatinin içindeki kumların sürekli aşağı kaydığı gibi avuçlarının içinden kaymaya başlamıştı.
Otuz beş yaşındaki genç padişah…
Genç mi? Kendisinden önce gelenlerin pek çoğu o yaşı hiç görmemişlerdi bile. Dedesinin dedelerinden IV. Mehmet tahta çıktığında henüz yedi yaşındaydı. Yine dedelerinin dedelerinden olan II. Osman Yedikule zındanlarında tecavüz edildikten sonra boğdurulduğunda on sekiz yaşında ya vardı ya yoktu.
Bir Osmanlı için otuz beş yaş aslında uzun bir ömürdü.
Cennetmekan amcası Abdülaziz’i düşündü bir an. Kendisinden sadece on iki yaş büyük olan amcasını…Henüz kırk altı yaşındayken öldürülen amcasını…Evet… Otuz beş yaş bir Osmanlı için uzun bir ömür demekti..
Amcasının katilleri önce tahta iki yaş büyüğü olan ağabeyisi Murat’ı oturtmuşlar daha sonra da ‘’ Bu deli ‘’ Diyerek onu tahttan indirip kendisini tahta geçirmişlerdi.
Abdülhamit Meclis-i Mebusan’ın kürsüsüne çıkmadan önce bunları düşündü.
Koca bir imparatorluk sonun başlangıcını yaşamaktaydı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Ruslara verilmiş olan Osmanlı Devletinin iç işlerine karışma hakkı daha sonra çeşitli antlaşmalarla diğer devletlere de verilmiş ve Avrupalı devletler Osmanlı Devletinin iç işlerine karışmak için her seferinde - AB nin bu gün yaptığı gibi – ‘’Daha fazla demokrasi, Halklara daha fazla özgürlük’’ diyerek Osmanlı Devletini sıkıştırır olmuşlardı.
Şimdi yine Rusya harekete geçmişti. Bir şeyler yapmak, hem Rusya’ya karşı Avrupa Devletlerinin desteğini sağlamak hem de içeride uzun zamandan beri var olan meşrutiyet isteklerine cevap için ilk kez bir anayasa olan Kanun-u Esasi’yi hazırlatmak, meşrutiyeti ilan etmek yeterli değildi.
23 Aralık 1876 da Kanun-u Esasi ilan edilmiş ve parlamento oluşturulması için çalışmalara başlanmıştı ama parlamentonun açılışı oldukça uzun zaman almış ve ilk kez 31 Mart 1877 de toplanabilmişti ilk Osmanlı Meclisi.
İşte bu mecliste konuşacaktı II. Abdülhamit.
Yavaşça kürsüye çıktı. Uzun bir konuşma yaptı. Ancak o uzun konuşmada özellikle şu cümleleri dikkat çekiciydi: ( Bu günün Türkçesiyle yazıyorum konuşmayı )
‘’Babam Abdulmecit Tanzimatı başlatıp ülkenin huzur içinde refaha ulaşması için gereken her tedbiri almış, işler de iyiliğe gider olmuşken Kırım Savaşı çıktı. Savaş dolayısıyla harcamalar arttı. O zamana değin kimseye bir akçe borcu olmaya hazinemiz borçlanmak durumunda kaldı. Borç kapısı işte böyle açıldı. Ama iç ve dış gailelerin sonu gelmedi. Devlet mali sıkıntıyı yenemedi. Ödemeler durduruldu. Bu tutum dürüst bir hareket sayılmaz. Borç yaparak finansman, o günü, o anı kurtarır ama, geleceği sıkıntıya sokar. Bu sıkıntı bizim tahta çıktığımız şu anda bütün ağırlığıyla karşımızdadır. Biz, istibdat idaresine son vermeyi, meşveret ( demokrasi) ’nin, bütün bu güçlükleri yenmeye kadir olacağına inandığımız için karar verdik. Hepinizden ricam şudur: El ve gönül birliği ederek gerekli tedbirleri alın; çıkması yararlı olacak yasaları çıkarın, mali reform yapın, ülkeyi bu sıkıntılı durumdan kurtarın.
Bu konuşmada dikkat çekici bir kaç nokta vardı:
1- Osmanlı Devleti ilk kez Kırım Savaşı yıllarında dış devletlerden borç almıştı ( 1853-1856)
2- Alınan bu borçları ödemek için yine borç aldı ancak borçları ödeyemedi . Ödemeleri durdurdu. ( Yani devlet resmen iflas etti.)
3- II. Abdülhamit doğrudan doğruya kendisi mutlak monarşi yönetiminden ‘’ İstibdat’’ Diye bahsediyor ve her türlü zorluğun üstesinden gelmek için meşrutiyete ( kendi ifadesiyle meşveret= demokrasiye) geçildiğini vurguluyordu.
4- Bu ağır ekonomik bunalımdan kurtulmak için el ele, gönül birliği içinde hareket edilmesi gerektiğini bildirirken aynı zamanda Osmanlı Devletinin ekonomik açıdan çökmüş durumda olduğunu da itiraf ediyordu.
5- Osmanlı Devletinin, borçlarını ödeyemeyen bir devlet durumuna gelmiş olmasından utanç duyuyordu.
II. Abdülhamit ‘’ Babam Abdülmecit Tanzimatı ilan edip ülkenin refah ve huzuru için gerekli tedbirleri almıştı, işler de yoluna girmişti ama Kırım Savaşı çıktı ve işler bozuldu’’ Dese de durum aslında hiç de öyle değildi. Yani Tanzimat ile hiç de işler yoluna girmiş değildi. Çünkü 1839 da ilan edilen Tanzimat’tan sadece bir sene önce İngilizlerle yapılan Balta Limanı Antlaşması Osmanlı Devletinin ekonomik olarak can çekişmekte olduğunun bir belgesiydi adeta.
Bu antlaşmaya göre:
1- Tekel sistemi kaldırıldı. Britanyalılara diledikleri miktarda hammaddeyi satın alma imkânı verildi.
2-İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra Britanyalıların da katılması öngörüldü.
3-Britanya vatandaşları Osmanlı ürünlerini Osmanlı tebâsından tâcirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip oldular.
4-Britanyalılarla olan transit ticaretten alınan vergi resmi kaldırıldı.
5- Büyük Britanya gemileriyle gelen Britanya malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti.
Her ne kadar bu antlaşma rahmetli babası Abdülmecit’in döneminde yapılmamış ise de rahmetli babası Abdülmecit de Balta Limanı Antlaşması ile Büyük Britanya Krallığına tanınan bu ayrıcalıkları 1841 yılına kadar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz’e de aynen tanımıştı. Ama olsun; her şeye rağmen Osmanlı Devleti Kırım Savaşına kadar bir yabancı ülkeden borç para almamıştı.
*************
Biraz daha geriye saralım.
Osmanlı Devletinde çöküşü hazırlayan en önemli etken aslında ne o ne bu değil doğrudan doğruya Osmanlıların ekonomiden anlamamaları olmuştur.
Osmanlı Devletinin 1538 de elde ettiği Preveze Deniz zaferi hâla okullarımızda ‘’ Bu zaferle Akdeniz bir Türk Gölü oldu’’ Diye anlatılır. Evet Akdeniz bir Türk gölü olmuştu ama bunun Osmanlı Devletine bir kazancı var mıydı? Yoktu. Çünkü Osmanlıların Akdeniz’i bir Türk gölü yaptıkları tarihten çok daha önce Kristof Kolomb’un bulduğu Amerika’nın yeni bir kıta olduğunu keşfetmişti Americo Vespucci. Vasko de Gama Ümit Burnunu ve Hindistan deniz yolunu keşfetmişti. Magellan ve Del Kano dünyanın etrafını dolaşmıştı. Buna karşılık Kanuni Sultan Süleyman Hint Deniz seferlerindeki başarısızlığı yüzünden dünyanın gelmiş geçmiş en büyük coğrafyacılarından biri olan Piri Reis’in kellesini aldırmıştı.
İspanya ve Portekiz gibi devletler sömürgeciliğe başlamışlar dünyayı parselliyorlardı ki hemen bunlara İngiltere, Fransa, Hollanda da dahil oldu. Yani Akdenizi bir Türk gölü haline getirdik ama Artık Akdeniz Limanları eskisi kadar önemli değildi. Mısır seferi ile Baharat yolunun hakimiyeti elimize geçmişti ama Baharat yolunun da bir cazibesi kalmamıştı artık.
Az daha da geriye gidelim:
1492 de İspanyol Yahudileri II. Bayezıt tarafından Osmanlı topraklarına getirilirken padişah tüm eyalet yöneticilerine ‘’ İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını’’ emrediyordu. Dahası da var. Aynı Bayezıd İstanbul’a getirilen Yahudiler ile ilgili olarak İspanya Kralı Ferdinand için ‘’ Bu Kral’a nasıl ’akıllı Fernando’ diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor.’’ Diyordu
II. Bayezıd’ın torunu da ( Kanuni) dedesinden geri kalmıyordu. Zamanının en büyük kralları olan Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Şarl ve Fransa Kralı I. François’e bile kredi vermiş ama yine de onlara yaranamamış olan Donna Grasia Mendez hamfendiye kollarını açıyordu. Şöyle ki.
Devrinin en zengin bankerlerinden biri olan Donna Grassia , bir miras yüzünden ablası tarafından Konverso olduğu ileri sürülerek Venedik hükümetine ispiyonlanmıştı ( Yani aslında yahudiydi ama hristiyan gibi davranarak hristiyanları kandırıyordu—Ki bu doğruydu ama ablası da aynı durumdaydı aslında.) Neyse…Venedik hükümeti Donna Grasiayı ( Hrıstiyan adı Beatris) Hapse attı. Yeğeni Don Josef Nasi ise durumu Kanununinin doktoru Moşe Hamon vasıtasıyla Kanuni Sultan Süleyman’a iletti. Kanuni Venedik hükümetine bir mektup yazıp ‘’ Bırakın lan karıyı ‘’ Deyince haliyle Donna Grassia serbest bırakıldı ve İstanbul’a geldi.
Bu arada hemen bir yanlışı da düzeltelim.
Efendim Yahudiler Türkiye’ye ilk defa II. Bayezıt zamanında gelmiş değillerdi. Türkiye’de zaten vardılar. Osmanlılardan önce, Anadolu Selçukluları zamanında, hatta ondan da önce bu topraklarda Yahudiler yaşıyordu zaten. II. Bayezıt’ın yaptığı sadece İspanyol Yahudilerini İspanya zulmünden korumak amacıyla Türkiye’ye getirtmek olmuştu.
Kanuni Sultan Süleyman sadece Donna Grassia Mendes’e kollarını açmamıştı. Fransa Kralı Kralı I. François’in de önce annesine kollarını açıp oğlunu hapisten kurtarmış, sonra da Fransaya mahsus kapitülasyon adı verilen bir takım siyasi ve ticari ayrıcalıklar vermişti onlara.
Her ne kadar bu ayrıcalıklar Fransa’yı Avrupa Hrıstiyan Birliğinden koparmak için verildiyse de, bu imtiyazlar o dönem için bir mecburiyet değil de bir lütuf idiyse de daha sonraki padişahlar bunu bir ata mirası olarak görüp devam ettirdikleri için ileriki yüz yıllarda tam bir baş belası olmuştu bu kapitülasyonlar.
Kanuni sadece Donna Grasia Mendes’e kollarını açmamıştı aynı zamanda Papa IV Paul Ancona’da 24 erkek 1 Kadın toplamda 25 Yahudinin yakılarak öldürülmesini 27 sinin de hapse atılmasını emrettiğinde durumu öğrenen Kanuni papaya şiddetli bir mektup yazıp ‘’ Yahudi tebaasının üzüntüsünü; Papalığın Türk Yahudilerine karşı davranışından ötürü hazinenin en az 4000 Duka kayba uğradığını ve gelirinin azaldığını; Türk tebaası ilan ettiği Ancona Marranoslarını derhal serbest bırakmasını...’’ emretmiş ve papa istemeye istemeye bu Yahudileri serbest bırakmıştı.
Yani Kanuni İspanyol Yahudileri olan Marranosları da kendi halkı olarak ilan etmiş oluyordu bu mektubuyla.
Donna Grasia Mendes İstanbul’a geldikten sonra Muhteşem Yüzyıl dizisinde olduğu gibi Sadrazam damat İbrahim Paşanın yatağını ısıttı mı bilinmez ama pek çoklarınızın en azından adını duymuş olduğunuz o meşhur Galata bankerleri olayını başlattı.Zaten bir hayli kabarık olan hazinesi daha da kabardı. Bu arada da tabii ki Türkler yavaş yavaş önce lükse sonra da faize alışmaya başlıyordu.
Öyle bir zaman geldi ki sadece on üç defa Avusturya üzerine yürüyen ve artık illallah diyen koskoca Kanuni bile Donna Grassia Mendes’den sefer masraflarını karşılamak için borç para almak zorunda kaldı. Tabii ki Kanuniye bu borç ‘’ Agaya beleş ‘’ Denilerek faizsiz verilmişti. Karşılığında alınan pek çok vergiden muafiyetin lafı mı olurdu?
Ve aynı yıllarda çok daha önemli bir sorunla karşı karşıyaydı Osmanlı Devleti: Evet, topraklarına toprak katıyor, ta Viyana kapılarına kadar dayanıyor, doğuda İran’ı dize getiriyordu ama bu kadar çok savaş Osmanlı hazinesini neredeyse tamtakır hale getirmişti. Yani savaşlar kazanç değil ekonomik kayıplar doğuruyordu.
RESİMLER
1- Donna Gracia Mendes( Nasi )
2- Bizim Donna Gracia Dolunay Soysert
3- İsrail’in Tiberia Kentinde Donna Gracia için dikilmiş olan anıt. Neden İsrail ve niçin böyle bir anıt? Çünkü Donna Gracianın yeğeni ve damadı Yasef Nasi Kanuni döneminde Osmanlı sarayı ile yakın ilişkileri sonucunda Tiberya’da bir Yahudi yerleşim bölgesi kurma izni almıştır. Burada yerleşimin etrafına duvarla çevirerek güvenlikli bir alan oluşturmaya çalıştı. Yasef Nassi bütün Yahudileri imtiyazını aldığı Tiberya’ya göçe çağırmasından dolayı Siyonizm’in öncüsü olduğu savunulmaktadır.
4- Osmanlı- Fransız Kapitülasyon antlamasının Osmanlıca metni
5- Donna Gracia’nın bir başka resmi.
YORUMLAR
Çok çok teşekkürler ağabey.
Herhalde devamı olacak.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Elbette ki Muharrem Kararnamesini ve borçlar idaresini de anlatacağım. ( tabii ki elimden geldiğince) Zaten amaç borçlar idaresi ( Duyun-u Umumiye ) ve günümüzde yeni kurulan Türkiye Varlık Fonunun karşılaştırılması...
Selam ve sevgilerimle.
chaotica
Sami Bey iyi sabahlar....
Tarih böyledir işte...Bir grup "revizyonist tarihçi" de ekonomik gerekçelerle Fransa İhtilalini eleştirmekte,özellikle Nice!teki 12 bin dokuma tezgahının 6 bin 500 e indiğini anlatmaktadırlar.
Sizi tarih bilginiz yönüyle "eleştirmek" haddim değildir ama yine de şunu demeliyim.
Kanuni,Y.S.Selim'in oğlu değil mi?
sami biberoğulları
Gecenin geç bir vaktinde uykulu kafayla yazınca Kanuniyi II. Bayezıdın oğlu yapmak da normaldir.))))))) Dikkatiniz için tekrar teşekkürler
Selam ve sevgilerimle.