- 591 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GOLAMATROS.....BİRİNCİ BÖLÜM
Melani, bütün gece yatağının içinde kâbus düş arası dönüp durmuştu. En nihayetinde sabah insana has kıprayışı başlamıştı. Onun içindir ki; Bir bedenin nefse o öz anaçlığı yenide yeniden ruha kabullendirmenin vakti gelmişti.
Kendi aleyhinde daha iyi kararlar alması açısından, diğer anı diğer; anına emsal etmemeli. Yani, ilk adım sonrasına diğer adımları daha önemli idi.
Ve eni sonu gidilecek yer beli. Dünya malı boş bir gurur, sevinen sevincin kırıntısı kadar acı birçok olayın perdelenmesi ise şimdilik fikri uygulamadan kalıyordu.
İnsana bağışlanan ömür isimsiz bir mektup zarfı misali elbet geldiği an itibari ile okunur; hem de nefes almadan. Ama içindeki her cümle kesin diğer cümleye bağlılık yemininde olduğunu bilmesi gerek.
Melani, Bu düşüncelerin arasında etrafında oluşan o gümüş ve geniş düşünce çemberi kayıp olurken. Bir kez daha yapacaklarını gözden geçip, usulca yatağından doğruldu. Beline kadar inen o kumral, saçlarını kırmızı tokası ile tepeye toplama telaşından sonra. Gözlerini ovuştura ovuştura pencereye yöneldi. Zaten yarı açık olan perdeyi hızlıca bir kenara topladı. Dün gece yağmur çiselerinden bir hayli kirlenmiş olan camı ise ardına kadar açtı. Ve gecenin, kara gölgesinden gün ışığına doğru o mis kokulu havadan derin bir nefes almasına aldı. Ilık ılık esen rüzgâr ile kurduğu serin iletişim ise sadece ve sadece cesareti bilgisi için yarendi kendisine. Kayıt altına alınma kaybında olan istek ve de arzusu kimine göre öylesine istekler gibi görünse de; sonu güzel olacak ve mücadelenin mükâfatını ala bilme, beklentisini ertelemesi için. Şimdilik haklı haksız bir gerekçeyi çokça geride bırakmış iken.
Ve ince bir zarın içinde kurtulmuşcasına o narin elleri ile cam kenarındaki mor menekşeleri biraz kıyıya çektikten sonra; pencerenin pervazına yaslanıp, başını iki elinin arasına alır İstemeye istemeye ve şu an ortasında bulunduğu andan sıyrılıp, o iri zeytin tanesi gözleri uzakları yakın edercesine sağ sola bakındı.
Şu bir gerçek kişi evrenin bütün nimetlerini faydalanması en çok düşünme biçimine göre kendini anca böyle ifade ederdi. Zor olan ise beklenen bekleyene dönüşünü dengeleyen o çark bu sefer kararsız dönmesi idi. Kafasında yaradılışın hüküm kendi içinde yargılayan o keşkeleri milyon sefer dağılıp toplasan da. Kıyısı öfke olan fırtınaya hazır bekler. Ve her ne, pahasına olursa olsun. Acımazsız olan hayat, avuçlarında cam kırıkları biriktirir biriktirmeye de devam eder. Buna rağmen acının sahibi en doruk noktada bile sesini çıkarmamaya çalışsa da. Onu bir şekilde bir gün birileri duyar. Kafası kuyuya düşen paslı kova misali ne kadar duruluk varsa o kadar durgunluk olur. Hani derler ya! Ruhun iç savaşı bir başlayamaya görsün. Bir bakış gözlerini düşman dikmiş yatağında kükreyen aslan misali iken diğere tarafta ise düşünce ağını çok cılız bir sesinin hükmü geçerliydi. Yani gerçekler hayır kadar üstüne şerrini de boca ediyordu.
Yarası olan ve acısı bine katlanan Melani ise, her seferinde olduğu gibi hüzünlenerek için çekti.
“Ömrümün en verimli yılları böyle boş verimsiz geçmesinin tek suçlusu yine benim: ”dedi
Yanağındaki damlarının akışına elleri ile engel olurcasına usulca silerek, tekrar odanın loşluğuna geri döndü. Zaten bir iki parça olan elbisesini hızlı bir şekilde küçük çantaya yerleştirip odanın genel düzenine bir iki sefer göz atıp, yattığı odadan direk salona geçti. Ve bahçeye açılan balkon kapısında yeni biçilmiş ağır mı ağır cim kokusu his ediliyor. Belli ki bahçe işleri ilgilenen Celal, amca yine herkesten daha erkenciydi.
Celal amca kendilerine bahçıvan olarak otuz beş sene önce Kırklareli’nin saray ilçesinde gelmiş, yaşı ellinin üzeri zayıfça ve uzun boylu maviş gözleri, beyaz saçları ile tam bir saraylı havası vardı kendisinde. En güzellide şair olması ve iki çift rakının gözüne vurdu mu? Ne şiirler okurdu bahçedeki ağaçların gölgesinde. Kendisininkinden başka kimsenin öfkesinde alışkın değildi. O sadece anlardı. Sarı papatyaların menekşelerin lalelerin dilinde. Hayalleri saklıydı sanki duvardaki sarmaşıklardan.
Her neysene bahçenin gerçek sahibi beliydi. Ya evin genel düzeni her zamanki gibi bazı ev eşyaları, tıpkı insana benziyordu. Ne yapsan ne eylesen yıpranma terk edilme yenilgisini kabul etmez. Bu da evin salonun da duran o kırmız kadife koltuklardan ibretti. Ve mermer sehpanın üstünde duran günlük gazetelerin daha kimse tarafından okunmadığı dizilişlerinden beli idi…
Melani, mutfakta gelen sesleri yarım buçuk hevesle biraz daha dinlendi. Keza gitmekle gitmemek arası kısa bir süre bocalama yaşadıysa da. Derin bir nefes alıp mutfağa doğru bir iki adım daha atıp ve birden nefes almamışçasına yerinde buz ölüsü düşüncelere yeniden daldı. Sevgi duyduğu her şey gün gelecek onun aleyhinde tanıklık eden bir özlem biçimiydi. Acaba ona ulaşmanı bir yolunu bula bilecek miydi? İyi ve kötü kahve telvesinden şekil fukarası hayal değildi bunlar. Dününü yarını ile mukayese ettiğinde. Hayallerinin, o kahramanı kesinlikle ve kesinlikle kendisi idi şimdilik.
Ah! Bir de iyi bir sonuç kadar kötünün ürperticiliği olmadığı da yok değildi. Bu durum karşısında cesaretini kayıp etmemek, böylesine bir serüvene atılmanın cesur insanlar özgüydü. Su almış geminin kaptanı olmadan önce önlemini almış her şey kendi kontrolünde mutfağa doğru yöneldi Melani. Mutfak masasının başına toplanmış bütün aile üyeleri, her zaman olduğu gibi samimiyetin hiç yaşanmadığı birbirlerinin içindeki. O sahte tavırları ile sırdan şeyler konuşuyorlardı. Yumurtanın katı oluşu, ekmeğin ne kadar kilo yaptığına varıncaya kadar el aşağı ediyorlardı.
Melani, olması gereken yerin karasızlığına bir daha şahit olmasına olmuştu. Nitekim bir bütün olmak varken; birilerinin kopmuş parçası olmak hiç tanış olmadığı bir kasabanın içinde o kapı senin bu kapı benim deyip yumruklamakla eş değerdeydi. Günaydın deyip içerdekilerine ve nazikçe boş bir sandalyeye doğru elini uzatırken sert bir homurtu herkesin sesini ortadan pat diye kesmesine yetmişti.
Kirkos Bey, çatalı tabağında duran son peynir parçasına hızlıca gözlerini dikti ve gözlüğün bir az daha burunun üstüne çıkarıp dedi ki “meseleler önüme dizilirse hataları görerek çizerim” demiş atalar.
Kimseden o vakit çıt bile çıkmadı! Herkes önlerindeki tabaktaki yiyeceklere kitlenmiş gibi başlarını önüne eğmiş o gür sese kimse dönüp ne oldu diye bilmenin cesareti demeyelim de. Kısaca bana değil kime kızılıyorsa o çıkıp sorgu savul etme beklentisi daha çok hâkimdi.
Melani ise halen, evin mahzun kızı olma gayretinde idi. Masada bulanan kahvaltılardan bir iki seçim yaptıktan sonra ince beli çay bardağında ki o kan kırmızı çayına iki şeker atıp ve sert bir şekilde karıştırır. Sanki kıtlıktan çıkmışçasına tabağındakileri yemeye uğraşıyor gibi görünmenin keyfini yaşıyordu. Ama masadakiler donuk bakışlarını birbirine çevirmeleri uzun sürmedi. Neler oluyor gibisinden renkten renge giren yüzleri çok önemsiz olan varlıklarını kademe kademe düşürürken. Görgüsüzlük en çok rahatlığı izler böyle durumlar da dedirtiyordu.
Bir çırpıda ise Kirkos Bey, kazanmış olduğu bu variyettin şeceresini çıkarmış, en küçük torunun minnettar kalması gereken ecdadın kemiklerinin sızlattığını anlatamaya başladığı sırda ise.
Melani, büyük bir gürültü çıkaran sandalyesini geri çeker ve hızlı bir şekilde masadan kalktı. Yüzüne düşen perçemini ince narin parmakları ile geriye attı.
Babaannesine döndü:
Yaya(babaannen) Zara’ya gitmeye karar verdim. hiçbir yanlış anlaşılma olmasın ve iziniz olsun olmasın.
Hilde, hanım beyaz bulutlarından emanet alınmış yüzü daha da bir beyazlaşmış yaşlığın verdiği olsa gerek elleri ayaklarına kadar zangır zangır titriyordu. Kendini biraz toparlar toparlamaz. Elinde ki kahvaltı çatal ve bıçağını usulca masaya bırakmış bakışları ise birden sertleşti
Kızım sen ne dediğinin farkında mısın? Bu saatten sonra Hele ki o uğursuz adamın yanına gitmene izin veremem dediyse de. Melani ,cevap vermek yerine geri dönüp ona sarılmak için bir iki adım attı.
Lakin Kirkos Bey, o gür sesi ile olaya müdahale etti. Kızacağız olduğu yerinde kala kalınca tek bir kelime edemedi.
Kirkos bey :
-şaşılacak şey diye mırıldandı.
Melani cevap verdi.
-Haklısın inancımız kayıp etmeyelim elbet emanetler ulaşacağız dedi.
Kirkos bey:
-Ne diyorsun sen? Diye bağırdı. Telaşla elini başına götürdü.
Hım!
-Ne oldu bunun anlamı? Ne yoksa tahmin ettiğim şeyin peşinde misin sen?
Melani soğukkanlılıkla cevap verdi.
-Benim hazırlıklarımı gözden geçirmem lazım. Evet, vakit çabuk geçti yeterince lak lak ettim.
Kirkos Bey:
“buraya bakar mısın sen?” dedi sert bir sesle eşine
-bu kadar çok soru sorma
Ama bey bunun olmasın bir daha izin veremesin” deyip yaşlı kadın masaya sert bir hamle ile kapaklandı. İnanılmaz bir şekilde hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve ağıt şekillinde yalvarışları odanın içinde yankılanıyordu.
Hilda hanım:
-Beni dinle gitme ne olursun! Hiçe bulaşır geri yanı buraya dönersin.
Melani, Hayır dedi.
-Yanılıyorsun geriye dönmek mi? Geriye dönmeyi düşünen kim!
Hilda hanım
“şuna engel olun” diye çaresizce bağırdı.
Ve nefesi kesilmiş Kirkos Bey sıkıntının farkında usulca başını kaldırdı.
-Yaaa! Çok garip bir şey dedi. Yolun yarısın geçmişiz ama ne varışı ne dönüş sağlayamıyoruz.
Masada bulanların çoğu hemen hemen aynı fikirdeydi. Melan’nin, çünkü bu girişimin gerçekleşmesi pek kolay olacağa benzemiyordu. Bu sözlerine hiç kimse cevap vermedi. Boş gözlerle birbirlerine bakındı masadakiler. İşin özeti kimse kimseye sözünü geçirmeyi başaramamıştı. Ve Vedanın sadesi makbuldü bu durumda. Uzun uzun sarılmak nasihatlerin yeri ve zamanı değildi. Kısa bakışlar sonra sesler bir birine karıştı. Herkes savunmaya geçti derken. Melani çoktan bahçe kapısından başıboş sokaklara atmıştı kendini…
Melani, geriye bir fiske dönüp bakmadan uzun bir süre İstanbul’un boş sokaklarında ellerini ceplerine koyup yürüdü. Ve insan ayaklarına küs kaldırım taşları ise yavaş yavaş güneşinin yükselişi ile ısınıyor nem oranı artıkça artıyordu.
Ruhunu azatlığını iyice benimseyen Melani, şimdilik bir hayli karma karışık olan hisleri ile hiç polemiğe girmeden.
Ailesinin sır saydığı kendisindeki o boşluğu çok ama çok büyüktü. Ne kadar saklasa kendine olması gereken şey buydu dese de. Cevaplandırması gereken çok soru karşısına çıktı. Yaşayacaklarının duruma göre ne kadar kendi aleyhine elverişli olduğunu bekleyip tabi ki görecek...
Hayallerinin uçup gitmesin diye dünyanın kılına dokunmamaya karalıydı. Ve kalbinin yanı sıra bedenen ruhen bir yorgunluğu var olsa da. Aslında içi o kadar dolu ki. Şu anda birilerinin desteğine ihtiyacı yok değildi. Mesela omuzuna yaslayıp varı yoğu bir solukta anlatacağı doğru yanlış analizine beraber edecek o kişi kişiler olmalıydı.
Tam bu sözleri söyledikten sonra sessizliği uzaktan gelen çocuk sesleri ile bozuldu. Duvarları aşıp gelen o sesler nefes alışına eşlik eden adımları hızlandıkça daha da yakınlaşıyordu. Aman! Tanırım o oda ne? Koca koca binaların gölgesinde küçük bakımsız bir parkın olduğunu gördü. Yedi cücelerin andıran tam yedi çocuk vardı.
Boşluktan sallanıp duran şekilsiz dünya da masalar gün gelir gerçeğe dönerken demek ki burada pamuk prenses olan ben lazımmış deyip, Sağ sola yamulmuş demir kapının kancasından tutup açtı.
Daha sonra bilindiği gibi birazda yorgun kendini nefes nefese bir banka attı. Sırtında ki küçük çantasını yanında ki boşluğa indirdi. Gölgenin verdiği serinlikle gözündeki güneş gözlüğünü çıkarır çıkaramaz parkın genel düzenini daha iyi görmüş olurken ve “Ne kadar pis çıplak bir yer.” diye düşündü Melani,
Ne kötü bir rastlatıydı kendisi gibi banklara oturan insanların o eski kül rengi gülüşlerini uzaktan bile fark ediliyordu. Keza böyle saf gülüşlerin karşısında dehşete kapılmamak elde değildi... Dediği tek kelime “burası yarı açık bir cezaevi bizler ise gönüllü tutsaklarız ötesi yok“ dedi. ve başına taktığı o kara gözlüğünü telaşla alıp gözlerine taktı. İçinde ki o çocukluk bir dehlizin içinde geçiyor, aynı zamanda elindeki su şişesine baktı evirdi cevirdi. Diğer kişilerden farklılığı ve bu geçen yirmi senin içinde çok tuhaf şeyler oluşunun acısına tekrar geri döndü
Olayları gün yüzüne çıkarmanın hırsı kanın hızlandırmış o asık küçük yüzüne nerdeyse bir tebessüm kayıp olup diğeri gelip oturdu.
Dedi ki “herkes nefsini karşısında hazır bulacak bütün bunlar olurken birileri çıkıp neler oluyor diyebilmeli de aslında.”
Suç ve kusuru perdeleyen o hemen hemen her şey ilginç şeylerde içermekte. Yaşamı boyunca yakasına düşen hilekâr o gösterişli yaşamını bir şekilde arındıracak bir derya bulacağı anın peşinde şimdilik…
Ilık bir rüzgâr toplayıp eteklerini usul usul eserken Melani az biraz ayaklarını dinlendirmiş elindeki simitti bitirmek üzere iken telefonun çaldığını titreşimlerden anladı. Kim olacağını biliyor gibi sadece bakıp tekrar çantanın içene atıyor iken
aaa o da ne arayan çocukluk arkadaşı Ozan Sarıçamdı.
Ve sesli düşündüğünün farkında ama neden Ozan arıyordu ki onun? şaşkınlığını atar atamaz telefona cevap verdi.
-Evet, buyurun benim melani,
-Karışı tarafta ki ses heyecanı yatıştıktan sonra
-Merhaba kız kurusu… Nasılsın ve nerelerdesin
-Ben İstanbul’dayım iyiyim
-Çok güzel İstanbul’da olmanda; senin sesin çok kötü geliyor bana
-Yok, yok iyiyim ben dedi melani
Birine ihtiyacı olduğuna bu sefer daha da çok ikna oldu. Sonra sanki gözyaşına kilitlendi. Yanaklarında boncuk boncuk yaşları süzülüyordu. Ozan karşı tarafta ne diyorsa da cevap vermiyor. Bataklık havasını solumuş hayatı gözünün önünden bir daha geçti Birkaç dakika böyle devam etti ve tekrar kendine geldi.
Sessizliği yine melani bozdu.
-Ozan iyiyim az biraz duygu yoğunluğundayım özür dilerim.
Ozan:
-İyi değilsin sen sadece yerini söyle gelip alam seni. telefonunda konum bildirimi yap hemen
Ve telini kapattı…
Ozan arkadaşının içinden çıkmadığı bir sorunla karşı karşıya olduğunu ve yardımına ihtiyacı olduğunu bilerek yola çıktı. hep sevdiklerinin sıkıntılarının onun omuzlarından ağırlaşmasında hiç yabancı değildi. Sıkıntılarını gidermenin fazlasını verebilme çabasını bu günde görev bilmiş; doğrusu da buydu. Keza yanında olmalı tabi ki…
İstanbul trafik her zamankinden daha kalabalıktı ara sokaklardan girip çıkıp ve parka yakın bir yere arabasını bıraktı. Onu aramaya koyuldu…
Çok sürmedi buluşma noktasında eli ile koymuş gibi buldu. Kızın yüzü o kadar solgundu ki fakat birden yüzündeki endişe yerini yavaş yavaş ilgi ve meraka bırakmıştı. Ve küçük kalbi yumuşak bir sıcaklıkla doldu. Ki,
Ozan:
-Hadi anlat bakalım ne oldu sana dedi.
Çünkü Melani suçlu hata biraz konu dışı bile oldu. Ne anlatayım diye kekeledi…
-şey! Şey işte… Ozancığım ben evden ayrıldım
-Nasıl yani evden ayrıldın
-bu gördüğün çantayı var ya!
-eee
-aldım çıktım. Hepsi bu kadar
-İyide ailen ne dedi. Bu işe karşı çıkmadı mı?
-Dinlemedim onları
-Hım!
-İyide ne yapacağına karar vermişsindir demi.
-Evet verdim
-Sivas Zara’ya gideceğim
-o niye
-hayatımın o yarısını çalanı bulmaya gideceğim
-çalanı pek anlayamadım
-boş ver
-oooof! kızım bilmediğin bir yere nasıl gideceğin ve hadi gittin diyelim sonrası.
-bekleyip göreceğiz
- yani!
Melani gayet sakin bilet alması için otogar gitmesi gerektiğini söyledi
Ozan Pekiyi dedikten sonra otogar doğru yola çıktılar.
Ozan, şimdilik Melani’nin kafasını karıştıracak her hangi bir soru sormamakta o yüzden gözleri dikiz aynası ve yola sabitlemiş. Bir tarafta ise bu kızın hayatımın yarısı dediği kişi kimdi acaba bu bir erkek olabilir miydi? Bu soruların cevaplarını kafasında tekrar ettikçe daha da sıkıntıya düşüyor. Çünkü Melani ile tanıştıklarından beri hoşlanıyor. Ama ona olan sevgisini bir türlü söylemeye de cesaret edememenin acısı vardı.
Kararlarının arkasında olan melani daha Rahat bir şekilde biletini alıp vedanın ikincisini yaşamaya hazırdı bile.
Saat beş buçuk araba hareket edeceğini duyurmuştu perondaki görevliler. Son kez sarıldı arkadaşına ve otobüste kendisine ayrılana koltuğa gidip oturmuştu idi.
Ve otobüs yavaş yavaş hareket etmesi ile doğup, büyüdüğü, şehri yavaş yavaş geride bırakması. Zihinleri allak-bullak eden en önemli tabunun yerle bir olmasına neden olmuştu…
Gece uzun az biraz uyumayı denedi. Fakat iki yaşlı amacının Ülke yarım fikirli cellatların elinde oluşunu ve hayat şartların devşirmelerine ister istemez kulak misafiri oluyor…
Şapkalı amca yurt dışı görmüş her halde.
”Boşluktayız kendi ülkemizde ”dedi
Diğer amca bir yerden emekli ve ona daha çok bilginlik bulaşmıştı. Aldığı maaş dilim şekillinde geri geri kendisinden alındığından bahis ediyordu.
Dile kolay karışındakini nasıl etkileyecek, İkide birde Ya… Neymiş! Efendi.
Aynen öyle efendi…
Melan’nin, Tam çapraz koltuğunda bulunan orta yaşlı saçlarının dip boyasını saklayan bir fular bağlamasını da ihmal etmemesi dışında. Acele bir taraftan tırnaklarını ojesini de sağa sola taşırmış. Kısaca heyecan fukarası bir bayan ise tel rehberinde her kim varsa aramakla meşguldü… Ne kadar farklı bir sevinçti ki geldiğini herkes anlatıyor. Sabah oradayız kırmızı halılar serin demek kadar cümle sarf etmişti yolculuk boyunca. İnsanın bir bekleyeni olmalı kısaca onu çeken doğruların doğrusu kadar eğride kadının her cümlesine dâhil oluyordu. Kişi kendini nerde görmek isterse orada bilir bu sözün tam şekil karşısında idi.
Melani bu kadar kulak misafirliği fazla deyip, Zara’ya varışın elindeki kısa bilgilerin oldu o küçük not defterini incelemekle müşkül oldu. Önce o bakkalı bulması gerek; sonrası çorap çöküğü gibi geldiğini içi ferahlığı ve rahatlığını yüreğine görseldi. Başını pencereye yaslayıp, derin bir uykunun peşine düştü ve öylede oldu. Günün yorgunluğu ve arabanın yavaş yavaş yol alması Melani’i derin bir uykunun kollarına bırakmıştı. Rüyaları ise kesik kesik olmasından dolayı, sabaha hafızasına bir şeylerde bıraka bilmesi imkânsız görünüyordu. Bu arada ise saatlerin boyu birbirinde kısa ele ele tutuşup, sonra bir rakam diğer rakamı geride bırakması da günün ağarmasını çabuklaştırdı.
Son durak yeri Yozgat Akdağmadeni olduğunu terminal hoparlöründen duyuldu. Uykunun verdiği düşünce boşluğu ile yerinden usulca kalkıp, en azında bir çay içmek kendisine iyi geleceğini düşündü ve Arabadan dışarıya adımının atar atmaz havanının soğuk oluşu kemiklerine işlemişçesine ürperdi.
“Ay!” Dedi.
Ve arabadan çıktığı gibi geri dönüşü bir oldu. İnce yazlık montunu omuzuna aldı. Tekrar dışarı çıktı.
Kendisi gibi gözüne ilişen bütün yolcuların varış noktalarına doğru süren o uzun yolculukları daha da bir bitkin bırakırken yine de bir köşede bir şeyler yeme alma telaşı onları tek tek izledi. Kendine sıcak bir çay alırken çünkü çay tepsilerin üzerinde sipariş ediliyordu.
“Çay bir TL”
“Kan kırmızı Çaaaaaaaaaay buyurun” diyen esmer bir çocuk bacağı kolu incecik hızlı bir şekilde yer değişmesini sağlıyor. Nerdeyse her yana yayılmış hata göğe kadar denile bilir. Sabahın esen sert rüzgârını içine çektiği derin nefesler ciğerini ince bedenini ayak tutarken yanaklarına ise kırmızı bir renk veriyor ve o hiç farkında olmasa da donuk gözleri ışıldıyordu.
Yol başlarında karanlığın aydınlığa sekti zaman içinde unutulan ve kısaca bir örneği bu çay çocuktu. Melani çocuğu gözlemlerken şanslı saydı kendini ve İnce montuna sımsıkı sarıldı. Çayın yudumlama hevesi ile bir boş sandalye aradı. Lakin hepsi dolu olduğundan yürümeye karar verdi. Bir iki adım derken havanın soğukluğu bir yanda düşüncelerine konuk ettiği çocuk bir yandan çayının nasıl bittiğini bile anlamıştı.
Çok geçmeden binmiş olduğu otobüsün hareket anonsu duyuldu…
“İstanbul’dan gelip Sivas’a Zara’ya hareket eden otobüsümüzün tüm yolucuları mola saatiniz bitmiştir hayırlı yolculuklar dileriz…”dendi bile
Melani bir hayli Üşümüş bir şekilde yolcusu olduğu koca Otobüse yöneldi. Beklentisini beyinin derinliklerine bırakma yanı sıra köyleri o kentleri hata dağ ve ovaları geride bırakmasına çok ama çok az kalmıştı. Âmâ kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki keşkeler kum tepecikleri gibi yükselip yıkılması da bir oluyordu. Her şeyde bir hayır var dedi. Koltuğuna oturup cama yasladı başını, Otobüste bulanan diğer yolcular memleketleri Sivas’ a yakınlaşırken. Radyoda ise Sivas’ın o türkülerinin içli yanık ezgisi yankılanıyordu. Ve eşiklik edenlerin gözleri ışıl ışıldı deme ki memleket sevgisi insanı aya güneşe eş kılıyor. Bu ayrı bir duygu demenin yeri gelmişti….........
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.