ORDU'LU BİR KIZ SEVDİM!.. (CENNETTE AŞK!) 4
Bilgehan, Alparslan’la yıllar öncesine dayanıyordu arkadaşlığı. Birlikte çok hızlı yılları devirmişlerdi İstanbul’da. Öğrencilik yıllarında Bilgehan İstanbul üniversitesinde okurken öğrencilerin sokak kavgasında Beyazıt’ta tanımıştı onu. Öğrencilerin kıyasıya birbirlerine kanlı kavgalar ettiği Beyazıt meydanındaki köşedeki çay ocağında çay içerken yaralı, yarı baygın halde içeride boş bir masanın dibine yığıldığında tanımıştı onu. Eli, yüzü kanlı olarak on kişinin saldırısından kurtulmak için çaresiz sığınmaya çalışmıştı. Belki bir umutla kendisine yardım edeceklerin varlığını düşünmüştü. Bilgehan, gözü dönmüş vicdansızların elleri sopalı, zincirli, bıçaklı Stalin bıyıklı saldıranların önüne geçerek, ’Onu bana bırakın, ben hallederim! Siz gidin diğer faşistleri halledin!..’ dediğinde duraksamışlar, inanmayan azılı görünüşlü biri Alparslan’ın üzerine doğru yürürken Bilgehan’ın masasının üzerindeki Cumhuriyet gazetesini gösteren arkadaşı; ’ Bırak ya! Arkadaş bizim yoldaşımız, görmüyor musun okuduğu gazeteyi?!’ deyince ’Tamam şimdi farkına vardım sen deyince! Yoldaş sen bu faşisti hallet!’ diyerek hep birlikte koşarak geldikleri istikamete gitmişlerdi. Sonra Bilgehan, Alparslan’ın yanına giderken tedirgin olmuş, korkmuş, onlardan sanmıştı Alparslan. Bilgehan yanına yaklaştıkça gözleri yuvasından fırlamışsacasına bakıyor, titriyor, kendisine saldıracağını tahmin ederek sığındığı köşedeki sandalyenin bir bacağını sıkıca kavramış, saldırması halince tükenmiş gücünü toparlayarak saldırışa geçecekti. Fakat, Bilgehan’ın yüz ifadekerine ne bir gerginlik, ne de bir öfke vardı. Gülümser tavırlarla yanına yaklaşınca kötü biri olmadığını farkına vararak sıkıca tuttuğu sandalye bacağını bırakmış, Bilgehan’ın gözlerinin içine odaklanarak, ’merhametine sığınırım, yardım et!’ diyordu sanki. Bilgehan, tedirğinliğinin geçmediğini anlayınca;
’Benden korma bilader. Bıyıklarımın biraz aşağı sarkık olması nedeni ile onlara öyle hitap ettim seni kurtarmak adına. Beni kendilerinden sanmalarına çalıştım. Tiplerinden belliydi nasıl birileri olduğu. Şerefsizlerin gözünü kan bürümüştü. Öyle davranmasaydım seni öldürebilirlerdi. Allah’a şükür ben vardım burada. Beni kendilerinden sandılar. Ben siyasetle ilgilenmem ama o kadar da vurdum duymaz, ruhsuz biri de değilim!’
Yorgun düşmüş, yüzünden kan sızan Alparslan güçlükle kısık sesle mırıldanabildi;
’Gardaş, Allah razı olsun senden. Bunlar eli kanlı katil domuz soyları! Vatan haini bunlar. Bu toprakları emperyalizme,siyonizme peşkeş şeken soysuzlar!’ diyebildi.
’Biliyorum gardaş! Yüzlerinden nuru almış Allah! Tamamen iblisin uşağı olmuşlar. Emperyalizme karşı savaştıklarını sanırlar ama giydikleri kot pantolanların, içtikleri sigaranın, meşrubatlatın markalarına bakmamız kafidir ne denli uşaklaştıkları!
’Bu ülkenin gerçek vatanseverlerini üniversitelerde okumalarını hazmedemiyorlar. Okumamızı, vatanımıza, milletimize faydalı evlat olamamızı, emperyalizmin her türlüsüne karşı dik duruşumuzu istemiyorlar. O nedenle biz ülkücülere saldırıyorlar gardaşım. Faşist isem namerdim. Yok böyle bir şey! Biz Türk-İslam ülküsünü savunan, genelde fakir aile çocuklarıyız. Kimimizin babası köyde çoban, çiftçi, amale. Şehirlerden gelen arkadaşlarımızın aileleride çok fakir. Zar-zor geçinen emekçi insanlar. Alın terilerini nasırlı elleri ile akıtan ailelerin çocuklarıyız biz! Nasıl okuduğumuzu, ne zorluklarla okul ve yurt masraflarını ödediğimizi bir bilsen gardaş! Ah bir bilsen!
Bilgehan, halsiz düşmesine rağmen hala dertlerini anlatmaya çalışan Alparslan’a;
Yeter gardaş! Anladım... Bunları bir daha karşılaştığımızda anlatırsın nasipse. Sen şimdi bu halinle bir yere gidemezsin! Ben bir taksi çağırayımda Çapa’ya kadar gidelim. Allah muhafaza iç kanama veya başka bir kötü durum olabilir! Seni acile götürüp doktora görünmelisin!’ derken telaşla Alparslan hafifce kımıldadı yerinden, ölgün ve yorgun bakışları ile;
’Gardaşım haklısın! Halsizim... Fakat benim yanımda para yok! Nasıl öderim oradaki masrafları? Babamdan geçen hafta yüz lira gelmişti, malum öğrencilik... Anlayacağın, meteliğim yok! cılız sesle diyebildi bunları.
’Ya bırak şimdi parayı marayı! Bende var gardaşım. Sen az bekle ben hemen taksi çevireyim dışarıda!’ der demez fıldadı kahveden dışarı.
Alparslan, elindeki yağıt mendille başından, kaşından aşağı dpoğru süzülen kanları silmeye çalışırken kahvenin garsonu su ile temiz ıslak mendil getirmişti yanına. ’Sen karışma, ben sana pansuman yaparım’ der gibi bakışlarla çöktü izlerinin ucuna. Suya bandırdığı bezi iyice sıkarak önce kaşından sızan kanı sildi. Yanında getirdiği yarabandını yarılan sağ kaşına yapıştırdı. Başındaki yarayıda yavaş yavaş temizledi ama o yaraya yara bandının küçük geleceğini görünce kalkıp ilk yardım dolabına gitti. Dolaptan geniş yarabandı ile makası getirdi. Önce tentirtyotu sürdü miktop kapmaması için. karanın büyüklüğüne göre yarabandından keserek yapıştırdı. ’Gerisini hastahane halleder gardaş’ diyerek uzaklaşırken;
’Senden de Allah razı olsun. Bu iyiğiliğinizi asla unutmayacaşım gardaşım!’ diyebildi garsona Alparslan. Tebessümler saçarak yanından uzaklaşıp görevinin başına döndü garson.
Sessizliği işe açılar içinde outurken Alparslan, hışımla kahveye giren Bilgehan;
’Taksi geldi, haydi gidiyoruz’ dedi aceleyle. Telaşlı adımlarla Alparslan’ın yanına varır varmaz Alparslan’ın koltuğuna girdi. Zor adım tabilen Alparslan’ı taksiye ancak beş dakikada götürebildi. Taksici korku gözlerle bunlara bakıyor, başına bir dert alacağını sanarak benzindeki normal hali sapsarıya dönüşyordu. Biliyordu ki; siyasi bir kavganın içinden çıkmışlar, ileride önlerinin keslilip arabasını ve kendisinin darp edileceğini zannediyordu! Durumun farkına olan Bilgehan taksinin arka kapısını açarken;
’Yahu bilader, korkacak bir durum yok! Saldırıya uğramış bir grup tarafından. Çapa hastahanesine en kestirmeden gidelim. Arakadaşımızın durumu pek iyi görünmüyor’ deyince, Taksicinin içinde ferah bir rüzgar esintisi düştü! Taksici yaşça Bilgehan’dan neredeyse 15 yıl daha yaşlı olasına rağmen;
’Tamam ağabey, ben sizi hemen yetiştiririm’ derken sesi titriyordu ve ağabey diye hitap ediyodu Bilhehan’a.
’Estağfullah, siz benim ağabeyimsiniz. Lütfen öyle hitap etmeyiniz bize! Ve korkmaya da gerek yok ayrıca! Sizin kılınıza en ufak bir şey gelmeyecek, gelemezde! O yönden sakın ve emin ol ağabey!’ dediğinde taksici gaza biraz daha yüklendi.
Ana caddelerden, ara sokaklardan yıldırım hızla ilerliyorlardı. Alparslan, arka koldukda uzanmış yatıyordu. Ön koltukta oturan Bilgehan; sık aralıklarla araya bakarak Alparslan’ı kontrol ediyor, konuşuyordu ona morel vermek için. Hastahaneye vardığında ambulanslar diğer hastaları acilen hastahaneye taşıyor, siren sesleri ortalığı ayağa kaldıraca çığırtkanlıkta, alarm ışıkları şimşek gibi çakarak etrafı kıvılcımlandırıyordu. Onların eşliğinde hastane kaısından içeri girdiler. Müsait bir köşede indiler. Taksiciye parası ödenir ödenmez taksicinin acı haber almış duyumu gibi arabanın tekerlerine ıslık çaldırarak uzaklaşıp gitti.
Bilgehan, Alparslan’ın koltuğuna girerek doğruca acil servise gittiler. Ayağında aksama vardı. Belliki demir çubukla vurmuşlardı. Diz kapağına yakın olan kısımda pantalonunun yırtığından bacağındaki yara gözüküyordu. Mosmorluğu vurulan demir çubuğun şiddetini gösteriyordu. Kırık olmasa da kemiğinde çatlak oluştuğunu tahmin ediyordu Alparslan. Sekteye sekteye acil servise vardılar. Danışmana durumun aciliyetini aktaran Bilgehan’a sırada bir kaç kişinin olduğunu söyleyen görevli, oturacak bir yer bulmalarını söyledi. Bilgehan etrafına bakınarak yer ararken birinin kakltığını görür görmez, başkalarının oturmaması için hemen oraya koşup çeketini çırararak sandalye üzerine koydu. Alparslan’a dönerek onu almaya gitti. Acil seviş çok kalabalıktı hastalar ve refaketçileri doldurmuştu dar bekleme salonunu. Alparslan’ı yerine oturtan Bilgehan yanı başında ayakta duruyordu. Alparslan başını çevirip Bilgehan’a;
’Gardaşım, seni de işinden gücünden ettik! Ne diyeceğimi bilemiyorum!’
’Saçmalama Alparslan! Bir yaralıya yardım etmek kadar güzel ne olabilir. Türk’ün töresinde , islam geleneğinde bu var! Seni nasıl öyle yalnız bırakabilirdim? Bu vicdani değil! Sen benim işimi gücümü bırak da; inşallah kötü bir durumun olmaz. Babama telefon atarım kulübeden. Zaten o bütün işleri halleder, canını sıkma sen!’
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
09 Ağustos 2016 Salı 13.00 Akşehir
YORUMLAR
Değerli yazarım, seksenli yılların öncesinde yaşadıklarımız bugün gibi gözlerimizin önünden gitmemekte. Yok yere ne badireler atlattık...ne kadar değerli arkadaşlarımız öldürüldü...O zaman da, şimdilerde de bu sağ, sol olaylarını hiç benimseyemedim. Hep bir emperyalist tutuşturma olarak algıladım o olayları. Zaman haklı olduğumu gösterdi bana....Allah o günleri bir daha yaşatmaz inşallah....Kaleminize, yüreğinize sağlık. Yazınızı keyifle okuyorum. Saygılar
direniş
O günleri yaşayan biri olarak zor günler geçirmiştik... 12 Eylülde barbarlığını gösterdi tabi...
Zaten yazdığımda yaşanmışlıklar...
Teşekkür ederim..