ORDULU BİR KIZ SEVDİM!.. (CENNETTE AŞK) (2)
Tarihin izdüşümlerini güneşin yakıcı işkencesi altında adımlıyor,yanaklarından damlayan terlerini silerek tarihi tramvayın durağına ilerliyordu. Atatürk anıtının etrafında kümelenmiş gençlerin arasından geçerek az ilerisindeki durağa varmak üzereydi. Elindeki simit taplosu ile yanından geçen gencin ince tiz sesi kulaklarında yankılandı!
’Simiiiitttt... sıcacık çıtır çıtır’ diye sesini yükselterek müşteri bulmaya çalışan çocuğa sevgi, şevkat ile bakarak gülümserken;
’ Afferim, bu sıcaklarda gencecik yaşta alın terinle ekmek parası kazanman ne büyük onur delikanlım. Allah kolaylık versin sana. Haram lokmalara elleri uzananlar utansın şuncacık gencin çalışmasına bakarak!’ diyerek simitçi genci takdir etti.
Yanına gelen simitçi genç;
’Abi vereyim mi çırtırlardan bi tane’
’Teşşekkür ederim delikanlım. Biraz önce birşeyler atıştırdım evde. İnşallah başka bir gün rast gelirsem sana alırım. Az ileride oturuyorum. Eğer burası ise satış alanın yine karşılaşırız. Allah yardımcın olsun. İsmini bağışlar mısın?’
’ Adım Hasan abi. Babam ben doğmadan kanserden vefat eden amcamın adını vermiş. Siz sormadan ben diyeyim memleketimi. Biz ailecek malum olaylardan dolayı Mardin’in kazası Midyad’dan geldik. Babam, dedemizden kalma köydeki on dönüm kadar olan tarlamızı ve köyümüzdeki toprak yapılı evimizi oralardaki belalardan korkarak yok pahasına sattı. Ailemizi alıp geldik İstanbul’da Esenler’e.’
’Ya öyle mi Hasan? İlk geldiğinizde mutlaka zorluklar çekmişsinizdir buralarda . İstanbul çok güzel mübarek bir şehir ama bu güzellikler içinde çakallar var! Her yerdeler... Onlara yem olmadan maşallah ekmek kavganı alın terin ile sürdürebiliyorsun. Mardin’den veya diğer doğu illerimizden gelen ailelerin fertlerini buralarda bile malum hain çevreler rahat yüzü göstermemeğe, kirli emellerine alet etmek istediklerini, gençleri ailelerinden koparmaya çalıştıklarını duyuyoruz. Gerçi ben öyle işleri anlamam, siyasetle uğraşmam! Duyduklarımı dedim’ der demez Bilgehan, Hasan’ın gözleri aniden parladı. Bilgehan’ın gözbebeklerini delercesine öyle bir bakış attı ki ona;
’Bize, o dediklerin çakallar dokunamazlar abi! Zaten bu çakalların baskı, zorbalıkları nedeni ile her şeyimizi bırakıp geldik! Burada da denemeye çalıştılar! Babam ve kardeşlerimle birlikte dik durduk, ölümden öte yok yok dedik! Yüreğiniz yetiyorsa elinizden gelen kötülüğü ardınıza koymayın, dedik. Abi kusuruma bakmazsan sana şunu diyeyim mı?’
’Estağfurullah Hasan, çekinme söyle!’
’Abi biz ülkücüyüz. babam beni ve kardeşlerimi Aksaray’daki Ülkü Ocağına gönderir. İş saatimin sonunda ocağıma mutlaka uğrar, öyle eve giderim! Hani biz Doğuluyuz, Mardin’liyiz ve kürt olduğumuz için mahalledeki komşularımız, tanıdıklarımız, alışveriş yaptığımız esnaflar yanlış gözle bakarlar... Halkımızı, polislerimizi, askerlerimizi katledenlerden sanırlar! Kendimizi anlatasıya kadar ne zorluklar çektik. Hala da öyle. Valla kim ne derse desin; bizim damarlarımızdaki o asil kan Türktür. Kürt olmak sadece bir sıfattır bizim için. Türklüğümüzle bütünleştik! Ülkücü olmakda ailemiz için şereftir! Biz kimsenin düşüncesine, yapısına bakmayız, kimsede bizim inancımıza, onur duyduğumuz ocaklı oluşumuza karışamaz!’ heyecanlı heyacanlı anlatırken Bilgehan söze girdi!
’ İşte bu! Allah razı olsun sizlerden. Dediğim gibi ben siyasetle pek ilgilenmem Hasan ama çevremdeki ülkücüleri gördükçe imrenirim dürüstlüklerine, efendiliklerine. Bazen beni de davet eder ocaklarına gençler. Doğrusu hiç birinin kötülük yaptığını, kavga yaptığını görmedim. Onları yetiştirenlerden Allah razı olsun. Sizler, şartlandırılmışlıklara baş kaldırıp, dik durursanız bu ülkemize kimse bir şey yapamaz sanırım. Ben, ne kadar siyasi parti varsa; sağ, sol, şucu, bucu hepside birlik beraberlik içinde olmalarını arzularım. Ülke hepimizin yeğenim!’
’Evet ağabey, aynen öyle’
’Hasan kusuruma bakma, senide işinden alıkoydum. İnşallah kısa zaman de seninle sohbet etmek isterim. Seni sevdim. Ülkemizde senin gibi gençleri Rabbim çoğaltsın. Hayırlı işlerin olsun, babana selamımı söyle.’
’Tamam ağabey. Sizi tanımak şerefti benim için’ diyerek uzaklaşıp gitti İstiklal caddesinin kalabalıkları arasına Hasan simitlerini biran evvel tüketmesi için.
Saatine baktı Bilgehan. Saatin onbire gelmesine az kalmıştı. ’Bende şuradan yavaştan süzüleyim Galatasaray lisesine doğru’ diye geçirdi içinden. Elleri cebinde ışıltılara boğulmuş rengarenk dükkanları, köşebaşlarını tutumuş mısırcıları, kestanecileri, simitçileri, çocukların sevgilisi pamuk şekercileri dikizleyerek rafan adımlarla ilerliyordu. Kırmızılı görüntüsüyle tarihe damgasını vuran İstiklal caddesinin tek vagonluk tranvayın yolundan dalgın dalgın geçerken, tranvayın çan sesi ile irkilerek şaşırgan bakışlarla kükreyen tranvayın yolundan aldı kendini. kartpostalalrı süsleyen tarihi tranvay övüngeç tavır ve mağrur görüntüsü ile uzaklaşıp gitti Tünel istikametine. Yüz yıllara sırtını dayamış İstiklal caddesi; Türkiye’nin en güzide, en kalabalık caddesi olma özelliğiyle üzerinde sayısız mağazalar, kafeler, eğlence mekanları, elçilikler, kiliseler, tarihi Galatasaray lisesi, miniminnacık bir cami, kültür motifli mekanlar inci gibi dizilip gitmiş bir uçtan bir uca. Ta Tünele, Galata Kulesine kadar o muhteşem kalabalıklar caddenin hayat kaynağı olmuş. Dünyanın dört bir bucağından gelenlerin uğrak, buluşma yeridir burası. Bilgehan burada ruhunu, yorgunluklarını o kalabalıklar arasında dindirir, maziye bırakılan hatıralarını canlandırır. Başlı başına ilham kaynağıdır yazarların. Roman, hikaye yazanların, şairlerin durağıdır burası. Aşkların başlangıcı, Yeşiçam filimlerinin menbasıdır İstiklal caddesi... Ara sokaklarından saçılan sanatçıların sesleri keyiftir kulaklara...
Galatasaray lisesi önüne geldiğinde Bilgehan, etrafına bakındı. Alparslan’ı aradı gözleri. karşı köşedeki simit sarayını dikkatlice süzdü, göremedi. Biraz daha yürüdü aşağıya doğru. Sağa sola bakınırken zınk diye duruverdi bir binanın giriş kapısının önünde. Kapının üzerindeki is hanın adını okurken yüz ifadeleri değişti. Yüzündeki gül bahçesi solguna uğradı. Gülllerin yaprakları üşüdü! Adeta Şubat ayazları arasında buldu kendini. Boğazına düğümlenen hıçkırıkları zor zapdetti. Heceleyerek okudu iş hanın adını. Az na vur iş hanı! Hüzünlerini kuşanarak, yıllanmış yorgunluklarını yüklenerek içeri girdi. Eski gördüğü hali gibiydi Aznavur! Girişinde gümüş kolyeler, takılar, hediyelik eşyaların satıldığı küçücük dükkanların göz kamaştırıcı güzellikleriyle bezenmiş. Bir birinden güzel satıcı kızların ay parçası yüzlerindeki tebessümleri insanın içine ferahlık düşürüyor... Memleketin gül yüzlü çocuklarını selamlayarak yukarı çıkmak için merdivenlere ağırlığını hissettirmeden ilerliyordu yukarı doğru.
Yukarı vardığında ilk baktığı yer, sağ tarafındaki büyükçe salonun içi, İstiklal caddesine açılan penceresi, merdivenlerin bitiş noktasına bitişik, zamanında var olan çay ocağı kısmına, çıplak beyaz duvarları süsleyen ressamların, fotoğraf ustalarının eserlerinin asıldığı duvarların kederli hallerine nemli gözlerle gezindi. Pencere kenarına karşılıklı konulmuş koltukların, ortaya konan komidinin yerinde yeller esiyordu. Ama orada, o kolduklarda dostları Neslihan, Sinan’la köpüklü kahve sohbetleri canlandı. Eşi ile onları ay’da bir ziyaret eder, günün tadını çıkarırlardı sanat severlerle... Her şey masal olup gitmişti. Sinan, eşi Neslihan ve Türkiye’nin önde gelen fotoğraf ustaları ile geziye gittiklerinden üç ay kadar sonra Sinan bey aniden rahatsızlanıp, aralarından ebed-i istirahatgahına çekilirken Bilgehan’ı, eşini perişan etmişti. Unutulması imkansız o eski günleri yeniden yaşadı ama bu sefer gülümsemelerle değil, gözlerinden ışımla inan yaşlarla. Bağıra bağıra ağlamasına ramak kala, Aznavur sanatın yeni müdavimlerinden genç bir delikanlının eline uzattığı medilli görürünce şöyle bir irkildi. Tanmadığı gencin yüzüne bakarken;
’Affadersiniz! Eski yaşanmışlıklarım vardı bu mekanda.. Onlar canlandı ruhumda’ diyebildi bitkin hali ile.
’Ne demek abi, anladım zaten. Buyurun size bir şey ikram edeyim’
’Teşekkür ederim. Arkadaşım gelecek. O gelinceye kadar hatıralarımı yeniden canlandırmak istedim, derken saate kaydı gözü. ’Aaaaa saat onbiri beş geçiyor! Arkadaşım tam onbir’de Galatasaray lisesinin önünde olacaktı, ben hemen kaçayım. İnşallah başka bir zaman tekrar gelirim.. Allah’a ısmarladık.’ der demez merdivenlere yöneldi hızlı adımlarla.
’Güle güle abi’ diye seslendi arkasından genç.
Soluğu tıkanırcasına merdivenlerden inip, lisenin önüne varıncaya kadar nefesi zorlanmıştı. Alaceleyle derin nefesler alarak Alparslan’a bakıyordu. Lisenin duvarına yaslanmış, önünde müzik yapan gençleri dinlerken gördü Alparslan’ı. Oda doğru giderken;
’Alparslaaannn! Buradayıımm!
Gençlerin sazından ve dudaklarından dökülen ’geçmiyor günler geçmiyor’ türküsüne kendini kaptırmıştı Alparslan. Duymuyordu kendisine seslenişi. Yanına varıp ellerini gözleri üzerinde sallayınca Bilgehan farkına varabildi. Kucaklaşıp, hoş-beş ayak üstü sohbetin ardından;
’Gel sakin bir kafeye gidip oturalım, dedi Bilgehan.
’ İstersen çiçek pasajına gidelim. Orası daha uygun sanırım. Gerçi orada kafalar demleniyor ama...’
’Ya bize ne! Haydi oraya gidelim’
İstaklal caddesine damgasını vuran tarihi Çiçek Pasajının yolunu tuttular en koyusundan sohbetin belini kırmak için...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
28 Temmuz 2016 Perçembe 00.50 Akşehir
YORUMLAR
Evet Zafer bey ,seri güzel gidiyor, önemli detaylar var,sürükleyici okuru...
İstaklal caddesine damgasını vuran tarihi Çiçek Pasajının yolunu tuttular en koyusundan sohbetin belini kırmak için...Son satırda Çiçek pasajı canlandı gözlerimde,daha doğrusu eski Beyoğlu İstiklal cad.''Çiçek pasajı ,, şiirimi de arkadaşlarımızla en son gidişimizde yazmıştım. Bir dönem sonrada KAPANMIŞTI...
Selam ve Saygımla...