KADERDEN FAZLASI.....
Cıvıl cıvıl kuş seslerinin adeta bir senfoniyi andıran tabiatın diğer seslerine karıştığı bir büyük doğal park içindeki kır kahvesinde, her zamanki masaya oturdu. Muhtemelen daima oturduğu aynı sandalyeye.
O küçük masa da karşılıklı diz dize, bazen de iki yanında yan yana, yanak yanağa oturmuşlardı, sayısını hatırlayamadığı kadar.
İlk defa orada karşılaşmışlardı. Orada dokunmuşlardı gözleri ile birbirlerine. Orada başlamıştı o canım benzersiz ilişkileri.
Sevmişlerdi birbirlerini tarifsiz biçimde.
Ne var ki hayatlarındaki kimi olumsuzluklar yüzünden geriye kalan zamanlarının tümünde birlikte olabilmelerine aşılamaz engeller vardı.
Bu sebeple ayrı düştüler bir zaman sonra.
Acı çektiler daima.
Özlemle yandılar biteviye.
Birbirlerini arayıp sormaktan bile korkar oldular nedense.
Sorumluluktu her ikisini de çekip çeviren. Belki biraz insaf ve merhamet ve onun gibi başka şeyler.
İkisi de birbirlerini unutamıyordu. Ne hayallerde, ne de rüyalarda görmedikleri gün yoktu suretlerini.
Adam, bu böyle olmayacak diye düşündü. Konuşmalıydı onunla. Anlatmalıydı derdini. Bir çıkış yolu olmalıydı içine düştükleri çıkmazdan.
Buluşup konuşacak ve her şeye karşın birlikte olmanın bir yolunu bulacaklardı.
Günlerce kurdu kendini. Buluştuklarında neler söyleyeceğini, kendisini bir kez daha nasıl ifade edeceğini yerli yerince anlatabilmek için düşündüklerini yazıya dökmüştü adeta, her ne diyecekse, hiçbir şey noksan kalmadan anlatabilsin diye.
İşte geliyordu sevdiği karşıdan. Ayağa kalktı, yanına kadar gitti, yanaklarından öperek “hoş geldin” deyip ellerini ellerinde tutarak masaya kadar eşlik etti.
Oturdular karşılıklı.
Hal hatır bahsinden sonra, adam;
"........
-Ben…. diye başlarken söze, sevdiğinin ruhuna akıp gittiğini hissederken bir daha, onun rüzgarda hafif hafif uçuşan saçlarına, yüzündeki mahzun tebessüme ve gözlerindeki nemlenmeye dalıp gitti…..
“Bir hoş konuşma ile başladı her şey
Bir sohbet.
Hayata dair her şey.
Ne tatlı bir söyleşi idi karşılıklı.
Saklamadın kendini. Tüm hasletlerini seslendirdin güven duyarak bana. Özlemlerinden bahsettin kimi zaman, hüzünlü. Sevdalarını anlattın, sonuna kadar yaşayamadığın. Gözlerine gelip oturan bulutları seyrettim, içimde alevlenen bir yangını bastırmaya çalışarak
Ben de senden geride kalmadım bu konuda. Tüm bildiklerim, hissettiklerim ve duyumsadıklarimla ele verdim kendimi.
Ne diyorum?.
-Söyleyecek sözün varsa, çekinme söyle ki, duyacak lafın varsa duyasın.
İşte bu düsturu senin karşında sonuna kadar ve hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın sergiledim bir büyük gayret ve istekle
Göresin, bilesin istedim beni. Tanıyasın, özümseyesin hal, duygu ve düşüncelerimi. Yarına dair bir giz kalsın istemedim, seni şaşkınlığa uğratacak.
Sonra bir hal gelişti aramızda gayri ihtiyari. Bir akışkanlık başladı senden bana, bende sana. Aramızdaki mesafe kısaldı, kısaldı, kısaldı.
Tutmak istedim elini. Dokunmak istedim gül goncası yanaklarına. Gözlerine dokunmak istedim gözlerimle ve ruhuna temas etmek azmi gelişti ruhumun en derin yerinde.
Sonra, konuşmalarımızın bizi getirip bıraktığı telaş, heyecan ve duygusallığın yoğunluğu altında, tamamen spontane bir davranışla yanaklarını tuttum, ellerimin arasında. O hoş pembeliğin altında buz gibi oldu yanakların. Ama biliyordum ki ruhunda bir yanardağın ateşi vardı, benim ruhumu da kasıp kavuran.
Yüreğinin, göğüs kafesinde bir serçe kanadının telaşı ile canhıraş çırpındığını duyumsadım, sarılırken bedenine. Tutmak istedim onu. Kalbimi, kalbine kaynatmak istedim coşkuyla.
Bana bıraktın kendini, bir an öylece kaldık, hiç ayrılmak istemezcesine. Bir rüya gibiydi yaşadıklarımız, uyanmak istemediğimiz.
Ama uyandık. İlk sen uyandın. Ben uyanık iken de o rüyayı görmeye devam ederken sen, bir kabusun kollarına bırakıverdin istemsizce kendini.
"Gitsem mi, kalsam mı, kızsam mı, gülsem mi" gibi zalim bir paradoksu yaşarken beni de çekiverdin o kaygılı panik duygularının içine.
Olmazları seslendirdin inceden. İstemsizce kontrollü olmayı seçtin.
Ama ben, sendeki hüznü gördüğümde dayanamadım bir kez daha. Bir daha dokundum gayri iradi bir şekilde. Yüreğindeki hüznü paylaşmaktı dileğim. Yalnız olmadığını, yanında olduğumu belli etmekti amacım.
Sanki bunu bekliyormuş gibiydin. Ellerimi tuttun, sımsıkı. Hiç bırakmak istemez gibi. Canına sokacakmış kadar, istekle.
İşte o an bir bütüne dönüştü parça parça, ruhumuz, yüreğimiz ve bedenimiz.
Çok muhteşem bir duyguydu bu. Seni hissetmekti derinden. Seni almaktı senden. Seni katmaktı canıma.
Aynı şeyleri, belki de fazlası ile senin de duyumsadığının farkındaydım.
O resmi hatırlıyorum. Taptaze. Adeta göz kapaklarımın içine kazınmış gibi bir resim. Işıltılı gözlerin, pespembe yanakların ve dudakların var iki kaşımın ortasına, gözümün bebeğine yerleştirdiğim resimde.
Biliyorum hala tereddüttesin. Meselenin zorluğunu biliyoruz ikimiz de. Vazgeçelim diyorsun zaman zaman. Her iki taraftan kimilerini üzme ihtimaline karşı vazgeçelim diyorsun.
İyi de biz, bizim hissettiklerimiz ne olacak ? Hayatın bize bahşettiği belki çok kısacık olan hayatımızda, aşk ile özlem ile birlikte yaşamayı arzu ettiğimiz zamanlara yazık olmayacak mı?
Kıyabilecek miyiz özlemlerimize, yok edebilecek miyiz yüreğimizdeki sevda ateşini.
Bil ki ben, ne kadar olabilecek ise o kadar istiyorum seni. Yüreğini yüreğimde, ruhunu ruhumda, elini elimde, tenini tenimde istiyorum.
Ne dersin ??
…………"
diye arzedecekti halini sevdiğine.
Diyemedi. Diyecek mecal ve cesareti bulamadı kendinde.
Çünkü sevdiğinin bakışlarında bir minicik umut gözlemleyememişti, düşünce ve taleplerini besleyecek bir umut.
Garsonun;
- Bir arzunuz var mı ? sözü ile döndü kendine.
Tükenmişti, ufalmıştı ve hatta bu acziyetten dolayı adeta yok olmuştu sevdiğinin karşısında.
Kendisini toplarlayarak;
- Ben seni çok sevdim, bunu hiçbir hal değiştiremez, seni daima saklayacağım ruhumda, ben eğer varsa sana hakkımı helal ediyorum, sen de bu helalliği esirgemezsen benden, sevineceğim, diyebildi.
Sonra içinde kendisine, her şeye ve herkese karşı büyüyen öfkesini zaptetmek isterken yaşadığı duyguların yerini önlenemez hüzün ve göz yaşına bırakacağını hissedince, son bir kez daha ellerini tuttu sevdiğinin., gözlerine bakamadan.
- “Bağışla beni,” dedi “bağışla”
Kalktı, yürüdü gitti, hıçkırıklarla sarsılarak.