- 1034 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
manlının yıkılışı ve cumhuriyetin nimetleri
Os
Günümüz de ne yazık ki toplumun büyük bir çoğunluğunu şeriat istemelerinin
altında yatan en büyük 2 neden var 1. Si cehalettir adam hayatında kitap okumamış
hasbelkader kuranı kerimi okumayı öğreniyor,okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeden. 2. Si bu yönetim şeklinden büyük rant hesapları yapan zümrelerdir. Amaç eğitimsiz bir toplumda Allah korkusunu ön plana çıkararak
o toplumu sömürmektir. Bunların en büyük korkuları laiklik sistemidir. Bu sistem toplumun eğitilerek refah seviyesini tabana yayılmasını öngörmektedir. Aşağıda kuran hükmüyle yürütülen bir devlet idaresinin,bilerek veya bilmeyerek ne denli
tehlikeler arz ettiğini bazılarının öğünerek sarıldığı Osmanlı devletini ne hale getirdiğini aşağıda örnekleriyle bulacaksınız. Çoğunluğun azınlığa istemedikleri
kuralların nasıl dayatıldığını göreceksiniz. Osmanlı devletinin yıkılmasının asıl nedenin din olmadığını, dinin yanlış yorumlandığında bir devleti nasıl bitirdiğini
bulacaksınız.
Osmanıda din: Osmanlı Devleti’nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi içinde yaşamayı sürdürdüler. Osmanlı İmparatorluğu’nda inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı. Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu.
Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslamiyet Peygamberi Muhammed’in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam Devleti’ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.
Halifelik daha çok müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife’yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiî’likteki ya da Alevilik’teki İmamet’ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa Ümmet’in biat’ı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.
Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ilerigelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı’ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat’ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat’ı yağmalamaları sonucunda Mısır’a Memlukhimayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim’in Memluklar’a son vermesiyle birlikte İstanbul’a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı’na geçen halifelik, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla fiilen hilafetin olmamasına rağmen resmen halifeliğin varisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır
Gerilemede din etkisi .
Osmanlı Devleti’nin çağının dışına düşmesinin nedeni din değil, dinin yanlış yorumlanarak "gavur icadı" yaklaşımıyla her türlü pozitif düşünceye ve bilime kapıların kapanmasıdır. 1200’lü yıllarda Batıyla temasa geçen Türkler ve İslam bilginleri pozitif bilim ve akla dayanan düşünce şekilleriyle Ortaçağ karanlığında yaşayan Batıyı aydınlatmaya başlamışlardır. Bazı tarihçiler Fatih Sultan Mehmet’i rönesansın padişahı olarak kabul etmektedirler.
1500’lü yıllarda ordusunu çölde yürütecek lojistik destek sistemini kurmaya muktedir olan Osmanlı, 1900’lü yılların başında Balkanların en verimli ovalarında savaşan askerini besleyecek düzeni kuramayarak, onları, at pisliklerinin içinden ayıkladıkları arpa tanelerini yemek zorunda bırakmıştır.
Osmanlı’nın kanatlarda hocalarıyla birlikte şehzadeleri, merkezde padişahı olmak üzere tertiplenen ve harp prensiplerine göre savaşan ordusu, yüzyıllar sonra düşmana saldırmak içincinlerin eşref saatinin gelmesini bekleyen komutanların yönetiminde kalmıştır. Askeri değerlendirmeler yerine cinlerin eşref saatini esas alan ordular, taarruza uğrayıp perişan olmuşlardır.
Osmanlı’nın dini telakkilerinde zaman içinde olan değişimi gösteren pek çok olgudan söz etmek mümkündür. Kuruluş aşamasındaki dini algılamaları anlamak için Bostanzade Yahya Efendi tarafından Orhan Gazi’ye atfen nakledilen ilginç bir hikayeden söz edilir. Buna göre;
" Osmanlılarda ilk cami, imaret ve medrese bu sultandan kalmıştır. Sultan Orhan bir savaştan ele geçen ganimetle Bursa’ya döner ve bununla bir cami yapmayı düşünür. Devlet adamlarını ve din bilginlerini toplayıp "helal malından bu kadar paraya eriştim. Şu anda camiye ihtiyaç var mıdır? Sevaba gireceksem yaptırayım" diye sorar. Hepsi " Halen şehrimizde en önce yapılması gereken cami ve imarettir. Sevap kazanırsınız" deyince Sultan Orhan ellerinden bir tutanak alır ve büyük bir camiyle imaret yapılmasını buyurur. Bu tutanağın da ölürken kefenine koyulmasını vasiyet eder ve "öbür dünyada sen gereksiz yere cami yaptırmışsın diye sorulursa, tutanağı gösteririm " der. ( Bkz. NTV TARİH Sayı 42 )
Viyana’yla başlayan gerileme süreci, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları sonucu devletin fiilen yıkılmasıyla son bulmuştur. Cumhuriyeti kuranlar bu yıkılma sürecinin en elem ve acı verici, kahredici son dönemini bizzat yaşamışlardır. İki yüzyıldan fazla süren savaşlarda yenilen ordu değil, Osmanlı’nın çağın dışında kalmış düşünce sistemidir. Kültürüdür. Başlangıçta çok yüksek bir kültüre sahip Osmanlı zaman içinde yozlaşarak bunu kaybetmiştir. Devletleri yaşatan kültürleridir. ATATÜRK bu bilinçle "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür" demiştir.
Cumhuriyeti kuranların laikliğe bakış açısı.
Cumhuriyeti kuranlar, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına yol açan, dinin yanlış yorumuna dayalı düşünce sisteminin yeni devlete yansımasını önlemek istemişlerdir. Her tepki uygulamasında olduğu gibi bu uygulamada da bazı hatalar olmuştur. Hurafelere dayanan din dışı inançların toplumun gelişmesini olumsuz yönde etkilemesini önlemeye çalışırken, devlet, din konusunda vatandaşlara yol ve yön göstermek istemiştir. Uygulamada kantarın topu kaçınca insanlar tedirgin olmuş ve din istismarcısı politikacılara gün doğmuştur.
Din istismarı:
Siyaset esnafının, dindar insanları, inançlarından dolayı mağdur edildiklerine inandırmaları dini istismar etmenin en etkili yöntemidir. Din istismarı iki amaçlıdır. Birincisi, oy alarak politik güç elde etmektir. Asıl amaç ise bu politik gücü kullanarak yoksulluğun, adaletsizliğin halk tarafından sorgulanmasına engel olmaktır. Böylelikle, sebep-sonuç ilişkisinin üzeri örtülerek, siyaset esnafına yarayan düzenin sürmesi sağlanır. İnsanlara " yoksulluğunuzun nedenini sorgulamayın, üzerinde düşünmeyin, çünkü Allah sizi yoksullukla sınıyor " diyen bu siyaset esnafı aslında kendi zenginliğinin devamını garantiye alma peşindedir. Yoksul insanlar bir gün " ey efendi bu ne adaletsiz bir sınavdır, hadi şu soru kağıtlarını değişelim de biraz da sen yoksullukla sınan " derse, siyaset esnafının gerçek yüzü ortaya çıkacaktır.
Siyaset esnafı, halkı, yoksulluğun kader olduğuna inandırarak kendine hizmet eden sistemin devamını sağlama peşindedir.
Cevdet Altay…..14.07.2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.