Gel desem gelemezsin!
Düşüncelerim darma duman, ruhum kilitli zindan, bedenim esir; yorgun gecenin, yorgun sabahında. Uzun geceler ağarmıyor artık, sol yanımın sızısı dinmiyor, günler gecelere, geceler güne dönüşmüyor sen gideli. Bir eksiklik var yaşantımın ta içinde. Uyumak istiyorum, uyanmamacasına… Senli geçen düşlerle dolanmak istiyorum o muhteşem düş bahçesinin bin bir renk tonlarıyla bezenmiş çiçeklerinin arasından…
Böyle değil miydi zaten senli geçen günler? Rengârenkti her şey hayatımızda; cıvıl cıvıl, ışıl ışıl… Siyahın tonları bize yaklaşamazdı, biz buna izin vermezdik. Hiç görmedik o tonları, hiç hissetmedik; seninle geçen yirmibeş aydınlık yılımız böyle mi kararacaktı, biranda?.. Böyle mi yok olacaktı yaşadığımız onca güzel günler?
Şimdi dokunmak istesem dokunamam, gözlerine bakmak istesem bakamam, sıcaklığınla kavrulmak, ılık bir meltem gibi seni ciğerlerime çekmek istesem çekemem. Gurur denilen ‘gel’ ifadesiyle haykırsam, kırsam o zincirleri, yıksam her şeyi yine de gelemeyeceğini biliyorum, biliyorum gidişinin ne bir kızgınlık, ne bir öfke, ne de gurur olmadığını… Bu bir kader ve bu kader ellili yaşımın baharında canımın içini, dünyamın rengini bir çırpıda koparıp aldı kollarımın arasından… Artık yatağım boş, kollarım boş… Kanadı kırık bir kuş gibi kalakaldım ortalıkta…
En çok ihtiyacım olduğu anda sessizce bırakıp gittin beni, o soğuk, ürkütücü kara toprağa…