- 1105 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
MAHALLE MEKTEBİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MAHALLE MEKTEBİ
Fehime o gün, her zamanki gibi erkenden kalkıp mektebin yolunu tuttu. Mektep, Büyük caminin avlusunda yer alıyordu. Taş merdivenle çıkılan bina, kâgir bir yapıydı. Tek bir odadan ibaret olan yapının zemini halı döşeliydi. Bu mektep yukarı mahallenin çocuklarına eğitim hizmeti veriyordu.
Öğrenciler evden getirdikleri minderlere otururlar, önlerindeki uzun sıraya cüz’lerini koyarlardı…
Hoca efendi, önüne Kuran’ı açar öğrenciler ellerindeki cüzlerden dersi takip ederlerdi. Dersin bitimine doğru tüm talebeler hoca efendinin,
“ Bugünlük bu kadar! ” demesini beklerlerdi.
Öğleye doğru tüm zihinler, dersten ziyade aynı ortak soruya odaklanırlardı.
“ Acaba bugün evde ne yemek pişiyor? ”
Hoca efendi, o gün tüm ilgisini mektebin birinci kademesindeki talebelere vermişti. Bunun nedeni onların her zamankinden istekli görünmeleriydi. Kısa süren bir sessizliği Hakkı’nın fısıltıları bozdu.
“ Bugün size geleceğim. ”
Fehime onu duymamış gibi davrandı. Hakkı bu kez küçük bir kâğıda az önce söylediklerini yazıp Fehime’nin önüne fırlattı. Kâğıt parçası Fehime’nin parmağıyla takip ettiği cüz’ün üzerine düştü. Hoca efendi Kuran sayfalarını çevirmekle meşgul olduğu için sınıftaki hareketlenmeyi fark edemedi. Fehime, Hakkı’nın ısrarlı bakışlarını görmezlikten geldi. Önüne düşen kâğıda sert bir fiske vurdu.
“ Şiştt! Sana söylüyorum. Sağır mı oldun yoksa? ”
Fehime bu kez kaşları çatık bir halde mırıldandı.
“ Kes sesini, sonra hoca efendinin dayağını yiyeceksin. Uyarmadı deme. ”
“ Boş ver sen onu soruma karşılık ver. Duyduğuma göre bugün evinizde bumbar pişiyormuş. Eee! Komşuda pişer, bize de düşer hani... ”
“ Bumbar piştiğini de nereden çıkartıyorsun? Bundan benim bile haberim yok. ”
“ Su içmeye giderken ananı gördüm. Çeşmeye inmişti. Geniş bir tepsi içinde koyun bağırsağı duruyordu. Belli ki az önce temizlemişti. Elinde bir testi vardı. Bugün yemekte ne var dedim? ‘ Bumbar. ’ dedi. ‘ Bumbarı bilir misin? ’ dedi He ya dedim! Bilmez olur muyum hiç? Orada beni bir güzel sınava çekti
‘ Hadi! ’ dedi. ‘ Madem biliyorsun, bundan nasıl bir yemek yapılır anlat bakalım. ’ Belki sorusuna cevap veririm de beni yemeğe çağırır diye düşündüm.
Başladım ağzımın suyu akarak bumbarın nasıl yapıldığını anlatmaya. Kıymayı, ciğeri, soğanı, pirinci, kurutulmuş naneyi bir güzel harç yapıp koyun bağırsağına tepersin, sonra bir güzel kaynatırsın. Aha da sana bumbar! Dedim.
‘Ben kalınbağırsağın içine bulgurla yalnız kuru nane koyuyorum. ’ dedi.
‘Kalınbağırsağın eti yeter, içine kıyma koymak gerekmez… ’
Ben ondan davet beklerken o kafamı okşadı, çekip gitti sonra. Yalanarak ardından baktım. O yine tek laf etmedi. Biliyor musun, babam cepheye gideli evimizde bumbar pişmez oldu. Bir tike ete hasret kaldık. Takatten düştük be! ”
Fehime’nin yüzünde bir şefkat ifadesi belirdi. Ardından Hakkı’nın babasının asker kaçağı olduğunu düşündü. Birden kaşlarını çattı. Ama senin baban asker kaçağı demek geldi içinden. Ya düşmanlar Burhan ağabeyimi öldürselerdi? Küçük kız annesinin bu konudaki tembihini anımsadı. Sustu, söylemek istedikleri boğazına düğümlendi. Başını öne eğdi, önünde duran cüz’ün sayfasını çevirdi. Tam o esnada Salih Hoca’nın kalkan sopası Hakkı’nın omzuna indi. Yaşlı adam gözlerini irice açmış küçük çocuğu inceliyordu. Hakkı sopanın değdiği yeri ovaladı, hiçbir şey olmamış gibi boş gözlerle etrafını süzdü. Yazdığı küçük notu yeniden Fehime’ye doğru fırlattı, yanındaki arkadaşının kalemini elinden çekti, kendisi gibi iri bir çocuk olan Suat’a sataştı. Hoca Efendi la havle çekip önündeki Kuran’ı sesli bir biçimde okumaya başladı.
“ Sesi aynı Hotozlu Afşar gibi çıkıyor. ” dedi Hakkı “ Şuna bak, kuyruğu kopmuş yaşlı, uyuz, cenabet bir tilki gibi? ”
“ Senin buraya geliş amacın ne kuzum? ”
“ Bumbar yemek! ”
“ Bumbar yemek için mektebe geliyorsan yanlış yerdesin. Burada sopadan başka bir şey yenmez. ”
“ Hadi kız, inat etme. Acım diyorum sana gâvur, babam cephede, eve et namına bir şey girmiyor diyorum. Hiç vicdan yok mu sende? Köy açlıktan kırılıyor be kızım, sizin evde ise yağlı bumbar pişiyor. Sen ne biçim Müslümansın? ”
“ Peki ya sen nasıl bir Müslümansın ki yalnız yaşayan bir kadına saldırıyorsun?”
“ Hotozlu Afşar’dan mı bahsediyorsun yoksa? O bizim düşmanımız. Taşnak o kızım, albastı yani, hortlak… ”
“ Tek başına yaşayan zavallı bir kadın o kadar! ”
“ Onun için geceleyin evleri dolaşıyormuş diyorlar. Sırtında bir çuval, her gün çevre köyleri kapı kapı dolaşıyormuş. Odalarına girdiği erkek çocukları evine götürüp ambarında saklıyor, onları kedi, köpekle besliyormuş. ”
“ Deli saçması, kim inanır bunlara? Hem o kadar çocuğu ne yapacak ki? ”
“ Görenler olmuş kızım! Uruslar buradan çekilirken yüzlerce erkek çocuğunu yanlarında götürmediler mi? Onca gürbüz çocuğu annelerinden ayırmadılar mı? Kardeşlerinden? Ya onlar yanlarında götürdükleri yüzlerce çocuğu ne yapacaklar? ”
“ Belki de yerler! ”
“ Hadi oradan be kızım, insan eti yenir mi hiç? ”
“ Babam onlara ‘ İt Barak Soyu! ’ diyor belki de insan etiyle besleniyorlardır? ”
“ Deli saçması! Kanımca o çocukları büyütüp Taşnak yapacaklar. ”
Salih Hoca’nın bu kez kalkan uzun sopası, daha yüksekten aşağıya indi, Hakkı bu kez tedbirliydi. Sopanın başına çarpmaması için eğildi; lakin sırtına çarpmasını engelleyemedi. Hoca Efendi hırsından sakallarını yolacaktı.
“ La-havle ve-la-kuvvete illa bi-llah. İhtarımı yine önemsemedin, bu ikinci ihtara biliyorsun tekdir denir. Tekdirle uslanmayanın hakkı kötektir. Dikkatli ol oğlum, sabrım tükenmek üzere, birazdan falakaya yatıracağım seni, unutma! ”
Hakkı hiçbir şey olmamışçasına etrafına gülücükler saçıyordu. Hoca Efendi bir kez daha la havle çekip kaldığı yerden, Kur’anı okumaya devam etti. Hakkı bir müddet sesiz kaldıktan sonra:
“ Hadi be kızım, beni evine götür! ”
“ Kes sesini! Bugün sopayı yiyip öyle yola koyulacaksın. ”
“ Bumbar! ”
“ Dayak! ”
“ Bumbar! ”
“ Dayak! ”
“ Bumbar!!!!!!!!!!! ”
“ Yeter artık, yıkın şu köpeği falakaya! ”
Hoca Efendi oturduğu yerden kalktı, Hakkı kaçmaya yeltendiyse de başarılı olamadı. Hocanın emriyle harekete geçen Suat, Hakkı’nın bedenini bir sarmaşık gibi sardı. Falaka duvarda asılı olduğu yerden indirildi, Hakkı’nın çıplak ayakları iple sopa arasına geçirildi. Hoca düşünceli bir ifadeyle…
“ Sana ihtarda bulunmadım mı? ”
“ Bulundunuz hocam. ”
“ Ya tekdirde? ”
“ Bulundunuz. ”
“ Tekdirle uslanmayanın hakkı da kötektir, demedim mi? ”
“ Dediniz hocam; lakin kendi kendime konuşmuyordum. Beni Fehime konuşturuyordu. ”
Hoca bir Fehime’nin bir Hakkı’nın yüzüne baktı.
“ Yalan söylüyorsun! ” dedi. “ Onu konuşmaya sen zorladın. Bunun gözümden kaçtığımı mı sanıyordun? ”
Hakkı, yüzünü Fehime’ye doğru çevirdi. Herkes ne söyleyeceğini merak ediyordu.
“ Çıkışta beni bekle eve birlikte gidelim. ”
Salih Hoca, eline aldığı küçük kızılcık sopasını sallamaya başladı.
“ Baban seni bana teslim ederken ‘ Bu oğlanın eti senin, kemiği benim. ’ demişti. Bu da bana senin kemiklerini kırmadan istediğim kadar dövebilme hakkını veriyor. ”
Hoca Efendi, Hakkı’ya vurmak için yaklaşırken onun aklı yiyeceği sopada değil, tandırda fokurdayan bumbardaydı.
“ Bir tabaktan fazla yemem be gâvur, ne cimri şey missin sen öyle! Korkma, ayranına da ilişmem. ”
Hoca efendinin kızılcık sopasını inmesiyle bir bağırtıdır koptu.
“ Aman hocam kurbanın olam! Fehime aklımı çeldi. Bumbar dedim hocam, bir tabak bumbar, hepsi o kadar. ”
“ Bumbar demek? ”
“ Hey ya! ”
“ Yanında da ayran? ”
“ Hey ya! ”
“ Ohhhhhh! ”
“ Hocam, sahi bugün sizin evde ne pişiyordu? ”
“ Kızılcık şerbeti! ”
“ Hı…… Ha…… ”
“ Hıııııııııııı ”
“ Ana…….. Ana……… La-havle ve-la-kuvvete illa bi-llah……. ”