- 802 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
SİZ BÖYLE YANMIYOR MUSUNUZ? -1-
Ben, eşim, bir de Eskişehir’den gelen oğlumla birlikte -alışveriş için- şehir merkezine inmiştik. Hava sıcaklığı kırk derecenin üzerindeydi. Birkaç dükkâna girip çıktık. Bedenimizdeki aşırı nem kaybı, bir yandan da sıcak bunaltmıştı bizi. Ramazan nedeniyle bazı kafeler kapalıydı. Bizde açık bir çay bahçesini görür görmez geçip oturduk. Soğuk içeceklerimizi içerken yan masada ani bir hareketlilik gözlemiştik. Devrilen sandalyelerin gürültüsüyle bakışlar aynı yere odaklanmıştı.
Yaşı 17-18 olan bir delikanlı ağzı köpükler içinde yerde iki seksen uzanmıştı. Duruma tanık olan eşim masadaki soğuk suyu kaptığı gibi delikanlının yüzüne dökmesi bir olmuştu. Buz gibi su tesirini hemen göstermişti. Eşim zafer kazanmış gibi masamıza geldiğinde, “112 ye haber vermek gerekir,” dedim. “ Telefon açtılar; tabi adresi karıştırmazlarsa az sonra burada olur,” yanıtını alınca, eşimin panik atak oluşunu anımsadım. Ona gülümseyip, “Vallahi bravo sana, Akut gibi adamsın vesselam…” diye takılmadan edemedim.
Biz çay bahçesinden ayrılırken ambulans da gelmişti. Evimize gitmek için 200 metre yürümemiz gerekti. Güneşe çıkmaya çekiniyorduk. Saçaklardan yere düşen gölgelere sığınarak ilerliyorduk; öğle güneşinden kaçtıkça kaçıyorduk. Oysa kışın özlüyorduk güneşi. Yazın da kaç bakalım kaç, neresi gölgeyse, serinse kaçıyorduk…
Otobüs yolcularını yüklenmişti. Duraktan kalması için kalkış saatini bekliyordu. Boş bulabildiğimiz tek kalmış koltuklara geçip oturduk. Benim kısmetime kara çarşaflı bir yol arkadaşı düşmüştü. Eh ne yapalım, bende sus pus yolu seyrederim. Ama yok, öyle olmadı. Ben yandım otobüsün içinde. Klimasız eski model mini otobüste sıcaklık daha fazlaydı; bana da afakanlar basıyordu. Çantamdan yelpaze niyetine bir şey aradım. Son günlerde okuduğum “Mudurnulu Fatma Ninenin Günlüğü” adlı kitap elime gelmişti. Bolu’daki yazın dostum Kamuran Esen’in yer yer yöresel dili kullanarak yazmış olduğu mükemmel bir kitaptı. Yaşlı bir kadının ruhsal anatomisi, eskiye özlem öyle manidar anlatılmış ki, bende kitap “hiç bitmesin” diye sindire sindire okuyordum.
Yanımda oturan kara çarşaflı kadını göz ucumla incelerken onun da beni incelediğini fark ettim. Öyle tezattık ki. Siyahla beyaz gibiydik. O da simsiyah baştan aşağıya kapanmış, bir tek yüzü açıktaydı. Bense kısa kollu beyaz bir bluzla beyaz kapri pantolon giyinmiştim. Bıldır bıldır kollarım açıktaydı. Buna rağmen yoğun nem kaybediyordum.
Kitabı bu kez yelpaze niyetine kullanırken, içimden Kamuran Esen’e bir kez daha teşekkür etme isteği oluşmuştu. Yelpazeyi sağa sola değil de yukarıdan aşağıya sallıyordum. Buna neden yandaki kadının öfkeli bakışlarıydı. O bakışlar kadar da katıydılar. İki zıt kutuptan insandık. Neyse ki yolculuğum kısa sürecekti. Sıcak solukların etkisi astımımı tetikleyecek kaygısıyla öne doğru seslendim:
“Ya rabbim, bu ne sıcak ya, nerede şu otobüs şoförü? Gelse de gitsek artık. Araç doldu. Daha ne bekliyoruz? ”
Yanımdakinin bakışları mıknatıs gibi üzerime yapıştığının farkındaydım. Bu arada göz ucu süzmeler devam ediyordu tabi… Bende hem yelpazeyle serinlemeye çalışıyor, hem de içimden sabır tespihleri çekiyordum. Sıcak ve kadının bakışları sinirimi tepeme toplamıştı. Artık dayanamadım, birine çatmazsam acısı bende kalacaktı. Bende yanımdakinden başladım:
- Allah aşkına, siz böyle yanmıyor musunuz? Diye ilk soruyu sordum.
Yanıt akabinde beklediğim gibi gelmişti.
- Allah sabrını veriyor. Öbür dünyada yanmaktan korusun bizi.
- Aminn…
Birkaç saniye suskunluktan sonra kadın açtı çenesini, dur durak bilmiyor; o çeneyi kapamak bilmiyor. Bende çatacam ya, hazırda bekliyorum tabi…
- Siz şimdi de yanıyorsunuz, ötede de yanacaksınız…
- Öte derken?
- Allah örtünmemizi emretti…
Kuran’dan ayetleri Arapça okumaya başladı mı…Tabi ben tek sözcüğünü bile anlamıyordum. Dikkatim onun siyah renkli giydiği çarşafındaydı;
- Neden siyah giydiniz? Beyaz giyseydiniz ya. Siyah ve koyu renkler güneş ışınlarını daha fazla tene çeker. Güneş ışınlarını yansıtmaz. Arabistan’da beyaz giyiniyorlar. Altında kalmadı siyahlı hatun.
- Oradan daha yeni geldim. Beyaz giyinmedim. Yine siyahtı giysim. Hiç de yanmadım. Allah sabrını veriyor.
- Hımm. Şeytan’da taşladınız mı?
- Hayır, ben Umre yaptım. Hac zamanı gitmiş olsaydım taşlardım.
- Anladım. Zaten bin beş yüz yıldır taşlıyorlar, öldüremediler gitti…
Siyahlı kadın kaşlarını çatıp:
- Temsilde hata aranmaz, siz asıl kendinize bakın, demez mi?
Eh şimdi kılıç kalkan kuşanma sırası bana gelmişti.
- Kimin ne olduğunu ancak Allah bilir. O ki, bir insanı yaşarken asla yargılamaz. Canı alır, ondan sonrası Allah’la onun arasındadır.
Bilmiş hatun nokta virgül koymadan konuştu:
- Evet, orası öyle. Ben hafızım. On yıldır bu görevi sürdürüyorum. Sizden iyi bilirim.
Bak senn! Nasıl da pişkin çıktı!
- Mademki hafızsınız, o halde bir kadının kapanmasıyla ilgili ayeti de bilirsiniz. Dedim.
- Evet, Ahzap Suresi 59. Ayet.
- Güzel… Neyi anlatıyor o ayet bize?
- Sizin gibi kadınlara kapanmayı emrediyor.
Kadın belli ki, kapanmayı siyasi showa dönüştürecekti. Bunu sesine yerleştirdiği sert tonundan anlamıştım. Tabi bende gardımı alacaktım. Ee bunca yıl boşuna mı okumuş araştırmıştım: Kütüphanemin raflarındaki din içerikli kitaplar rafları değil belleğimi doldurmuştu. Aklıma Sahihi Buhari gelmişti. Önyargılarını açık giyinmeme dayanak çatık kaşlarıyla ifade eden siyah çarşaflı çokbilmiş kadını; bakalım hem Kuran ayetlerinin gerçek anlamlarıyla, hem de hadislerden yola çıkarak aydınlatabilecek miydim?
- Hımm, sizinle demek 1500 sene öncesine döneceğiz?
Henüz ne anlatacağımı bilmeden; kadın bu kez de –zafer kazanmış bir edayla- yüzüne alaylı, küçümser bir ifade kondurmuştu. Ona kızmamalıydım. Empati kurup, onun nasıl şartlı duygusal refleksler verebileceğini beden dilinden anlamayı seçmeliydim. Aksi halde ondan kalır bir yanım olmayacağı gibi uçlarda dolaşan aksi gruplarda kaskatı duran robottan ne farkım olurdu?
Onun üzerime yapıştırdığı alaylı bakışları görmezlikten gelip sesime yumuşak sevecen bir renk yerleştirdim:
- Ebu Sufyan ve Muaviye hakkında bilginiz var mı?
Devam edecek
Emine Pişiren-Gölcük
27.06.2016
YORUMLAR
Evet Emine hanım siteye girer girmez,Ana sayfada başlık ilgimi çekti,sayfayı açtım,ikinci bölümden başlamışım, neyse birinci bölümü okuyunca konuyu iyice çözdüm.
Buna benzer bir durum bende geçmişte yaşadım. Erenköy'den trene bindim, hava inanılmaz sıcak tren hınca hınç dolu arkaya doğu ilerlerken tek kişilik yer olduğunu gördüm, geçtim oturdum iki çarşaflı genç bayan, nefes alamıyoruz kalabalık ve sıcak elimde su şişesi bir yandan içiyorum, çantamda sürekli bulundurduğum nane yağını dudağıma değdirdim nefes almaya başladım da karşımda iki gencecik hemcinsimle göz göze geldik , zaten sadece gözleri gözüküyordu. Buram buram ter döküyoruz ben boğuluyorum siz nasıl tahammül ediyorsunuz acın şu burnunuzdaki örtüyü nefes alın, ters ters bakıp biri hemen Allah yardım ediyor, nasıl yani burnunuz kapalı, çarşafınızdan bana ne de, karşınızda ben bayanım kimse yok ,son koltuktayız. Diğeri başladı Allah sizi sundurmyacak biz siz nasıl sundurcaz biliyormusunuz, nasıl yani ,saçlarınızı kezzaplıycaz az kaldı. Aa a sizde Allah korkusu ve merhamet yokmuş yazıklar olsun ben SADECE NEFES ALIN DEMEK İSTEMİŞTİM. Ve tren Küçükyalı'ya yaklaştı indim inmesine de ,sıcağı unutmuştum, kezzap sözcüğü bütün enerjimi almıştı. Ah güzel dinimiz, nasıl böyle olduk nasıl bu hale geldik. Merhametten maraz doğarmış. Zihniyetler ne kadar acı acıtıyor. Bu tarz giyimli insanları gördüğümde öcü görmüş gibi oluyorum,yolumu değiştiriyorum uzaklarında oturuyorum yolculuklarımda...
Saygılarımı bıraktım Emine hanım...
Değerli arkadaşım, bu yazınızda anlattığınız "kara çarşaflı hafız kız" a verdiğiniz dersin tamamını evvelce özel sayfanızda okuduğumdan burada tekraren okumanın mutluluğunu yaşıyorum. Kızcağız İnşallah evine döndüğünde hiç değilse Maide/51. okuyup da Şulebaş ve karaçarşaf ile alakalı bir yorum yapabilmiştir. (sanmıyorum ya) Bizim insanımızın en büyük kusuru kuranı Arapça okuma inadı...bu böyle devam ettikçe daha çooookk cahiller yetişecek... Her zaman dediğim gibi, aklı olmayanın dini olmaz... Saygılar