- 722 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. ALİ VE SECDE ETMEKTEN ALNI , DİZLERİ NASIR BAĞLAMIŞ KAFİR -3-
Sıffin Savaşından sonra Hz. Ali ve ordusu Kufe’ye geri deönmek üzere yola çıktı. Ancak ordu Kufe’ye geldiğinde 12. 000 Kişilik bir grup Kufe’ye girmedi. Bu grup Harura denen bir yere çekildi. Başlarına lider olarak Abdullah bin Vehb’i geçirdiler ( Vehhabi ismi bu kişiden gelmez. Zira Vehhabilik kökleri bu olaya kadar inse de 18. Y.Y da bir akım olarak ortaya çıkmıştır.)
Abdullah bin Vehb’in başkanlığındaki bu gurup bir önceki bölümde de yazdığım gibi ‘’Hz. Ali kendi halifeliğinden şüpheye düştü, Kur’andan şüphe etti. Böylece kafir oldu ‘’ düşüncesinde oldukları gibi hakemler olayına da itiraz ediyorlar ve ‘’ Hüküm yalnızca Allah’a aittir’’ Diyorlardı ( En’am Suresi 57. Ayet)
Burada hemen bir paragraf açmak lazım.
Bu gün de müslümanları bölmek isteyenlerin çok kullandıkları bir ayettir En’am suresindeki bu ayet. ‘’ Hakimiyet bila kayd-ü şart Milletindir ( Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir) ’’ İfadesinin karşısına çıkarılır sık sık ‘’ Hakimiyet yalnız Allah’a Aittir’’ ayeti.
Elbette ki hakimiyet Allah!a aittir. Ama O’nun hakimiyeti bildiğimiz bilmediğimiz tüm kainatı kapsar. Hâşa Allah gelip de benim parlamentomda meclis başkanlığı, kabine başkanlığı ( Başbakanlık ) yapmaz. Ya da Ülkemin Cumhurbaşkanlığını yapmaz.
Bu nasıl izah edilir bilmiyorum ama sanırım şöyle bir örnekle en güzel ve herkesin anlayacağı şekilde ifade ederiz.:
Pek çok apartmanın giriş kapısında ‘’ Mülk Allah’ındır’’ Yazar. Mülk Allah’ındır ama kirası ev sahibinindir. Kirayı bir ay geciktirip de ‘’ Arkadaşım madem mülk Allah’ın, kirayı da Allah’a göndereceğim ben’’ Derseniz başınıza kıyametleri koparır.
İşte buna benzer bir durumdur hükmün Allah’a ait olma durumu da. Umarım yanlış bir örnek verip kaş yapayım derken göz çıkarmamışımdır.
Neyse, ana mevzuya dönelim.
Hz. Ali, ordusundan ayrılan bu kişilere gerek haberciler yollayarak, gerek bizzat konuşarak onları ikna etmeye, ‘’Hüküm Allah’ındır’’ Ayetinin batıl düşünceleri kastettiğini izah etmeye çalıştı ve onları Şam’a, Muaviye üzerine yapacağı sefere davet etti. Ancak onlardan aldığı cevap şuydu: "Şüphesiz ki sen, Rabbin için değil de kendin için kızdın. Küfre girdiğine şehadet eder ve tövbe edersen seni aramızda düşünürüz. Yoksa aynı şekilde sana da muhalefet ederiz. Şüphe yok ki, Allah korkakları sevmez’’
Hz. Ali gibi bir yiğide ‘’Korkak’’ Diyebilen bu gözü dönmüş grup ayrıca o kadar sapıtmıştı ki yine Hz. Ali’yi tevbe etmeye davet ediyorlardı. Bunların bu garip mantığını anlamak gerçekten de oldukça zordu ve bu grup Müslümanlar için herşeyden çok daha tehlikeliydi. Çünkü çoğalmaları, sayılarının ve etkilerinin artması insanların ‘’ İslam adına ‘’ denilerek İslamdan uzaklaşmasına, hatta tamamen İslamın dışına çıkmasına sebep olabilirdi.
Hz.Ali Bu kişilerle konuşarak anlaşmanın mümkün olmadığını gördüğü halde ilk etapta onlara saldırmayı düşünmedi. Ancak Nuhayle denilen yerde toplanan bu bozguncu grup daha sonra sağa sola zarar vermeye, hatta susçsuz günahsız Müslümanları öldürüp mallarını yağmalamaya, yakıp yıkmaya başlayınca Hz. Ali, adı artık hariciler olarak anılan bu kişilerin üzerine yürüdü. Nuhayle de ağır bir bozguna uğrattı bunları.
Nuhayle yenilgisinden sonra hariciler dört bir tarafa haber salarak tüm kendi görüşlerinde olanları Nehrevan’da toplanmaya davet ettiler.
Nehrevanda elbette ki sadece henüz İslamı anlayamamış münafıklar değil, aynı zamanda ileride kendi peygamberliğini iddia etmeyi düşünenler, Yahudiler,doğrudan doğruya kafir olanlar bir sürü değişik sebeple Hz. Ali’ye ve İslam’a düşman olanlar vardı. ( Aynen İşid gibi değil mi? Onu da birbirleriyle çıkar çatışması olsa da ortak noktada birleşen bir sürü devlet destekliyor.)
658 Yılının Temmuz ayında yapılan savaşta Abdullah bin Vehb ve pek çok harici öldürüldü ama daha çok yakın bir zaman önce Ali’ye mehtiyeler düzen, şimdi ise karşısında olan İbni Mülcem sağ olarak kurtuldu.
Nehrevan savaşından sonra Hz. Ali Şam’a, Muaviye üzerine yürümek istediyse de ordusu ‘’ "Ey Müminlerin Emiri! Oklarımız tamamen tükendi, kılıçlarımız köreldi, mızraklarımızın başından demirleri düştü. Bizi evlerimize geri götür de iyice hazırlandıktan sonra, daha çevik ve güçlü olarak ilerleyelim." Diyerek bahaneler ileri sürmeye başladılar. Yani savaşmak istemiyorlar, belki de Muaviye kuvvetlerinden korkuyorlardı.
Hz. Ali bu orduya karşı oldukça sitem dolu bir konuşma yaptı.
Hitabet sanatının en güzel örneklerinden biri olan bu hitabı burada yazmayacağım konunun uzamaması bakımından ancak hemen şunu belirteyim ki bu hitabe Iraklıları harekete geçirmedi.
Hz. Ali çaresiz Kufe’ye geri dönmek zorunda kaldı.
Bu arada Hariciler İslam dünyasındaki bu karışıklıkların baş müsebbibi olarak gördükleri üç kişinin öldürülmesi gerektiği kararına vardılar: Hz. Ali, Muaviye ve Amr İbnü’l Âs
Hz. Ali’yi öldürme görevi çok kısa önce ‘’ Ya Ali ! Benim seni öldüreceğim şüphesi varsa emret beni öldürsünler’’ Diyen Abdurrahman İbni Mülcem’e verilmişti.
İbni Mülcem Kufe’ye geldi. Ali’yi öldürmekle görevlendirilmişti ama bu o kadar da kolay bir olay değildi. Öte taraftan hep kafasını meşgul eden bir soru vardı? Ali gerçekten de öldürülmeli miydi?
Ali’nin öldürülmesi gerektiğini düşünüyor, bunu başarabilmek için sürekli kılıcını bileyleyip duruyordu ama daha fazla motivasyona ihtiyacı vardı.
Nehrevan savaşında ölen hariciler için ağıtlar yakılan toplantılara gidip gelerek kendisine biraz daha ara gazı verse de bu yeterli olmamıştı. Ta ki bu toplantılardan birinde Katami adlı bir dilberi görünceye kadar.
Katami( Ya da Kuttame) , babası ve kardeşleri Nehrevan Savaşında öldürülmüş bir kadındı. Oldukça da güzeldi. İbni Mülcem bu kadını gördüğü anda onunla evlenmek isteği içinde vaz geçilmez bir istek oldu. Ancak Katami kendisini çok ağırdan satıyor ‘’ Benim mehirim çok ağırdır’’ Diyordu.
Abdullah İbni Mülcem ‘’ Neler istiyorsun?’’ Diye sorunca Katami ‘’ Dört bin dinar , bir halayık ve bir köle ve bir de Ali’yi katletmeni istiyorum’’ dedi.
İbni Mülcem. ‘’İlk ikisi kolay ancak buraya Ali’yi öldürmeye gelmiş olsam da bu iş çok zor’’ dedi.
Katami . “İmkânı yok” dedi. “Ali öldürülmedikçe yüreğim soğumaz benim. Ben sana yardımcı bulurum.”
Adamlarından Şebib ve Verdan’ı İbni Mülcem’e yardım etmekle görevlendirdi.
Böylece 661 yılının Ramazan ayının 17. Gününe kadar suikastçılar gerekli hazırlıkları yaptılar.
Her ne olduysa Ramazanın 17. Günü sabah namazı vaktinde oldu.
Her ne olduysa diyorum çünkü o kadar çok ve farklı anlatımlar var ki.
Anlatımlardaki ortak nokta o gün İbni Mülcem’in Hz. Ali’yi ‘’ Hüküm Yalnızca Allah’ındır Ya Ali. Senin ve arkadaşlarının değil’’ Diyerek şehid ettiğidir.
Ayrılan noktalar ise bir hayli çok. Mesela Hz. Ali’nin sırtından hançerlediğini yazanlar bile var. Fakat ortak kanaat yine de başından aldığı zehirli bir kılıç darbesiyle yaralandığıdır.
Bu arada Hz. Ali’nin şehid edilmesi ile ilgili bu olayın anlatıldığı çok çok fazla ve değişik sitelerde ‘’ Ne camisi kardeşim, O dönemde Kufe’de cami mi vardı ki Hz. Ali Cami’ye giderken ya da gelirken şehid edilsin. O dönemlerde cami yoktu, mescit vardı’’ Şeklinde yorum yazanları gördükçe de kendi kendime ‘’ Oğlum Sami. Havanda su dövüyorsun’’ Diyorum. Cami yokmuş mescit varmış)))))
Dahası. ‘’ Hz Ali namaz kılmazdı. Daha doğrusu Sünni Müslümanlar gibi namaz kılmazdı’’ Diyen de kıyamet gibi… Sünni Müslüman gibi namaz kılmazdı da yuvarlana yuvarlana mı kılardı namazı? Bu konuda açıklama yok.
Neyse, bunlar aslında ufak tefek şeyler birazdan duyacaklarınız yanında.
Efendim İbni Mülcem denen alçak Hz. Ali’yi öldürmek için yola çıkar. İlle velakin Allah, bir başkasını İbni Mülcem’in gözüne Hz. Ali gibi gösterir. İbni Mülcem bu kişiyi katleder. Peki Hz. Ali? O da Allah tarafından gök yüzüne huruc eder.( Yanlış okumuyorsunuz İsa Aleyhisselam’dan değil, Hz. Ali’den bahsediyorum.
Hani ‘’ Millet okumuyor’’ Diye şikayet ediyoruz ama millet de haklı. Şimdi böyle saçmalıkların nesini okusun? Ya da böyle saçmalıkları okuyacağına hiç okumasun daha iyi.
************************
Hz. Ali o yılın Ramazan ayında hep şahadetinden söz ediyordu. Hatta ramazan ayının ortalarında, bir gün minberdeyken elini mübarek sakalına çekerek, "İnsanların en kötüsü, bu sakalımı başımın kanına boyayacaktır." buyurdu. Başka bir konuşmasında da şöyle buyurmuştu:
"Bütün ayların efendisi olan ramazan ayı gelip çattı. Bu ayda hükümette değişiklik olacaktır. Bilin ki, siz bu yıl bir safta (emirsiz olarak) haccedeceksiniz. Alâmeti de şudur: Ben sizin aranızda olmayacağım." (Şeyh Müfid, el-İrşad, s.151; Ravzat’ul-Vaizîn, c.1, s.163
Ashabı, "O, bu sözlerle ölümünden haber veriyor. Fakat biz onu görmeyeceğiz." diyorlardı.( (Şeyh Müfid, el-İrşad, s.151; Ravzat’ul-Vaizîn, c.1, s.163
Bu nedenle de Hz. Ali, ömrünün bu son günlerinde, her gün çocuklarından birinin evine gidiyordu. Bir gece oğlu Hasan’ın, bir gece oğlu Hüseyin’in, bir gece kızı Zeyneb’in kocası Abdullah b. Cafer’in evinde iftar ediyor ve üç lokmadan fazla yemiyordu. Evlâtlarından biri, bunun sebebini sorunca, "Allah’ın emri gelmektedir. O sırada karnım boş olsun istiyorum. " buyurdu. (Şeyh Müfid, el-İrşad, s.151; Ravzat’ul-Vaizîn, c.1, s.164; Keşf’ül-Gumme, c.1, s.581)
Şahadet gecesi, iftar için kızı Ümmü Gülsüm’e misafirdi. Yine üç lokmayla iftarını açtı, sonra ibadetle meşgul oldu. Gecenin başından sabah namazına kadar tedirgin bir bekleyiş içindeydi. Bazen göğe bakıyor ve yıldızların hareketlerini seyrediyordu. Fecir vakti yaklaştıkça tedirginliği ve rahatsızlığı da artıyor ve, "Allah’a andolsun ki, ne ben yalan söylüyorum, ne de bana haber veren yalan söylememiştir. Şehitliğin bana vadedildiği gece, bu gecedir." diyordu. (Ravzat’ul-Vaizîn, c.1, s.164
Peygamber (s.a.s), ona bu vaatte bulunmuştu. Ali’nin kendisi buyuruyor ki: "Resulullah (s.a.a), Ramazan ayının fazileti ve saygınlığı hakkında konuştuğu bir hutbesinin sonunda ağladı. Ağlamasının sebebini sorduğumda, ’Senin bu aydaki alınyazına ağlıyorum. Rabbin için namaz kıldığın bir sırada öncekiler ve sonrakilerin (bütün insanların) en kötüsü, Semud kavminin devesini kesenin kardeşinin, başına indirdiği darbeyle sakalının kana boyandığını görüyor gibiyim.’ buyurdu."( Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c.1, s.297)
Nihayet o korkunç gece sona erdi ve Hz. Ali Ali seher vaktinin karanlığında sabah namazını kılmak için camiye ( ya da mescit diyelim ) doğru hareket etti. Evdeki ördekler peşine takıldılar ve elbisesine asıldılar. Bazıları ördekleri uzaklaştırmak isteyince, "Bırakın onları; çünkü onlar bir grup bağrışanlardır ki, onları ağlayanlar izleyecektir." Dedi. ( Tarih-i Yakubî, c.2, s.212; Şeyh Müfid, el-İrşad, s.152; Ravzat’ul-Vaizîn, c.1, s.165; Müruc’üz-Zeheb, c.2, s.425)
Büyük oğlu Hasan Hasan "Niye böyle kötü düşünüyorsunuz?" deyince Hz. Ali Ali şöyle buyurdu: "Oğlum! Kötü düşündüğüm yok, kalbim öldürüleceğimi söylüyor." (Keşf’ül-Gumme, c.1, s.584)
Ümmü Gülsüm, Hz. Ali’nin sözlerinden kaygılanarak, "Emredin, Cu’de camiye gidip namaz kıldırsın." dedi.
Hz. Ali "Allah’ın kazasından kaçılmaz." dedi
Hz. Ali camiye girip namaza durdu. İftitah tekbirini alıp kıraatten sonra secdeye vardı. Tam o sırada İbn-i Mülcem, "Hüküm Allah’ındır senin değil ey Ali!" diye bağırarak zehirle yıkadığı kılıcını Hz. Ali’nin mübarek başına indirdi. (Müruc’üz-Zeheb, c.2, s.429; Mekatil’üt-Talibiyyin, s.31, Bihar’ul-Envar, eski baskı, c.9, s.650, el-Emalî’den naklen)
Bu olayı ünlü müfessir Ebu’l-Fütuh Râzî şöyle nakleder: "Ali, İbn-i Mülcem’in kılıç darbesi vurduğu namazının ilk rekâtında Enbiya Suresi’nden on bir ayet okumuştu."( Tefsir-i Ebu’l-Fütuh Râzî, c.4, s.425)
Ünlü Sünnî âlim Sibt b. Cevzî ise şöyle yazar: "İmam mihraba geçtiğinde birkaç kişi ona saldırdı ve İbn-i Mülcem ona bir darbe indirdi, ardından hep birlikte kaçtılar." (Tezkiret’ül-Havas, s.177)
Hz. Ali’nin başından akan kan, mihrabı sakal-ı şerifini al renge boyadı. Hz Ali (a.s), "Kâbe’nin Rabbine andolsun ki kurtuldum." buyurdu. Sonra şu ayeti tilâvet etti: "Sizi ondan (topraktan) yarattık, ona geri döndüreceğiz ve bir kere daha ondan çıkaracağız."( Tâhâ Suresi, 55.)
‘’Kurtuldum’’ Derken dünya dertlerini mi kastediyordu yoksa şehid olacağı günü beklemenin yorgunluğundan mı kurtulmuştu? Her ikisi de sanırım.
Darbeyi aldığında, "Onu yakalyın." diye seslendi. Halk, İbn-i Mülcem’in arkasından koştular. Kendisine yaklaşanı kılıcıyla vuruyordu. Nihayet Kusem b. Abbas çevik bir atlayışla onu kucaklayarak yere serdi.
Onu Hz. Ali’nin yanına getirdiklerinde, "İbn-i Mülcem ha?" dedi. İbni Mülcem "Evet." dedi. Hz. Ali onu tanıyınca oğlu Hasan’a şöyle buyurdu:
"Düşmanına dikkat et, karnını doyurun, iplerini sıkı bağla. Eğer ölürsem, onu da bana mülhak edin ki Allah nezdinde onunla hesaplaşayım. Eğer sağ kalırsam, onu ya bağışlarım, ya da kısas ederim."( Tarih-i Yakubî, c.2, s.212 - Keşf’ül-Gumme, c.1, s.586; Tarih-i Taberî, c.6, s.185)
Bu sırada Ümmü Gülsüm, "Ey Allah’ın düşmanı! Emir’ül-Müminin’i öldürdün."Diye onun yakasına yapıştı.
O mel’un, "Emir’ül-Müminin’i öldürmedim, senin babanı öldürdüm." dedi.
Ümmü Gülsüm, "Umarım, bu yaradan iyileşir."Deyince de İbn-i Mülcem, büyük bir utanmazlıkla, "Ona ağlayacağını görüyorum. Vallahi ona öyle bir darbe indirmişim ki, eğer onu yeryüzünün sakinleri arasında bölüştürseler, hepsini helâk eder." dedi.( Mekatil’üt-Talibiyyin, s.36; el-Ahbar’ut-Tuval, s.214; Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c.2, s.24; İbn-i Esir, el-Kâmil, c.3, s.169; Tarih-i Taberî, c.6, s.85; Ikd’ül-Ferid, c.4, s.359; Keşf’ül-Gumme, c.1, s.586)
Hz. Ali’ye biraz süt getirdiler. Ondan biraz içti ve, "Tutukladığınız adama da bu sütten içirin ve ona eziyet etmeyin." buyurdu.
İmam Ali’nin darbe aldığını duyan Kûfe tabipleri onun huzuruna geldiler. Onların içinden hepsinden daha mahir olan Esir b. Amr, yarayı tedavi etmeyi üstlendi. Yaraya bakınca, hemen daha soğumamış bir koyun akciğeri istedi. Ondan bir damar aldı ve yara mahalline koydu. Biraz sonra onu çıkardı ve, "Ya Ali! Vasiyetlerini et; çünkü bu darbe beyine kadar ulaşmış ve tedavinin bir faydası yoktur." dedi. Hz. Ali kâğıt ve kalem istedi ve oğulları Hasan ve Hüseyin’e (a.s) hitaben vasiyetini yazdırdı.( Ebu Hatem Sicistanî, el-Muammerun ve’l-Vesaya, s.149; Tarih-i Taberî, c.6, s.85; Tuhaf’ul-Ukul, s.197; Men La Yahzuruh’ul-Fakih, c.4, s.141; el-Kâfî, c.7, s.51; Mekatil’üt-Talibiyyin, s.38. Müruc’üz-Zeheb, c.2, s.425)
Oldukça uzun olan bu vasiyeti de yazmıyorum buraya. Vasiyetin sonu şöyledir:
"Ey Abdulmuttalib Oğulları, Emir’ül-Müminin katledildi deyip Müslümanların kanlarına girmenizi, öç almaya kalkmanızı istemem, "Öldüreceğiniz, kuduz bir köpek bile olsa eziyet etmekten sakının."
Hz. Ali’nin evlatları sessizce oturmuş, gamlı ve kederli bir halde babalarının gönülleri okşayan ve ruhlara hayat veren sözlerini dinliyorlardı. Hz. Ali, vasiyetinin sonunda bir ara bayıldı. Kendisine gelince şöyle buyurdu:
"Ey Hasan! Sana birkaç sözüm var. Bu gece ömrümün son gecesidir. Ben öldükten sonra cenazemi sen yıka. Kefenleme ve defnetme işleriyle sen uğraş. Cenaze namazımı da sen kıldır ve gece karanlığında cenazemi Kûfe’nin dışında uzak bir yere gizlice defnet. Kimsenin kabrimin yerini bilmesini istemiyorum." (Nehc’ül-Belâğa, 47. Mektup)
İmam Ali yaralandıktan sonra iki gün hayatta kaldı ve Ramazan ayının son on gecesinin cumaya rastlayan ilk gecesinde (H. 40 yılının ramazan ayının 21. gecesi) 63 yaşındayken dünyaya veda etti. Değerli oğlu İmam Hasan (a.s), ona kendi elleriyle gusül verdi ve namazını kıldı. Namazda yedi tekbir getirdi. Namazdan sonra, "Bilin ki, ondan sonra kimseye yedi tekbirle cenaze namazı kılınmaz." buyurdu. Cenazesi Kûfe’nin dışında "Gura" (şimdiki Necef-i Eşref) adında bir yere defnedildi.( Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib, c.3, s.313; Tezkiret’ül-Havas, s.112; Tarih-i Yakubî, c.2, s.213)
Haricîler ve diğer İslâm düşmanları, İbn-i Mülcem’in bu korkunç cinayetinden dolayı sevindiler ve yaptığı işi övdüler. Haricîlerden İmran b. Hattan el-Vakaşî adında biri, İbn-i Mülcem’i övdüğü bir şiirinde şöyle demiştir:
"Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir amacı olmayan takvalı bir kişiden ne vuruştu ha! Onu hatırladığımda, Allah katında bütün insanların en çok mükâfat alanı olduğunu düşünüyorum." ( Müruc’üz-Zeheb, c.2, s.427.)
Dikkat ediyorsunuz değil mi? Hz Ali’yi şehid eden hain için neler deniliyor?
Allah’ın rızasını kazanmaktan başka amacı olmayan(!)
Takvalı(!)
Allah katında insanların en çok mükafaat alanı(!)
İşid ağızları ya da ‘’İslam adına’’ diyerek Müslüman ( Ya da gayrı müslim) kafası kesenlerin ağızlarına ne kadar benziyor değil mi?
Evet bitti...Hepsi bu kadardı.
Hz. Ali’nin nasıl şehit edildiğini, onu şehid eden zihniyetin bu gün hâla var olduğunu anlattım sadece. Bunda panikleyecek, memlekette kıyamet kopacağını zannedecek bunca gerilecek bir şey yok. Bakın nitekim de olmadı değil mi?
Yazandan korkmayın, susandan korkun.
Hayırlı, huzurlu bereketli Ramazanlar
________________________________________
YORUMLAR
Üzülüyorum.
Dinimizin (af edersiniz) don lastiği gibi sağa sola çekiştirildiği için.
Mezhep uğruna birbirimizi katlettiğimiz için.
Bu halimize bakıp birilerinin mutlu olmasına imkan verdiğimiz için.
Ne demeli?
Yüzyıllardır devam ediyor bu saçmalık.
Hiç de tükenecek gibi durmuyor.
sami biberoğulları
Bir insan ya da insanlar Hz. Ali'yi bile ''Allah'ın rızası'' Diyerek katletmişlerse, günümüzde yaşanan katliamlara şaşırmamak gerekir bence.
Selam ve sevgilerimle.
Sami bey belki inanmayacaksınız ama okurken inanın ağladım. İçim ürperdi.. İslam tarihine ışık tutan bu değerli yazınız için sizi yürekten kutluyorum ve bende size katılıyor , diyorum ki..
"Yazandan korkmayın, susandan korkun. "
Işid konusuna hiç girmicem çünkü İslam geleneğinde masum öldürmek Tanrıya Kılıç çekmekle eş değerdir benim gözümde. Bu melunlar da aynen böyleler.. Selam ve saygılarımla dost kalem..
sami biberoğulları
Selam ve saygılar benden.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.