- 869 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
BİRİ ÖLDÜ, ÇOK ŞÜKÜR BİRİ YAŞIYOR.
İsimlerini değiştirerek yazdım. Keşke yazgılarını da değiştirebilseydim.
**************************
Çok çok uzun bir hikaye… Daha doğusu tamamı gerçek olan bir roman…. Roman niyetine okuyun zaten.
***************************
Bir gün…
Köyde pek çok bakkal vardı aslında ama okula yakın olduğundan ve tabii ki kendi tembelliğimden hiç sevmesem de o ayyaşın dükkanına gider, sigaramı ondan alırdım. O gün yine onun dükkanındaydım.
Her zamanki gibi tezgahın üzerine koymuş olduğu bira şişesini kafasına dikiyor ve bir tas tuzlu leblebiyle zıkkımlanıyordu. Ben içeri girince mutad şakasını ( Kendine göre şaka tabii ki) yaptı.
-Hocaaa, doldurayım bir tane. Şimdi canın çeker senin.
Oldum olası bana ‘’ Hocam’’ değil de laubali bir şekilde ‘’ Hocaaa’’ Diye hitap edilmesine gıcık olurdum. Hele bir de bunu böylesine sarhoş bir ağız söylüyorsa daha da gıcık olurdum. Hele bir de bu sarhoş ağız aynı zamanda pis herifin teki ise daha daha kızardım.( Neden pis herif dediğimi az sonra anlayacaksınız.) Ve beni asıl kahreden bu yerleşim yerinde halk size her şeyi diyebilirdi ama sizin onlara ‘’ Gözünün üstünde kaşın var’’ Deme hakkınız yoktu. Aksi takdirde ya dayak yer, ya da en hafif ceza olarak aforoz edilirdiniz. Yani mesela bebeğiniz için bir litre süt bulmanız kesinlikle mümkün olmazdı. O bakımdan başka yerde olsa ‘’Hocaa değil ! Hocam’ !’’ Diye tersleyebileceğim bu herife böyle bir yerde kibarca cevap vermek zorundaydım.
-Ya abi biliyorsun içki içmediğimi. Bildiğin halde niçin yapıyorsun bu şakayı?
-He he heeee. Seni sevdiğimden hoca..Yoksa kimseye beleş bira verir miyim ben?
-Teşekkür ederim. Bana da verme. Bana bir Maltepe ver de gideyim. Hem bak sana ne diyeceğim. Sen de içme şu zıkkımı. Dükkanının duvarı camiye yapışık. Ayıp oluyor.
-Yav n’aapıyım. Gelip benim dükkanın burnunun dibine cami yapmasalardı.
-Sallama...Cami taaa 17. Yüzyıldan kalma. Senin dükkan daha elli sene bile olmamış. Sen getirip dükkanını caminin dibine sokmuşsun.
-He he heeeee. Bizim rahmetli peder nereden bilsin oğlunun benim gibi bir alkolik olacağını. Adam gitmiş caminin dibinden arsa almış.
-Neyse. Benim sigarayı ver de gideyim.
Abi diye hitap ettiğim bu ayyaş bakkal bana sigaramı verirken birden gözleri parladı.
-Hocaaa geleni gördün mü?
Gelen mi? Yolda sadece yukarıdan aşağıya doğru inen bir kadın vardı. Kadında da hiç bir acayiplik yoktu. Kılığı ile, kıyafetiyle sıradan bir kadındı. Yalnız tek farkla, bu köyden biri değildi. Yani kıyafeti köylü kıyafeti değildi ama şehirli de değildi. Şehrin varoş kesiminde yaşadığı her halinden belliydi. Üzerinden yoksulluk akıyordu adeta.
-Gördüm ne olmuş? Bizim okuldan iki yatılı kız öğrencinin annesi. Bu gün izin günü ya, belli ki kızlarını almaya gelmiş okuldan.
Abi’nin kanlı gözleri fıldır fıldır dönüyordu. O anda aynen ‘’Arabesk’’ filmindeki ‘’Karııı’’ Diyen Tecavüzcü Coşkun’a benziyordu.
-Akşam maçımız var onunla.
Şöyle bir kadına baktım, bir karşımdaki yatatığa, mümkün değildi. Hani kadın da öyle ahım şahım bir şey değildi ama yine de bu ayyaşla herhangi bir kadın? İmkansızdı.
-Abi o kadın sana bakmaz. Boşuna heveslenme.
-Ooooo Hoca. Senin de bir bok bildiğin yok. Oğlum parasıyla değil mi? Parayı bastırdın mı olmaz dediğin her şey olur. Hem bu kadının işi bu. O alacağı paraya bakar. Canın çektiyse kafanı takma. Paran yoksa kredi açarım sana.
Beynimden vurulmuşa döndüm. Benim boncuk gözlü kızlarımın annesi para karşılığında bedenini satan birisi miydi? Yok… Abi dediğim bu alçak ayyaş , namuslu bir kadına iftira atıyordu. Artık dayanamadım.
-Abi Allahtan kork biraz. Ayıp olmuyor mu?
-Dinimiz ne demiş? Dörde kadar hak.
Bu sarhoş milleti neden böyleydi? Benim rahmetli peder de rakıyı mideye gönderince başlardı dinden imandan bahsetmeye. Abi de öyle yapmaya niyetliydi besbelli ama şimdi bir sarhoş ağızdan dini sohbet dinlemeyi kaldıracak durumda değildim. Hemen çıktım dükkandan.
Okulumun en sevimlilerinden ama her nedense devamlı hüzünlü iki maviş gözlü öğrencisi olan Müjgan ve Kader ‘in annesinin arkasından bakıyordum. Yok… Giyimi kuşamı benim hanımdan biraz daha ucuzcaydı. Onun dışında bir farkı yoktu. Kadının karşısına çıkıp ‘’Afedersiniz merak ettim. Siz bedeninizi para karşılığı satıyormuşsunuz doğru mu?’’ Diye de sorulmazdı. Hem diyelim ki sordum, o da diyelim ki ‘’Evet’’ dedi. Ondan sonra ne olacaktı?
Bazen deve kuşu olmak herşeyden daha iyiydi. Ben de duymamak, görmemek ve konuşmamak için kafamı kuma gömmeliydim. Çünkü o kadın, dendiği gibi idiyse onu o hayattan çekip çıkaracak kudretim yoktu.
Belki, bir ihtimal Müjgan ve Kader’i kurtarabilirdim.
‘’Lanet olsun Abi. Aklıma binbir türlü vesvese soktun’’ Diyerek okula doğru yürüdüm. İlle velakin Müjgan ve Kader’de bir sır olduğu da kesindi. Okula babalarının geldiğini hiç görmedik mesela. Tamam anne-baba ayrı olabilirdi ama baba hiç mi özlemezdi, hiç mi merak etmezdi kızlarını?
Öte taraftan Müjgan ve Kader’in babalarının öldüğünü söyleyenler de vardı. Bizdeki öğrenci kayıtlarına ölü olarak mı sağ olarak mı geçtiğini hatırlamıyorum.
Yaşıyor idiyse bile öyle görülüyordu ki kızlarının nezdinde ölmüştü. En azından boşandığı karısı nezdinde tamamen ölmüştü.
********
Bir başka gün:
-Müjgan, Kader…Kızım siz daha gitmediniz mi?
Abla konumunda olan Müjgan cevap verdi:
-Öğretmenim annem gelmedi daha.
-Hımmm. Annenle konuştunuz mu ? Mutlaka gelecekti değil mi?
-Evet öğretmenim. Mutlaka gelecek.
-Ama kızım bak hava karardı. Bütün yatılılar gitti. Sadece siz kaldınız. Sadece ikinizi koskoca yatakhanede yatıramam bir başınıza.
-Yok öğretmenim. Merak etmeyin. Annem mutlaka gelecek.
Aslında en azından Müjgan yaşında çocuklar kendi başlarına her yere gidebiliyorlar, hatta şehre yalnız gidebiliyor ve saatlerce şehirde dolaşabiliyorlardı. Mujgan’a da ‘’ kızım atlayın bir minibüse, doğru şehre, oradan da yaşadığınız yere gidersiniz’’ Demek mümkündü ama yatılı okullarda prosedür böyle değildi. Mutlaka öğrencinin velisi gelecek, öğrenci ona teslim edilip imzası alınacak, ondan sonra okuldan ayrılmasına izin verilirdi.
Akşam oldu hâla Müjgan ve Kader’in annesinden bir haber yok…Yapacak tek şey kalmıştı.
-Kızlar ! Anneniz gelmedi. Sanırım gelemiyecek.
-Ama öğretmenim yarından sonra bayram. Mutlaka ama mutlaka gelmesi lazımdı.
-Güzel kızım ! orası öyle de gördüğün gibi yok işte. Gelemedi. Demek ki bir işi çıktı. Okulu da aramadı..Bu saatten sonra arasa da kimseyi bulamaz zaten ( O dönemlerde cep telefonu filan henüz yok. Jetonlu telefonla konuşabilmek bile bir mucize.) Haydi bize gidelim. Hem yemek vakti. Acıkmış olmalısınız.
Evet..Gerçekten de acıkmışlardı. Dahası üşümüşlerdi.
Evden içeri girer girmez Müjgan benim özürlü oğlum Yunus’u dizlerine alıp sallamaya, onunla oynamaya başladı. Kader ise en küçük çocuğum olan Tuba ile oynuyordu. ( Yunus 5, Tuba 4 yaşlarında filandı.) Diğer oğullarım Cihangir ve Tuğrul okul arkadaşlarıydı zaten. Yani evde yabancılık çekmediler. Zaten bu, benim eve ilk gelişleri de değildi. Zaman zaman eşimin yanına uğrarlar, benim çocuklarla vakit geçirirlerdi.
Eşim, kendi yok Allah’ı var, çok iyiliksever bir insandı. Bazı arkadaşların hanımları gibi ‘’ Nereden getirdin bu pis pasaklı şeyleri’’ Diyebilecek insanlardan asla değildi. Çocukları eve getirmemden memnun olmuştu.
Akşam yemeğini hep beraber yedik. Sonra oturup televizyon seyretmeye başladık. İki gün sonra Ramazan ya da Kurban bayramı olduğu için çocuklara ‘’ Haydi derslerin başına ‘’Demedim. Benim iki büyükler zaten yemeği yer yemez köydeki arkadaşlarına koşmuşlardı bile.
Televizyon seyrederken birden beklemediğim bir şey oldu. Kardeşlerden ufağı olan Kader, başını benim hanımın dizlerine koyup öylece uzandı. Hanım da bir taraftan Kader’in saçlarını okşarken bir taraftan da çaktırmadan bit kontrolü yapıyordu.
Kader’in sanki hayatında ilk defa saçları okşanıyordu. Kafası okşanan bir kedinin mırıl mırıl sesler çıkarıp uyuması gibi hemen uykuya geçti . Yüzünde hep var olan o hüznün yerini tatlı bir tebessüm almıştı. Müjgan ise benim koluma girmiş vaziyette oturuyordu kanepede. Oysa okulda diğer öğrencilerden , özellikle kızlardan daha az sokulurdu bana. Hani sokulsa da hiç bir zaman böylesine yakın olmazdık. Sanki seyrettiği filmden korkmuş da korkudan bana sokulmuş gibiydi. Oysa seyrettiğimiz şey muhtemelen bir komedi filmi ya da o günlerin gözde dizisi ‘’Zengin ve Yoksul’’du.
Hanım, dizlerinde uyuyan Kader’i uyandırmaya kıyamıyor, sanki dört çocuk anası değil de hiç çocuk doğuramamış, çocuk hasretiyle yanan bir kadınmışçasına sevgi ile Kader’in saçlarını okşamaya devam ediyordu.
Bir ara kulağıma eğildi ‘’ Bit filan yok saçlarında.Ne temiz çocuk bunlar böyle.’’ Ben de onun kulağına eğildim ‘’ Eğer olsaydı hemşire Ayşe’yi ayağından ağaca asardım. Elbette olmayacak. Bu çocuklar her gün temizlik kontrolünden geçiyor.’’
Müjgan’a baktım. Koluma sıkı sıkı sarılsa da onun da gözleri küçülüyordu. Belli ki kalorifersiz, sobasız koğuşlardan sonra içinde meşe odunu yanan bir kuzine sobanın ısıttığı ev onları anında gevşetmişti. ( Okulun yatakhaneleri ahşap olduğu için yangın korkusu sebebiyle soba filan yakılmazdı. Kalorifer? O ismi henüz telaffuz bile edemiyorduk.
Hanım ve Müjgan Kader’i yatağa yatırdı. Bu arada Müjgan hem esniyor hem de hanımın sorularına cevap veriyorken ben her zaman olduğu gibi arkadaşlarla bir iki el okey atmak için köyün kahvesine çıktım.
Anneleri gelmemiş olsa da çocuklar öyle çok da rahatsız değillerdi durumdan. Eşimi anne, beni baba olarak kabul etmişler ve kim bilir ne kadar uzun bir zamandan sonra bir aile sıcaklığı yaşamışlardı. Bir gün o aile sıcaklığı yaşadıkları yuvanın da çatır çatır çatlayacağını onlara o anda birileri söyleseydi sanırım kesinlikle inanmazlardı.
Neyse..Hikaye (daha doğrusu acı gerçek) onların hikayesi olduğuna göre bize boşverip onlarla devam edelim.
Sabah bir kalktık ki Müzeyyen de Kader de erkenden kalkıp mutfağa girmişler ve dün hanımın üşenip de yıkamadığı bütün bulaşıkları yıkamışlar. Ayrıca çay için su bile koymuşlar.
‘’ Kız evlat gibisi var mı? Aferin Kızlarım’’ derken gözüm dört yaşındaki Tuba’ya ilişti. O da hizmet edecek miydi acaba babasına böyle???
Sonra?
Müjgan, Kader ve bizim aile topluca kahvaltı yaptık. Benim hanım bayram alışverişi için zaten şehre inecekti. Ona ‘’ Çocuklarla birlikte gidin. Çocukları annesine teslim ettikten sonra sen de işlerini hallet gel’’ Dedim.
Diyeceksiniz ki hocam sen niçin gitmedin? ‘’ Sanırım nöbetçiydim. Okulda hiç kimse olmasa da nöbetçi olduğunuzda okulu terk edip bir başka yere gidemiyorsunuz.
Müjgan ve Kader’in cebine bir kaç kuruş bayram harçlığı koyarak her ikisini hanımla birlikte şehre gönderdim.
*******************
Bir başka gün daha…
-Müjgan ! Kızım! Şu kardeşinle biraz ilgilensene yavrum. Ne o derslerinin hali öyle? Bak sen fena değilsin. Sınıfını geçersin. Hatta ‘’Teşekkür’’ bile alırsın ama Kader dökülüyor be kızım.
Müjgan, maviş gözlerini yere dikmiş öylece sessiz bir şekilde beni dinliyordu.
-Kızım bakın. Burada yemeniz devletten, içmeniz devletten, giyiminiz kuşamınız devletten, daha ne istiyorsunuz? Çalışsanıza derslerinize. Tabii sana demiyorum, Kader’e diyorum ama hani sen de daha iyi olabilirsin aslında.
Müjgan yine suskun, Müjgan yine sessiz.
- Konuşsana evladım. Konuş da bana ‘’ Hocam ! Şu sebepten ‘’ de.
Müjganın dudakları zorlukla kıpırdadı.
-Hocam ! Biliyorsunuz.
Öyle bir bağırdım ki bağırtımdan ben bile korktum.
- Hayır. Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Ben onu bunu bilmem. O zayıf dersler düzelecek tamam mı? Benden istediğiniz bir şey varsa vermeye hazırım.
Müjganın maviş gözleri yine önüne baktı. Dudakları belli belirsiz kıpırdadı. Belli ki ‘’ Baba sıcaklığını, anne şefkatini verebilir misiniz öğretmenim ?’’ Demek istiyordu ama diyemedi. O, elimden geldiği kadar vermeye çalıştığımı biliyor, ben ise ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir annenin, bir babanın yerini asla alamayacağımı biliyordum.
Sadece ‘’ Tamam Öğretmenim’’ dedi.
Müjgan ‘’ Tamam Öğretmenim’’ Dedi ama tamam olmadı. Ben 1996 yılının oldukça soğuk bir Şubat gününde bir başka il ve ilçeye çıkmış olan tayinim sebebiyle o köyden ayrıldığımda Müjgan da Kader de çoktan adeta sırra kadem başmışlardı. Yani okula gelmiyordu her iki kardeş de.
Uzun süre her iki kardeş için de ‘’ Allah’ım ! Ne olur. Annelerine isnat edilen şey bu çocukların başına gelmesin. Ya Rabbim. Onları her türlü bela ve musibetten koru diye çok dua etmiş, çok yalvarmışımdır Allah’a.
Öğretmenlik mesleği her zaman elinden tutup kurtardığınız insanların anıları ile dolu değildir. Bu sefer iki elden birden tutmaya çalışmıştım. Sadece ben değil, Tüm öğretmenler, tüm okul bu iki kız öğrencinin elinden tutmaya çalışmıştık ama olmayınca olmuyordu. Toplumda ‘’ Parasını verdikten sonra olmayacak şey yok’’ Diyenler ; dizine yatan şefkat mahrumu bir kızın başını okşayanlardan çok daha fazlaydı maalesef.
****************
Ve o gün…
Yıl 1997.
Daha yerime yeni oturmuştum ki otobüsümüz az bir şey daha ilerleyince yanımda oturan vatandaş inmek üzere toparlanmaya başladı. Yukarıdan paltosunu ve muhtemelen evlatları için aldığı tatlıları indirdikten sonra ‘’Size iyi yolculuklar’’ Diyerek yürüdü.
Arkasından seslendim: ‘’ Beyefendi ! Gazetelerinizi unuttunuz’’
Döndü ve cevap verdi: ‘’ Kalsın, okursunuz ‘’
Adam indi, ben gazetelerden birini elime alıp sayfalarını çeviriken bir haber dikkatimi çekti:
‘’ İçi tarım ilacı dolu şırınga ile intihar etti.’’
Allah Allah...İntiharın her türlüsünü duymuştum ‘’ Altın vuruş ‘!’ denen morfinmanların intihar şeklini de biliyordum . Kayın biraderim 1988 de tarım ilacı içerek intihar etmişti. Ama tarım ilacını şırıngaya doldurup damara enjekte edeni ilk defa duyuyordum. ‘’ Niye doğrudan içmemiş de şırıngaya doldurup damarına zerketmiş’’ Diye düşündüm ve hemen Haberi okumaya başladım.
‘’ İlimiz….İlçesinde yaşamakta olan Kader G ( 12 ) Ailevi bir sebeple, evlerinde bululunan zehirli bir tarım ilacını şırıngaya doldurup damarına enjekte ederek intihar etmiştir.
İlimiz devlet hastanesine kaldırılan Kader G. Tüm uğraşılara rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir.’’
Kader G mi? Bu isim bana hiç yabancı değil… Aman Allah’ım !
Korka korka o ana kadar dikkat etmediğim haberin resmine baktım. Haberin resmi mavi önlüğü , beyaz yakalığı ve masmavi hüzünlü gözleriyle Kader…
O gün o otobüste bir baba, kaybettiği bir kız evladının arkasından göz yaşı döküyordu. Küçük kardeş, sevgili kızım Kader’i kaybetmiştim.
****************************
Ve bu gün…
Peki Müjgan?
Müjgandan 14.06.2016 Tarihine kadar hiç bir haber alamadım.
İki gün önce face booktan bir arkadaşlık teklifi geldi. Teklif, yıllardır haber alamadığım Müjgan’dan geliyordu.
Teklifi kabul edip sayfasına girdiğimde ‘’ Oh..Ya Rabbi şükür. Bari Müjgan Kurtulmuş’’ dedim.
Müjgan evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş görünüyordu. Hemen mesajı yazdım.
BEN: Selamünaleyküm Müjgan. Öğrencilerim içinde seni her zaman merak etmişimdir ‘’Nerelerde, ne yapıyor ‘’ diye. Gördüğüm kadarıyla evlenmişsin, çocuğun da var ve mutlu görünüyorsun. İnşallah yanılmıyorumdur, inşallah mutlusundur.. Onca çileden sonra mutluluk en çok senin hakkın çünkü. Neler yapıyorsun yaz bana. Ben İstanbuldayım. Emekli oldum. Yaptığım bir iş güç yok. Selam ve sevgilerimle.
Müjgan da cevap yazdı elbette…
Okurken sıkı durun ve ‘’ Çok büyük dertlerim var ‘’ Demeden önce bir kez daha düşünün.
MÜJGAN: Hocam merhaba nasılsınız? Ben bir çok sıkıntı çektim. Okuldan çıktım. Maddi sorunlardan okuyamadım. Okul kazandığım halde gönderilmedik. 1997 de kız kardeşimi kaybettim, intihar etti. Depresyona girdim. Bir sene sonra beyin kanaması geçirdim, sağ tarafım felç oldu. Çok uğraştım. 5 sene sonra iyileştim. Sonra işe girip çalıştım. Eşimle çalıştığım yerde tanıştık. 2010 şubatta evlendik. 2011 mayısta oğlum oldu çok şükür. Sizi bulduğuma çok sevindim hocam selam ve sevgiler
Müjgan bu çok çok zor ve engebeli yolda bunca sıkıntı, bunca travma, hatta bir beyin kanaması ve bir felç olayına rağmen dimdik ayakta durabilmiş.
Yani?
Yani 1997 yılında bir evladımı kaybettim, 2016 yılının 14 Haziranında ise Rabbim bana diğer evladımı başladı.
Sana şükürler olsun Rabbim.
YORUMLAR
Hani eski yeşil çam filmlerini izleriz hep dram derler ama aslında trajedidir. Baş rol oyuncusunun başına özellikle küçük Emrah dır herşey gelir ve biz by kadar da olmaz film işte deriz. Aslında bizim bu kadarda olmaz film işte dedğimiz birilerinin gerçeğidir yaşadığı hayattır.
Hayat bazen insanı öyle sınavlardan getirir irbikten damla damla akıtırki bu ömrü irbiğin deliği küçük gelir acılara alamazsın tıkanıp kalırsın ve hayatın başlamadan veya baharında son verirsin sefil gordığun hayatına. Yada acıları sindire sindire damla damla akarsın bir başına ve başa çıkmayı öğrenirsin koca dünyada küçücük yer edinmeye çalışırsın. Ediğindiğin o küçücük yere zafer bayrağını takarsın çünkü zaferindir senin her güçlüğe rağmen yok edememiştir seni güzel dünyanın canavar insanları.
Kazanan ve kaybeden iki kardeş var. Sabır ve sebaattir kazanmaya giden yol. Klişe bir söz vardır. Öldürmeyen acı güçlendirir. Anne babaların günahını evlatlar çeker derler bu sözün doğruluğuna inanmaya bağlıyorum
Ben derdime dert demem ben dertlisini görünce.
Tebrikler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA tarafından 6/18/2016 1:37:11 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
'' Öldürmeyen acı güçlendirir'' Bu sözü bir kenara kaydettim. Çok doğru ve güzel bir söz.
Rabbim kimselere böyle acılar yaşatmasın. Hele hele de anne ve babalarının hatalarından dolayı çocuklar acı çekmesin. Amin.
Selam ve sevgilerimle.
yaşanılmışlık
en çok acıtan bu oluyor hocam beni
keşke yaşanılmasada yazmasak
etkiledi
kutlarım güçlü kaleminizi
saygılarımla
sami biberoğulları
Keşke bunlar yaşanmasa, biz de yüzümüzü güldüren konuları yazabilsek.
Selam ve sevgilerimle.
Sami hocam yazınızı annemede okudum ( neden ağladığımı sorunca) böyle öğretmenlerde var çok şükür sahip çıkmış ilgilenmiş ne mutlu ona ( sizin için diyor) Allah' ta çocuklarından güldürsün Âmin diyerek dua etti hem size hemde Kader'e... Yazılarını takip ettiğim sayılı kişilerdensiniz (Kemnur hocam ve siz )Kaleminize sağlık harikaydı çok fazla yorum yazan biri değilim ama yazmak istedim saygılarımla..
sami biberoğulları
Size ve muhterem annenize çok çok teşekkür ediyorum. Rabbim sizlere sağlıklı ve huzur dolu bir ömür nasip eylesin.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam siz ne yaptınız böyle, tüylerim diken diken. Yaşanılanların derinliği anlatımın mükemmelliği öyle güzel sarstı ki. Ne diyim siz yazın, o kalem hep yazsın
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, "Ateş düştüğü yeri yakar" gibi biraz kayıtsızlık, biraz bencillik ve çokça da toplumsal sorumluluk bilincinden uzak bir algı biçimimiz var...
Bu bilincin yüksekliği veya düşüklüğü, sekülerlik anlayışını da, dindarlık anlayışını da çok belirliyor, demek yeridir galiba...
Seküler olan şöyle kıvırtıyor: Bu sorunlar, toplumun gelişmişlik düzeyine paralel olarak çözülür; her birey kendinden sorumludur; eğitim şart!, vs.vs...
Dindar olan (kimi) ise "Kader!..." deyince çıkabileceğini sanıyor işin içinden...
[Ümmetin Peygamberi böyle düşünen biri olsaydı Müslümanlık diye bir şey olmazdı!...]
Evet... Sizin gibi gönül sahipleri ise, kıyıya vuran deniz yıldızlarını alıp alıp denize geri gönderirken çok şeyi değiştirdiğine inancını yansıtıyor...
[Kültür de bundan daha başka bir şey olmamalı zaten!...]
Ne var ki, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, alkollü halde araba kullanırken, bir de hız yapıp bir ocağa ateş düşüren ahlaksızı hayasızca savunabiliyorlar...
[Terör de aslında bu ahlaksızlığın zirvesidir bir açıdan!...Adalet, insanlık, yiğitlik düşmanlığının!...Kahpeliğin, korkaklığın, sorumsuzluk ve soysuzluğun!...]
Değerli hocam, İnanç sahiplerinin bu günlerde, bu aylarda ve her zaman nasıl bir hassasiyete sahip olması gerektiğini acı da olsa iyi bir örnekle hatırlatmışsınız...
Varolasınız...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Ateş sadece düştüğü yeri değil, bazen çevresini de yakıyor ve her koyun kendi bacağından asılsa da kokusu herkesi rahatsız ediyor.
Güzel yorum için çok çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Hocam,
bu anlamli, ibret dolu aniyi bizimle paylastiginiz icin tesekkurler...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Hüzünlü!!!
İşte hayatın gerçekleri ve ÖĞRETMEN olmanın ağırlığı! Ve o gururu yıllarca bir Rütbe gibi omuzda taşımanın hazzı!
Yüreğinize sağlık Hocam.
Ben de Devletimizin vermiş olduğu Komiserlik payesini almışım! Emekli olmadan önce herkes Komiserim(!)
diyorlar dı. Şimdi eli üç kuruş görmüş diye adam karşıdan sesleniyor Komiser(!) Ananın papucu ne var???
Sen bana Komiser desen ne olur Komiserim desen ne olur.O senin adamlığın!!!
Selam ve saygılarımla.(Sinirlenmedim)
sami biberoğulları
Sen sakin kal bari.
Bir sitede bir tane agresif yeter sanırım)))))))))
Selam ve sevgilerimle.
Evet Sami öğretmenimiz,
sayfanızda uzunca kaldım, ne hayatlar yaşıyor biz insanlar. Bir aile dramı ve faciası, yokluk yoksulluk ve sevgisizlikten, ilgisizlikten ne hayatlar sönmekte ne ocaklar yıkılmakta. Öğretmenlik eğitimin dışında öğrencisiyle en ince ayrıntıları da görmektir. Takdirlerimle efendim.
Kaderin adı gibi kaderi de çok hazin yazılmış...
Saygılarımı bıraktım...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
işte meslek aşkı bu hocam..acıları.karaya baglayıp seneler sonra sevdiyin .saygıda kusur etmedigin öyrencini yeniden bulabilmek ne güzel.ve karalar baglanan acıyı bal eylemek diye buna derim ben..bir karderş ölsede diyeri kurtulmuş..şükür kine rahatı iyiymiş.kaderin mekanı cennet olsun amin..selam ve dualarımla hocam..iyiki varsınızz
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.