- 580 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ELMA ŞEKERİ
ELMA ŞEKERİ
Napoli’de gördüğüm Standa, Upim gibi süper marketler neden Ankara’da da yok diye bayağı üzülmüş ve de ne kadar kıskanmıştım bilemezsiniz.
EEE medeniyet işte demişti anneciğim.
İnşallah yakında bizde de olur.
1960 senesinde Ankara’ya dönünce,
Posta Caddesinde modern bir alış veriş merkezinin açıldığını duymuş ve çok sevinmiştim.
Elektrikli yürüyen merdivenleri olan,
çok çeşitli dekorasyon malzemeleri,
boya, tiner gibi kimyevi maddelerin de satıldığı, 250 nin üzerinde dükkânın
bulunduğu koca bir çarşı bu.
İsmi de kendine layık bir çarşı.
Modern Çarşı.
İlk fırsatta Modern Çarşıyı gezmek için Ulusa çıktım.
Otobüs ’den heykelde inip, Posta Caddesinde yürüyerek Çarşıya geldim.
Köylüsü, kentlisi, basma fistanlı, tayyörlü, bavullusu, Heybeli si…
Çeşitli kesimlerden Ankara halkı içeriyi doldurmuş, vitrinlere bakıyordu.
Herhalde tahmin etmişsinizdir.
Tabi ki ortak ilgi yürüyen merdivenlere idi.
Çoğunluk ilk defa görüyordu böyle bir şeyi.
Sanki “luna" parkta gibi idik hepimiz.
Bismillah çekip ilk adımını atan mı, ?
Allah’ım sen beni koru diye dua eden,
üç kuluvallah bir Elham okuyup ilk basmağa basan mı, ?
anooo diye önce heybesini merdivene doğru sallayıp ve sonrada kendisini atan mı ararsın…
İşte hepimiz buradayız.
Caanım Ankaralı.
Artık, canım sıkıldıkça, hem gezip hem de yeni çıkan dekorasyon malzemelerini görmek için, Modern çarşıya gidiyordum.
Posta caddesinde yürürken , bir kaç defa, başında gri renkli eski bir kasket,
beyaz çizgili yeleği, ayağında rengi kaçmış siyah şalvarı,
başparmak uzunluğunda kırçıl sakalı ile pejmürde kılıklı,
40-45 yaşlarında bir adama rastlar oldum.
İşte bu gariban, Posta caddesinde bir kaldırımdan diğerine,
yengeç misali, yan yan adım ataraktan,
sürekli bir o tarafa, bir bu tarafa geçiyor.
Geçerken de sürekli söyleniyor.
-Elma şekerinin sahtesi.
-Elma şekerinin sahtesi.
-Elma şekerinin sahtesi.
Bir o kaldırıma.
Bir bu kaldırıma.
-Elma şekerinin sahtesi.
-Elma şekerinin sahtesi.
-Elma şekerinin sahtesi.
Bu belki yarım saat devam etti böyle.
Birkaç kere beraber yürüdük Posta caddesinde.
Modern çarşının girişine gelince, beraber içeri giriyoruz.
Yürüyen merdiven ile üst kata çıkıyoruz.
Bu katta bulunan seramikçinin vitrinini ikimizde hayranlıkla seyrediyoruz. Heykelcikler, tabla ve kupalar, çeşitli hayvan ve rengârenk meyve bibloları.
Başımı sağa çevirip adama bakıyorum.
Yemyeşil gözleri meyve biblolarında.
Sıra sıra yaşlar süzülüyor gözlerinden.
-Merhaba
Neden ağlıyorsun be kardeşim?
Bir derdin mi var?
Derin bir iç çekiyor ve gözlerimin içine bakıyor.
-Elma şekerinin sahtesi.
Bu kadar mı üzgün bir bakış olur be?
O kadar işte….
Tek söylediği bu….
Elma şekerinin sahtesi.
Elma şekerinin sahtesi.
Heykele doğru beraber yürüyoruz.
Kızılay’a gideceğimi söylüyorum adama.
Sende mi o yöne?
Başıyla onaylıyor.
Durakta sessizce bekliyoruz otobüsü
On dakika içinde de Kızılay otobüsüne biniyoruz.
Sahanlığa doğru yürürken biletçi geliyor yanımıza.
Hiç sesini çıkartmadan, boynunda asılı olan bilet ve para kutusunun kayışını başından aşırtıp benim adama veriyor.
O da kayışı boynuna geçirdikten sonra eline aldığı madeni parayı tahta bilet kutusuna tık tık vurarak,
-Bilet, bilet ….
diye tekrar ederek ön tarafa yürüyor.
-Lütfen bozuk para veriniz.
-Pasolar hazır olsun.
-Haydeee .
- Opera durağı…
Gerçek biletçiye, soran gözlerle bakıyorum.
Ses çıkartmayınca da soruyorum.
-Ne oluyor yahu?
Bu ne komedi be?
Elin eksik akıllısına nasıl teslim edersin sen biletleri, para kutusunu?
Aklım almıyor.
-Merak edecek bir şey yok be beyim.
Eskiden mesai arkadaşımızdı bizim Ali.
Ali işte.
Dertli Ali…
EGO’ da ilk işe girdiği sene evlendi.
Çubuk dan dünyalar güzeli bir kız aldı.
Hemen O sene hamile kaldı Birgül.
Nur topu gibi bir oğlan doğurdu Ali ‘ye.
Kadersiz insanlar be abi.
Birgül, doğumun hemen ardından tüberküloz, yani verem kaptı bir yerden. O tarihlerde öyle kuvvetli antibiyotik falan yok ki.
Tek bilinen ilaç penisilin.
Ha birde streptomisin vardı en etkili verem için.
Refik Saydam Enstitüsüne götürdü Birgül’ü Ali ama kurtaramadı.
“Yiğit” bebeyi doğurduktan altı ay sonra öldü Birgül yenge.
Ne çekti Ali be abi anlatamam sana.
Anasını getirdi köyden Ali.
Beş sene, gözü gibi baktı bebesine.
Yemedi yedirdi.
Giymedi giydirdi.
Kadersiz insan bunlar be abi.
Yiğit bebe beş buçuk yaşındaydı.
Nereden kaptıysa kaptı be abi.
Difteri oldu.
Numune hastanesine yatırdı Ali.
Aylardan Şubat ayı.
Ankara’ya kar yağmış.
Her yer kar kaplı.
Hava buz gibi.
Arada eksi yirmilere dayanıyor hava sıcaklığı.
Çocuk bu işte be Abi.
Nereden aklına taktıysa takmış.
Elma şekeride elma şekeri…
Elma şekeri isterim diyor, başka bir şey demiyor.
Nereden bulsun bu soğukta, bu Şubat ayında elma şekerini Ali?
Birden aklına geliyor.
Modern çarşıdaki seramikçi aklına geliyor.
Gidiyor anlatıyor derdini.
Sağ olsun.
Dükkân sahibi seramikçi de üzülüyor Ali’nin derdine.
O da,
Ali için seramikten bir elma şekeri yapıyor.
Ah be Abi.
Görsen ne seviniyor Ali.
Hemen koşturuyor hastaneye.
Yiğit’e veriyor seramik elma şekerini.
Aman oğlum diyor.
Üç beş gün bekle, öyle tadına bakarsın diyor.
Daha tam olmamış.
Beklemek lazım dediler bana diye, yalan söylüyor oğluna.
Yiğit’in yastığına, başının yanına koyuyor seramik şekeri.
Hiç olmaz ise oyalanır biraz diye içinden geçiriyor.
Ama abi, çocuk bu.
Sopanın ucunda kıpkırmızı, pas parlak bir elma.
Bekler mi hiç.
Baba gidince bir ısırık almağa çalışıyor.
Ama ne mümkün.
Ertesi sabah Ali gelince iki gözü iki çeşme ağlıyor Yiğit çocuk.
-Ne biçim elma şekeri bu be baba?
Bir ısırık bile alamadım.
Sahte bu elma şekeri. .
Nerde benim elma şekerim?
Hem Yiğit çocuk,
hem de Ali’nin gözlerinden,
kahpe kadere akıyor gözyaşları.
Bir hafta sonrada Yiğit çocuk ölüyor.
Difteri sıkıyor boğazını.
Nefes alamıyor Yiğit çocuk.
İşte böyle be abi.
Bu olaydan sonra iyice tırlattı Ali.
Ne yer ne içer nasıl geçinir bilmiyorum.
Ama her gün öğleye doğru benim otobüse biner.
Kızılay’a gelinceye kadar bilet satar.
Kuruşuna kadar hatasızdır Ali.
Kızılay’da iner ve Bahçeli evler istikametine yürür gider.
Böyle be dostlar….
Bir iki ay kadar bende sürekli Ulusa gittim.
Posta caddesinde Aliyi görünce bende yanına yanaşıyorum.
İkimizde yan yana, yengeç gibi bir o kaldırıma,
bir bu kaldırıma gidip geliyoruz.
Anladınız dimi?
-Elma şekerinin sahtesi.
-Elma şekerinin sahtesi.
Hayat da böyle değil mi dostlarım?
Bazen mecbur kaldığımızdan veya gerçeklerle başa çıkamadığımız için göstermelik çözümler üretiriz.
Saçmalığını bile bile bizde buna uyarız.
Bir işe yarar mı?
Tabi ki yaramaz.
Ama maksat;
acıyı, ıstırabı biraz olsun azaltmak…..
Attila Bozoglu
Bodrum - 2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.