- 1254 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLIDA YENİLEŞME HAREKETLERİ
1683 yılı Osmanlı Devleti için yıkımın başladığı yıl sayılabilir.Bu yıl 2.Viyana kuşatmasının başladığı yıldır. Yorgun Osmanlı ordusu, kutsal ittifak karşında ağır bir yenilgi almış ve ordu geri çekilmek zorunda kalmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu yenilgiyi canıyla ödemiştir. Bu savaştan önce Osmanlı Rus ilişkileri nasıl devam ediyor bir göz atalım.
Rusya Osmanlı Devleti himayesindeki Özi Kazaklarına saldırınca Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sefere çıktı ve 1678’de Cehrin Kalesi’ni aldı Rusların isteği ile Bahçesaray (Cehrin) Antlaşması imzalandı Bu antlaşmaya göre:
- Kiev, Ruslarda kalmaya devam etti.
- Özi (Dinyeper) Nehri iki devlet arasında sınır oldu.
İlk Osmanlı-Rus antlaşması olması yönüyle önemlidir.
Bundan sonra 1683 yılında 2. Viyana seferine çıkılmıştır.Kilisenin çağrısı üzerine Avrupa’da kutsal ittifak kurulmuştur.II. Viyana Kuşatmasında Osmanlı ordusunun bozguna uğratılması Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Osmanlı Devleti’nin bu zor durumundan yararlanmak amacıyla papa, Avrupa devletlerini birlik olmaya çağırdı. Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan tamamen atmak hevesiyle bir araya gelen devletlerin kurduğu birliğe Kutsal İttifak dendi. Kutsal İttifak içerisinde Avusturya, Venedik, Lehistan, Malta ve Rusya vardı Kurulan bu birlik, Osmanlı’ya dört cepheden saldırdı Avusturya, Erdel ve Macaristan’a; Lehistan Podolya’ya; Venedik ise Dalmaçya ve Mora kıyılarına saldırdı
Osmanlı Devleti Kutsal İttifak devletleriyle süren mücadelesinde dönem dönem başarılar kazandı Ancak Köprülü Fazıl Mustafa Paşa dönemindeki Salankamen ve II. Mustafa dönemindeki Zenta Seferlerinde ağır yenilgiler alındı. On altı yıl süren savaşlar sonunda karşı koyacak gücü kalmadığını anlayan Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. Karlofça Antlaşması (1699)
İngiltere ve Hollanda elçilerinin aracılığıyla yapılan görüşmeler sonunda Osmanlı ile Avusturya, Venedik ve Lehistan arasında imzalanan antlaşmadır.
Karlofça Antlaşması Osmanlı devletinin ilk kez toprak kaybettiği antlaşmadır.Bu toprak kaybı Sakarya Savaşı’na kadar sürmüştür.13 Eylül 1683 2. Viyana Kuşatması ile başlayan Türk geri çekilmesi yine bir 13 Eylül1921 günü bu savaş ile durmuş, yeniden ilerleme başlamıştır. Bu yönden bu savaşın sembolik önemi de Türk Tarihi açısından çok fazladır.Tam 238 yıl sürmüştür bu toprak kaybı.
İşte Osmanlı da bu toprak kaybı ve yenilgiden sonra sarsılan otoriteyi yeniden tesis etmek için yenilik yapma arayışları başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde Yenileşme Hareketleri
Osmanlı Devleti 17. yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen savaşlarla tanışmaya başlamıştır. Kaybedilen savaşlar sonrasında sarsılan askeri otorite ve devlet düzeninin yanında, ekonomik ve sosyal hayatta olumsuz yönde etkilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti bu durumu düzeltmek için kendi içinde arayışlara başlamıştı. Fakat bu amaç doğrultusunda yapılan çalışmalardan iyi bir derecede başarı sağlanamamıştı.
Osmanlı bu içinde bulunduğu durumu düzeltmek için yüzünü artık batıya çevirmeye başladı. Bunun ilk örneklerini III. Selim ve II. Mahmut’la vermiştir. Güçsüzleşen, Osmanlı’nın durumundan yararlanmaya çalışan batılı devletlerin baskısından, kurtulmak amacıyla Osmanlı Devleti 1839’da Tanzimat ve 1856’da Islahat Fermanı’nı yayınlamıştır. Bu fermanların yayınlanması bile Osmanlı Devleti’ne yönelen hem içteki hem de dıştaki baskıları azaltmada yeterli olamamıştı. Değişen dünya şartları doğrultusunda Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu düzeltmek için II. Abdülhamit ve Mithat Paşa birlikte Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edilmiştir. Bu anayasa doğrultusunda ülke içinde seçimler yapılarak, 19 Mart 1877’de, Dolmabahçe sarayında padişah tarafından Osmanlı’nın ilk meclisi açılmıştır. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 harbinin patlak vermesiyle kapatma yetkisi elinde bulunduğundan padişah II. Abdülhamit 28.6.1877 günü meclisi kapatmıştır.
1. OSMANLI’DA YENİLEŞME ÇABALARI
Her imparatorluk yükseliş dönemini yaşadığı gibi bu sürecin sonunda duraklama ve daha sonrasında da dağılma dönemi yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu da yükseliş döneminin sonrasında duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemde batı karşısında gerileyen, taşra birimleri üzerindeki denetimini yitiren, tüm kurum ve kuruluşlarıyla hızla çöküşe doğru giden devletin içinde bulunduğu kötü durumdan telaşa düşen yöneticiler çözüm arayışlarını hızlandırdılar. Yeniden eski gücün kazanılması için, yerli kurum ve geleneklerin diriltilmesi yönündeki girişimler, bunları uygulayacak kadroların yetersizliği yüzünden başarılı olamadı. Ayrıca kendisini yenileyecek iç dinamikleri tamamen körelen kurumlar, bozulan yapıyı onarmada yetersiz kalıyordu. Bu durumda, daha kolay ve uygulamaya konulabilecek hazır çözümler öneren Batılılaşma gündeme geldi.
Avrupa’da yeni bir siyasal düzen ve toplum anlayışının kapılarını açan 1789 Fransız İhtilali, Osmanlı Devleti’nde “yenilikçi padişahlar dönemi”nin başlangıcıdır.
III. Selim, 1808’e kadar süren iktidarında, askeri, idari, mali ve iktisadi alanlarda ilk köklü değişiklikleri başlattı. Bu köklü değişim çabaları daha çok askeri alanda olmuştur. Batı orduları karşında alınan mağlubiyetler sonunda tekrar başarılar kazanmak amacı güdülüyordu. Bu uğurda III. Selim Nizam-ı Cedid’i (Yeni Düzen) teşkil edecektir. Hareket esas itibariyle, dış görüntüsünde belirlendiği üzere sadece askeri değildir. Talim ve terbiyesi kalmamış bir insan yığınından ibaret olan yeniçeriler karşısında modern bir ordu tesis etmenin yanında, ulema sınıfının nüfuzunu kırmak, selâhiyetlerini azaltmak ve ayrıca Avrupalıların sanat ve ilimdeki ilerlemelerine ortak olucu sınâi, ziraî, iktisadi müesseselerden iktibaslar yapmak arzu ve iştiyakı mühim rol oynamıştır.
Yenileşme çabalarının süreklilik kazanması ancak II. Mahmud’un saltanatının son devresinden itibaren mümkün olabildi. Zarar gören devlet otoritesini onarmak, iç ve dış güvenliği sağlayabilecek askeri güce sahip olmak, mali ve ekonomik yapıyı güçlendirmek ve nihayet sosyal ihtiyaç olarak öne çıkan yenilikleri yapmak Sultan’ın esas amacı idi. İşte 1808 tarihinde Padişahın arzusu üzerine Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri İstanbul’a gelmişler ve devletin bu kötü durumuna son vermek için çareler aramaya başlamışlardır. Neticede Sadrazam ve Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri bir metin tespit edip, bu metinde belirtilen esaslara sadık kalındığı takdirde, Osmanlı Devleti’nin eski haline gelmesinin mümkün olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bu metne Sened-i İttifak ismi verilerek 7 Ekim 1808 tarihinde ilan edilmiştir. Bu imzalanan metin o tarihe gelinceye kadar hükümdarlık haklarını hiçbir kayıt ve şarta tabi olmaksızın kullanabilme hakkını bu metinle tespit edilen esaslara göre sınırlandırılmıştır.
Osmanlıda başlayan bu yenileşmenin yanında batılaşma hareketleri iç ve dış sebepler sonucunda devam etmiştir.
TANZİMAT FERMANI (TANZİMAT-I HAYRİYE) (GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU) - 3 KASIM 1839
Tanzimat Fermanını, Londra elçiliğinden Dışişleri Bakanlığına getirilen “Mustafa Reşit Paşa” hazırlamıştır.
Ferman, Topkapı sarayının Gülhane bahçesinde, padişah, sadrazam, yabancı devletlerin elçileri, patrikler, büyük devlet memurları önünde “Mustafa Reşit Paşa” tarafından okunmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlaması nedeniyle Sultan II. Mahmud döneminde başlayan yenilik hareketleri ve Sultan Abdülmecid’in tahta çıkar çıkmaz ıslahat hareketine devam etmek amacında olduğunu göstermesi Osmanlı Devlet yapısındaki değişimin başlangıcıydı. Sadrazam Mustafa Reşid Paşa, Gülhane Hatt-ı Hümayununu padişah adına kaleme almış; devlet ve birey arasındaki ilişkilerde devletin modernleştirilmesi amacına dayanan temel ilkeler kabul ve ilan edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nın kısaltılmış metni şöyledir:
“…Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahalimiz ve fakirlimizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dâhil ülkelerin coğrafi konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Tanrı’nın yardımı ile beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.
Ulu Tanrı’nın yardımına ve Peygamberimiz hazretlerinin ruha niyetine sığınarak, yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.
Söz konusu yasaların basında can güvenliği; ırk, namus ve malın korunması; vergi toplanması; halkın askere alınıp silâhaltında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Şöyle ki; Dünyada can, ırz ve namustan daha kıymetli birsek yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canını ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, işi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.
Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet ve ulusuna ısınamaz, ülkesinin yükselmesi ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yasar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin olmadığı zaman hep kendi işi ve işinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve millet gayreti, vatan sevgisi kendisinde her gün artar.
Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tebaadan toplanacak vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi şekilde toplanması gerekir.
Evvelce gelir sanılmış olan “yeddi vahit” belasından ülkemiz hamdolsun, kurtulmuşsa da yıkıcı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç doğurmamış olan iltizam usulü hala sürüyor. Bu, ülkenin siyasi islerini ve mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar, bütün davranışlarında kötülüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarının her biri için, malına ve gelirine göre bir verginin saptanması ve kimseden bundan fazla birşey alınmaması gerekir. Yüce devletimizin karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları yasalarla belirlenip sınırlandırılmalı ve uygulama ona göre yapılmalıdır.
Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunması için asker vermek halkın başlıca borcudur. Fakat bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın, şimdiye kadar yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alınması hem düzensizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik bıkkınlığa; hem de nüfusun azalmasına yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker miktarı için uygun yöntem konulmalı ve dört veya beş yıl hizmet için sıra usulsü getirilmelidir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması mümkün olmaz. Bütün bunların dayanağı yukarıda açıklanan hususlardır.
Bu nedenle, bundan böyle suç isleyenlerin durumları yasalar gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır. Birinin suçluluğunun saptanması halinde mirasçıların o işle ilgileri bulunmayacağından suçlunun malları elinden alınıp varisleri miras hakkından yoksun bırakılmayacaklardır.
Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla öbür uluslar bu haklardan tam yararlanacaklardır. Can, ırz, namus ve mal konularında, ülkemizin tüm halkına yasalar gereğince garanti verilmiştir. Öbür konularda da oybirliği ile karar verilmesi için, Meclisi Ahkâm-ı Adliye üyeleri gerektikçe artırılacaktır. Yüce devletimizin bakanları ile ileri gelenleri belirli günlerde orada toplanarak, görüşlerini çekinmeden açıkça söyleyeceklerdir. Can, mal güvenliğine ve vergilerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazırlanacaktır.
Askerlikle ilgili konular Baba-i Seraskeri Dar-i Şurası’nda görüşülüp karara bağlandıktan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tasdik edilmek üzere tarafıma gönderilecektir. Söz konusu yasalar sırf din, devlet, ülke ve ulusu kalkındırmak amacı ile çıkarılacaklarından bunlara tam uyacağımıza yemin ederiz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm din adamları ile bakanların hazır bulunacakları bir sırada yemin edecektir.
Din adamı ve vezirlerden yasalara aykırı hareket edenlerin, kanıtlanacak suçlarına göre, rütbelerine ve hatır ve gönüle bakılmaksızın cezalandırılmaları için özel ceza yasası çıkarılacaktır.
Memurlara yeterli maaş bağlanmış olup, henüz bağlanmamış olanlarınkiler de belirlenecektir. Bu yolla da, yasalara aykırı olan ve ülkenin gerilemesinde başrolü oynayan rüşvet belası güçlü bir yasa ile ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bütün bu sayılan hususlar eski hükümlerin tümden değiştirilmesi demek olacağından işbu fermanımız İstanbul halkına ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan başka, dost devletlerin de bu yönetimin sonsuza dek uygulanmasına tanık olmaları için fermanımız, İstanbul’daki tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.
Tanrı hepimizi başarılı kılsın; yasalara uymayanlar Tanrı’nın lanetine uğrasın ve ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Âmin.
İlanının Nedenleri:
—Avrupalıların içişlerimize karışmasını engellemek
—Halkın sosyal yapısında yenilikler yaparak çağdaşlaşmayı sağlamak
—Mısır valisi Mehmet Ali Paşaya karşı Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak
Önemi:
Tanzimat fermanıyla Osmanlılara “Kanun” gücü girmiş oluyordu. Esaslı sonucu, Tanzimat dönemi aydın tipi yetiştirerek eğitimde vermiştir.
ISLAHAT FERMANI (1856)
Tanzimat fermanı yeterli bulunmayarak, gayr-ı Müslimlere daha fazla hakların verilmesi için 1856′da yayınlanan ferman. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin program ve prensiplerini içine alır. Bu ferman esas olarak Tanzimat hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.
Rusya, Avrupa siyasetinde etkili bir rol oynamaya başladıktan sonra, Osmanlı Devleti’ni tasfiye ederek sıcak denizlere inmeyi ana siyaseti kabul etmişti. Bu gayesine erişebilmek için devletlerarası münasebetlerin ortaya çıkardığı imkânlara göre; ya Osmanlı topraklarını Rus imparatorluğuna katacak, bu olmazsa aynı toprakları alâkalı Avrupa devletleriyle paylaşacak, bu da olmazsa, Osmanlı arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasını sağlayıp, bunları yeri geldikçe kontrolü altına alacaktı. İlk iki yol imkânsız göründüğü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip, faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu gayenin tahakkuku için Osmanlı Devleti içerisindeki Ortodoks tebaayı himaye etme ve imtiyazlarını çoğaltmak isteklerinde bulundu. Diğer taraftan, Rusya’nın sıcak denizlere inmesini, bilhassa Akdeniz’e inerek Hindistan yolunda tehlike teşkil etmesini istemeyen İngiltere de Ruslara karsı çıkıyor ve Osmanlı Devleti’ni destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni olurken, diğer taraftan Osmanlı Devleti’ni Ruslarla meşgul ederek Hindistan’da serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyasetinde Rusya ve İngiltere’den geri kalmak istemiyor, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinin Fransızların buradaki ticaretine sekte vuracağını düşünüyordu. Bu maksatla Osmanlı Devleti’ni Ruslara karsı destekliyordu. Diğer taraftan da Osmanlı Devleti içindeki Katoliklerin hâmiliğine talip oluyordu. İste bu siyasi atmosferde 1854 senesinde çıkan Osmanlı-Rus harbinde, Avrupa devletleri Osmanlı kuvvetlerinin yanında yer aldılar.
İngiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855′de Viyana’da Kırım savaşı sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bazı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855′de bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; “Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebaanın hakları, padişahın istiklâl ve hâkimiyetine asla dokunulmamak şartıyla tasdik olunacak, padişah bu hususta Rusya’nın muvafakatini icap ettiren bir taahhütte bulunacak” idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayr-i Müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifakı tehlikesi karsısında bu kararları kabul etti. Osmanlı hükümeti, kendi Hıristiyan tebaası ile ilgili maddenin devletin iç islerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık tarihli kararlar arasında yer almamasına çalıştıysa da başarılı olamadı. Neticede bu maddenin programlaştırılması için su tezler ortaya atıldı. Rus tezi: “Osmanlı Devleti sınırları içinde yasayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır.” İngiliz tezi: “Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır.” Fransız tezi: “Müslüman tebaa ile Hıristiyan tebaa arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet memurluklarına geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhane hattında işaret edilen tebaa eşitliği tam manasıyla geliştirilmelidir.” Babıâli, Rusya’nın teklifini, hükümranlık haklarına müdahale, İngiliz teklifini de İslâmiyet’i küçültücü gördüğü için, Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacak Paris konferansında Rusların gayr-ı Müslimler konusunda bir istekleri ile karşılaşmak istemiyordu. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Babıâli’ye bırakıldı.
Ali Paşa hükümeti tarafından ilan edilen bu fermanın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Paris konferansından önce, 28 Şubat 1856′da Babıâli’de Islâhat Hatt-ı Hümâyûnu adıyla devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hamambaşı ve cemaatlerin ileri gelenleri önünde okunarak ilan edildi. Otuz beş maddeden meydana gelen fermanın getirdiği önemli hususlar özetle şunlardı:
1- Tanzimat fermanı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebaaya verilen teminat, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.
2- Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun önünde eşit olacaklardır.
3- Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Babıâli tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.
4- Patrikler kayd-ı hayat şartıyla bu makama seçileceklerdir.
5- Cemaatlerin ruhanî reislerine verdikleri cevâiz ve avâidât tamimiyle kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.
6- Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara ait kilise, manastır, mezarlık, okul ve hastane gibi yerlerin tamir veya yeniden yapılmasına izin verilecektir.
7- Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
8- Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebaa eşit olarak kabul edilecektir.
9- Irk, din, dil, farkı gözetilmeyecek ve hiç bir mezhebe diğerine üstün sayılmayacaktır.
10- Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11- Hangi uyruktan olursa olsun her vatandasın eşit ve serbest şekilde ticaret ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.
12- Müslümanlar ile gayr-ı Müslimler arasındaki davaları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.
13- Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da Osmanlı Devleti sınırları içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.
14- Her cemaatin ruhanî reisiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tayin edilecek birer memuru, bütün tebaayı ilgilendiren meselelerde Meclis-i valeyi ahkâm-i adliye müzakerelerine iştirak ettirilecektir.
Islahat fermanı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimat fermanı gibi Osmanlı imparatorluğu içerisindeki gayr-ı Müslimleri, özellikle Hıristiyanları Müslümanlarla aynı haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermanın görünürdeki gayeleri, bütün Osmanlı toplumunu; irk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tabiki aksi oldu. Bu ferman, gayr-i Müslimlerle Müslümanları kaynaştırmak söyle dursun, çeşitli gayr-ı Müslim unsurların hatta ayni mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yasamalarını sağlayamadı.
Bu ferman, konu olarak, sadece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim Tanzimat’ın ve arkasından 1856 Islahat fermanının getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebaası içindeki gayr-ı Müslimlerin durumu Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nın himaye siyaseti sayesinde büyük ekonomik güce sahip olan azınlıklar, yavaş siyasi haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dini cemaatlerin gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanlı hükümetini böyle bir fermanı ilana mecbur bırakması, kendilerine siyasi, ekonomik, hukukî ve kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu. İngiltere, Kırım savaşı ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticaretini emniyete almış, ayrıca Katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla masa basında kazanmıştı. Ayrıca Ali Paşa’nın bu fermanı Paris antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batılı devletlerin iç islerimize müdahalesine imkân verdi.
Mustafa Reşîd Pasa tarafından hazırlanan Tanzimat fermanı ile onun yetiştirmesi Ali Paşa tarafından hazırlanan Islahat fermanı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzimat fermanı hazırlanırken açık bir yabancı tefsiri görülmezken, Islahat fermanı Ali Pasa ile İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sadece bilgi edinmeleri için bildirildiği hâlde, Islahat fermanı Paris konferansına katılan devletlere, Paris antlaşmasının bir maddesinde işaret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin iç ve diş siyasetinde bir yabancı müdahalesine yer vermişti.
Bazı batı tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, İslami müesseselerin yanında batı taklitçisi bir anlayış ve batı taklidi kuruluşların tesisine sebep olmuştur. Tanzimat ve Islahat fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiç bir müspet tesiri olmamış, aksine ülkedeki tebaa ve cemiyetler arasında yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Meselâ Suriye’de büyük bir galeyan başladı. Arkasından 1858′de Cidde’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolosları öldürüldü. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı Devleti’ne sormadan şehri bombaladılar. Faillerden on kişiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandırması milletlerarası bir kaide, teamül olduğu hâlde, batılı devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihayet, Lübnan’da da büyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücadelelerden sonra 9 Haziran 1861′de “Lübnan Nizamnamesi” imzalandı. Buna göre; Hıristiyan bir valinin başkanlığında Lübnan muhtar eyalet hâline getirildi. Böylece Islahat fermanı batılı devletlerin istediği, meyveleri vermeye başladı.
I. MEŞRUTİYET (23 ARALIK 1876) (KANUN-I ESASİ) (İLK ANAYASA)
Tanzimat döneminde, Avrupa ile yakın ilişkiler içinde olan, Avrupa’yı yakından gören ve onların Osmanlı Devleti üzerine siyasi emellerini öğrenen bir aydın sınıf yetişti. Bunlara “Jön Türkler” ya da “Genç Osmanlılar ” denilmiştir. Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa önemli temsilcileridir.
Genç Osmanlılar, Osmanlı Devletinin kurtuluşunu içinde yaşayan halka yönetme hakkı vermekle, gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Böylece halk yönetime katılacak, kendisini temsil edecek, dış devletlerin Osmanlı Devleti içine müdahalesine ortam hazırlanmamış olacaktı.
Meşrutiyeti ilan etme sözü veren, II. Abdülhamit V.Murat’ın yerine tahta çıkarılmıştır.
Önemi:
—Osmanlı Devletinde ilk kez rejim değişikliği oldu.
—Tüm azınlık guruplara parlamentoda temsil hakkı tanınmıştır.
—Osmanlı halkı ilk kez yönetime katılma, seçme ve seçilme haklarına kavuşmuştur.
—Osmanlı Devletinde ilk kez Anayasal Düzen kuruldu.
—Osmanlı Parlamentosu; padişahın seçtiği üyelerden oluşan Ayan Meclisi ve Halkın seçtiği milletvekillerinden oluşan millet Meclisi olarak iki meclisten oluşmuştur.
—Hıristiyanlardan 44, Yahudilerden (Musevilerden) 4, Müslümanlardan 71, (Toplam 119) ve Padişahın belirlediği 26, ayandan oluşmuştur. Meclis başkanlığına Ahmet Vefik Paşa seçilmiştir.
Not: 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşının başlaması üzerine, meclisin uyumlu çalışmadığı gerekçesiyle II. Abdülhamit, parlamentoyu dağıtarak, Meşrutiyet rejimini yürürlükten kaldırmıştır.
II. MEŞRUTİYET (24 TEMMUZ 1908)
1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşını (93 Harbi) bahane eden II. Abdülhamit Meclis-i Mebusan’ı kapatarak, Anayasayı yürürlükten kaldırdı. Ülkede İstibdat (Baskı) uygulayarak yönetmeye başladı. Aydınlar bu durum üzerine Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe girmesi amacıyla gizlice mücadele etmeye başladılar. Bu mücadelede merkezi Selanik’te bulunan “İttihat ve Terakki Partisi ” en etkili olan kuruluştur. Bu dönemde M. Kemal’de Suriye’de “Vatan ve Hürriyet” adlı bir cemiyet kurduysa da bu cemiyetin Suriye’de etkili olamaması nedeniyle bu cemiyet İttihat ve Terakki Cemiyetiyle birleşmiştir.
1908 yılında İngiltere ve Rusya’nın Reval’de görüşmeleri, bu görüşmelerde İngiltere’nin Rusya’yı Osmanlı Devletine karşı izlediği politikada serbest bırakması üzerine mücadele hızlanmış Makedonya’da Resneli Niyazi adlı subayın isyan etmesiyle II. Abdülhamit Meşrutiyeti 2. defa ilan etmek zorunda kalmıştır. (24 Temmuz 1908 ).
II. Meşrutiyetle birlikte İttihat ve Terakki Partisinin karşısına “Ahrar” partisi kurulmuştu. Parti Meşrutiyet rejimine karşı tavır izlemekteydi. Sonuçta İstanbul’da 31 Mart Olayı ( 13 Nisan 1909 ) dediğimiz ayaklanma çıktı.
Önemi:
—Osmanlı Devletinde rejime karşı çıkan ilk ayaklanmadır.
—Bu ayaklanmayı merkezi Selanik’te bulunan “Hareket ordusu” bastırdı. Ordunun komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kolağası ( Kurmay başkanı) M. Kemal’di.
Sonuçları:
—Hareket ordusu isyanı bastırdı, İstanbul’da düzen yeniden sağlandı.
—II. Abdülhamit ayaklanmayı bastırmadığı, hatta ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirilerek yerine V.Mehmet Reşad tahta geçirildi.
—Anayasada bazı demokratik değişiklikler yapılarak, padişahın yetkileri sınırlandırıldı.
—Karışıklıklar tam olarak önlenemedi.
İşte bu kadar uzun süren bu yenileşme hareketi devletin ayakta kalmasını sağlayamamıştır.Daha sonra yapılan milli mücadeleden sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.Ama aynı tartışmalar ve çalkantılar günümüzde de devam etmektedir.Demek ki bu kadar yaşanılan olumsuzluklardan bir ders çıkarılmamış,devletimizi yönetenler hep geleceklerini ikballerini düşünmüşler,devleti ve milleti düşünmeyenler aynı sorunları günümüze kadar taşımışlardır.Devletimizin bekası ilim yolunda ilerleme ve gelişmeyi sağlamakla olacaktır.Kısacası bir an evvel titreyip kendimize dönmeliyiz.
Saygılar
Kaynaklar:
Altan Deliorman (tarihçi)
www.genelleme.com/osmanli-devletinde-yenilesme-hareketleri
YORUMLAR
Sayın Altan Bey; Ortaokul, lise ve Üniversite de hep okuduğumuz ve sizinde bir kez daha yazmış olduğunuz bu tarihi olaylar, Osmanlı'nın yenilik hareketi değil, ekonomisini Talan ve Savaş Ganimetine dayanan savaş hastalığıdır. Ve ikincisi, Osmanlı hiçbir zaman gerçek bir Türk Milleti ya da Anadolu Halkları için savaşmış veya çaba harcamış değildir. Tüm hedefi Arap İslam kültürünü meşrulaştırarak, Araplarda olduğu gibi kendilerini kutsal ilan etmektir. Bunun için de Balkan ve Kafkaslardan devşirerek Müslüman Türkik oluşumlarla, gerçek Türkler olan Türkmen, Yörük, Çepni. Peçenek, Kıpçak ve Tahtacıları fiziki ve kültürel kırımdan geçirdi. Böyle bir anlayış Türklerin tarihini lekelemektedir. Onun için değil midir? Dünya ileri giderken, Türkiye Arap İslam karanlığına doğru hızla yol almaktadır. Selamlar