- 563 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Küller eski yangından kalmış 2…
Aslında özlemin tutsağı olan bir zamandı bize ait düşlediğimiz zaman…
Uzakların içinde birbirine hasret nefes almalarda var olmaya çalıştıkça biz uzaklarda yaşam süren hasretin çocuklarıydık biz aşk oyunlarında ter döktüğümüz…
Seni özlemekle, özlemi yaşamak arasında var etmekti asıl var oluşun zorluğu…
Ondan ayrılalı bu kadar yıl geçti, şimdi, düşünüyorum da kaç yıl olmuştu tamı tamına?
Duraksadım, ilk defa kalemim en son hız ile yazarken, duraksadı ve durdu.
Yazmak istemiyordum, aslında bu soruya cevabım neden yazacaktım ki yıllar mı kısalacaktı veya günleri mi azalacaktı?
Vermek istemediğim cevaplar saklıydı bu soruları içinde gizleyen cevaplar…
Vereceğim rakamdan korkuyordum aslında ve arkasından gelecek soruları duymak ve yazmak istemiyordum…
Belki de artık cesaretim, kendime güvenim düşüyordu azar azar galiba yılların ardını düşünmek düşlerimi eskitiyordu sanki…
Cesaretim gittikçe azalıyordu yılların çokluğu yani ondan kopuştuğumuz yıldan bu yana geçen yılların çokluğu, eskitiyordu düşüncelerimi ve umutlarımı yavaşlatıyordu en çok beni yıpratan kışlardı, çünkü üşüyorduk, aracın içine girip hareket edinceye kadar üşüyorduk, o beni beklerken, üşüyordu, ben onu beklerken ise ikimizde üşüyorduk…
Ama o bana gelinceye, işinden çıkıp bana ulaşıncaya geçen zamanla benden çok üşüyordu. Oysa ben içimdeki sesle beraber onun içinde üşür gibi titrerdim…
Zaman sürdü gitti kopuşmalar başladı ve bitti o beklenemeyen zamanda beklenmeyen şekilde kayboldu gitti…
Uzun yıllar onsuz ve onu görmeden yaşadım, tek yalnızlığımla… Sonra yıllar sonra, öğrendim ki o şehrini terk etmişti. O kaldırım taşları ile birlikte eriyip gitmişti, giderken de ben tükeniyordum, tükendikçe ruhum tükeniyor ben eksiliyordum yaşamdan…
Öfke ve hazmedemeyişlerimdi bu senaryoda beni eskiten. Kaç kitaba konu oldu bu sevgi ve kaç kitapla hep acılar çıktı ortaya…
Buz kirlisi bir yaşamdı bu sonra kor kirlisine dönüştü ve en sonunda çamurumsu kar suları ile mazgallara akıp gitti…
En sonunda yılları eskittik, çoğu zaman tarihleri hatırlamaz oldum,
Onun gidişinden önceki yaşamım veya onun gidişinden önceki yaşamım diye ikiye ayrıldı…
Aslında iki yaşamım da birbirinden farklı değildi birinde sadece umut ve bekleyiş, hesaplaşma bekleyişi, diğerinde sadece öfke veya tiksintiye dönüşmüş eğik bir yaşamım vardı…
Garip bir senaryo konusuydu bu haklılık, tarafının belli olmayan kahramanları ve bu yaşantının içinde nefes alabilen iki taraf vardı ve ben sadece hâlâ haklılığıma inanmış bir bedeni sürüklemeye çalışıyorum…
Çoğu zaman bu kopuştaki titremelerimle hep haklılığım vardı. Ve hiç de değişmedi bana göre ama bu kopuşun da bir sebebi olmalıydı ki yıllar geçtiği halde çözülmedi bu gizem…
Hâlâ sebepsizlikle tükeniyorum. Hâlâ haklılığımla çürüyorum bu arda kalan yaşamda…
Tek soru vardı ve hâlâ gizeminden kurtulamadım tek soru ve yaşamıma gömülen nefessizliklerimle cevap bulamadığım tek soru…
Ben neden sevdim onu, ki hâlâ yıllara meydan okuyan bu sevgi…
Beni düşürdü, kendi hâlâ ayakta ve hiç beklenmeyen bir anda bir ses bir müzik, bir tarih, bir zaman ve en önemlisi bir koku ile içime doluşuyor defalarcasına beni yere serercesine sevinçlere, göre, öfkelere göre, uzakta ağladığını gördüğüm bir çocuğun göz yaşlarının yanaklarından süzülüşüne göre çıkıyordu bu sorum ortaya…
Neden sevdim ben onu?
Bu olgunun tılsımı neydi ve onun gücünü bastıran ne vardı ki günlerce beynimde türbülans yapıyordu…
Günlerce titriyordu benim, günlerce gözüm seğiriyordu ve günlerce içimde yangınlar yanıp sıcak küller yakıyordu sanki bedenimi…
Sakinleşmek için “o kim ki” şimdi nerede ki diyerek pervasız olmaya çalışıyordum…
En azından hafiflemiş öfkemle tekrar sorayım o soruyu…
Ben neden bu kadar çok sevdim onu?
Kendi kendimi sorgulamam ve öfkem ilerliyordu.
Zaten yoktular ki şimdi, yok olduklarını sanıyorlar… Dedim ya biz koşu kulvarı denen hayatta bükük son alt köşede kalmışız dermansızlıkla…
Ansızın hatırladığım bir cümle ile donup kaldım…
Aitliğimiz vardı birbirimize ait gibi yaşıyorduk, aslında bu aitlik sinmiş kalmıştı içimde. Bu aittilik duygusu ile onu bedenimi saran tüm bütün hislerimle birleştirmiş onu kendimle içimde eşleştirmiştim.
Bu duygular yıllar yılı bilincim dışında benimle eş duygularla yaşamış, Anladım ki bu yüzden biz yani ben ve o bir bütünlük duyguları içinde yaşıyordum…
Ait olmak, kelime olarak ucu açık ve içinde binlerce soru barındırıyor ve ben sanki bana güç veriyor kendi öz güvenimde deki varlığı ile bu aitlik duygusu ile bir bütün olarak güç görüyordum kendimde…
Bu yüzden yılların çokluğu büyüdükçe, kendimi güçsüzleştiren aitlik duygularım kopuşuyor ve bir anda kendimi yalnızımsı duyguların içinde büyümüş buluyordum…
Şimdilerde her şeyden kopuşmuş olarak yalnızımsı düşüncelerle kendi kendimde yalnızımsı barışık yaşayarak sanki kendime özgü güçlü bir yaşamın içinde var olmaya çalışıyordum…
Tek sorun onu neden bu kadar çok sevmişim sorusuna cevap verememekten doğuyordu…
Şimdilerde kentlerin yalnızlık bulvarlarında adımlarken kaldırımsı yolların taşlarını, soğuk mermerlerin yapışkanlığı çöküyordu içime.
ve o kulvarların yalnızımsı düşleri dolaşıyordu zift kokuları arasında.
artık ben kendime uzak bir yaşamın nefesleri içinde var olmaya çalışıyordum.
Aslında tüm bu olumlu ve olumsuz olguları içime sindirmeye çalışıyordum istesem de istemesem de mecburdum…
Aslında yaşamda bir gerçek vardı, ayrılıklar sonrası onu unuttum desenizde gerçek hala onunla sevgide yaşıyordunuz…
Her unuttum onu deyişimiz aslında hep onu hatırlardım demekti...
Evet sevginin kuralı vardı ayrı zamanlarda nefes alsanız da birbirini düşünerek yaşardı önceleri çok sevdim diyenler…
Gerçekte ise yaşam boyunca onu merak ederek nefes alırdık tüm öfkelerimizin birazını bastırdığımız zamanlarda…
Ertelediğimiz isteklerimizdi… Bir gün arsızca bedenimizden fırlayan, düşüncelerdi…
Yaşama çaresiz an zamanlarıydı bunlar, başta hasret bastırıyordu tüm düşlerimizi. Ve kasılmış isteklerimiz fırlıyordu yaşamın son kesitlerine ve hayat zorlaştırdıkça zora sokuyordu bedenimizi. Ve çaresiz yıllar azı dişini gösteriyordu imkansızlıklarımızın arasında
ve
bir ses,
bir özlem sesin
bekleyişe dönüşüyordu artık
yaşamın tüm an zamanlarında…
Haykırıyorduk
Avazımız çıktığı kadar
“ben seni özler yaşıyorum artık”
Ve
Kendi kendimize,
Bir istekle, “birine” biçiliyorduk…
Ansızın aklıma geldi yıllara eksilen düşüncem, hâlâ o “halhalını” takınıyor musun sol ayağının tabanına yakın kısmında?
Seni sevmek adınla ölmekse bırak yıllar adını unuttursun...
Gitme susarım, karanlığı delen gözlerin özlemim olur...
Gökyüzü aydınlığa sarılsa da, karanlıklardır senden sonrası yaşam yerim...
Derdim hep bir zamanlar sana, şimdilerde ise yaşamına pişmanım...
Neden biz gökyüzüne çok yakınmış gibi bakıyoruz... Neden hep gökyüzüne bakarken sevgimizden bir şeyleri görecekmiş gibi bakıyoruz... Ve bazen akşamın ilk saatlerinde özlemin getirdiği hüzünle arayıp duruyoruz bulmak istercesine sevdiğimizden bir şeyleri, bazen gökyüzü ile konuşuyoruz sevdiğimize söylemek isteğimiz ne varsa gökyüzüne doğru bakarak konuşuyoruz...
En acısı tüm sevgili öfkelerimizi başımızı yukarı kaldırıp sanki tüm haklılık bizdeymiş gibi öfke kusuyoruz gökyüzüne ki arınalım diye...
Oysa kimse masum değildi, kusur kendimizde olsa bile kabullenmemiz çoğu zaman güç oluyordu...
Oysa tek gerçek vardı üzülmemiz için ve gökyüzüne haykırmamız için ki bunun adına ihanet diyenler de olurdu ki bense sadece sevgide yanıldım derdim ağlamalarımda sesimi yükseltirken...
Bu gün de öyle bir gün işte hüzün boğazımda kasılarak ilerliyor...
Şimdilerde, her şeyden kopuşmuş olarak, yalnızımsı düşüncelerle kendi kendimde yalnızımsı düşlerle barışık yaşayarak sanki kendime özgü güçlü bir yaşamın içinde var olmaya çalışıyordum…
Tek sorun onu neden bu kadar çok sevmişim sorusuna cevap verememekten doğuyordu…
Ve sense sahip olamadığım öfkemlesin…
Başparmağımla noktasal üstüne bastığım vücudumdaki sol yanımdasın...
Tam da o yerdesin parmak ucumun altında…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.