Fevka'ttâbia - 3
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hava karardığında komşu obadan gelenlerin tümü taverna çadırına alınmıştı. Az sonra Tugorkan Bey olanları öğrenmek için çadırın önüne geldi. Adamlarıyla bir müddet konuştuktan sonra çadıra girdi. Ardından mollalarla birlikte ben de girdim. Tüm masalar kaldırılmış, yerlere serilen yataklara yaralılar yerleştirilmiş, çadır büyük bir hastahaneye dönüşmüştü. İnleyenler, sızlananlar ve sayıklayanların uğultusundan birbirimizi duyamıyorduk. Bazıları da korkudan donakalmış bir şekilde oturuyorlardı. Tugorkan bir süre yaralıları izledi. Sonra aralarından birine sordu:
-Beyinizi göremiyorum...
-Benek...Benek Bey öldü beyim...
-Anlat, neler oldu?
-İtbaraklar...
-Ne dedin?
-İtbarak beyim, itbarak bir sürü itba...
-Kes şamatayı, neden bahsediyorsun sen?
-Ama beyim...
-Yeter!... Togan!
-Buyrun beyim.
-Bunları güzelce tedavi edin. Karınlarını doyurun, sonra aralarından daha mantıklı konuşan birini getirin çadırıma.
-Baş üstüne beyim.
Tugorkan hışımla çadırdan çıktı. Geldiğimizden beri onu ilk kez bu denli öfkeli görüyordum. Mollalar yaralılarla ilgileniyordu. Togan’a yaklaşarak sordum:
-İtbarak nedir?
-Eski bir Oğuz efsanesi.
-Anlatır mısın?
-Şimdi değil. Siz istirahatinize bakın. Ben şunlarla ilgileneyim.
Böyle söyleyerek o da çadırdan çıktı. Yaralıların yaraları büyükçe bir ayı saldırısına uğradıkları izlenimi veriyordu. Yakınımda yatan bir kadına "İtbarak nedir?" diye sorduğumda, kafasını diğer tarafa çevirmekle yetindi.
...
Gece rahatsız bir uykudan sonra sabah ilk işim yine şu an artık hastahane olarak kullanılan çadıra gitmek oldu. İçeri girmek istesem de, kapıda duran muhafızlar içeride ölenler olduğunu, hastalanmamam için girmemem gerektiğini söyleyerek beni kibarca reddettiler. Gözlerim Togan’ı aradı. O sırada yanıma gelen küçük bir çocuk birinin beni çağırdığını söyledi ve elimden tutarak çadırların arasından göl kenarına götürdü. Sonra koşarak uzaklaştı. Çevreye bakındığımda yosun tutmuş kayaların arasında dün sohbet ettiğim ihtiyarı gördüm. Hemen yanına gidip oturdum:
-Selamun Aleykum ihtiyar!
-Merhaba hoşgeldin...
-Dün seni aradım, gözden kayboldun, nerelerdeydin?
-Acil bir işim çıktı.
-Acil bir iş mi? Ne o acil masal anlatman gereken başka biri mi çıktı?
-Boşboğazlığın sırası değil, fazla vaktim yok!
-Beni bir çocuk gibi azarlama hakkını sana kim veriyor peki?
-,,, Pekala, özür dilerim. Biraz yorgun ve gerginim. Hikayenin devamını istiyor musun?
-Anlatmak için neden bu kadar heveslisin anlamadım. O masalı bırakalım da sen bana İtbarak’tan bahset. Ne olduğunu biliyor musun?
-Anlattıklarım masal değil, elbette İtbarak’ı biliyorum. Ama önce hikayenin devamını dinlemen gerek.
-Pekala sonrasında İtbarak’ı da anlatacaksan...
-Nerede kalmıştım? Evet Baybars ve adamları tapınağın altındaki odada bayılmışlardı ve Baybars uyandığında lahit boştu. Ancak lahitin ayak kısmında küçük bir çömlek, çömleğin içindeyse yırtıcı bir hayvanın köpek dişinden yapılmış bir kolye duruyordu. Adamları henüz baygınken Baybars kolyeyi aldı, boynuna astı ve merdivenleri tırmanarak dışarı çıktı. Dışarı çıktığında gördüğü şey karşısında iliklerine kadar titredi. Karşısında ayışığının altında iki ayağı üzerine kalkmış kurt kafalı bir yaratık duruyordu. Sonra yaratık kayboldu. Aşağıda maruz kaldığı lahitten sızan hava yüzünden olmalı diye düşündü. Ancak bir farklılık hissediyordu. Damarlarında akan kan vücudunun içinde alev almıştı sanki. Acıyla bir süre yerde kıvranarak debelendi. Sonra acı geçti ve ayağa kalktı. O sırada adamları da tapınaktan çıkmışlardı ve aynı acıyı onlar da yaşadılar. Hepsi yerde bir süre kıvrandılar. Baybars şaşkınlıkla olanları izledi ve hiç bir anlam veremedi.
Baybars ve adamları harabelerde bir süre daha oyalanıp, nafile bir şekilde elle tutulur bir şeyler aradılar. Ama şehir talan edilmişti. Geriye hiç bir iz bırakmamak için uğraşılmıştı. Bir insan ailesinden, babasından bu kadar nefret edebilir miydi diye düşünüyordu Baybars. Çünkü duvarlardaki resimlerden tut, yazılara kadar her şey tek tek kazınmıştı. Binalar yıkılmış taş üstünde taş kalmamıştı. Sonunda pes edip aramayı bıraktılar ve Kahire’ye döndüler.
Kahire’ye döndüğünde Baybars Hülagü ve Moğol ordusunun Kudüs’e doğru yola çıktığını, Eyyubi Sultanının yardım çağrısını ve Seyfeddin Kutuz’un rakiplerini ortadan kaldırarak, halkın da desteğini alarak çocuk yaştaki Memlûk Sultanını tahttan indirerek yerine geçtiğini öğrendi. Kutuz da Baybars gibi bir Bahrî idi. Aynı ırktan geliyorlardı ve Kutuz’un da askeri ve siyasi yetenekleri tıpkı Baybars gibi hızla yükselmesine neden olmuştu. İşte şimdi de Sultan olmuştu. Baybars kendi akıbetinden endişelenmeye başlamıştı. Çünkü her ne kadar Kutuz’la arkadaş olsalar da ikisi de birbiri için alternatifti ve bu harcanma olasılığını artırıyordu.
Kahire’ye döndüğü günden beri kabuslar görüyordu. Bunun ortamdaki kırılgan yapıdan ve hayatının tehlikede olduğunu düşündüğünden kaynaklandığını sanıyordu. Ancak öyle olmadığını adamlarının da aynı kabusları gördüğünü öğrendikten sonra anladı. Tapınaktan çıktığında Baybars’ın karşılaştığı görüntüyü artık hepsi rüyalarında görüyordu. Baybars bir kaç tabirciye danışsa da bir sonuç alamadı. Tüm bu sıkıntıları yaşarken korktuğu başına geldi. Kutuz, Baybars’ı saraya çağırıyordu.
Uzunca bir süre kaçıp saklanma fikirleri geçti kafasından ancak sonra vazgeçip saraya gitmeye karar verdi. Kutuz’un huzuruna çıktığında beklediğinden çok farklı karşılandı. Kutuz gelip sarılmıştı ve baş köşeye oturtmuştu. Biraz hasbihalden sonra Kutuz asıl çağırma sebebini söyledi. Kudüs’e ilerleyen Moğol ordusunun karşısına çıkacaktı ve Bahrî birliklerinin başına da Baybars’ın geçmesini istiyordu. Eğer Moğolları durdurabilirlerse ayrıca Baybars’tan Şam valisi olmasını istiyordu. O an ölüm veya sürgün fermanını bekleyen Baybars için bu oldukça iyi bir teklifti. Derhal kabul etti ve bir kaç gün içerisinde Kutuz liderliğindeki yirmi bin kişilik Memlûk ordusu Kudüs’e doğru yola çıktı.
Bir hafta sonra Kutuz ve Baybars Kudüs’ün kuzeyinde Ayn Calût denen mevkide sabah vakti Moğolları karşıladı. Moğol ordusu devasa idi, ayrıca Gürcü ve Ermeni birliklerle takviye edilmişti. Memlûk ordusuna nazaran karşı tarafın hepsi ağır zırhlıydı. Senin de dediğin gibi vur-kaç taktiği yapıp orduyu çember içine alarak engebeli vadiye çekecekler ve ağır zırhlı orduyu burada hareketten yoksun bırakarak yok edeceklerdi.
Baybars yanında yirmi adamı ve arkasında Bahrî birliğiyle Moğol ordusunun ortasına yıldırım gibi çarptı. Kısa bir çarpışmadan sonra Baybars sahte geri çekilmeyi başlattı. Ancak vadiye ulaştıklarında beklemedikleri bir durumla karşılaştılar. Vadide bıraktıkları az sayıda okçunun yerinde Moğol atlı okçuları bekliyordu. Öte yandan arkalarındaki Moğol ordusu da çok çabuk yetişmişler, Kutuz’un yan birlikleri uzakta kalmışlardı. Bir anda Baybars ve birliği yüzlerce okçunun arasında kaldılar. Kutuz yetiştiğinde artık çok geç olacaktı. Bir anda binlerce ok dört bir yandan Baybars ve birliğinin üzerine yağmaya başladı. Birlik kısa sürede erimeye başladı. Moğol komutanı ordunun belini kıracağını anlayınca has süvarileriyle hızlarını artırıp, Baybars’a yetiştiler. Baybars’ın çevresinde yirmi adamı dışında sadece bir avuç adam kalmıştı ve Baybars da dahil hepsi oklarla yaralanmıştı. Atlardan inip kalkanlarıyla bir çatı yaparak umutsuzca altında beklemeye başladılar. Moğol komutanın yaklaşmasıyla ok atışı durdu. Komutan atından indi ve sırıtarak oklarını Baybars’a doğrultmuş adamlarıyla birlikte yürümeye başladı. Baybars yaralarını hissetmiyordu. Sadece oradan nasıl çıkabileceğini veya Kutuz gelene kadar nasıl oyalanabileceğini düşünüyordu. Moğol komutan adını "Ketboga" olduğundan ve kendisinin bu tuzağa düşeceğine inandıkları için Memlûklerin çok saf olduğundan, daha akıllı bir düşman beklediğinden bahsetti. Baybars’ın yanında geldiğinde Baybars "tamam teslim oluyoruz" diye seslendi, "ancak adamlarımın canını bağışlayın, komutanları benim". Ketboga kahkaha attı. Ardından bıçağını Baybars’ın boğazına dayayarak "Öldürün" diye bağırdı. O anda orada gerçekleşen olayları sadece Baybars ve adamları kısmen biliyor. Asıl yaşasaydı Ketboga ve adamları bilecekti.
-Bu da ne demek? Neler oldu?
-... Ketboga’nın hançeri boğazını keserken Baybars tıpkı tapınakta olduğu gibi kanının alev aldığını hissetti. Sonra kendini Ketboga’nın boynunu ısırırken gördü ve gözleri karardı.
-Sonra?
-Kendine geldiğinde yirmi adamıyla birlikte yüzlerce cesedin arasında dikiliyordu. Kan bulaşmayan tek bir yanları yoktu ve üzerlerinde yüzlerce ok yarası vardı. Sonra Ketboga’yı gördü. Daha doğrusu ondan geriye kalanları...
-Nasıl?
-Paramparçaydı. Kafası gövdesinden ayrılmış. Bedeninin geri kalanı da paramparça olmuştu. Zırhından tanıdılar.
-Ya ordunun geri kalanı?
-Onlar da aynı kaderi paylaşmışlardı.
-Peki tam olarak ne oldu orada?
-Sabret. Vadinin ucunda kaçan Moğol ordusunun önü Kutuz tarafından kesilmiş, yok edici darbe vurulmuştu. Adamları Baybars’a bir açıklama beklercesine bakıyor, Ancak Baybars da onlardan fazla bir şey bilmiyordu. Az sonra vücutlarında hiç yara kalmadığını farkettiklerinde dehşete düştüler. Ama şimdi Kutuz işini bitirmiş onlara doğru geliyordu. Baybars’ın tüm bunları açıklaması gerekiyordu, ancak açıklanacak bir şey yoktu.
Kutuz ve ordusu geldiğinde, tüm orduyu ölüm sessizliği sardı. Yerde yatanları korkulu gözlerle izliyor, Baybars ve adamlarına kuşkulu bir şekilde bakıyorlardı. Kutuz atından indi. Baybars’ı süzdü, Ketboga’yı sordu. Baybars kılıcının ucuyla gösterdi. Kutuz, Ketboga’nın yanına gidip uzun süre baktı, sonra Baybars’la göz göze geldiler. Ardından Kutuz orduya ordugaha dönüş emri verdi. Baybars’a da temizlenip derhal çadırına gelmesini emretti.
Akşam üzeri Baybars çevredeki korkulu bakışların arasında Kutuz’un çadırına gitti. Kutuz danışmanlarıyla bir haritaya eğilmiş, orduyu Akka’da ki Haçlı Krallığına yönlendirme hesapları yapıyordu. Baybars’ı gördüğünde haritayı bırakarak yerine oturdu ve adamlarına çıkmalarını emretti. Sonra "Seni dinliyorum" dedi. Baybars’ın anlatacak bir şeyi yoktu, "Ne bilmek istiyorsun" dedi Kutuz’a. "Ketboga’yı o hale neyin getirdiğini" dedi Kutuz. Baybars "Bilmiyorum" dedi. Şiddetli bir tartışma başladı. Kutuz ısrar ediyor, sıkıştırıyor, buna karşılık Baybars’tan mantıklı bir cevap alamıyordu. Sonunda Kutuz yumruğunu masaya vurarak ayağa kalktı ve Baybars’ın yanına giderek parmağını Baybars’ın göğsüne bastırarak bağırdı; "O halde bırak Şam valiliğini, artık asker bile değilsin, seni azlediyorum, defol ve bir daha gözüme gözükme!!!"
Baybars’ın damarları içten içe alev aldı ve ateşin beyninden dışarı fışkırdığını hissetti adeta. Çevreyi değişik tonlarda görüyor, Kutuz’un yüksek sesi ve göğsündeki parmağı onu fazlasıyla rahatsız ediyordu. Kutuz sesini yükseltti, yükseltti ve birden sustu. Anlamsız gözlerle Baybars’a bakıyordu. Sonra kafasını aşağıya eğdi. Baybars da kafasını eğdiğinde gördüğüne inanamadı. Kutuz’un bağırsakları kanlar içerisinde Baybars’ın sağ elinde duruyordu...
==============================>
YORUMLAR
grafspee
grafspee
'Fevkattabia', biraz kopya cektim; Osmanlica'da doğa üstü demek imiş. Şimdi iki soru işareti beliriyordu ki, bunlardan biri çözülüyor gibi. Evet kahramanimiz bir kurt adam mi bilmem ama doga üstü güçleri oldugu belli. Ikincisi ise Memluklulardan Osmanlı'ya bi geçiş beklemek mi gerekiyor?
Yazi diliniz gercekten cok akıcı. Ama birkac noktayi vurgulamadan gecmek istemem. Ki bu aslinda tum seri yazilarinin handikabi oluyor zamanla. Isimler karisti bende, yani kim kimdi karisiyor okurken.. ikincisi de bazi yerler gereksiz mi uzuyor diye dusunmeden edemedim. Bunu boyle rahat yazmamdaki lüks, hikayeyi gerçekten beğenmiş olmamdir. Kitabi olsa alınır, guzelce okunur.. bi de şu kelimeyi hakikaten ben de fazlasiyla merak ettim. Demek ki amacina ulasiyor. Tebrikler..
grafspee
evet durumun farkındayım. çünkü bir anlatıcı var ve anlatıcı başka bir anlatıcıdan başka bir hikaye aktarıyor, böylelikle öykü içinde öykü ortaya çıkıyor. dolayısıyla sıkıcı diyaloglar ve sonradan dahil olan karakterler, dizi yazılarda kafa karıştırabiliyor. vakit ayırdığınız ve eleştiriniz için çok teşekkür ederim. selamlar saygılar.
Sevgili Fatih, hani damakta tat bırakan çok sevilen bir yiyecek olur da hemen bitmesin diye küçük parçalar halinde yenir ya işte bende senin kaleme aldığın öyküleri o duygularla okuyurum çok mu acıktım ne?!’’ neyse ki iftara az kaldı.
Espri bir yana kutuz’un baybarsı kovmasının ardından baybarsın birşeyler yapacağını bekliyordum ama bu kadar çabuk yani o an olacağını beklemiyordum. Harikulade bir anlatım tek kelimeyle tebrik ederim.
Kaleminize emeğinize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.
grafspee
Savaşın olduğu topraklar en değerli topraklar, o savaşta savaşanlar en değerli insanlarmış derler...İki kez okudum yazınızı ve diğer bölümleri de. Kurgulamanız ve olayı hikaye etmeniz harika. Sanırım böyle bir savaşı hikaye edebilmek için o dönemde savaş muhabiri olmak gerekirdi :)
Bravo ve tebrikler..
Okumaya devam edeceğim sizi
Sevgiler Hayal Gücü Uçuk Olan Dostuma
grafspee
beren yılmaz
Umarım yazınız güne gelir ve daha çok kişi okur...İnanıyorum geleceğine..
Müthiş...Tek kelimeyle müthiş. Şu hikayeyi senaryo haline dönüştürsen sinemalarda gişe rekorları kıran bir film olur.
Tüm kalbimle kutluyorum.
Selam ve sevgilerimle.