BİR RÜYA MIYDI ÇOCUKLUĞUM? 1. BÖLÜM -5-
JEEP SEVDASININ ACI SONU
Yaz sezonu başladığında Kadirli’nin sıcağından kaçan varlıklı ailelerin yaylakları kasabamız ve Meryemçil Yaylasına kadar uzanan bakir alanlardı. Andırın bu dönemde birden bire canlanır ve kalabalıklaşırdı. Tabii ki o dönemin en çok kullanılan ulaşım aracı brandalı jeeplerdi. Harman yerindeki eğraltı ağacının altından Çakal tepesinin aralığından bir aracın gelmekte olduğunu görür görmez hemen sepeti alıp yola koşar ve yolun ortasında durup sağ kolumu havaya kaldırıp jeepi zorunlu olarak durdurup biner ve çarşıya kadar arabaya binmenin hazzını yaşardım ve bu durum bende alışkanlık haline gelmişti. Her günün bir gecesi olduğu gibi bu zevkimi bitiren gün de gelmişti. Ağzına kadar yükle dolu bir jeepin yolunu kestiğimde başıma neler geleceğini bilmiyordum. Şoför beni yol ortasında gördüğünde kornasına basıp çekilmem için uyarısını yapmıştı ama benim çekilmeye hiç niyetim yoktu ve nihayetinde öyle de oldu. Arabayla aramda bir metre mesafe kalmış ve araç zorlukla durmuştu. Ben yine başardım duygusunun tadını çıkarırken şoförün arabadan hışımla üzerime geldiğini görür görmez vaziyeti anlamış ve tornistan yapmıştım ama çok geçmeden enseme inen şaplağın şiddetinden adeta uçarak tozlu yola kapaklanmıştım. Tabii ki yüzüm gözüm toprak içinde kalmış ağzıma toz ve küçük taşlar dolmuştu. O gün anlamıştım her kuşun etinin yenmeyeceğini ve garantili seyahat aracının tabanvaylarım olduğunu.
YILANCI BEKİRİN EFSUNU (Yılan hatıraları)
Yaz sıcakları başladığında Yılancı Bekir de Andırına damlardı. Yılancı Bekir bir yılan avcısıydı. Kışla Bahçesinin önünde koynunda taşıdığı yılanlarından birkaçını salıp gösteri yapar üç beş kuruş harçlığını çıkarırdı. Halka, kendisinin efsunlu olduğuna inandırmıştı. Ama babam konulara akılcı bakmayı bilen biriydi, zahirde cereyan eden şeylerin anlaşılabilir bir yanı olması gerektiğini düşünürdü ve bunu bizimle paylaşırdı. Bazen Yılancı Bekir babamın dükkânına takılırdı ve muhabbetlerine tanık olurduk. Babam; Yılancı Bekir’e “Yakaladığı yılanları gösteri dışında ne yaptığını” sorduğunda; “yakaladığı yılanların asıl müşterisinin Adana’da olduğunu, iki metre derinliğinde beton bir havuza atılan yılanların zehirini almak için kılları tıraş edilmiş bir oğlağın canlı olarak havuza atıldığını ve yılanların sokarak zehirini oğlağa aktardığını ve ölen oğlağın araştırma amacıyla İsrail’e gönderildiğini, değişik özellikli yılanların daha ziyade Andırın yöresinde bol bulunduğundan yaz aylarında burada avlanmayı tercih ettiğini ve bu işten iyi para kazandığını” anlatmıştı.
Bir kuşluk vakti babamla birlikte çarşıya giderken Batı burnu civarında Yılancı Bekir’in avlanmasına tanık olmuştuk. Bekir’in elinde biri uzunca diğeri kısa, uçları çatallı iki kızılcık sopası mevcuttu. Sıkıştırdığı yerde yılan kendi etrafında kıvrılmış vaziyette hamlesini yapmaya hazırlanırken, ani bir hareketle uzun çubuğun çatalı arasına yılanı kıstırıp hareketsiz hale getirdi sonra kısa çubukla boyun kısmını kıstırıp, yılanın boyun kısmından eliyle başını kontrol altına aldığında babam; “haydi bakalım Bekir efsununu göster” diyince, Bekir ceketinin ucunu yılanın ağzına sürüp iki defa ısırmasını sağlayıp zehirini aldıktan sonra “işte ustam benim efsunum böyle” diyerek sepetine atıverdi. Benim nazarımda Yılancı Bekir bir anda oluvermişti ‘Yalancı Bekir’.
Havalar ısınınca envai çeşit sürüngen yaşam alanımızda boy gösterirdi. Yılanaveren, kertenkele, kertiş ve çeşit türde yılanlar en çok karşılaştığımız sürüngenlerdi. Çocukların pek masum olmadıklarını söylemem gerekiyor. Kızılcık ağacından özenle seçilen çatalı iple büküp kurutur, sahtiyandan taş konulan kısmını hazırlar ve lastiklerini de kendimiz bağlayıp sapanlarımızı hazırlardık. Yol kenarlarındaki taşların üzerinde adeta bize selam verir gibi başını sallayan kertişler bizim acımasızca avladığımız hayvanlardı.
Bir öğleden sonra harman yerinde ateş yakmak için çalı çırpı toplamış ve ateşlemiştik. Ben, evimizin arka tarafındaki çalılıkta bulduğum kurumuş ardıç dalını omzuma bir hışımla alıp türkü söyleyerekten ateşin yanına geldim ve harlı aleve doğru dalı uzattığımda; dalın dikenleri arasına gizlenip uyumakta olan ve en zehirlisinden bir boz yılan kıvrılmaya başlamaz mı? Dalı hemen ateşin üzerine bastırıp kebap oluşunu hep birlikte izledik. Oysa! O yılan bana pekâlâ zarar verebilirdi ama vermemişti.
En sevdiğimiz şeylerden biri kendi yaptığımız arabalara binmekti. Arabanın tahtadan tekerlerini ve orta deliğini bir marangoz geri kalan kısmını kendimiz yapardık. Tekerleklerin takıldığı mazı (Aks) dayanıklı olmak zorundaydı, aksi halde çabucak kırılırdı. Mazı için en uygun ağaç da genç Demircik Ağacı gövdesiydi. Elimde tahra ile demircik ağacı gövdesini kesmeye çalışırken elimin altında bir kayganlık ve yumuşaklık fark edip baktığımda, yeşilimtırak bir yılanın tam ortasından tutmuyor muyum? Hemen ağabeyime seslendim ve yılanı gösterdiğimde, elimden tahrayı alıp ortasından kesip iki parçaya ayırıvermişti.
Ayşe abla ile inişdibi mevkiinde bulunan ve iki yanı ekin olan tarlanın arasında patikada yürürken, yolumuzun ortasında gördüklerimin en büyüklerinden bir karayılan boylu boyunca uzanmış yatmıyor mu? Yılanın baş kısmı ekinlerin arasında olduğundan görünmüyordu. Ayşe abla elindeki tahra ile hamle yapmayı düşünmedi bile. Çünkü tahranın ucu kıvrıktı ve yerde duran hayvanı kesmek mümkün değildi, bir an göz göze geldik ve yavaş bir sesle “geri dönelim mi? Dedi” ben üzerinden atlayıp geçebiliriz deyince, olmaaaz! Şimdi ben onu gönderirim dinle dedi ve “Ak karayılan kız mısın? Oğlan mısın?” diye anlamsız bir cümleyle yılana seslendi. Yılan sesimizi işitmiş olmalı ki! Ekinlerin arasına doğru kayıp gidiverdi.
Yaz aylarında evimizin yakınında yol kenarındaki su iyice azalınca içme suyumuzu Akpınar’dan taşırdık. Akpınar’ın civarı çayırlı olduğundan bazı yaylacılar buraya çadırlarını kurup yazı geçirirlerdi. O gün Akpınar’dan su kaplarımızı doldururken çadırların bulunduğu taraftan bir kadın çığlığı ortalığı “yetişin komşulaaar yetişin” diye inletti. Biz hemen o tarafa seğirttik. Çadırlardan birine giren 1,5-2 metre uzunluğunda bir karayılanmış çığlığın sebebi. Yılan oradan uzaklaşıp yakınlardaki kayalara sığınmış. O sırada civardaki delikanlılardan dört kişi olay yerine geldiler. Yılanın kuyruk kısmı dışarıda baş kısmı ise kayaların arasında bulunan ağaç ve çalılardan görünmüyordu. Aralarından biri dere kenarlarındaki iri yaprakları olan otsu bitkilerden birkaç yaprak koparıp geldi ve yılanın kuyruğunu birden kavrayıp büktü ve kendisine doğru çekmeye başladı ama ne mümkün. Diğer üç arkadaşından belinden tutuşup çekmeleri için yardım istedi. Yılan kayaların arasındaki ağaca sarılmış olmalı ki bir türlü çıkarılamıyordu. Nihayet yılan orta kısmından koptu ama baş tarafı oracıkta kalakaldı.
Aslen Göksun İlçesi’nden olan Sait isimli bir öğretmen Andırın’ın Çiçekli Köyüne tayin olmuş ve Abdurrahman isimli yeğeni ile birlikte bir akşam bizde misafir oldular. Abdurrahman benim emsalim olduğundan hemen kaynaşmıştık. Konuşmalarımızın bir konusu da yılanlar üzerineydi ama Abdurrahman anlattıklarıma pek inanmamış görünüyordu. Ertesi gün kuşluk vakti çarşıya gitmek üzere evden çıktık. Daha şoseye yeni varmıştık ki! Bir yılan önümüzden geçip bayırdaki çalıların arasında kayboldu Abdurrahman’a hoş geldin dercesine. Henüz mezarlığa ulaşmadan bir başka yılan bu defa ters yönde aşağı yönde geçince bizimkinde yürek Selanik! Ağlamaklı bir sesle “Geri eve dönelim” deyince, ben “dur bakalım henüz iki yılan oldu. Biz her gün yedi yılan görmezsek olmaz, sakın korkma” diye teselli ettim. ” Yirmi metre gitmemiştik ki bir yılan daha aşağı yönde geçmez mi? bu bana da fazla gelmişti. “beni takip et bunu yakalayacağım” dedim ve mezarlık duvarındaki taşların arasına giren yılanın yerini belirledim. Sivri uçlu bir dal parçasıyla bulunduğu haznede yılanı öldürüp yola uzattık, karnında bir şişlik vardı. Bıçağımla yarıp baktığımızda bu şişliğin yeni yutulmuş can çekişen bir kertenkele olduğunu görmüştük. Abdurrahman “Bu günü hiç unutmayacağım” dedi. Benim ise keyfime diyecek yoktu.
./..