- 1083 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
VERİN LAN TOPUMUZU, YOKSA TOPUNUZUN....
Efendim, Yarın, daha doğrusu siz bu satırları okuduğunuzda artık bu gün İstanbul’un Fethinin 563. Yıl dönümünü kutluyor olacağız.
Ha, Yanlış anlaşılmasın. ‘’ Kutluyor olacağız’’ Derken tabii ki ‘’Zulüm 1453 de başladı’’ Diyenler böyle bir kutlamaya iştirak etmeyecekler. ‘’ Ben Osmanlı değilim’’ diyenler de ... Bu arada İstanbul’un fethini ‘’İstanbul’un işgali’’ Olarak anlatanlar da bu gün herhangi bir sevinç ve coşkuya iştirak etmeyeceklerdir. Bir de tabii ki İstanbul’un Fetih kutlamalarını İktidarın şovu olarak görenler. Yani neticede pek de öyle milli coşku, milli bayram olmayacak yarın.
Sahi sevinç ve coşku dedim de. Acaba İstanbul’un fethi ne zamandan beri kutlanmaktadır? Dahası İstanbul’u feth eden II. Mehmet kaç gün kutlama yapmıştır? Ondan sonra kutlanmış mıdır?
Kaynağını hatırlayamadığım ama nereden aklımda kalmışsa kalmış bilgilerime göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un Fethini sadece üç gün kutlamıştır. Buna mukabil Memluk ülkesinde yani Mısır’da İstanbul’un Fethi kırk gün bayram yapılarak kutlandığı gibi o zamanki İslam coğrafyasında da büyük sevinçlere ve kutlamalara vesile olmuştur.Çünkü Hz. Peygamberin ‘’İstanbul bir gün elbet feth olunacaktır’’ Hadisi gerçek olmuştur.
Sonra?
Sonrasında İstanbul’un fethi bir daha kutlanmamıştır.
Şimdi çok çok önemli bir noktaya geldik
İstanbul’un fethinin resmi düzeyde ilk kez kutlanması için girişim, II. Abdülhamit zamanında yapılmış ve sıkı durun: II. Abdülhamit böyle bir kutlamaya izin vermemiştir.
Evet yanlış okumuyorsunuz II. Abdülhamit İstanbul’un fethinin kutlanmasına ( Resmi ya da gayri resmi ) izin vermemiştir. Bu konuda hükumet ile ters düşmüştür.
Kaynağımız: II. Abdülhamit’in özel doktoru Âtıf Hüseyin Bey’in notları
Bu notlara göre II. Abdülhamit şu gerekçelerle İstanbul’un fethinin kutlanmasına izin vermiyor: ( Kendi kaleminden okuyoruz.)
“Rumlarla ahval (“ilişkiler” anlamında) iyi gitmiyor... Bir şey çıkartacaklar. Ben olsam ne yapardım?.. Patrik ile iyi geçinirdim.. Patriği ele alırdım... Patrikhane demek, Yunanistan demektir... Yunanistan’a da, bütün Rumlar’a da Patrikhane hükmeder... Bilmem, bizim hükumet neden bunu böyle düşünmüyor? Rumlar’ın Patrik’ten başka bazı ileri gelen, nüfuzlu adamları var, onları da okşamalı... Hâsılı, Patrikhane’yi okşamakla işler sükûnet bulur itikadındayım (inancındayım)... Ben, Rumlar’ı hep okşardım. Benim içtihadım hâricinde bir kere Babıâli’nin Patrikhane ile arası açılır... O vakit Yunanistan ile muharebe zuhur etti (çıktı)... Ne vakit Patrikhane ile aramız bozulursa, arkadan Yunanistan ile mutlaka harp olur... Bu da pek tabiîdir...
Biz, İstanbul’u Rumlar’dan zaptettik... Fetih günü onlar matem tutmak isterler... Biz tezahürde bulunursak (ortaya çıkarsak) onların hissiyatını rencide ederiz... Benim zamanımda bir kere İstanbul’un fethi günü merasim yapmak istediler... Ben bu hissiyat noktasını nazara alarak müsaade etmedim... Bunlar hikmet-i hükumettir, çünkü her hükumet teb’asının hepsinin hissiyatını da rencide etmemeğe çalışmalıdır... Her nedense biz kendi kendimize mesele çıkarıyoruz...( Resim 1- Bu anıların yer aldığı kitap)
Ancak , II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra yönetime el koyan İttihat ve Terakki Fırkası II.Abdülhamit’in yasakladığı pek çok şeyi yasak olmaktan çıkardığı gibi İstanbul’un Fethinin kutlanması yasağını da kaldırdı ve ilk kez resmi anlamda 1910 yılında kutlandı İstanbul’un Fethi.
Durun ama. Şimdi yine şaşıracağınız bir durum var.
İstanbul’un Fethi 1453 den sonra ilk kez resmi olarak 1910 yılında kutlandı ama 29 Mayıs 1910 da değil. Ya ne zaman? 11 Haziran 1910 da. Neden peki? Çünkü Osmanlılar o dönemde Rumi Takvim kullanıyorlardı ve Rumi takvime göre 29 Mayıs, Miladi takvime göre 11 Hazirana denk geliyordu.
Bu ilk kutlamadan sonra İstanbul’un Fethinin resmi düzeyde kutlanması devam etti. En görkemli kutlama ise 1914 yılında yapıldı. Tabii ki yine 11 Haziranda.
11 Haziran 1914 de yapılan kutlama Türk gazetelerinde büyük coşku ile anlatılırken ( Örneğin resim 2 deki Tanin Gazetesi) Avrupa gazetelerinde günün alay konusu olmuştu Fethin 29 Mayısta olmasına rağmen kutlamanın 11 Haziranda yapılması sebebiyle ( Resim 3 Fransız gazetesi ‘’ Le Mooniteur Oriental’’)
Sonrasında malum I. Dünya Savaşı yılları.O yıllarda bir kutlama yok. Kurtuluş Savaşı yıllarında bir kutlama yok. Kurtuluş Savaş zaferle noktalandıktan sona? Yine bir kutlama yok.
Evet...Kurtuluş Savaşı zaferle noktalandıktan sonra da bir kutlama yok. Hatta bırakın kutlamayı İstanbul’un fethi artık ‘’ İstanbul’un zaptı’’ Olarak ifade edilmeye başlanıyor ( İşin ilginç tarafı yukarıda da okuduğunuz gibi II.Abdülhamit de fetihten ‘’Zabt’’ diye bahsetmiştir. ) Bu dönemle ilgili olarak zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöever’in İstanbul’un Fethinin kutlanması için bir önerge verdiği ancak bu önergenin rağbet görmediğini görüyoruz.
Daha sonraki dönemde İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının ikinci yılında “500. Yılında Fetih” kutlamaları için önce kanun çıkarılması, Fatih’ten kalma eserlerin restore edilmesi ve kutlamalar için hazırlık yapılması ile ilgili çalışmaların başlatılması istenmiş, fakat bu girişimlerden bir sonuç çıkmamıştır. Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığı döneminde kapalı bir salonda fetih kutlaması yapılmış, Fakat ilk büyük kutlamalar 14 Mayıs 1950’de iktidarı devralan Demokrat Parti ile başlamıştır.
İlginçtir ki Demokrat Parti de 1953 yılındaki yani Fethin 500. Yılındaki kutlamalara fazla rağbet etmemiş, olaya hükumeti karıştırmadan kutlamalar belediyeler ya da bazı sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği kutlamalar olmuştur. Ancak 1953 deki bu kutlamalar aynı zamanda halkın oldukça büyük ilgi gösterdiği kutlamalar olup rağbet edilmeyen tek husus İstanbul Üniversitesinde tertip edilen ‘’Fetih Balosu’’ Olmuştur.
İstanbul’un Fethi kutlamaları 1960 yılına kadar devam etmiş, 1960 ın 27 Mayısında ihtilal olduğundan 29 Mayıstaki kutlamaya izin verilmemiştir.
İşte bundan sonraki dönemde İstanbul’un Fethi 1994 yılına kadar bazı okullarda ya da televizyon programlarında ( İktidara göre değişiyor tabii ki) Kutlanmış ya da es geçilmiştir.
1994 Yerel seçimlerinden sonra İstanbul’un Fethi İstanbul Belediyesi tarafından organize edilen kutlamalarla kutlanmış, 2103 yılından beri de hükumet de olaya direkt müdahil olmaya başlamıştır.
Eeee Top konusu? Yani buraya kadar yazdıklarımda bir kez bile geçmedi ‘’Top’’kelimesi değil mi?
Evet..Gelelim top konusuna.
Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethini gerçekleştirmek için Edirne’de büyük toplar döktürür.Hatta bu toplardan en büyüğü ve en görkemlisi olanına Şahi adı verilir.( Kimi tarihçiler diğer toplara da Şahi diyorlar.) Benim hafızamda kaldığı kadarıyla balistik hesaplarını ve çizimini bizzat Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı topa Şahi deniyor ancak fetihten sonra dökülen bu tip ve büyüklükteki diğer toplar da Şahi diye anılıyor. ( Yanılıyor olabilirim.)
Her neyse...Bu toplar malumunuz olduğu üzre İstanbul’un Fethinde çok önemli roller oynuyor. Peki İstanbul feth edildikten sonra?
İstanbul feth edildikten sonra Fatih Sultan Mehmet bu toplardan kırk iki tanesini Çanakkale Boğazının korunması için bu bölgeye yerleştiriyor 1464 yılında...Şahi de bu topların arasındadır.
Şahi ve diğer kırk bir top hiç bir şeye yaramadan 1807 yılına kadar Çanakkale Boğazının iki yakasında öylece bekliyor. ( Şahi’nin yeri Kilitbahir.)
1807 Yılında İngiliz Donanması Çanakkale Boğazını zorluyor. İşte o zaman bizim eski toplar –Bunlardan bir hayır gelmez-dense de ateşleniyor ve Şahi yine kendinden beklenmeyen bir iş yaparak bir İngiliz gemisini batırıp altmış İngiliz erinin ölmesine sebep oluyor. Yok yanlış anlaşılmasın. İngilizler Çanakkale Boğazını geçemiyor değil. Adamlar Boğazı geçmesine geçiyorlar hatta Marmara Denizinde Osmanlı Donanmasını da yeniyorlar ama İstanbul Boğazını aşıp Rusya’ya yardım edemiyorlar.Çünkü İstanbul Boğazında oldukça sert bir direnişle karşılaşıyorlar. Sonuçta 1809 Kale-i Sultani Antlaşması ile savaşlar sona eriyor.
1853 yılına gelindiğinde pek çok şey değişmiş ve Osmanlı Devleti ile İngiltere müttefik olarak Rusya ile Savaşmaya başlamışlardır. ( Kırım Savaşı )
Şahi ve Fatih’in diğer topları bu savaşta da oldukça başarılı oluyor. İşte İngiltere ile müttefik olduğumuz Kırım Savaşı bitince İngiliz Generallerinden Sir John Lafroy bu topları satın almak istiyor. İlle velakin zamanın padişahı Abdülmecit satmıyor.
Sir John Lafroy’un pek çok girişimi başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen ısrarından vazgeçmiyor ve bu arada Şahi’nin ünü İngilitere Kraliçesi Victoria’ya kadar ulaşıyor..
İşte bundan sonrasında işin içine oldukça fazla rivayet ve hikaye karışmaktadır ki Yukarıda anlattıklarım hakkında da fazla elle tututur belge yoktur.
Neyse devam edelim.
Osmanlı Padişahları içinde Yurt dışına çıkan ilk ve tek Padişah olan Abdülaziz 1867 de İngiltere’ye de uğrayınca Kraliçe Victoria Şahi topunun kendisine satılmasını teklif ediyor. Abdülaziz de ‘’ Ata yadigarı satılmaz ama hediye ederim’’ Diyor ve İstanbul’a döndükten sonra Çanakkale’de bulunan ama çok daha yakın döneme ait olan bir topu İngiltere’ye gönderiyor. İlle velakin bu gelen topun Şahi olmadığı görülünce tekrar yazışmalar yapılıyor ve nihayet Şahi de İngiltere’ye gönderiliyor ve işin garibi İngiltere yanlışlıkla gelen topu geri göndermiyor.
Şahi topu önce Londra’da Rotunda müzesine konuyor. Daha sonra 1929 da Londra Kulesi müzesine, daha sonra da şu anda sergilenmekte olduğu Fort Nelson Müzesine naklediliyor.
Ancak...
I. Dünya Savaşının işgal dönemlerinde pek çok tarihi eserin İngilizler tarafından İngiltere’ye kaçırıldığı bilinen bir gerçek olduğu için benim nazarımda Şahi topunun da İngiltere’ye kaçırılmış olma ihtimali daha fazladır. Bir Osmanlı Padişahı, atasına ait bir eseri hediye etmez diye düşünüyorum.( Yine de kesin emin değilim.)
Evet...Tüm bu bilgileri aldığım çeşitli sitelerden birinde bir vatandaşımız yorum yapmış: ‘’ Geri gönderin lan topumuzu,yoksa topunuzun...’’
Bu vatandaşımızın tehdidi karşısında geri gönderirler mi? Bekleyip göreceğiz.))))
Yahya Kemal’in ölümsüz şiiri ‘’İstanbul’u fetheden yeniçeriye gazel’’ İle noktalayalım.( Hem eski Türkçe hem de günümüz Türkçesi ile )
Vur Pençe-i Âlî’deki şemşîr aşkına
Gülbang-i âsmâni tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü’l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm’un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına�
**********
(Vur Ali’nin elindeki kılıç aşkına
Duası gökleri tutan pir aşkına)
(Ey kapıları açan ordu, vur bugün
O apaçık fethi haber veren müjde aşkına)
(Vur küfrün dünyasına hilalin yükselmesi için
Gelmiş bu cihan fatihi süvari aşkına)
(Düşsün çelengi rum’un eğilsin frenk’in başı
Vur Türkü gönderen ilahi el aşkına)
(Son gücünle vur ki açılsın bu surlar
Şafak hücumunda duyulan tekbir aşkına.
YORUMLAR
Çağ kapatıp çağ açmak kolay olmamalı değilmi ağabey? O toplarımızın buna katkısını çok güzel anlatmışsınız! Bu da demek oluyor ki Teknolojik ilerleme olmadan yerinizde sayarsınız!
Harika bir anlatım ve ders!
Yüreğinize sağlık Ağabey.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Bilimsiz din bile olmaz,değil ki fetih...
Selam ve sevgilerimle.
Sami Bey ağabeyim;
Yazınızı okudukça bilgilendim. Bilgilendikçe de '' yahu '' dedim, '' Şu top işi acayip sardı. Bir araştırayım bakalım, bu toplar o toplar mı ki?'' diye sağ olsun google amcamız var da, bi de söylemeye ne hacet, Biberoğlu ağabeyimiz var. Hap şaşırıyorum, Biberlioğlu mu, Biberoğlu mu, Biberoğulları mı? Yine şaşırttım, eee tabi geniş olunca ahali sizde, bu soyadı akılda tutmak zor, koca bir beyliksiniz maşallah.. Herkes ' oğulları ' akrabasından olamaz.. Bu şekilde mizahı bir dille yorumumu yaptıktan sonra, şu alıntıyı paylaşayım sizinle. İnternetten bulduğum bir bilgidir. Bilgileri başından aldım ki, kopukluk olmasın. Yoksa sizin paylaştığınız bilgilerle ortak yönleri var. Selamlar ustaaaa... Kolay gelsin.
1453’DEN 1800’E KADAR KULLANILDI
Şahi Toplar: Fatih Sultan Mehmed çizimlerini bizzat kendisinin yaptığı devrin en büyük topunu evvelce Bizans hizmetinde bulunan Urbain isimli bir Macar yahut Ulah mühendisine, döktürmüştü. Bu topun Edirne’de dökülmesinde Mimar Muslihiddin Ağa, Saruca Paşa ve Urbain beraber çalışmışlardı. İstanbul’un Fethinde iş gören bu toplar daha sora Çanakkale Boğazı’na götürülerek orada muhafaza ediliyordu. 1464’te Fatih Sultan Mehmet toplardan kırk iki tanesini Çanakkale Boğazı’nın savunması için Çanakkale Boğazı’na göndermiştir.
Yüzyıllarca kullanılmadan kalan toplar 1807 yılında İngiliz donanmasına karşı kullanılmış ve beklenenin aksine kusursuz şekilde çalışan toplar bir İngiliz gemisini vurmuş ve 60 denizciyi etkisiz hale getirmiştir. Aynı toplar bu sefer Kırım Savaşı sırasında yine iş görmüş ve yaptığı atışlarla üç gemi batırmıştı. Savaş sonrası İngilizlerin alakasını çeken bu top General Sir John Lafroy’un ısrarla satın almak istemesine rağmen top satılmamış, yine Çanakkale’de muhafaza edilmeye devam etmişti.
TOP İNGİLTERE’YE NASIL GİTTİ?
İngiltere, Portsmouth, Fort Nelson’da Sergilenen Top’un buraya nasıl geldiği hikayesi ise ilginçtir. Sultan Abdülaziz’in 1868 yılında yaptığı Avrupa seyahati sırasında İngiltere’nin en uzun süre tahtta kalan Kralecise Victoria Padişah Sultan Abdülaziz’den bu topu o zaman için 1000 paunda satmasını rica etmişti. Abdülaziz satılma isteğini geri çevirerek ancak HEDİYE edilebileceğini, zira “Bir Türk’ün silahını asla satmayacağını “ veciz bir dille söyledi. İşte o tarihten beri Fatih’in İstanbul’u Fetheden o toplardan birisi şu an İngiltere’de sergilenmektedir.
TOPUN SESİ 24 KM UZAKTAN DUYULABİLİYORDU
Üç ayda dökülen bu topun büyüklüğü ve çapı hakkında muasır tarihçiler muhtelif bilgiler vermektedirler. Françes; uzunluğu 5,5 metre, dış çevresi 2 metre 74 cm (9 kadem), yarı çapı 92 cm (kutru 3 kadem ) ağırlığı 18 ton kadardır demektedir. Top 544 kg (1200 libre) bazılarına göre de 680 kg (1500 libre) gülleler atıyor, bu gülleler 1,883 km (1 mil) mesafeye kadar giderek 1 metre 83 cm (6 kadem) derinliğinde toprağa gömülüyordu. Topun sesi 24 km ( 13 mil) mesafeden duyulmaktaydı.
Şahî adı verilen bu topların Edirne’de atış denemeleri öncesi, halkın heyecan ve korkuya kapılmamaları için şehre tellallar salınmış çıkacak dehşetli gürültünün sebebi önceden haber verilmişti. Urbain’in döktüğü top ve diğer toplar 1452 senesi Ocak ayının sonlarında Edirne’den yola çıkarılmış ve ancak iki ay sonra İstanbul önlerine getirilebilmişti. Büyük topun önünde Kraç Bey kumandasında on bin akıncı süvarisinden mürekkep bir kol gidiyor topu otuz, bazılarına göre elli veya atmış çift öküz müşkülatla çekiyordu.
(alıntı)
sami biberoğulları
Bu bilgiler google amcada mevcut. Zaten oldukça uzun olan bu yazıyı daha da uzatmama adına fazla teferruata girmedim.
Selam ve sevgilerimle.
Kıymetli Sami hocam yazınızı ve yazınıza yapılan yorumları da ilgi ile okudum
Yapılan yorumların içerisinde müthiş bir tanımlamaya denk geldim. Nacizane benim nazarım da gerçek bir Atatürkçü olan (kemnur) Kemal hocamın şu satırına
(‘’Ben bir Osmanlı'lı değil de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak atalarımın gerçekleştirip bizlere yadigar bıraktığı bu çağ değiştiren zaferle gurur duyuyorum’’) olay bu dur.
Osmanlı devleti de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyette bizim öz değerlerimizdir.siyonizmin işbirlikçileri on yıllarca bu millete ağaç kovuğundan çıkmış muamelesi yapıp siyasi,kültürel ve etnik kökleri olan Osmanlı devletini yok saydırdılar. Son yıllarda da birileri bizlerden bu değerlerin birinden birini tercih etmemizi istiyor. Bu ülkede yaşayan herkesin bu sistemli ve stratejik oyuna karşı çok dikkatli olması gerekiyor ve bu bağlamda her iki değerimize de mutlak sahip çıkmalıyız.
Naçizane ben hayatımı. Mustafa Kemal Atatürk'ü çok fonksiyonlu İsviçre çakısı gibi kullanan, sahte Atatürkçülerle mücadele etmekle geçirdim ve halen de geçirmeye devam ediyorum.
Her kim, Atatürk’ün manevi şahsiyetini siyasete alet ediyorsa ona yazıklar olsun. Varsa siyasetten iktidara söyleyecek sözünüz söyleyin ya da kendi planınız projeniz hedefiniz varsa onlardan bahsedin Atayı niye siyasete karıştırıyorsunuz.
Her kim, sapık yaşam tarzına Atatürk’ün manevi şahsiyetini alet ediyorsa ona da yazıklar olsun. Yahu arkadaş nasıl bir ahlaksız yaşam yaşamak istiyorsanız yaşayın edepsizliğinize ve müstehcenliğinize Atatürk’ün çocuklarıyız ayağına Atayı niye karıştırıyorsunuz.
Her kim,bu milletin Atasına olan sevgisini, saygısını kullanıp ülkenin bankalarının finans kuruluşlarının içini boşaltmış ve boşaltmak için Atatürk’ün manevi şahsiyetini sömürüyorsa onlara da yazıklar olsun.
Kısacası kim ya da hangi kurum ve kuruluş Atatürk'ü kişisel heva ve hevesleri için kullanıyorsa lanet olsun.
Atatürk'ün manevi şahsiyetini şu sahte ve ahlaksız Atatürkçülerin ellinden bi’kurtara bilirsek hiç kimsenin şüphesi olmasın bu milletin gönlünden Atasını kimse silemez, eminim ki, işte o zaman Mustafa Kemal Atatürk,de huzur içerisinde uyuyacaktır.
Kaleminize emeğinize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Cumhuriyeti ve onun değerlerini sevmek için Osmanlı'ya düşman olmak ya da Osmanlıyı sevmek için Cumhuriyete ve onun değerlerine karşı olmayı ben anlayamıyorum. Niçin ille de bir taraftan olmalıyız?
Bu arada Yekta Usta güzel bir soru sormuş.
Atatürk ''''Türk çocuğu,atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır'' derken kimleri kastetmişti!...
Ben de merak ediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL
Ancak şu da bir gerçektir ki, Atatürk'ün vefatından sonra bu ülkede ki siyonist yapılar milletin değer yargılarına ters düşecek hatta sinir uçlarına dokunacak yeni bir Atatürk profili oluşturmuşlardır. Kendilerinin yarattığı Atatürk üzerinden de kafalarına göre yalan ve iftira dolu bir siyasi tarih yazmışlar ve bu sayede hemde Osmanlı devletine hem de başta İslam olmak üzere tüm değerlerine düşman nesiller yetiştirmişlerdir. İşin kötüsü toplumun önemli sayda ki bir kesimde bu Atatürk'ü benimsemiştir.
Öyle ya Atatürkçü olmakla övünen Atatürk'ü dilinden düşürmeyen meşhur bir televizyoncu bozuntusu ‘’karım isterse erkek arkadaşını ev getirip geceyi onunla geçirebilir hatta salonda ki kanepede yattığım da karımın organzm olma anlarını duyarsam bundan mutlu olurum ben bu çağdaş düşünceye Atatürk'ün sayesinde ulaştım Atatürk'ün çocuğu olduğum için kendimle gurur duyuyorum’’ diyebiliyorsa ya da bir gurup kadın bir elline Atatürk'ün posterini diğer elinde ‘’beden benim bedenim istediğim kişiye istediğim şekilde kullandırırım kimseye hesap vermem’’ diye yazan dövizleri pankartları taşıyor ve bu türden hayasızca sloganlar atıyorsa ve ya birileri Atatürk'ün Cumhuriyetinde çıplaklar kampı olmalıdır bu Atatürk'ün manevi şahsiyetine saygıdır diye biliyorsa yani vs gibi sapıklıklarına Atatürk'ü alet ediyorlarsa. Siyonist kesimlerin haklarını teslim etmek gerekir ki kendilerinin yarattığı Atatürk üzerinden nesilleri çürütme konusunda önemli ölçüde başarılı olmuşlardır.
Aslında bu konuda o kadar doluyum ve öfkeliyim ki emin olun sayfalarca yazsam derdimi anlatamam lanet olsun şu Atatürk düşmanı sahte Atatürkçülere. Yorumumda da dediğim gibi Atatürk'ün manevi şahsiyetini şu sapık soytarıların ellinden bi’ kurtarabilsek her şey çok güzel olacak ama adamlar ısrarla Atatürk'ü her türlü pis işlerinde kullanıyorlar ve kullanmayı da fena alışkanlık edinmişler hiç öyle vazgeçmeye de niyetleri yok ne diyelim hayırlısı...
Saygı ve sevgilerimle.
Değerli hocam, ne kadar hızlı kapitalist olsa da bir Çinli'nin Mao'ya; Rus'un Deli Petro'ya, Fransız'ın Napolyon'a ve Alman'ın Hitler'e tu kaka demediği malumdur...
Çünkü bu idoller, toplumlarına dinamiklerini organize edebildiklerinde başarılı olabileceklerini göstermişler, özgüvenlerini büyütmüşlerdir...
Atatürk böyle bir algı ikliminde yetişmiş bir Osmanlı subayıydı...
''Türk çocuğu,atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır'' derken kimleri kastetmişti!...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Atatürk'ün kimi kast ettiğini Ben bilmem eşim..Pardon Atatürkçyüm diye geçinenler bilir.
Onların nazarında tek bir atamız vardır . Dolayısıyla da o tek atayı kast etmiştir.
Selam ve sevgilerimle.
Her bir işimiz tamam olsaydı bir tevatür olarak İstanbul'un fethini kutlasaydık, ne gam ne keder..Gel gör ki, 19 Mayısı kutlamayı zulüm sayanlar, sırf Atatürk'ü anmamak içim tabi, 23 Nisan'da Arm ül kut diye tarihi bile çakışmayan ve sonucu yenilgi ile biten uyduruk bir kutlama uydurdular şimdi de İstanbul'un fethini kutlamayı sırf milliyetçi tabanı kandırmak için fetih kutluyorlar.
Yazının bir yerinde bahsettiğiniz İstanbul'un fethine Osmanlı padişahları hiç itibar etmemişken, neden bu ihtişamlı kutlayış.?!!
Osmanlı Padişahlarının hiçbirisin hacca gitmemesi mantığı gibi, (tebaa da bulunan diğer etnik kökenliler küser) Aynı gerekçe ile Rumlar üzülmesin diye kutlamasına sıcak bakmıyorlar.
Bazı tarihçiler ise, tamamı Avrupa tohumu olan Osmanlı hanedanın atalarına biat olarak algılar.
Sonra, her yerini beton yığını haline getirdiğimiz İstanbul'un fethi mi kalmış.
Tarihçiler 15. yy dünyanın en güzel kenti olarak tarihe not düşmüşler. Şimdi ise Megaköy diyorlar. Hele AKP ile çift mega köy olmuşken..Sultanahmet cami arkasında ki yükselen gökdelenler bile İstanbul'a yapılan ihanetin resmi iken.
Kal sağlıcakla Hocam. Selamlar,saygılarımla..
sami biberoğulları
Yorumunuzda doğrular ve yanlışlar o kadar birbirine karışmış ki hangisine cevap vereyim şaşırdım.
Osmanlı Padişahlarının itibar etmediği İstanbul'un Fethi olayına günümüz yöneticileri neden itibar ederler önemli bir soru. Bunu İttihat ve Terakkicilere de sormak gerekirdi doğrusu. Dört bir yandan iç ve dış düşmanlarla kuşatılmış olan bir devletinin moral motivasyonu açısından diyebiliriz.
Bu gün ülkede artık İstanbul'un Fethinin Türkler tarafından kutlanmasından rahatsız olacak sayıda Rum bırakmadığımıza göre II. Abdülhamit'in gösterdiği hassasiyeti göstermek de pek gerekmiyor sanırım. Dolayısıyla neden olmasın?
Osmanlı Padişahlarının hiçbirinin hacca gitmemesi olayı benim maalesef çözemediğim ve ileri sürülen sebeplerden hiç birini kabul etmediğim bir durum.Bir tane bile olsa İstanbul'dan ayrılıp Avrupa'ya giden padişahımız var ama o padişah bile Hacca gitmemiş. Yani Tahtı uzun süre boş bırakmak şeklindeki mazeret bence kabul görmez hiç bir zaman.Kısaca o konudaki yorumunuzda haklısınız.
Osmanlı Padişah annelerinin çok büyük bir kısmının Türk asıllı olmadıkları elbette ki doğrudur. Bunun sebeplerini defalarca yazdığım için bir kez daha bu konuya cevap vermeyeceğim ama sizin , bazı tarihçilerin ağzından'' Avrupa tohumu'' Diyerek aşağıladığınız o padişah annelerinin tırnağı kadar Türk olabilselerdi keşke bunu söyleyen o tarihçiler ya da böyle düşünen insanlar. Haa içlerinde Avrupa tohumu olduğunu unutmayan ve ona uygun davrananlar olmadı mı? Oldu elbette. Ama inanın bana onların en haini bile bu gün vatansever olarak lanse edilen pek çoklarından bin kat daha bu vatanı seviyor, bu vatanın menfaatleri için kafa patlatıyorlardı.
Neyse...Netice itibariyle yabancı kökenli miydiler? Evet öyleydiler. O halde onlar için söylenen ''Avrupa tohumu'' İfadesi de bir dereceye kadar yenilir yutulur.
İstanbul'un içine edilmesi ve artık bir beton kent görünümü arz etmesi konusunda da kısmen haklısınız. Evet Ak parti iktidarıyla birlikte İstanbul daha da bir beton kent haline dönüşse de benim yaşadığım Ümraniye'de orman katliamı yapıldıktan sonra inşa edilen toplamdaki beş site ( Ki her blok 4 er daire ve 17 katlıdır.) 1990 lı yılların ürünüdür. Daha da ilginci bu gün Ümraniye de Ak parti oyları siler süpürür ama sitelerden tek oy çıkmaz ak partiye. İlginç değil mi. Orman katliamına her fırsatta karşı olduklarını söyleyenler ormanların katledilmesi suretiyle oluşturulan gökdelenlerde yaşarlar hep.
Neyse neticede kendinden öncekiler af edersiniz sıçmışlar, Ak parti iktidarı gelmiş üzerine tüy dikmiştir. Şu andaki görüntü önemli ölçüde Ak partinin eseri olduğu için bu noktada haklısınız diyebilirim.
Bu günkü nüfusunun yarısı nüfusa bile sahip olmadığı yıllarda bir kova su için çeşme başlarında kafa kırmalı kavgalar yaptığımız İstanbul'u unutarak yine de size haklısınız diyorum.
19 Mayısı kutlamayı zulüm sayanlar?
İşin doğrusu biz 19 Mayıslarda öğrencilerimiz ile resmi geçit yürüyüşü yaparken , bu yürüyüşte ''Dağ başını duman almış'' Marşını söylerken, bizi sabote etmek için '' 1 Mayıs, Bir Mayıs İşçinin emekçinin Bayramı'' Diye marşlar söyleyenler bu gün benden daha Atatürkçü kesildikleri için bu konuda kimi kast ettiğinizi pek anlayamadım.
Benim için en önemli konuya gelelim.
Öncelikle bahsettiğiniz savaşın adı Arm'ül Kut değil. Daha doğrusu Arm ül Kut Yarısı İngilizce yarısı Arapça bir şey...Arm: Savaş...Kut: Savaşın yapıldığı mahal( yer) Savaşın bizim tarihimizdeki adı Kut el Amara savaşıdır.
Bu savaşta İngiliz ordusu başlarındaki kumandanları General Townshend de dahil olmak üzere ( 18 veya 13 bin İngiliz Askeri) Esir edilmişse buna zafer denir aziz dostum.
Ha, siz haksız mısınız '' Uyduruk bir zafer'' Demekle? Eğer Çanakkale uyduruk bir zaferse Kut el Amara da uyduruk bir zaferdir. Çünkü ikisinde de nihai zafer İngilizlerin olmuştur.
18 Mart 1915 ve sonrasındaki savaşlarda 9 Ocak 1916 da İngilizler Çanakkale Boğazından çekilmişler ama 30 Ekim 1918 den hemen sonra ellerini kollarını sallaya sallaya geçmişlerdir o boğazı.
Kut el Amara'da da aynı şey olmuştur. Türk ordularına teslim olmuşlar ama nihai zafer 30 Ekim 1918 de yine onların olmuştur. Olaya bu açıdan bakarsanız Kut el Amara zafer değildir. Lakin Çanakkele de zafer değildir. Kut Kahramanı Halil Paşa diye bir şey de yoktur, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal diye bir şey de...
Yüzlerce paşası olan bir devlette Mustafa Kemal Paşa dışında ( Ki Çanakkale'de paşa da değildir) herhangi bir paşanın zafer kazanabileceğine inanmamak nasıl bir anlayıştır onu da bir türlü anlayamıyorum.
Selam ve saygılarımla.
Bilgilendiren bir yazı.
Çok beğendim ve bazı gerçekleri öğrendim.
Emeğinize yüreğinize sağlık...
Tebrikler, teşekkürler..
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.