- 429 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sen benim kaybolduğum yılların ötesindesin…
Geçen bunca zamanın ardına sığınan görüntünle, tüm bakışlarımdan saklanan sadece hissettiğim yerdesin…
Biliyorum yine sesin o buğulu ses ve benim düşlediğim tüm görüntülerinin dışında farkındasızlıkla dolaştığım o kumsalın az ilerisinde, denizin son dalgasında adımladığım sahilin belki de çok yakınında, körfezin beri tarafında, adımladığım sahildeki martıların kanat çırpışlarının farkında bile değilsindir…
Bense acılanmaların sonuna doğru nefes almalarımın aksayan kısımlarında bile belki de beni hiç düşlemedin, düşlesen bile sana olan kırgınlığım artık telafi edilemeyecek boyutta iken seni sevmenin gerçeksizliğinde kayboluyor siluetim…
Boşa çiğnediğimiz zamanın rüzgârlı yolunda, dik yürümeye çalışıyorduk ve zorladıkça hayatın bu kısmındaki çıkışlarım, bedenimi çok eziciydi…
Ve yorgunluk bedensel can tüketici saftaydı ve ben kendime acılandıkça daha da yoruluyordum bu yol alışta…
Adeta kendimi doluşturuyordum bu sahipsizlikle yorulmuş bedenin halsizliği ile yaşama pişmanlaşmış olarak var olmaya çalışıyordum nefes almalarda…
Büyük hedef düşünceleri ile uğraş verirken yaşamın bu döneminde anlamsız veya gereksiz düşüncelerin manasını aslında yaşamımın en önemli yıllarının içine sevdim dediğimi alarak geleceğe dar zamanlar yaratıyordum…
Çoğu zamanımın hırs ve küslüklerle mücadelede geçmiş olması yaşamımın en verimli zamanını onun kaprislerini ve kurgularını geçiştiriyordum…
Yaşam onu sebep gösterdiğim birçok olgu ile beni hırpalarken, yaşamın ağır darbelerinden kendimi koruyamıyordum…
Ve anladım ki yaşamın içine sevgi adına giren çok olay yaşamımı aksatmaya sebep oldu. Çünkü karşılıklı çıkarlar uğruna arada kalan ve sevmek olgusu çaresizliğini yaşıyordu…
Aslında sevmek ve ait olmak tüm yaşam olgularının üstünde yaşamın içinde onurla kalmaya layıktı…
Sevgili olmakta yaşam şartlarının arasında kalmak onurlu olmayı gerektirirdi…
Hangi değerlerimiz üst üste önem sırasında önceliğe layıktı ve sevginin veya birlikteliğin devamı bu düşüncelere layık olmayı gerektiriyordu…
Aslında sevgi yalvaranlara karşı çaresiz değildi. Ve kendi onurunu savunmak için mermerleşmeyi göze almakla var oluyordu…
Aşk ve mermer, birbirlerine taviz vermeyerek bütünlüğünü koruyordu…
Ve bu düşüncelerle sevgide var olmak, ar ve onurdu…
Dünlere kadar bırakılıp gidenlerin arkasından hayatımızın bütün kesme taşları birbirlerinin üstlerine yığılırken, her düşlediğimiz savaş alanlarına yığılıp kaldıkça, yarınlara karşı düştüğümüz endişeli yaşam tarzımızla yaşama yön vermeye çalıştıkça, altında kaldığımız onca ağırlığının altında ezik sesleri çıkardıkça yaşam savaşı ile bu günlere geldikçe tanıdık sevmenin bu ağırlıklı yüzünü…
Oysa terk edemediğimiz arkama bakamadan gidemediğim bir sevgim vardı içinde var olduğum…
Kendi kendime kaçaklık düşleri ile yaşam savaşındaydım kendimle kendi kendime yargılanıyordum…
Unutamadığım an zamanları ile düşüncede hırlaşırken, aniden “kendimden kaçak yârim keskin bıçak” cümleleri ile bir şarkının tınısının tam da orta yerinde buldum kendimi.
Yıllarımı bu şarkıya düğümlemişken, sevgi adına verdiğim benlik savaşımın günleri geldi oturdu yüreğime…
Ne kadar ağır bir yüktü bu sevginin taşınması veya korunması…
Bir yerlerinde “nerde bende o yürek” derken ben de aynı cümleyi tekrarlıyordum şarkının ritmini sesim kısılarak…
Ne kadar zor ve bu güne göre ne kadar vaz geçilmez bir anlama ait cümleydi ve ben içimden yırtılıyordum sanki buğulanmış hislerle…
Seviyor ve seviliyordum. Yaşamın bu günlere ulaşan nefes almalarımla bu hisleri yaşıyordum ta ki sen sevgili sen riyası ile karşılaşıncaya kadar…
Kaybettiğim bunca zamana bakıyorum. Ömrümden yitip giden zamana irili ufaklı sevinçlerle, kendimi, kendi dünyamda en mutlu insan başarmışlıkları ile tırmandığı yaşam kesitlerindeki sevinçlerime bakıyorum. Sonraki hayal kırıklıklarına, yalnızımsı hislerin doğuşlarındaki sebeplere ve sebep olanlara veya olana bakıyorum.
Tarifsiz bir şaşkınlık ve yıllar süren heyecanların içine gömülen sevinçlere bakıyorum.
Sonraki hayal kırıklıkları ile yıllar süren savaşlarımdaki yitikliğime, kaybettiğim benlik savaşlarıma ve uğradığım yanılgılara buruk bir iç çekiş ile bakınıyorum…
Sonra hayatımın başarmışlıklarıma senin dahil oluşunu düşünüyorum. O günlerdeki sevinçlerime ve onurlanmalarıma dalıyor gözlerim…
Ve mutlulukların süregelen şaşkınlıklarındaki sevinçlerime bakıyorum…
Ve sen varlığının hayatıma kattığı özgüvenle sevinçleri tarif etmeye çalışıyorum kendime…
Belki de ters esen bir rüzgârın etkisi altına girmiş gibi hayatımın yükselişine duraklama zamanlarına ve düşüş anlarının başladığı yıllara bakıyorum…
İçimde uyanan bin bir heyecan ve korkup endişe zamanlarıma bakıyorum, damarlarımdaki kanımın buz kestiği zamanları düşlüyorum…
Ve sevginin büyüyüp kendi kendini yok etmek için nefesimi zorladığım yıllara bakıyorum. Gözlerimden, yarısı sevinçlerim için, yarısı kendimi yok edesiye iniltiler içinde haykırdığım zamanları düşlüyorum…
Karma karışık düşler ve duygularla yaşadığım zamanları düşünüyorum…
Çoğu zaman geçmişi özlemekle yakın zamanın çilesinden korkmak gibi duygularla savaşıyorum iç dünyamla…
Çoğulunda pişmanlıkların hüküm sürdüğü bir kısmında heyecanların ve sevinçlerin
bayrağını zirveye taşıdığı anlarla çoğunda da gözyaşlarına boğulduğum zamana ulaşıyorum düşsel yolculukla…
Görüyorum ve anlıyorum ki bu anlatımın her konusuna sen dahil oluyorsun ki bundan da anlaşılıyor ki hayatımın sebebi olmaya devam ediyorsun…
Ama el ele, avuç avuca olduğumuz zamanlarda veya gidişinin ardından yıllara uzayan bence sebepsizliğinin de sebebi sensin…
Sana neden gittin veya döngel demenin manasızlığını yaşarken, sadece sorguladığın hangi sebeple hâlâ yaşamımın etkinleştiği anların içindesin?
Seni her bitirdiğimi zannettiğim anlarda yeniden doğuşunu hissetmekti belki de bedensel yapıma acılanmalarının etkinliği…
Unutma sevgili, insanlık tarihi boyunca yaşayıp yok olmuş sevgiler vardır şüphesiz ve sende bu yolculukla uğurlanıyorsun bende…
Tüm benliğinle gittin zaten, hiç zaman kaybında olmayacak artık, dönek düşüncelerin de olmayacak artık bilirim…
Geçen zamanı umursamadan bana, sevdiğin zamanları da umursamadan, beklentisiz yıllarının varlığını da unutarak gidiyordun zaten…
Arkada kapkara bulutlar, çözülmemiş anlaşmazlıklar, beklentisi bitmiş yarınlar, geçmişe meydan okuyan sözler, bırakarak gittin zaten…
Umursamadığım ölümüm vardır derdin, umursamadığım nefes almalarım, yokluğunun hiç ettiği, bir yaşamım vardı derdin…
Şimdi tüm söylediklerini de vur omuzuna, çuval çuval kasvetlerini de al sırtına,
beni sevdiğini de, doldur boş düşlerinin yanına ki, basıp bedenime, söküp düşlerimi, umutlarımı da unutarak, çekip gidiyorsun zaten ya, beni de boş ver…
Seni ömre dayalı sevmelerimi de, koy bir karanlık köşeye, sadece unut, boş ver yaşanmışlıklarımızı, boş ver beni sevdiğini söylediğin yılları, unut çekildiğimiz fotoğrafları, bir taşın altına da, yarının umutsuzluğunu koy, geçmişteki
umutsuzluğumun yanına ki…
Bazen hayat, severek unutanların acıları ile doludur, ki koy beni bir yerlere, koy sevdamı karanlığa, koy geçmişimizi başladıklarımızın yanına ve boş ver gitsin yaşanmışlıklarımızı, boş ver gitsin sevdiğimizi söylediğimiz zamanları, boş ver sensizliğimi, boş ver sensizliğimizi ve unut seni sevdiğimi söylediğim yılları, hepsini bir kenarda unut gitsin…
Hiç sevmemiş kadar sevgini götür de git...
Sen sustun, bense avazım çıktığı kadar hasret diye haykırdım…
Sen gittin, ben kararmış sokaklarda buldum kendimi, öfkelendim karanlığa, öfkelendim sensizliğe, öfkelendim kararsızlığa her gece…
Duyamazdın sesimi, fark edemezdin nefeslerimi, adımlarken ökçelerimi hırsla yere vuruşumdaki sesi, sen hiç duymadın… Benimse topuklarım acıyordu, ayrılıkların yollarını tarif ettim soranlara, seni sorduklarımsa hep, sessiz kaldılar…
Tanımaza geldiler seni, bilmeze geldiler gittiğin şehri, beni hatırlayıp hatırlamadığını ise, hep cevapsız kaldılar…
Bense haykırdım yalnızlığımı, bense öfkelendim sessizliğe, yankılanan seslerime sordum…
Sorguladım seni ve bir gece martısının gözlerine kilitlendi gözüm sahilde…
Senli taşlara oturdum, eskiden oturduğum, ayaz düştü omuzlarıma, ayaz düştü sesime ve kilitledim kendimi sahipsizliğime…
Yarın sevgili, bir atlatsam bu geceyi, burnum sızlıyor, kulaklarım uğulduyor öfkem kızarmış kulaklarımda…
Yarın, hem de yarın sabah, erkenden, terk edeceğim, bu şehrin kulvarlarını.
Acele döküleceğim yollara ve kendime koşacağım, kendime, kendi kendime sarılasıya uzun nefesler alıp, tüm dünlerin üstüne kül döktüğümü farz edeceğim…
Ve gideceğim gide gidebildiğimce uzağa, uzaklara, belki birazcık aydınlıklara doğru…
Bitmez, bitsin desek de bu acılı yaşanmışlığın tortularını sildik desek de silemeyiz, sildiremeyiz de…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Acele döküleceğim yollara ve kendime koşacağım, kendime, kendi kendime sarılasıya uzun nefesler alıp, tüm dünlerin üstüne kül döktüğümü farz edeceğim…
Ve gideceğim gide gidebildiğimce uzağa, uzaklara, belki birazcık aydınlıklara doğru…
Bitmez, bitsin desek de bu acılı yaşanmışlığın tortularını sildik desek de silemeyiz, sildiremeyiz de…
Hayattan kesitler yada kurgu, ne çok kaleminizin izlerinde benzerleri yaşayanlarız efendim.Derinliklerdi dünler , kül döksek bile dünlere için için, sine sine, sinemizi yakar o küllenmeyen ateşler...
Emeğe SAYGIMLA...