- 766 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gerçekleşmeyen Dilekler (b.ö.r. -13-)
Haziranın ortalarındayız. Yaz mevsiminin tüm sıcaklığı ve güzelliği yaşanıyor. Bu mevsimde Doğu Karadeniz bir başka güzeldir. Hele ki gökte güneş varsa, denizin en mavisi yeşillin en koyusu gözlemlenir sahil boyunda. Trabzon, Rize ve de Hopa’ya kadar denizi seyrediyorum, Artvin’e giden otobüsten. Aynı otobüsle öğrenci arkadaşlarımızla beraberiz. Yaz tatili için köylerimize dönüyoruz. Hepimizin neşe doluyuz. Gençliğin verdiği kaygısızlık ve bir üst sınıfa geçmenin verdiği güven ve sevinç sarmış tüm bedenimizi. Sol tarafımızda Karadeniz sakin ve dalgasız, çarşaf gibi uzanıyor. Yer yer balıkçı tekneleri görüyorum açıklarda. Sağ tarafımızda denize paralel uzanan ulu dağlar. Dağların dorukları gökte hiç eksik olmayan bulutlara dokunuyor. Nihayet yeşil çay bahçeleri, sahildeki tüm yamaçları kaplamış. Doğada yeşilden gayri hiçbir renk yok. Sırtlarında sepetleriyle çay filizi topluyor cefakâr kadınlar.
Artık, beni uzun yaz günlerinde yoğun çalışma günleri bekliyor, köyde. Olsun. Köylerimizde öğrenci-öğretmen, işçi- memur herkes çalışmak zorunda yaz mevsiminde. En iyi dinlenme, tarlada-çayırda temmuz güneşi altında elde tırpan ya da dirgen, çalışarak gerçekleştirilir anlayışı hâkim yöremizde. Köye döndüğümde hoş-beşten sonra yoğun çalışma günlerinin arifesinde buldum kendimi. O günlerde İstanbul’da, henüz okulunu bitirip bir camiye imam olarak atanan kuzenimin düğünü yapıldı.
Yengemiz, köyümüze iki saatlik yürümeyle varılacak bir köyden. Düğün alayında benim yaş grubumdan en az yirmi arkadaş var. Çoğu öğrenci; genç, dinamik ve heyecanlı. Gelini baba evinden aldık. At sırtında yengemiz ve onun birisi önünde, diğeri arkasında yine atlı iki kadın. Düğün alayının diğer katılanları hep yayayız. Daha on-on beş yıl öncesine kadar düğüne katılan gençler, atlarıyla şenlendirirlerdi düğünleri. Atlarıyla yarışlar yaparak düğünlerin coşkulu yaşanmasını sağlarlardı. Zaman zaman yolda mola veriliyor. Davul-zurna eşliğinde halaylar çekiliyoruz. Yolu yarıladık. Bu kez biz gençler koşacağız damat evine. Geçmiş yıllarda atlarla yapılan damat evine erken varıp hediye kazanma âdetini bu kez koşarak biz gençler yerine getireceğiz. Yarış başladı. Okulda yaptığımız kros koşuları nedeniyle uzun koşulara alışkınım. Yarışı alırım diye niyetleniyorum. Arkadaşlarımda beni zorlamazlar, çünkü düğün bizim düğün. Serde delikanlılık ve bekârlık var. Köye hayli yaklaştık. Ormanın içinden geçen dik ve kestirme yoldan yürüyoruz. İçimizde bizlerden en az on beş yaş büyük bir ağabeyimiz var. Hasan ağabey. Hasan ağabey kışın Şavşat-Ardahan arasında postacısı. Karda, kapanan yolları aşıp posta taşıyor kışta kıyamette. Bir tazı gibi yürüyor yokuşlarda. Yokuşta bizi solladı karlı dağların korkusuz postacısı. Bizde daha kestirme diye bir başka keçi yolundan saptık. Köyümüze yaklaştığımızda aramızda fazla mesafe yok. Koşup onu geçmemiz an meselesi. İlk evlerin bulunduğu mahalleye vardığımızda postacı buharlaşmış. Yok ortalıkta. Bizimki köyün ilk evlerinden birisine atı ile konuk gelen adamın atına izinsiz binip damat evine kadar sürmüş atı. Yarışı ben ikinci bitirebildim. İtiraz, şaka şenlik güzel bir düğün yapıldı. O yaz, eğlenme, tatil hepsi o kadar. İşler başladı.
Bu arada ablamın düğünü yapılmış mayıs ayında. Benim okuldan dönmemi bile beklememiş yeni dünürümüz. Araya hacıları, hocaları koyup bizimkileri yola getirip düğünü yapmışlar. Evden bir çalışan yine gitmiş oldu. Tıpkı diğer ablalarım gibi. Koyun sürümüz, sığırlarımız yerli yerinde. Annem ve kardeşim yaylada yaylacılık yapacaklar. Babam ve daha on bir yaşında kız kardeşim ve ben köyde çalışacağız.
Çayır biçme günleri başladı. Babamla çayırları biçtik. Daha otları toplamadan babam yaylaya gitti. Amcamlarla Ardahan yaylalarında ot biçecekler. O yıllarda, köyümüzden ota ihtiyacı olanlar Ardahan yaylalarında çayır kiralayıp ot biçerdi. Yıllarca bu uğraş devam etmiştir. Köyde, birkaç gün içinde otları toparlayıp yaylaya gittim. Dokuz-dokuz, on sekiz kağnı arabası ot getirdik amcamlarla. Bu iş için akrabalarımızdan da öküz ve araba aldık. Ağustos başları. Gökte güneş beyin kaynatıyor. Zavallı öküzlerimizi sinekler sarıyor. Ne zorlu çalışma günleriydi o günler. O otları taşıyıp mereklere (samanlık) yerleştirmek güç ve dayanıklılık gerektiriyordu.
Hele harman dönemi çok daha çetrefilli. Sarı sapları (başak) saman haline getirmek; ortaçağ usulleriyle başlı başına bir meşakkat. Bir harman olmuş. Samanları tınaz makinesinden geçireceğiz. Makineyi kurduk. Kardeşim bir gecelik için yayladan gelmiş. Tığ savuracağız. Üç kişiyiz çalışacak. Babam, kardeşim ve ben. Tığ savurmak için en az üç kişi gerekli. Lakin normalde beş-altı kişi gerekir çalışanlar arada dinlenebilsin diye. Biz işe başladığımızda hava iyice kararmıştı. Gece çalışmak zorundayız. Gündüz için başka işler bizleri bekliyor. Yaz günlerinde işlerin zamanında bitirilmesi için bir saati bile boş geçirmek olmaz. Sabaha kadar çalıştık. Ortalık aydınlanırken samanlar samanlığa, elde edilen ürünü de ambara yerleştirmiştik. O gün ilçeye gitmem gerekiyordu. Duş ve hafif bir kahvaltı yaparak, yaya olarak ilçeye yollandım. Adımlarımı zor atıyorum. Sanki kuvvetim uçup gitmiş. Gölge gibi, güneş altında zor bela ilçeye gidebildim. Böylesi zor koşullarda işlerimizi toparladık. Babamın koyun sürüsü eksilmesin. Ablalarımın zamanındaki düzen sürsün istiyordu babam. Ceremesini hep beraber çekiyorduk. Sabahın köründe iş başı yapıp akşam karanlığına kadar çalışarak…
Bu ağır çalışma günlerinde içime şöyle bir düşünce doğdu. Yüksek öğretmen okuluna niçin gitmeyeyim. Öğretmen okullarında, beşinci sınıf öğrencileri arasında başarılı olan yedi-sekiz öğrenci yüksek öğretmen okuluna seçilirdi. Bu öğrencilerden biri de ben olabilirim diye hayaller kurmaya başladım. Köyde işler hayli azaldı. Eylül geldi. Okula dönüyorum. Amcamın gelini yengeme istirham ediyorum:
“Aman yenge, siz, bir zahmet babama söyleye verin, tahsilime devam etmek istiyorum. Ne olur benim için nişanlılık, evlilik düşünmesin…” Aldığımız terbiye, ananelerimiz, babanın yüzüne bu konularda konuşmak mümkün kılmıyordu. Yengemden yardım umuyordum. Ders başı yapılırken hedefimde yüksek öğretmen okuluna seçilmek var. Sinemaya gitme, ders harici kitap okuma uygulamasını sonlandırdım. Tek amacım sınavlardan dokuz ya da on almak. İşler iyi gidiyor. Okulun düzenini, şehrin iklimini iyice tanımışım. Eylül, ekim, kasım aylarını çok verimli geçirdim. Memleket özlemi geçen yılki gibi değil. Tek endişem babam, babamın mektuplarında beni hedefimden saptıracak sıcak haberlerin olmaması.
Güvendiğim dağlara karlar yağdı. Babam, bitişik eğik yazısıyle en tatlı tümceleri sıralamış aralık başlarında aldığım mektubunda. “ Sevgili oğlum, biliyorsun seni ne kadar sevdiğimi. Bir babanın en mutlu günü oğlunu evlendirdiği gündür. Evimizde çalışacak insana da ne çok ihtiyaç var. Geçtiğimiz yaz bu durumu hep birlikte gördük. İnşallah seni önümüzdeki yaz evlendireceğiz…” Bu haber gelecek günler için kurduğum tüm güzel ümitlerimi yıktı. Hayallerimi karatmaya başladı. Babam kararlı bir adamdı. Kararları, ailede kimseye danışmadan alır ve uygulardı. Biz çocukların hiçbir söz hakkı olmazdı… Bakalım yeni günler benim için hangi olaylara gebe. Öğretmen dayılarımdan yardım alıp belki babamı bu kararından caydırırım diye ümitleniyorum. Hele bir karne alıp köye döneyim. Karne tatili geldi. Sekizden aşağı notum yok. İkinci dönem içinde aynı başarıyı gösterebilirsem yüksek öğretmen okulu hedefine yönelebileceğim.
Özellikle kendi köyümde çalışan öğretmen dayımın ısrarları bana bir yara sağlamadı. Karne tatilim bitiriyor. İki gün sonra Trabzon’a döneceğim. Nişanlandım. On yedi yaşında evlenecektim. Uzun yıllar hem okul hem evlilik bir arada nasıl olur düşünceleri içinde okula döndüm. Yüksekokul hayallerim deposunda gaz yakıtı ağır ağır azalıp ışığı kararan petrol lambası gibi karardı. Nihayet söndü. O güzel sevdadan vaz geçtim. İkinci dönemde sıkı ders çalışmaya gerek kalmadı. Sınıf geçeyim bu bana yeter diyordum. Öyle de oldu. Hangi çalışma olursa olsun, başlangıç, temel sağlam olursa sonuç hep olumlu olur. Birinci dönemin notları sınıf geçmeme yetti de arttı bile.
Bu arada okul kütüphanesinin baş müdavimlerinden birisi de bendim. Özellikle klasik romanları ve Nobelli yazarları okumaya yönlendim. Silahlara Veda, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Gazap Üzümleri, Fareler ve İnsanlar, Doktor Jivago, Diriliş, Sefiller gibi romanları hep öğretmen okulu ikinci dönem okudum. Varlık dergisini ve o yıllarda yayımlanan edebiyat dergilerini takip etmeye başladım. Zaman zaman gazete alıyorum. Sinema, müzmin hastalığım. Tek masrafım sinema. Bazı pazar günleri okula hayli uzak İl Halk Kütüphanesine gider, orda kitap okurdum. Kütüphaneye sabah erken gidip, üç saat kitap okuyup, saat on iki otuzda öğle yemeğine dönerdim.
İlkbahar geldi. Trabzon’un en güzel yerlerini gezmeyi ihmal etmiyorum. Hele Kale Park dünya Cenneti. Denize uzanan bir burunun üzerine kurulmuş, bir tarafı limana diğer tarafı batıya başkan bu park gençleri buluştuğu en güzel bir dinlenme yeri. Limanda yürüyüşler yapıyoruz mendirek üzerinde. Bir arkadaşımla limandayız bir hafta sonu. Nisanın on dokuzu. Güneş tüm cömertliğiyle doğamıza altın ışıklarını gönderiyor. Deniz masmavi. Boztepe pırıl pırıl, hemen karşımızda. Arkadaşımla iddialaşıyoruz. Denize girebilir misin? Sen gir ben de girerim. Deniz mevsimine daha çok var. Önce ben atlayacağım limanın mavi sularına. Ben çıkınca arkadaşım atlayacak. Suya bir daldım, aman ne soğuk bir su. Bir dakika kulaç atabildim ancak, neredeyse nefessiz kaldım. Demek ki, aşırı soğuk su içinde soluk almak zorlaşıyormuş. Apar- topar kenara çıktım. Bu arada, ayak serçe parmağımı deri ile kemik arasını dıştan midye yarmış. Arkadaşım sigara içerdi. Hemen bir Bafra sigarasını yarama bastırdık. Tütün kanamayı durdurur diye bir düşünce var aklımızda. Arkadaşım da sırasını savdı. Okulda, revire gittim. Durumu anlattım revircimize. Adam:
“Bu kafa bu ayakları idare eder mi!” diye şakayla karışık sözler ederek, yaramı sardı. Tarih, edebiyat gibi derslere zevk için daha fazla zaman ayırıyorum. Mütalaalar uzun. Zaman bol ders çalışmak için. Kompozisyon dersinde yüksek not almayı hedefliyorduk sınıftaki edebiyatsever arkadaşlarla. Bu dersten öğretmenimiz bir konu tespit eder o konuda öykü, makale türünden yazı yazardık. Böylesi bir yazılıdan dokuz aldım. Dokuz almak sadece bana nasip oldu beşinci sınıflar arasında. Çok sevindim. Konu savaşların açtığı yıkımdı. Güzel bir yazı yazmıştım. Savaşı bir taraf kaybediyor, kazanan tarafta binlerce insan kaybı veriyor. Onların da kentleri harp oluyor türünden cümleler yazdığımı hala anımsıyorum.
Sene sonu geldiğinde direkt sınıf geçtim. Köye dönerken tatil yapmaktan öte daha çok önümdeki günlerde yapılacak düğünümü düşünüyordum. İlk gençlik günlerini yaşamadan evlilik sorumluluğunu yüklenecektim.
YORUMLAR
Evet efendim,
Haziranın ortalarındayız. Yaz mevsiminin tüm sıcaklığı ve güzelliği yaşanıyor. Bu mevsimde Doğu Karadeniz bir başka güzeldir. Karadeniz bölgesinde sadece Samsun ilimizi görmek kısmet oldu.Sayenizde Trabzon ilimizi güzel anlatımınızla gezerken keyifliydi.Evlik konusuna ne desem kiİ; aile büyüklerimizin yanlış tutumlarıyla, gençliğimizi yaşamadan evlilik mesuliyetini omuzlarımza yüklemeleri...
Emeklere Saygımla...
İBRAHİM YILMAZ
selam ve saygılar yüce gönlünüze.
Gözümde bir an Karadeniz canlandı:)
Ben şahsen hayatıma ailemde olsa asla müdahele ettirmem
sizde ettirmemelisiniz bence ilerde pişman olmaktansa...
Tebrik ederim güzeldi
İBRAHİM YILMAZ
koşullar, öyleydi o zaman. evlendik, evlendirildik.
saygımla.
İBRAHİM YILMAZ
koşullar, öyleydi o zaman. evlendik, evlendirildik.
saygımla.
İBRAHİM YILMAZ
ilk öğretmenlik yıllarımdaki bir öğrencim dizi yapıyor film çekiyor. o önerdi öğretmenim yaşamını yaz film yapalım diye. ben de nehir söyleşi cinsinden bölüm bölüm yaşam öykümü yazıyorum.
evet 17 yaşımda evlendim., ya da evlendirildim.
selamlar.