- 1096 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
BABAMIN BİLİNMEDİK ŞARKISI
Tam bir sene öncesiydi. Aylardan da Mayıs. Annem ve babamla hasretlik gidermiş, uzun süren sohbetler yapmıştık. Kâh gülmüştük kâh ağlamıştık halimize. Birbirimizle ilgili ne çok şey kaçırmıştık, farkına bile varmadan. Hatta bunun üzerine birkaç satır karalamıştım. Okuyanı var mıydı ya da ilgisini çeken bilinmez ama benim için oldukça önemli olduğu kesindi. Yine şükürler olsun bir aradayız diyoruz. Kaldığımız yerden sohbetlerimize devam edeceğiz.
Yine Mayıs, yine Adapazar’ı. Şu geçen koca bir yıl içerisinde KOAH babamın yakasına iyice yapışmıştı, ayrılmaz parçasıydı. Aramızda kalsın, kıskanıyorum için için şu kahrolası hastalığı, bizim koca çınara daha yakın. Dikkatle tavırlarını izlediğim babam, diline bir nağme dolamış durmadan mırıldanıp duruyor. Merakla soruyorum, cevabı gülümseyerek veriyor. Bilmem ki. Bu bilinmez musiki ona ayrı bir dünya yaratmış olmalı. Sanırım kendi iç dünyasının yansımasıydı. Yalnızlık olabilir miydi bu şarkının adı?
Kara Nevzat arkamdan önümden dolaşıyor, mutfak işlerinde yardıma ihtiyacın var mı diye. Hâlâ enerji küpü, hâlâ hiperaktif. Çoğu zaman ıhlayarak derin derin nefes alıp verirken izlemliyorum, yüzü gitgide soluklaşıyor böyle zamanlarda. Çok sesli koroya benzetiyorum şu yaşlılığı. Ihlamalar, bilinmedik şarkılar ve daha neler neler. Gözüm korkmuyor da değil hani eğer birgün yaşlanabilirsem, annem ve babamın karışımı olacağım vesselam.
Eşim ve ben elimizden geldiğince Sakarya’yı ve çevresini gezdirmeye çalışıyoruz. Ve her fırsatta da meraklı gözlerle sorularıma devam ediyorum. Yeşilliğin içinde kuş cıvıltılarıyla, huzur içersinde ailemi tanımaya çalışıyorum. Hayata bakışlarını daha iyi algılayabiliyorum bu sayede.
Eskilerde kalmış hikâyeler anılar tekrar can buluyor. Hele de koca çınar biz yanında yokken neler yaparmış, kimlerle tanışmış, nelere üzülmüş, nelere sevinmiş, nelerden korkmuş, hangi mücadeleleri vermiş?..
Nüfus sayımı yapmak için köy köy geziyorum diyerek başlıyor söze. Yol bilmeden tarif üzerine çıkıyor diğer dağ köyüne. Gece karanlığı basıyor. Yanında ne el feneri ne de yolu bulabilmesi için bir pusulası var. Bir adım atsam diyor, kayalıklardan aşağı düşecektim. Ağzım iki karış açık heyecanla dinliyorum "eee sonra?". Köpek havlamaları duyuyorum rüzgarı düşünerek yolumu değiştiriyorum, sesler kesiliyor ama nereye gideceğimi bilmeden devam ediyorum yola. Bir süre sonra bir köy evi görüyorum, sığınabileceğimi düşünerek adımlarımı sıklaştırarak yürüyorum. Allahtan evde yaşayan biri var. Babacan ev sahibi beni karşılıyor, selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra tam da köyün yerini soruyordum ki tıknazca bir adam çıkageliyor. "Hah!" diyor kır saçlı ev sahibi "Allah’ın sevgili kuluymuşsun. Emin Ağa seni köye kadar götürür". Bana sıkı sıkı tembihlediği gibi tıknazca yol arkadaşıma da uyarıda bulunuyor: "Akgöneklerin köpeğine aman diyim dikkat edin oğul". Helâlleşip tekrar yola revan oluyoruz. Pek insan canlısı olmayan Emin Ağanın ağzından kerpetenle alacaksınız lafı. Eee benim lafım da kıt, anlayacağın iki kelime etmeden köye geliyoruz. Şanslıyız ki şu saldırgan itle karşılaşmıyoruz, kurtardık paçayı diye birbirimize bakıp gülüşüyoruz.
Muhtar emmiye beni teslim edip ayrılıp gidiyor yol arkadaşım. Derme çatma bir köy bakkalı işletiyor Mehmet amca. "Geç vakit oldu" diyor. "Acıkmışsındır". Utana sıkıla "öyle" diyorum, "bayağı acıktım". Allah ne verdiyse önüme koyuyor muhtar emminin karısı. Hep birlikte karnımızı doyurduktan sonra "sen yorgunsundur" diyorlar. Çalı süpürgeyle dükkanı şöyle üstünkörü temizleyip, yukarı kattaki evinden getirdiği yatağı seriyor yere. Oldukça zayıfça olan kadın maharetli diyorum için için. Pire gibi işi önünden kaçırıyor derler ya aynen öyle. Tam ayrılacakken yanımdan, "yarına kahvaltıya ne istersin" diye soruyor yarım ağız. Ben de "benim için zahmete girmeyin" diyorum kibarca. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor, esmerce yüzü aydınlanıp gülümsüyor. "Şimdiye kadar gelenler hep bir şeyler istediydi ya süt ya yumurta ya da kızartma. Ne bileyim sen de istersin dediydim". Birden kurduğu yer yatağını alelacele toplamaya başlıyor. Şaşırma sırası bana gelmişti bu sefer. Yukarı çıktı, on dakika ya geçti ya geçmedi muhtar emmi "hadi bakalım" diyor "yengen seni eve bekliyor". "Tekrar hoşgeldin oğul" diye karşılıyor Vasfiye Teyze, "buyur gel" diyor. Yüklükten sakız gibi dokuma çarşaflar çıkıyor; ipekli yorgan, yün yatak... Gözlerime bakıp "bunlar benim gelinlik çeyizlerim" diyor.
Hayırlı geceler dileyip yatıyoruz. Sabah ki yaşadığım korkuların ardından yün yatakta rahat ve huzur içinde uykuya dalıyorum. Gecenin bilmem kaçı irkilerek uyanıyorum. İki yaşlı ev sahibi üstüm açılmış mıdır diye kontrole gelmiş, yorganı düzlüyor. Güvende olduğumu bilerek tekrar huzurla uykuya dalıyorum. Sabah gözümü horoz sesiyle açıyorum. Nerede olduğumu toparlamaya çalışırken mis gibi tarhana çorbasının kokusuyla kendime geliyorum.
Annem lafa giriyor bugünlük bu kadar yeter babanı fazla zorlama. Susuyoruz, koca bir sessizlik kaplıyor her yanı, çaylarımızı yudumluyoruz. Sevgiyle ve gururla babamı izliyorum. Utanıyor, gözlerini kaçırıyor benden. Sonra bilinmedik nağmesi diline dolanıyor yeniden. O söylüyor, biz dinliyoruz...
H. Çiğdem Deniz.
YORUMLAR
Sayın yazarım, annelerimize, babalarımıza ne çok şeyler anlattırmışızdır, değil mi? Yanlarına oturup sorularımızla onları anlatmaya öyle zorlarız ki, roman olabilecek bir hayat hikayesi beynimize çakılır. Şimdilerde de bizim çocuklar yapıyor bize bunları. Ben sıkılıyorum ya, hanım anlattıkça mutlu oluyorlar. Babanızla aynı hastalıktan muzdaripmişiz. Benimki biraz daha ağır galiba, oksijen makinası olmadan nefes alamıyorum. Nice güzel paylaşımlarınızı okuyabilmek umuduyla selam ve saygılar
H. Çiğdem ŞİİRBAZ
Ahh o sigara yok mu öyle bir eser bırakıyor ki ardında 😐
Bu yazdığım anılar bir araya toplayabilirsem bir kitap çıkar diye düşünüyorum.
tekrar teşekkür ederim hocam...Saygıyla.