GÖRÜNMEK VE OLMAK
Gördüklerimizin gerçekliğini sorgulamak gereğini ne kadar duyarız? Hayatın görünen yüzünde, doğru ve asıl olan nedir, derinlemesine düşünürsek gerçeği buluruz. Yazık ki çoğu kez bize görünen, gösterilendir gerçek sanılan! Peki olan nedir? Gerçeklik nedir?
Görünmek dönüşlü bir fiil olarak geçer sözlükte. Kendini göstermek, ortaya çıkmak, gözükmek ve zuhur etmek olarak anlam almış. Günümüzde hani şu imaj aldatmacası ile de anlamlandırabiliriz. Görünen ve olan, hep aynı değildir.
Görünmek , gerisinde sahtelik, yapmacık, geçici bir iklim hatırlatmıyor mu çoğu kez. Gördüğümüz aslında gösterilmek istenen değil mi? Olanı görmekse maharet ister, o ayrı bir erdemdir. Hem “olmak” kolay değildir öyle.
Mevlana’nın şu sözü, görünen ve olan arasındaki ayrımı derin düşünmeye sevk eder:
“Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok /Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!”
Derin öğretiler görünenin değil olanın peşindedir. “Kün!”, “Ol” emri ile var olan kainat gerçeği, pek çok dini öğretide olduğu gibi İslamiyet inancında da Yaratanın kudreti, ilminin ve gücünün bir tezahürüdür. “Ol” emri tasavvufta “olmak” a dönüşüp erdemli, faydalı, sevginin elinde şekil alıp, yaratanın en güzel hüneri olarak yüksek insani özelliklere ulaşma yolunda bir davaya evrilir.
Mevlana bile olmadığını Şems ile fark etti de “Şems” i ile ateşte yanmaya koyulmadı mı?
“Hamdım, piştim, yandım.”
Olmak sözcüğüne baktığımızda bir defa geçişsiz bir kelime olması ile zaten kendi rüştünü ispat ediyor! Meydana gelmek, gerçekleşmek, bulunmak , var olmak, olgunlaşmak , kemale ermek, hazır duruma gelmek gibi o kadar dolu anlamlar taşır ki , beraberinde emek tütsüsünün mis kokusunu alırsınız.
Bir Uzakdoğu öyküsü vardır, kim bilir duymuşsunuzdur da! Budist bir rahibin kapısında bekleyen mürit adayına dolu tasla, ona yer olmadığı , reddedildiği anlatılmak istenirken su dolu tasa koyduğu bir gül yaprağı ile derin bir olgunluğu anlatması “olmak” yolunda bir iradedir.
Yine Anadolu ereni Yunus , Taptuk Emre’nin kapısına taşıdığı her biri sabrın ve terbiyenin ürünü odunları ile “olmak” yolunda ,
“ Ne varlığa sevinirim/Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum/Bana seni gerek seni .”
diye seslenmiştir.
Özün, var olanın, varlığın, “olma”nın Allah sayesinde, ondan, gönülden ,samimi isteyerek gerçekleştiğini ifade ederken, boynunu Hakka doğru eğen sarı çiçekle dost olarak, tevazu ve teslimiyetle iyi, sevgili insan ve kul olarak ortaya çıkmanın güzelliğini vurgular.
Konfüçyüs da olmak yolunda acı çekmenin işin doğasında olduğuna şu sözleri ile işaret eder. “Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmaz ise; insan da acı çekmeden olgunlaşmaz.”
Tarihsel süreçte evrensel ahlaki öğretilerin pek çoğu insanlara faydalı olmayı anlatmaz mı? Bununla beraber, evrensel ahlak felsefesini reddeden hedonist( hazcı), egoist( bencil) ve anarşist ahlak felsefeleri tümüyle insanlığa kötüyü enjekte etme yolunda yürürler.
Sokrates, insanların doğuştan bir erdemle var olduğuna ancak önemli olan o erdemi ortaya çıkarmak olduğuna, inanmıştır. Platon, evrensel ahlak yasasını idealar dünyasına dayandırmıştır. Ona göre mutluluk bu dünyada değil, gerçek dünya olan idealar dünyasındadır. Kant ,ödev ahlakı anlayışıyla ahlaka yaklaşmıştır. Ona göre önemli olan ahlaka uygun davranmak değil, ahlaklı olmaktır..
Sokrates’den , Kant’a , Platon’a kadar görünmek değil , olmak önemlidir. Erdemi ortaya çıkarmak için, peygamberleri saymaz ve ayrı bir yere koyarsak, hemen aklımız geliverenler bizim kültürümüzden Mevlana, Yunus Emre, Uzakdoğu kültüründe de Budha ve Konfüçyüs örneklerindeki gibi “olmak” gerekir .
Olmak emek, acı, adanmak, vazgeçmek, tevazu, sevgi, saygı, hoşgörü, alçak gönül, yalansızlık, doğruluk, adalet gerektirir.
Toprağın koynuna bırakılan buğday tanesi ne çaba gösterir. Bir kış geçer üzerinden, yağmuru, karı, ayazı ile. Karın altında berekete uyur, baharın cemresini gözler filizlenmek için. Cemreyle umut olan yeşil, diri gövde yanmaya hazırlanır. Dolgun başakta tane olmak için yanacaktır yaz güneşinde, hasata hazırlanacak, olacaktır. Olmak kolay değil buğday tanesi için bile.
Ya elma ağacı? Kışın üşüyen dalları, baharı pembe beyaz çiçeklenerek bayram edip karşılar. Mart soğu ile senet yapmamıştır, dua eder ayaz vurmasın çiçeğime diye! Sonra çiçek meyveye durur, büyütür emek emek. Tat verir, renk verir her birine, dallara binen bu tatlı yükü taşımak da ayrı bir fedakarlıktır, kırılmadan, düşürmeden. Güzel olan her şey gibi ağaç için elmayı “oldurmak” da zordur, hünerdir.
Doğada hemen her şey gerçekte, görünmekle olmak arasındaki derin ayrılığı ortaya serer. Tabi görmek ve anlamak gerekir.
O dört kapıyı bilirsiniz. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet. İnsanın kamil, erdemli olmasının öyküsünü anlatır. Kimi dört kapılı çatıdan anlam çıkarmak gerekir, der. Kimi marifet kapısıdır asıl olan, erdemli insan ben değil, biz diyebilen, benlik gömleğini çıkarıp atandır, der. Tasavvufun ulaştığı marifet kapısı “olmak” a açılan kapı olsa gerek.
Olmak, elmada tat, buğdayda hasattır. Olmak ,beni, ayakları altına alıp feda edebilmektir. Olmak vazgeçmek, paylaşmak, bir hırka bir lokma diyebilmektir. Olmak sevmektir, Yaratandan ötürü yaratılanı. Kim bilir belki de bilmecedir birileri için, ilahi bir iksirle çözülen.
Varlık ve yokluk denilen bilmece
Gece, güneşin ayla bakışmasıdır.
Toprakla suyun balçık merhemine
Ruhun ,aşk kimyasıyla katılmasıdır.
hrnozmn
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.