FEDAİ SADIK
“Senin için ölürüm,” dedi. “Hayır hayır! Benim için, ölme. Ölümü sevmiyorum. Ölümsüzlüğü de istemiyorum. Hayır, benim için ölme, yaşa. Benim için yaşa. Beni yaşatmak istiyorsan, yaşa.
Benim için yaşa,” dedim ona.
“Senin için, canımı veririm,” dedi. “Hayır! Canını verme. Ne senin, ne benim, ne bir başkası için, canını verme. Nasıl olsa can senin değil,” dedim ona.
Herkes bir şeyler vermek istiyor. Paylaşmak istiyor. Sevgisini paylaşan çok az. “Seni seviyorum,” dedim, inanmak istedi. İnanmıyor. “Seni sevmiyorum,” dedim, inandı. Oysaki, oysaki sevginin bir ölçeği yok bence. Hiçbir ölçeği yok. Gramajı yok. Kimi nasıl seveceğini bilmiyorsun, dedim ona.
Kimi, neden, nasıl, nasıl seveceğimizi bilmiyoruz belki. Hiçbirimiz sevgi nedir; sevgi, sevgi fedakârlıktır, der bazıları. Hayır. Ben fedakâr olmak istemiyorum. Feda etmek istemiyorum. Hiçbir şey için kendimi feda etmek istemiyorum. Ne vatan, ne bayrak, ne bir ülkü için kendimi feda etmek istemiyorum. Fedailer dolu zaten etrafa bir bak. Politika kazanında kaynayanlara bir bak yeter diyorum sana..Görmek istemiyor musun?
Kendini feda eden edene. Kimisi; anasına, babasına, karısına, kocasına feda etmiş kendisini. Fedakâr bir ana, fedakâr bir baba, fedakâr bir koca, fedakâr bir eş; feda edilmiş hep. Vatan için, toprak için bayrak için, birer ülkü için, tanrı için feda etmiş kendisini. Kurbanlık koyunlar gibi, boynunu sürmüş giyotine sessizce. Ses çıkarmamış. Giyotin, ensesine inmeden evvel, saç tellerine dokunur dokunmaz irkilmiş sadece. Giyotin, ensesinden aşağıya inmiş, başı sepete düşmüş ama, o hala o hala fedakârca dökmüş gözyaşlarını her gidenin ardından.
Fedakâr değilim. Fedai de olmak hiç istemiyorum. ‘Fedai’ bu ismi hiç sevmiyorum. Bana “Fedai” deme. Sakın bana “Fedai” deme! Çok isim takarlar insanlar birbirlerine: “Çok fedakâr kardeşim var. Çok fedakâr eşim var. Anam çok feda etti kendisini bizler için. Anam, çok genç yaşta dul kaldı bizler için. Feda etti! Yaşamını feda etti! Yaşamından bütün bölümlerini bize ayırdı, çocuklarına!”
Hayır, hayır. Analar yalan söylüyor. Kocalar yalan söylüyor. Kadınlar yalan söylüyor. Eşler, çocuklar yalan söylüyor. Kimse kendisini feda etmedi. Kimse sadık da değil. Ben sadakate de inanmıyorum. “Sadık” benim adım Sadık değil. Ne Fedai, ne de Sadık. Ben özgür olmak istiyorum, tüm tabuları yıkarak belki özgürleştirebilirim kendimi..Önce kendimi yıkıp yeniden inşa ederek mesela..neden olmasın?
Sadakat mi, niçin? Toprağa sadakat, vatana sadakat, bayrağa sadakat, ülkeye sadakat, tanrıya sadık bir kul olabilmek için, Arafat’a koşanlar şeytan taşlıyor. Şeytan; şeytana sadık olanlar da var. şeytan kim? Tanrının eşi mi, bilmiyorum. Beni ilgilendirmiyor. Beni hiç ilgilendirmiyor. Tanrı, sadakat, fedai; üçünü bir araya getir, ortaya hiçbir şey çıkmıyor, zaten hiçbir şey. Karısını, sadakat göstermedi diye herkesin orta yerinde bıçaklayan bir adamı düşün. İhanet ettiği için. İhanet ne demek? Vatana ihanet etmek, kocaya ihanet etmek, anneye ihanet etmek, aileye, ailenin oğluna ihanet etmek! İhanet, hain bir bıçak gibi saplanır insanın sırtına. Onunla dolaşırsın yıllarca, hain damgası yememek için. İhanete uğradığını düşünürsün ama devlet, hiç ihanet etmez. Devlet sapasağlam ayakta. Sen, ben, o, biz devletiz, ayaktayız ama sen, ben o hainiz de ayrıca. Yukarıya çıkınca hain, aşağıya inince ihanet edilmiş, ihanete uğramış. Saçma.
Saçmanın felsefesini yaptık birlikte seninle. Sol elimde ses cihazı kaydediyor sesimi. O da olmasa kim hain, kim ihanete düşkün, kim sevgiden mahrum, kim doğmadan ölmüş, kim yaşamadan ihtiyarlamış bilmeyecektin. Anlatamayacaktım daha doğrusu.
Kendimle konuşmalarım beynimin içinde sıkışıp kalacaktı. Şimdi dudaklarımdan dışarıya fırlıyor. O kadar rahatım ki, sizlerle paylaşıyorum. Gökyüzü, güneş, bulutlar ve rüzgâr; hepinizi seviyorum. Siz varsınız. Ben siz varsınız diye varım.
Evet, ben güneşe ihanet edemem. Güneş çünkü var. Gerçek, ısıtıyor ama ben, ben bu toprağa ihanet edebilirim. Vatan denilen bu toprağa ihanet edebilirim. Buradan kaçabilirim. Bu toprak hakkında bu vatan hakkında ileri geri konuşabilirim. Sonra, giyotin hazır değil mi? Mahkemeler hazır. Kalemler kırılmaya hazır bekliyor; seni, beni, onu. Hain, hain tuzaklar kurulmuş diyorlar. Kim kuruyor o tuzakları, kim kuruyor.? Daha dün İran’da bir adam asılmış. On iki dakika asılı kalmış. Öldü diye, indirmişler. Adam ölmemiş. Adamı bugün asacaklardı tekrar. İnsan bir suçtan bir kez, bir kez yargılanır ve mahkum olur. Adam bir kez asılmış ve kurtulmuş. Adam, ölümden geri dönmüş. O yaşasa ne olur şimdi, yaşamasa ne olur. Her gün, her gün ölecek. Her gün saatlerce ölecek. Ölüm anını düşünecek. Kırılmamış boynunun ağrılarıyla gezecek. Belki yaşayamayacak, intihar edecek.
İntiharı haklı gösteren birçok nedenler var. Birçok insan, dayanamadan, dayanma gücünü yitirerek gidiyor, geldiği bu yere. Doğma hakkına sahip olmayanlar, ölme hakkına sahip olmak istiyor. Çekip, gitme hakkı. Evet, kapıyı vurup, çekip gitmelisin. Eğer o işten o yerden, o insandan bıkmışsan, çekip gitmelisin. İsterse adın hain olsun, istersen ihanet etmiş ol. Ne demek ihanet etmek, hain? “Sadık değilsin bana, sadakat göstermedin bana, bu vatana göstermediğin gibi, bana da göstermedin.”
Sol elimde ses cihazı. Tek sadık yârim kara topraktır, demiş Veysel ama tek sadık dostum, sensin şimdi. Seninle paylaşıyorum bunları. Başkasıyla paylaşmak mı, ne zaman, başkası kim, bilmiyorum.
Paylaşmak güzel şey derler ama dün, dört domates aldım. İkisini sana verebilirim. Paylaşmak istiyorsan, benimle gülmeyi paylaş, benimle sevişmeyi paylaş, vücudunu paylaş; benim paylaştığım kadar. Benden sadakat bekleme, sadık değilim. Hiçbir şekilde sadık olmayacağım, sadık kalmayacağım. Kendime de sadık değilim. Çeker giderim bu bedenden. Zaten gidiyorum ben. Duvarlara yapışıyor resmim. Duvarlarda geziyorum. Duvarlar emiyor, bütün gerçekleri; sessiz, dilsiz, kör duvarlar. Duvarlarda sen, bir resim gibi asılısın. Duvarlarda ben, içine sinmiş bir resim, kapkara.
Hayır, gökyüzü bugün aydınlık. Bulutlar bir oraya, bir bu tarafa uçuşuyor. Bu şehre yağmur, hep batıdan gelir. Batıda koca bir Hint Okyanusu. Bu şehrin güney batısında yağmur ormanları vardır. Günde dört kez yağmur yağar. Yağmur Ormanları’nda milyonlarca senedir, yaşayan ağaç türleri vardır. Kabile gibi ailedir onlar. Sevişirler.
Ağaçların seviştiğini hiç gördün mü sen? Bambaşkadır ağaçların sevişmesi. Bambaşkadır orada birbirine sarılan ağaçlar. Sarmaşıklar vardır sonra, ağaçlara sarılmış, kabuklarına tutunmuş, kökleri vardır ince ince. Yağmur damlaları, o köklerin arasından yavaş yavaş sızılır, aşağıya düşer. Sesini duyarsın, şırıltısını duyarsın. Yağmur bir müddet sonra diner. Gökyüzü aydınlanır fakat su sesi bitmez. Şırıltılar devam eder. Kuş sesleri; binbir çeşit kuş sesi vardır. Kuşlar burada özgürdür. Kuşlar şehirden kaçar. Yağmur Ormanları, öbek öbek kuşlara yuva olur, ev. Kertenkeleler oradadır. Türlü hayvana yuva olur.
Yağmur Ormanları’nı seviyorum. Yağmuru çeker, sonra buraya gönderir. Bu şehir ıslanır, yoksa çölleşiriz. Bütün çölleşir bu ülke. Ortası zaten çöldür. Kuzeyinde hep yağmur yağar. Güneyi yağmurludur. Doğusu, doğusu Pasifik Okyanusu’ndan gelen sıcak havayla doludur. Bu ülke bir çanağa benzer. Ortası çöl, kenarları yeşil bir çanak. Sarı ve yeşil, iç içe. Sarı, kırmızı ve siyah Aborjinlerin bayrağı rengidir. Toprak, ateş, güneş her şeyi simgeler. Anadır toprak ana, insan. Sadık yâri anadır değil mi? Veysel, sen söylemişsin bunu, doğru söylemişsin kör kardeşim benim. Görenlerden de güzel görmüşsün. Evet, en son sığınacağı yer, geldiği yerdir insanın.
Evet, ben sadığım; toprağa belki. Kimseye sadık kalmayacağımın sözünü vererek diyorum ki; toprak, sana kavuşuncaya dek, kimseye sadık kalmayacağım. Herkes bilsin bunu. Herkes mi, kim? Bilmiyorum. Sadece ses cihazı var elimde. Avcumu ısıtıyor. Sesim, yankılanıyor odada. Duvarlar sesimi emiyor, emiyor, emiyor, yutuyor. Duvarlar bir gün beni yutacak. Yutacak. Belki sadakat, duvarda kalacak. Bir iz, duvarda bir leke var. Temizlemeliyim, evet. Bu leke, bir sinek boku bile değil. Bu leke, nereden kalma?
Hayır, imkânsız. Bir kan lekesi bu!
Bir damla kan. Nereden kalma?
Unutmuşum. Geçmişi hatırlamak istemiyorum belki.
Belki televizyon ekranından sıçrayan kanın lekesi..
Belkide kansızların kardaki ayak izi..neden olmasın?
Üzerlerine gazete kağıdı örtülenlerin, kendini feda edenlerin..
Ey Sadık, Fedai Sadık!
Dön geri.
Gelme üstüme üstüme!
kan tutar beni..
Volkan Kemal
18 Ekim 2013
Görsel Salvador Dali
YORUMLAR
<<Sorgulama mı? Neyi sorgulama? Her şeyi mi?
Yok daha neler! İyi de, neden peki, neden uyayım sana? Ne olur sorgularsam?
-!!!
Anlamadım, bir daha lütfen. Özgürlük mü? Özgür olmasının anahtarı mı sorgulama?
Anladııııım. Sağol, uymaz bana. Ben böyle iyiyim. Yiyiyim senin özgürlüğünü.>>
-Bir gidip bir geliyor bilinç. Ama yaklaşık böyle şeyler söylüyor.
-İflah olmaz, gömün.
Sağlıcakla,
Volkan70
sorguclarin yargiclara yargiclarin cellatlara donusmesi neyin gostergesi..?
sacmaligin felsefesini sacma bulanlar sacmaliyor sacma sapan, lastikli don gibi, buzulmus.. altina kaciriyor tum tabular, bankanota yapismis yesil gri..
..gidenler geri gelmesede yeni yetme zaman zamaneye donusmeye hevesli..
Kus dili ogretti bize sultan-i yegahin siddeti; sirtimizdan zengin olmaya meyilli..
Hulki nin argosuna dalip cikasim var alti tepeneden vesselam..
dostlukla hep
..
Kimbilir.?!! Belkide böylesini seviyoruz. Sadık olmayı. O yüzden mi köpeklere olan sevgimiz. Öğretiler o yönde. Başka türlü yaşam hakkımız olamıyor kalabalıklarda. Herkes birşeylerden feda ederek katlanıyor birbirine. Farklı bir bakış açısı feda duygusuna.
Belki de Siz haklısınız.
Sağlıcakla..
Volkan70
Farkliliklarimiz ebemkusagina donustugu icin birlikteyiz hep..
dostlukla hep
Volkan70
tesekkurler
dostlukla hep
Doğru düşünmek doğru konuşmak doğru davrnaış sergilemek !
Ve aynı zamanda doğrluğu kalbde korumak demektir ..
Garez leksinden kornumuş ve her yönüyle halis olan bir dostluk sadakatır '
Her hangi bir doğrulağa da sadkat denir ancak doğrluğun karştı yalandır !
Bu iki olguyu bir birlerinden ayrıan tek şey ise gerçek sevgi saygı ve tabi güvendir ..
Üzüdüğünüz yerlerden sızanlardı diyorum.
Sevgilerimle..
Volkan70
Sadakat "zora" dayali oldugu zaman ihanetin kaynagini olusturur.
Askere gitmek, evlendirilmek, egitilmek gibi..
Devletin, zorbanin, erk'in bizden istedigi "sadakat" sadakat degil koleliktir..
Fedailer hep koleler arasindan secilir..Gladyatorlere gereksinim duyar Neron'lar, Saray'lar..Saray, soytarilari olmadan yasayamazlar..
Dostlukla hep
Volkan70
Paylasmak guzellikleri, gercekleri cogalabilmanin damarinin olusturmaz mi?
Dostlukla hep
Biçilen rollerin, -öğrenilmiş, öğretilmiş çaresizliklerin, "doğrusu bu!" denilerek belletilmiş tüm yanlışların iç burkan yansımaları, yürek sızlattı.
Volkan70
Bize bicilmeye calisilan donlar, bicenlerin ayibini ortmeye yetmiyor.
Kanla tarih yazanlarin, biraktigi kalici acilari duvar yazilariyla maskelenemiyor..
Sadece gormek yetseydi, motorlu trene bakanlarin bonlugu herzaman muktedir olurdu; farketmeyi cogalttikca yuregimiz sizlamayi surdurecek..
Dostlukla hep