Cin Kazanı - 2. Bölüm
"Annem bunu al. Boynuna tak. Babanın muskası bu. Korur seni."
Yusuf çayından bir yudum daha alıp annesine döndü. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sustu. Muskayı alıp boynuna astı. "Şimdi bu beni koruyacak he?"
"Seni Allah korur annem. Sen muskaya değil Allah’a güven. Bu tedbir sadece."
Yusuf donuk bir bakış attı pencereye doğru. Babasının birdenbire gözleri önünde can çekişip ölüşü aklına geldi. Bildikleri bir hastalığı yoktu. Ağzından siyahımsı sıvılar çıkarak can vermişti. Otopside ölüm raporuna "Şüpheli" tanısı yazılmıştı. Gözlerini kırpıp silkelendi. Ayağa kalkıp telefonu masanın üzerinden aldı. Henüz Kerimden haber yoktu. "Ulan Kerim...."
"Anne. Ben çıkıyom. Kerimi alıp gidelim şu hocaya. Haber ederim sana." Annesinden ses gelmedi.
Kapıdan çıkarken aklında hocaya nasıl anlatması gerektiğini kuruyordu. "Sen gel inanma inanma.Şu olanlara bak. Sonra gel hocaya git. Neymiş efendim bana çare bul. Hay sokayım ya...." kendi kendine mırıldandı. Tam o sırada telefonu titredi. "Lan olum ben sana uyanınca ara demedim mi saat iki oldu be."
Kerim uykulu kalın sesiyle; "La söylenip durma da çık gel bize doğru. Anlatırsın gelince."
"Senin yapacağın işe ben ..... Neyse geliyom. Kalk sen de hadi kalk!"
Yusuf bir yandan dün gece olanları düşünüyordu. Ellerini cebine sokup başını öne eğdi. Birara gözü camiden çıkan amcaya ilişti. Dün gece gördüğü ihtiyara benziyordu.Durup gözlerini kıstı. "Lan! Bu o adam."
"Amcaaaa. Hooop. Bakasana bi dakka." İhtiyar durup baktı. Beyaz sakallarını sıvazladı. Yusuf hızlıca yanına geldi. "Amca sen dün gece nereye kayboldun öyle ya. Yere baktım kafamı kaldırdım sen yoksun. Noluyoz lan dedim." İhtiyarın suratında hiç mimik yoktu. "Ne gecesi evladım."
Yusuf ihtiyarı dikkatlice süzdü. Elinde baston olmadığını fark etti. Dün gece bastona dayanmış ayakta zor durur gibiydi. "Elinde baston vardı, gelip konuştun benimle."
"Ne bastonu ne konuşması oğlum haydi git işine." deyip söylene söylene yürüdü ihtiyar.
Yusuf bir süre bekledikten sonra başını iki yana salladı. "Aman yaaa. Offff ya...."
Beş dakika kadar yürüdükten sonra Kerim’in evine geldi. Zile bastı. Açan olmayınca Kerim’i aradı. "Olum açsana kapıyı bekletiyon bi saat." Kerim uykulu sesiyle, "Ne sabırsız oldun sen ya. Açıyom bekle."
Kerim başını kaşıyarak, "Geç otur hacım sen, üstümü değiştirip geleyim."
****
"Burası mı lan?" Yusuf şüpheli bakışlarla Kerim’e baktı. Önünde durdukları ev oldukça eskiydi. Pencereleri naylonla kapatılmıştı. Yusuf tereddüt ederek, "Girmesek mi la. Tırstım ben şimdi. Kim yaşar olum böyle evde."
Kerim Yusuf’un koluna girip iki adım öne çekti. "Lan yürü." Tam o sırada içeriden genç biri çıktı. Sakalları simsiyahtı. Kaşları yok denecek kadar azdı. Başındaki takkesini çıkartıp saçlarını düzeltti. "Yusuf beni çok beklettin. Sabah erkenden gelirsiniz diye bekliyordum."
Yusufla Kerim birbirine baktılar. Yusuf korkmuş ses tonuyla Kerim’e fısıldadı. "Lan adımı nerden biliyo?" Kerim umursamaz tavrıyla, "Hey Allah’ım ya. Ben söyledim gece gelcez diye." deyip hocaya elini uzattı. "Selamunaleyküm hocam nasılsın?"
"Aleykümselam Kerim. Geçin bakalım içeri." Yusuf’a bakarak, "Ne bekliyorsun Yusuf, gelsene içeri."
İçeri girdiklerinde Yusuf’un başı döner gibi oldu. Bir an duraksadı. Oturmak için yer aradı. Küçük bir odaydı. Yerde sadece iki tane minder vardı. İçerisi çok pis kokuyordu. Ağzından nefes almaya başladı. Odanın ortasında bir rahle vardı ve üzerinde kapalı duran bir kitap vardı. Yusuf mindere oturdu. Hoca karşısındaki mindere oturduktan sonra Kerim’e, "Sen dışarıda bekle Kerim." deyip rahleyi önüne çekti. Kerim dışarı çıkarken Yusuf’a bakıp gülümsedi.
Hoca gözlerini kapayıp başını önüne eğdi. Dudakları kıpırdıyordu. Yusuf son derece gerilmişti. Birden başını kaldırıp Yusuf’a baktı. "Baban öldürülmeden önce sana bir şey bıraktı mı?"
"Babam öldürülmedi ki?" Sesi titredi.
"Ya da sen öldürülmedi diye biliyorsun. Mahveyn cinleri öldürdü onu. Şimdi eğer babanın sana bıraktığı tılsımı bulup Mahveyn’in liderine iletmezsek seni de öldürecekler."
"Mahveyn...." Yusuf cümlesini bitirmeden hoca araya girdi.
"Mahveyn cinleri. İstedikleri her şeyin kılığına girebilen cinlerdir. Dün geceki ihtiyarı hatırlıyorsun değil mi?"
Yusuf yutkunmakta zorlandı. "e... evet hocam da sen nerden biliyon?"
"İşte o mahveyn ciniydi. Kediler... Mahveyn cinlerinden...Dün gece ellerinde siyahlık var mıydı?"
Yusuf’un kalp atışları hızlanmıştı. "Evet hocam vardı. Sabah uyandığımda geçmişti ama. Bir de kitap vardı. Daha doğrusu kitabın kapağı karalanmıştı. -Etlerin yanacak- yazıyordu. "
Hoca kaşlarını çatıp yüzünü Yusuf’a yaklaştırdı, "Senin sonunu sana söylemişler Yusuf!"
O sırada evin tavanından bir ses duyuldu. Ses Yusuf’a çok tanıdık geldi. Dün evde duyduğu iniltiyle aynıydı. Hoca gözlerini kocaman açtı. Sessiz bir şekilde, "Şuan buradalar Yusuf. Birazdan ellerin kararacak tekrar. Onlarla iletişime geçmem için sana dokunmaları gerekiyor. Sen bir şey hatırlamayacaksın ama ellerin siyahlaşmaya başlayınca biraz sızı hissedebilirsin. Sakın korkmayasın. Kendine geldiğinde burada olmazsam hemen buradan çıkıp evine git. Dün gece yere düşen kitabı aç. Önce kapağında sana bıraktıkları mesajı kopart ateşe ver." Yusuf araya girip, "Hocam korkuyorum." Yusuf’un beyninde sarsıntı başlamıştı ve etraf yavaşça kararıyordu. Gözlerini tutamıyordu. Son görebildiği şey ellerinin yavaşça kararmaya başlamış olmasıydı....
Yusuf derin bir karanlıkta buldu kendisini. Sağa sola bakındı. Zifiri karanlıktı. Fısıltılardan başka hiç bir şey yoktu. Bir adım atmaya dahi korkuyordu. İleride loş ışık oluştu birden. Yavaşça kendisine doğru yaklaşıyordu. Annesini gördü. Elinde kanlar vardı. Yaklaşmaya devam ediyordu. "Anneeeee!" Yaklaştıkça belirginleşen yüzünde çizikler vardı annesinin. Dudakları kıpkırmızı boyanmıştı. Gözlerinin etrafında derin yarıklar görünüyordu. Yusuf bir adım geri attı. Diğer adımı atmasına sırtının dokunduğu şey mani oldu. Arkasını dönmeye korkuyordu. Annesi ileride karşısında berbat bir halde duruyordu. Kulağında soğuk bir nefes hissetti. "Yusuuuuuf.... O tılsımı bana getirmezsen etini yakarım. Önce annenin etlerini doğrayıp sana yediririm...." Yusuf o an hiç doğmamış olmayı diledi. Sonsuz bir karanlık içinde kalmış gibiydi. Ses kesildikten sonra dikkatini ileri verdi. Annesinin başı kopup yere düştü. Gözlerini kırpar halde Yusuf’a bakıyordu. Başsız bedeni de derileri dökülmüş uzun parmaklı ellerle geriye doğru karanlığın içine çekiliyordu.
Yusuf çığlık atmak istedi. Ama sesi çıkmıyordu. Karanlıkta gözlerini kapatmak anlamsızdı. İçinden yardım dileniyordu. Kendini toplayıp var gücüyle çığlık attı. "Ya Allah!" deyip gözlerini açtı.
Korkudan gözlerinden akan yaşlar dudaklarını ıslatmıştı. Bir an etrafına bakamaya cesaret edemedi. Sonrasında hocanın karşısında olmadığını fark etti. Hemen toplanıp ayağa kalktı. Duvarlarda yanık izleri vardı. Sanki yangının ortasında kalmış, ateş derisine değmemiş gibiydi. Yerde sadece rahle kalmıştı. Kitap da hoca da yok olmuştu. Kendine geldikten sonra hızla evden dışarı çıktı. Hava kararmış akşam ezanı okunuyordu. Korku tüm hücrelerinde yer etmişti. Kerim nerede diye bakmadan koşarak evin yolunu tuttu. Aklında sadece babasından kalan tılsımı bulmak vardı. Koşarken boynunu yokladı. Muska yoktu.
Eve yaklaştığında anahtarı önceden hazırladı. Kapının önüne geldiğinde anahtara gerek kalmadı. Kapı ardına kadar açıktı. "Anneeeee!" diye bağırdı. "Hayır ya hayır. Bi şey olmasın ya!" İçeri girip aşağıdaki odaları telaşla gezdi. Annesi ortalıkta yoktu. Yukarıya çıktı. Odasına girdiğinde bütün bedeni buz kesti. Karşılaştığı manzara vahşetin yansıması gibiydi. Vücudu o an bacaklarına ağır geldi. Dizleri üzerine çöküp ağlamaya başladı. Elleri titriyordu.. "Hayır.... Bu... Allah’ım niyeee..." Saçlarını yolar gibi tuttup çekti. Bağırdı. Çığlıkları gecenin bütün korkularını bastırır gibi evin her yerine dağıldı...
Devam Edecek...
Bahattin BERKDİNÇ
YORUMLAR
seng
Saygılarımla...
Soluksuz okudum...
Öyle ki kahveyi üzerime döktüm ağzımın yolunu şaşırıp...
seng
Saygıularımla