- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BENDEKİ YOL ÖYKÜN 11 DENEME Neredesin gün güzeli gün yüzlü diyordum sana…
Biliyorum, gözlerinden akanlar, ağlamalarının gözyaşları değildi. Sanırım ama akanların tümü bakışlarına yansıyan özlemdi... Ama kime ve neden...
Neyse yoksun sahipsiz kaldı bakışlar...
Nerdesin gün güzeli,
bak güneş düşmek üzere, belki bu gece de uzun düşler kurulacak, belki de kısadan bir öykü düşünülecek sonrası düşünceye kalan, oysa sen varlığı olsa, bir merhaba dense, tüm düşünceler çarpılacak, sadece düşen olunca senin gülümseme kaplayacak dudak yanlarını...
Nerdesin gün güzeli, belki de günümün güzel düşünceleri neredesin, bana baharın bu günündeki gülün rengini anlatsana veya şöyle cabasından, yani bedava bir gül uzatsan güne ki gülümseyeyim...
Ne kadar özlemişim seninle gülümseyip gül koklamayı, ne kadar özlemişim gülümseme resmini ve ben uzandıkça geçmişin derinine orada bulsam eski gülümsemelerimi de bu güne uzatsam ki işte o zaman güne güneş düşecek...
Nerdesin baharın son günlerindeki gün yüzlüm…
Sessiz gülüşlerime, gözlerimden akan yaşların göğüslerimde patladığı anlara mı, yoksa endişeli endişeli yarınlara bakışıma mı, yoksa dünlerde kalmış kırık kesik gülüşlerime mi dedim ama en doğrusunu buldum, o cümle en azından, gün yüzlüm dediğim anda ki ruhsal yapımda hüzün yoktu dedim...
Aslında hep gün güzeli demek istedim ve dedikçe de içimdeki öfke sivrilerini kırdım…
Yoksun ve yalnızlık duygularının beynimin içinde,milinde4 dönen bir pervanenin sesleri dolaşıyor sanki…
Ve düşündüm ki veya düşledim ki uzun uzun olmazların içinde şimdi nerede olmak isterdim diye sessizlikle kendime sorduğum sorunun cevabını aradım.
Bir anda o pervane sesleri kulaklarımdan düşünce…
Mevsim, ne deniz mevsimi zamanları, ne de kar düşen yollarda, basınca sesler çıkaran sulanmış karlar var. Ve bu döngü durmayasıya hep döner bu zamanlarda, yaprakların sararıp, yollara düşmesi sonrası erguvan çiçeklerinin dallarda yavaş yavaş kaybolma zamanı bu günler ve ben her Erguvan çiçeğinin kaldırım kenarlarına düşmeleri ile sanki boğuluyorum ve kendimi hep imkânsız ve ruhsal çaresiz buluyorum…
Yıllardır bu sahipsizliğimin sebebini düşünürüm…
Uzun yıllar önce bu pembemsi morumsu erguvan dallarında çiçekler varken, aklımdan hep geçerdi bu dallardan başa takılacak bir çemberimsi taç yapsaydım, diye. Ama hep kıyamamıştım o erguvan dallarına da sana da kıyamadığım gibi…
Yaşamla beraber, geçen zaman nerelerden nerelere getirdi beni…
Bu otobanlarda binlerce kilometre yaptığım aracımın artık hız yapmak istemediğini direksiyon başındayken sordum kendime nerelere gitmeliyim bu gün ki bu şehrin anılarının depolandığı bölgelerinden uzak kalayım…
Kendime ters bir yol seçmediğim ve yol boyu dağ çilekleri bulmalıyım yol kenarlıklarında satış yapan insanlarla buluşup yılların özlemine bakmalıyım onların gözü ile…
Dedim ya bana ters bir yol olmalı ve ben aracın müzikleri ile kendi iç sesime yoldaş bulmalıyım…
Daha önceki günlerde temin ettiğim CD’lerde sevdiğim şarkılar vardı, Kaya Han’ın dilimden düşmeyen şarkıları ve diğer sevdiğim sanatçıların CD’leri özenle aracın ön gözünde duruyordu…
Şu ana kadar sessizliği ve düşsel görüntüleri gözlerimin önünden geçirerek mırıldanmaya başladım. Ebru Gündeş’in “senin olmaya geldim,” şarkısının tınısını…
İçimden geçenler yıllar öncesi yaşanmışlıkların tek tek karelerinin görüntüleri idi ve bana bu şarkıyı özenle öğretenin sesi kulaklarımda ve bana gecenin geçinde öğretiyordu bana müzik eşliğinde ve “ben bu şarkı ile hayatımı düşünürken, seni düşlerim diyordu söz aralarında defalarca ara ara tekrar ederken…
Acımasız bir acı şarkısıydı bu hele birinin bu şarkı sözlerini benim yaşamıma yapıştırması, bir başka acınılası hale sokuyordu insanı…
Fedakarlık ve kararlılıkla hayatıma girmeye zorluyordu beni… Ve kararlıyım diyordu senin olmaya geldim…
Ve bu anda sustum…
Zaten suskunluğum da sessizken düşüncede sustum…
Kendi kendime dinlemeliyim cesaret edip, karar verip sakin bir yol alışta dinlemeliyim ve başka hiçbir ses duymadan sadece bu sese kilitlemeliyim kendimi…
Kaç sene oldu bu şarkı için karar verme zamanın kaç yılı ardında bıraktı bu yaşam?
Ve suskunluğum sesimde ve de düşüncemde devam ediyordu…
Araç sanki duygulara hükmedercesine ağırlaşmış ve daha da ağırlaşıyordu…
Otobanın sağına yanaştım ve durdum… Ve tam benliğim durdu. sadece kararsızlık, ve de geçmişten kaçmak gibi sanki sil baştan yaşamak istediğim geleceğe inat gibi bir direnişti bu…
Usulca CD’yi taktım ve ON tuşuna bastım kısa bir aradan sonra müzik aracın içini doldurdu ve gözlerim dolu dolu oldu…
Aynı anda telefonum çalıyordu, içime garip bir huşu içinde bir hoşnut doldu. Telefonun sesi gözlerimdeki ıslaklığı kuruttu sanki, kulağıma doluşan saygı duyduğum uzaktaki bir sesti…
Nasılsın bu gün? Diyordu… Nasılsın?
Nasıl olmam gerekti ki öyleyim işte… kendi kendimi bütünlüyorum, kendi eksikliğimi tamlıyorum, bu gün okudum, Sabahattin Ali’den dedim ve insanların azaplarını çaresizliklerini okudum sanki…
Yaşamın çaresizlikleri vardı ve ben umarsız kalamıyordum yaşamla geçirdiğim zamana…
Çoğu zaman yaşadığım bu kararsızlığım aralarında korktuğum tek şey vardı, geçmişte olduğu gibi bir hata daha yapmaktı…
“Az sonra sana yazdıklarımı göndereceğim dedim” telefona… Ve kapadım…
Hem de vedasız kendi kendime “nasıl göndereceksin?” Ve güldüm…
PC ye geçip mail atarım, tekrar güldüm, zaman nerelere getirdi beni, bizi?
Kendi kendimle konuşur gibi hızla yazıyordum deftere ve bir cümle güne düştü sanki…
Gün güzeli, gün yüzlü diyordum bir yandan müzik eşliğinde…
Kısa bir zaman sonra bir kır kahvesindeyim. Ve kahvenin önünde bir kız Dağ Çileği satıyordu, yarısı kızarmış yarısının taneleri sarı ile kızıl bir renkte topçuklar halinde…
Sepettekileri olduğu gibi aldım ve yanı başımda akan çeşmede ıslayıp çay ocağına işaret ettiğim arkadaşla beraber masada tanelemeye başladık… Ve arkadaş az sonra dumanı üzerinde koyu bir çay getirdi…
Ve dedi ki, “dağ yamaç altı bizi buralarda barındırarak yaşamımıza ortak oluyor .” Ve gülümsedi kendi kendine sonra da benimle beraber…
Ve ben gün yüzlüm demeye tekrar tekrar devam ediyordum…
Ne demekti bu sahiplenme duygusu ve hangi ruh halime uyacaktı?
Sessiz gülüşlerime mi, gözlerimden akan yaşların göğüslerimde patladığı anlara mı yoksa endişeli endişeli yarınlara bakışa mı, yoksa dünlerde kalmış kırık, kesik gülüşlerime mi? Dedim…
“Ve gün yüzlüm hüzünsüz bir günümün özeti” dedim…
Çok nadir bir zaman kesitidir bu bende içinde telaş olmadan kendi kendime kendi sesimle konuşurken huzur duyduğum…
Gün güzeli veya gün yüzlüm demek belki de bana iç huzuru veren cümleydi...
Bendeki yol öykünde…
Hep yazarız gidenlerin ardından, bazen de özlemine yazarız ama bazen gitme diyemezsin hiç... Sadece ardından baka kalırsın, oysa gitmiştir tüm şansını yok ederek, sadece bakınır kalırsın ardından...
Birden gözlerini açtı ve şaşkın bakışlarla neredeyim diye kendini sorguladı, uzun zaman aldı en son ne düşündüğü aklına gelmesi, kapsamlı bir rüyanın sanki kelemle dökülüşünü hissetti acılanmalarının içinde, bir an kendi kendinden korktu, aklına ilk gelen araçla kaza yapması oldu ama değildi, geçmişe ait ne varsa aklından düştü…
Yaşamın içinde gerçeklerle rüyalara düşmüş çok yaşam an zamanları vardı ve insan bunları ayrıştırırken artık geceler güne doluşuyordu…
Sevmek insanın içinde prangalaşmış bir düşünce yumağı ile geçmiş saklamak demekti belki de, çünkü ruhumuz artık ağlamalarla arınıyordu hatalarından ama çözüm değildi yaşamada…
Gerçek olan rüya ile yaşananları gerçeğe taşımamak gerekliydi varsın geçmişin kötü veya güzel yaşanmışlıkları rüyalarımıza düşsün ki aradaki farkı çok daha iyi ayrıştırabiliriz…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.