- 1104 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ortaokul Yılları (b.ö.r. -7-)
Mayıs ayın sonuyla birlikte ortaokul birinci sınıf günlerimde bitmiş oldu. Haziranın hemen başındayız. Yine çobanım ve sürümün başındayım. Artık hayli büyüdüm, elim iş tutabilir yavaş yavaş. Çobanlık günlerimin sonuna yaklaşıyordum. Çayırların biçme zamanı görevi küçük kardeşime bırakacaktım. Havalar açık, gökte güneş ışıklarının en güzeliyle aydınlatıyor doğamızı. Çobanlık yaptığım otlaklar, dağların yüce doruları ve yemyeşil düzlükler pırıl pırıl, apaydınlık. Çayımız, ak köpükleriyle ha bire çağlıyor. Ben de çoban arkadaşlarımla güle oynaya günlerimi geçiriyorum aşağı yaylamızda.
Başöğretmenimiz kendi köyümüzden. Sevdiğimiz idealist bir eğitimci. Özellikle gençlerle iletişime geçerek köyümüzde bir köy kütüphanesi açtı. Beşinci sınıfta okurken bile bizleri kütüphaneden yararlandırıyordu. Orta birde çok az kitaba sahip bir sınıf kitaplığımız vardı. Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler ve Bomba adlı öykülerini okudum, okulda. Ne yalan söyleyeyim ökçe kelimesini Yüksek Ökçeler adlı kitapta duydum ilk kez. Köyde yaşayan kadınlar ve biz çocuklar için kundura, ökçe henüz soyut birer kavramdı. Sene dokuz yüz altmışlı yıllar. Dünyamız birkaç komşu köy ve de bir iki ilçe kadardı. O yaz, köy kütüphanesinden ödünç aldığım Nihal Atsız’ın Bozkurtlar Diriliyor, Bozkurtların Ölümü adlı kitapları bir çırpıda okudum. İdeoloji, siyaset benim için bilinmeyenler arasında. Bu romanlardaki serüvenlere dalıp gitmiştim. Yıllar sonra öğrendim bu kitaplarda verilen mesajın ne olduğunu. Kütüphaneye iki buçuk lira ile abone olunuyordu. Yaşamımda ilk abone olduğum köyümüzün bu kütüphanesidir. Bir çoban ağabey Kerime Nadir’in Hıçkırık adlı romanını sesli okudu. Sürülerimizi yan yana yaylayarak bu romanı da dinledim. Kitaplar, ıssız dağ yamaçlarında da biricik sadık arkadaşlarımdı benim…
Haziran sonu yukarı yaylaya çıkma zamanıdır. Kağnı arabaları yükleri taşır. Biz çobanların kaygısı bir an önce sürülerle dağların doruklarına yayla düzlüklerine varmak. Ortalık aydınlanmaya başlarken sürülerimizle yollardayız. Bir saat içinde yemyeşil çimenlerin boy attığı yayla düzlüklerindeyim. Hava güzel, çok hafif yayla rüzgârı esiyor. Kelebekler, arılar çiçekten çiçeğe konuyorlar. Her renkten çiçeklerle bezeli düzler. Allı-morlu, sarılı pembeli yayla çiçekleri. Hele küçücük çanak yapraklarıyla tanımsız güzellikte mavi çiçekler bir başka âlem.
Yaylaya yerleşme ve odun hazırlığı çok kısa sürede bitirilir.
Köylerde iş bitmez. İnsanımızın dinlenme süresi yaylada geçirilecek en çok iki haftadır. Bu süre davul ve zurnalar eşliğinde çekilen halaylarla geçirilir. Pancarcı diye adlandırılan bu eğlenceye en iyi çalgıcılar davet edilir. En az üç gün vur patlasın çal oynasın halk eğlenir. Yayla düzlüklerine çıkılır. Bölgesel yemekler arkadaşlık ve dostluk içinde yenir içilir. Biz çobanlar sürülerinin başında yetim çocuklar gibi ucundan kenarından bu eğlenceleri izleyebilirdik. Pancarcı eğlenceleri bitti. Köy gözüktü benim için. Çayır biçme mevsimi başlamıştı. Çobanlık yıllarım sona erdi. Artık köyde çalışacaktım. Çobanlık değneğini kardeşime teslim ettiğim gibi kendimi köyde babamın yanında buldum.
Elde tırpan çayır biçmeyi öğreniyorum. Kısa sürede bu işi kavradım. Biçmeyi kavradım dediysem on üç yaşındaki bir çocuğun biçeceği kadar bir biçici oldum. O yaz, çiftçilikle öğrenmem gerekenleri yaparak yaşayarak öğrenmiş oldum. Avuç içlerim nasırlanana kadar birkaç kat deri attı. Uzun süre çalışır, sırıl sıklam terlerdik. Bardak bardak su içerdik. Yorgun ve bitkin bir durumda eve varınca önce sırt üstü uzanıp belimizin kamburunu düzeltirdik akşamleyin. Hele yemekten sonra içtiğimiz çayın tadına doyum olmazdı. Kıtlama usulü içilen çaylarla günün tüm yorgunluğunu üzerimizde atıverirdik. Çayırların biçimi biter bitmez ekinlerin biçilmesi, harman dövmeler derken sonbahar yaklaştı. Okulların açılma zamanının gelmesi benim için denize tatile gidenlerin sevincine eş değer bir olay oldu. Sabahın köründen, akşamın karanlığına kadar çalışma sezonu bitiyordu.
Ilık bir Eylül sabahı erkenden ilçeye yönlendim. Okullar yeni ders yılına başlıyor. Kim tutar beni. Başımda geçen yıldan kalan okul şapkası. Biraz eskimiş ama olsun. Artık geçen yılki gibi heyecan ve korku yok içimde. Okulu, okulun düzenini tanıyorum yetesiye. Bu kez 2-F şubesinde okuyacağım. Bizim şube orta ikilerin son şubesi. Geçen yılın F şubesinden geriye kalan K şubesine kadar olan şubeler fire vermiş. Okulumuzda ne mümkün, dersleri kavramadan bir üst sınıfa geçmek! En çok dört dersten bütünlemeye kalma hakkı var bir öğrencinin. Ağustos ayında yapılan bütünleme sınavlarında bir dersten bile başarısız olan öğrenci sınıfta kalırdı. Kimsenin gözünün yaşına bakılmazdı. İyi birer öğrenci olmanın ön koşulu okul kurallarına harfiyen uymak ve derslerde de başarılı olmayı gerektiriyordu.
Benim için hava hoş! Ders çalışmak, okumak, içimde yanan okuma ateşini söndürmek için okul ve kitaplar şaşmaz yardımcılarımdı. İftihara geçmek en birincil hedef yine. Fakat bu iş kolay olmayacak gibi gözüküyor. Geçen yıldan iftihara geçen dört arkadaş aynı sınıftayız. Bu yarışa katılacak başka arkadaşlar da var elbet. Ancak iki öğrenci ipi göğüsleyebilecek. Konut sorunu çok erken çözüldü bu yıl. Köye sekiz-on gün yürüdüm. Üç arkadaş için bir oda kiralandı. Birisi dayımın oğlu yeni arkadaşlarımın, diğeri de yine köyümüzden. Yengem yemeğimi yapacak. Ders çalışmamı engelleyecek olumsuz bir durum yok. Sorunsuzca günler geçiyor. Yeni arkadaşlar ediniyorum.
Sırada üç arkadaş oturuyoruz. Bir arkadaşım geçen yıl iftihara geçmiş, zeki, çalışkan ve altın kalpli. Diğer arkadaşım ilçenin varsıl ailelerinden Atabeylerin çocuğu. İçten, neşeli bir arkadaş. Derslerle arası iyi değil. Cebinde harçlık bol. O kadar çok ders çalışıyoruz bilgilerimizi değerlendirmek gerek. Kullanılmayan bilgiler neye yarar! Üç kafadar anlaştık. Yazılı sınavlarında sırayla ders çalışmayan arkadaşımıza cevapları gösteriyoruz. Biz ne yazarsak arkadaş da aynısını yazıyor. On üzerinden yapılan değerlendirmelerde sekizden aşağı not almıyoruz. Arkadaşımızda aynı notu alıyor. O da bizi her Çarşamba sinemaya götürüyor. Yılsonuna kadar bu uygulamayı devam ettirdik. Davranışımız elbette fazlaca etik değildi. Neylersin! Sinema parası için elli kuruşa muhtaçtık. Arkadaşımız bir öğretmene çalışkanlığını anlatıyor:
“Öğretmenim, akşam geç saatte lambamızın camı kırıldı. Gidip sokak lambasının altında ders çalıştım.”
İlçemizde tek sinema var. Robinson çağını yaşıyorum. Filmlerde dövüş sahnelerinden müthiş hoşlanıyoruz arkadaşlarla. Ayhan ışık, Eşref Kolçak, Yılmaz Güney, Tamer Yiğit, Orhan Günşiray filmlerinin müzmin seyircileri olmuştuk. Bizden önce bir filmi izleyen arkadaşlara ilk sorumuz:
“Filmde dövüş sahnesi var mı?” Olurdu. Filmlerdeki öpüşme sahnelerini ilgiyle biraz da utanarak izlerdik. Gerçi köylerimizde genç kızlarla delikanlıların aşk öykülerini duymuyor değildik. Lakin dudak dudağa öpüşmeler biz köy çocuklarının görüp duymadığı olgulardı.
Karne tatili geldi. Bu kez daha başarılıydım. İftihara sınıf birincisi olarak geçtim. Mahallemizde oturan güzel bir abla vardı. Karneme baktı. Sekizden aşağı notum yok. Sevgi ve hayranlıkla bakan gözleriyle:
“Nasıl başarılı oldun, bu notları nasıl aldın?” diye sordu.
Çok mutlu olmuştum güzel bir ablanın böyle hoş bir sorusunu duyunca. Oturduğumuz evin yanında okulumuzda iki kızı okuyan bir aile oturuyordu. İftihara geçmek tanınmak demekti. Kızların babası ikinci dönemde beni evlerine davet edip kızlarla birlikte ders çalışmamı istiyordu. Ben de elbette bu davete sevinerek icabet ediyordum. Hele benim gibi orta ikide okuyan kız çok güzeldi. Dalgalı saçları, baygın bakışlarıyla beni büyülüyordu. Kızlarla birlikte daha bir şevkle ders çalışıyordum.
Okulda beden eğitimi dersleri de beni çok mutlu ediyordu. Atletik yapılı, alanında çok başarılı bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Kasa-minder çalışmaları en sevdiğimiz etkinliklerin başında geliyordu. 24 Nisanda ilçemizde karakucak güreşleri yapıldı. İlçe başpehlivanlığını ilk kez köyümüzden bir ağabeyimiz kazandı. Ayak diye tabir edilen kategorinin pehlivanı da yine bizim köyden bir ağabeyimizdi. Çok mutlu olmuştum. Köyümüzde herkes bayram yapıyordu. Ne yazık ki, başpehlivan ve ailesi ertesi yıl İstanbul’a göçtü. Tüm köy halkı adeta yetim kaldık.
Dersler disiplinli bir biçimde işlendiği gibi ulusal bayramlarda coşkuyla kutlanırdı ilçemizde. Beden eğitimi öğretmenimiz nezaretinde sıkı bir disiplin içinde 19 Mayıs Spor Bayramı için provalar yaptık. Atlet ve şortlarımızla, kızlar da özel bayram kıyafetleriyle önce ilçenin içinde birkaç tur attık. Binleri aşan sayısıyla biz öğrencilerin yürüyüşü bir coşku ve güzellik katıyordu yaşanan günlere. Yürüyüşten sonra okulun sahasında provasını çokça yaptığımız hareketleri kusursuzca icra ettik. Köylerden, mahallelerden gelen anne-babalar bizleri kıvançla izliyordu.
Derslerle ilgili bazı sürprizlerle de karşılaştığım olmuyor değildi! Benimle iftihar için yarışan bir arkadaşımla bir ideaya tutuştuk. Fizik dersiyle ilgili kaldıraçlar konusunda. İkinci sınıf kaldıraçlarla ilgili bir sorunun cevabını farklı yorumluyorduk. Gerçi cevabımdan pek emin değildim fakat bir kere ideaya tutuşmuş olduk. Soruyu çok sevdiğim Bursalı matematik öğretmenimize sorduk. Öğretmenimiz benim cevabımın doğru olduğunu söyledi. Arkadaşımız tatmin olmadı. Soruyu fizik öğretmenimize de sordu. Fizik öğretmenim de severdi beni. Tahtaya çıkardı, gülerek söylendi:
“Evladım İbrahim, ben seni akıllı çocuk biliyordum! Neden yanıldın!” Diyerek sorunun doğru yanıtını açıkladı. Yanılan arkadaşını sinemaya götürecekti. Durumu matematik öğretmenimize anlattık. Sevgili öğretmenim ikimize de sinema parası verdi. Böylesi hoş yanılmalarla da karşılaştım. Her ne kadar iftihara geçsem bile.
İlkbaharla birlikte evlerin arasında ve çevredeki bahçelerde çiçek açan ağaçlarda meyveler gözükmeye başladı. Çayırlarda çimenler iyice boy attı. Köylerde yaylacılık başladı. İlçemizdeki tek orta dereceli okul olan ortaokul içinde sene sonu geldi. Karneler dağıtıldı. Klasikleşen iftihara geçen öğrencilerin adlarını okumaya sıra geldi. Ders notlarım en üst düzeydeydi. Kendimden emin bekliyorum. Adım ilk sırada okundu. Sınıf birincisi olarak iftihara geçmiştim. Sevincin tanımsızdı. Adeta uçarak köyüme gittim.
Ortaokul yılarım güzel geçiyordu. Benden başarı bekleyen özellikle annemi mutlu ettiğim için ben de çok mutluydum. Çünkü ailemde okumamı en çok isteyen annemdi. Okul harçlığı vermekte biraz ketum davranan babamı hep annem ikna ederdi. Hani ne demişler: “Ağlarsa anam ağlar gayrisi yalan ağlar.”
.
YORUMLAR
Evet efendim,
okul anılarını anlatırken öğretmenimiz, kütüphaneleri, okuduğu kitapların adları yazarlarını, sinemalarını Ayhan ışık, Eşref Kolçak, Yılmaz Güney, Tamer Yiğit, Orhan Günşiray filmlerini sanatçılarını,19 Mayıs Spor Bayramını ,okul anıları derken sayın yazarımız ,ne önemli detayları da bizlere anlatmakta. Hiç sıkılmadan okurken öğretmenimizin anılarını, bir o kadar da düşündüren incelikler...
Değerli insan bir kütüphanenin arşivi gibi bilgileriniz...
Emeğe Saygımla...
İBRAHİM YILMAZ
sizin gibi çok yönlü bir kalem dostu tanıdığım için ayrıca kendimi daha donanımlı hissediyorum.
en derin saygımla.