- 620 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Özlemlerdi aslında geçmişimizden kopamayışımız…
Seni sevenin oldum zamanın bu günlere uzamasına aldırmadan…
Bu cümlenin doğruluğuna, senin için geçerliğine inanıyorsan ki “zaman sevmeye engel değildir” diyebilirsin…
Sanki sen varsın gibi geçiyor zaman ve yıllar…
Karanlığın bir köşesinde kendi gölgemize basar gibi geçiyor zamanın bendeki yalnızımsı kısmı…
Her günün ve her bir gecenin gölgesinde yaşıyor gibiyim geçmişin izlerini taşımakla…
Ve hayat çok şey vaat edilenlerden hiçbir şeyi yaşatmadı bana derken bile kendi yalnızlığımın köşelerine hep seni iliştirmek de çözmüyor bendeki sıkıntıları…
Evet sıkıntılar ve sen varlığını hissetmek yaşantımı mütemadiyen zorlaştırarak yavaş yavaş kendi varlığımın içine saklanıyor bedenim…
Kendi kendine bir yaşam işte umutları içinde zaptederek hoşnut yaşanmayan zamanlarla dolanıyorum yaşamın çemberinin içinde…
Büyümüş düşünceler bunlar, içinde birazcık güvensizlik, biraz öfke, biraz da kendi kendine aşırı yalnızlık içinde nefes almalar…
En önemlisi yerinde duramama uzun uzun yollara gitmek zamanı sadece kendi tekliğimle kullanıp geçmişin gölgesini kullandırmak yüreğin cidarlarında…
Anlaşılamayan bir olgu var üzerimde son günlerde. Neden bu içine kapanıklık ile baş edememem sorunu?
Neden bu gölgelerin üzerine basamama tedirginliği ve arkada kalan korkularımın başkaldırışı?
Belki de kendi kendime kendi güçlerimle savaş halinde oluşum ve bu korkusuzluğun arkasına gizlenen yaşamın ürkekliği…
Kendi kendimi sorgulamalarım ve kendimden kendimi uzaklaştırma çabaları ile içime soktuğum acılanmalarımdır ki her gün doğumu anında içime basan belki de bu korkusuzluk korkusu…
Geçmişte hayatıma girenle, çıktığı zamana kadar içimde tüneyen korkuların artık bu günlerde hesabı verilemiyor ve sadece kahredici bedeli ödüyor ve bu bedel ödeme zamanlarına eşlik eden bir şarkının vurucu darbeleri “ben yoruldum “ derken bile tek bir cümleye sığmış tüm bir yaşamı görür gibiyim…
Galiba bu anlattıklarımdır içimde oluşan sıkıntıların sebepleri…
Hangi bedel hangi yaşama sığacaktı? Ve yaşamdan beni sıkan kaç konuyu silip atacaktı sonsuzluğun merkezine?
Sevmek ve sevgide sadakatla kalmak adına bu güne verilen uğraşların tümünün yetersiz kalmasıdır belki de benliğimi yetiksiz hissettiren…
Karanlık düşlerle yaşamaktı belki de gün ışığına özlem getiren…
Anladım ki özlemlerdi aslında geçmişimizden kopamayışımız…
Ve gecenin boydan boya uzayan zamanı…
Kaybettiğimiz sevinçlerim yine içimde saklı. Ve duramayasıya düşüncelerin başlı başına zamanı kaplayan koyu siyah zamanlar…
Aslında belki de gereksiz bir yaşam kesiti ve olmayasıya saklı kalan hırsların hükümsüzlüğü gecenin koyusu veya en gri koyuluğu…
Belki de kendini yalnız hissetmek bu koyu siyahlık ile başlıyor…
Yaşamımızdaki tüm sevinçlerin saklandığı karanlık zamanları…
Ve kendi kendime konuşarak kendi içime kapanın garip bir sonu bu düşler…
Sen sevgili, kendi içinde hayatını yaşarken, kalabalıklaştırırken, beni yalnızımsı yaşamın eşiğine bırakmak belki de senin karakterinde gizli kalmış bir yaşam yapındı..
İşte fark edemediğim bu olgu ile yıllar yılı sana güvenmekle yaptım hayatımın bu yaşam hatasını…
Ve bu günlere öfkelenerek ulaşmamı sağladın…
Gidişlerin olurdu çoğu zaman, çoğu kez…
Giderdin, gederken sert basardı ayakların asfaltın koyu kokusuna.
Sonra ağlardın, ağladığını yazardın, en sonunda susardın özledim seni diye yazardın. En sonunda susardın, özledim seni diye yazardın…
Sonra “nerdesin” diye sorardın ve hıçkırırdın telefona…
Yapamıyorum sensiz, hava kararıyor, bulut bulut yağmur damlaları sırtıma düşüyor, ıslanıyorum aslında ama, “üşümüyorum, titriyorum sana,” diyordun kesik nefeslerle “nerdesin” diyordun aslında ağlamaklı…
Severdim senin çocuk yanını, severdim senin gözyaşların ile ıslanmış çenelerini…
Uzun bir hayat sarmalamıştım sana. Başka bir şeyim yokmuş gibi sığınmıştım sana bu şehirde ve bu şehirde akşamlar erken olurdu hep geceler ise sensiz senli kabuslara dolanırken…
Beyhude nefes almalar gibiydi hayat sensizlikle bensizlikte.
Ve biz ikimizde “sen niye gidiyorsun” diye ağlardık…
Varla yok arasında yaşıyorduk birbirimizde bu şehrin alacasında…
Pişmanlık zamanlarının yokluğunda yaşardık çoğu zaman bu şehirde, birbirimize sevgide bağlı iken…
Mahremindeyiz sanki gecenin tüm sırları gömülmüş karanlığa varla yok arasında düşüncelerim. Umulmaz bir istek sen varlığı sanki kâbus yaşıyorum yokluğunda. Gecenin uzunluğu ve düşlerimin sonsuzu ve karma karmaşası sanki. Biri düşen, diğeri toparlanan düşler, hepsi birbirine düşman veya çoğu birbirine pişman veya gecenin çoğunda ürkmüş gözlerim ve benim halim sanki yalnızlaşmış bir bedenin ürkek titreyişleri ve korkak düşüncelerden kaçan farkındasız kaçışlarımla sarsılmaya başlayan bedenim bir yalnızlaşma sendromunda…
Öfke olabildiğince yol almış bedenimde ve ben şaşkın bir düşüşteyim boşluğa…
Adanmışlığım bir ömrün isyanı sanki korkusuzca veya pişmanlık duyguları olmadan..
Kendi kendimizi yaktığımız bir zaman pişmanlığı ateş bu…
Belki de yarınsızlık korkusu, belki de kayıplık korkusu…
Adaletsiz bir düşünce yaşamı bu kendi kendimize hüküm kestiğimiz veya kendimiz, birimizi dışarda bırakıp, tekliğe dönüşme zaman kavramları…
Aslında hak etmediğimiz bir yalancı savaş bu biraz kopuk, biraz onursuz, kısım kısım karanlık, çoğunda ayakları titreten, bir düşünce karasızlığı…
Aslında bunların tümü çok sevme korkusunun panikleşmiş bir bedenin yokluğa düşüş korkusu…
İçine çoğunlukla yalan karışmış bir yaşamın kopuk parçaları…
Oysa omuzlarımız düşük başladığımız bu aşkla, yaşam savaşı verir gibi sevme savaşında ki şüphelerde idik…
Şüphesiz bunların hepsini içine alan yarınsızlık korkusu vardı…
Ben yine gidiyorum, yalnızlık umurumda değil, yarınsızlık ise hiç beklentim değil , önümde ayaz bir gece var ve ben bu korkusuzluğumu yapıştırdım yüreğime…
Yaşam biliyorum ki korkusuzlukla baş etmekti…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.