- 1264 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Pazartesi Günlüğü - "Ihlamur"
Ihlamur kokusuyla uyandım bugün. Oysa ne bir ıhlamur ağacı ne de çaydanlıkta demlenen ıhlamur çayı vardı. Ayaklarım istemsizce yürüyüp mutfağa yöneldiğinde altı kapalı ocağı baktım, ağaçsız fakat yeşilliklerle dolu bahçeden yükselen serin kokuyu çektim içime. Hava kapalı, muhtemelen gözyaşı dökecek gökyüzü, toprak sevdiğini kucaklayacak, Van Gölü istisnasız her ikisini de basacak bağrına.
Hafifçe esen yel uzaklardan tanıdık bir şarkının melodisini getiriyor. Sobanın üstünde kaynayan sıcak suya ıhlamur atıyor dedem. Zigana eteklerinde kemençenin tellerini titretiyor yaş almış karaçamlar. Ellerinde doksan yıllık hayat çizgileri beliren dedemin toprağının kokusunu getiriyor keskin, merhametli Doğu rüzgarı. Ocağın altını yakıyorum bir süre sonra. Kaynayan suya ıhlamur bırakıyorum yavaşça. Sonra altını çizdiğim satırlar gibi aklımda kalan anıları okuyorum sesli kimi vakit bağırarak.
Yaşamanın acımsı fakat vazgeçilmez bir tadı var. Kuru gürültüleri, bezgin suratları yıldırsa da inanılmaz bir şey nefes almak. Sanırım ölüm denen o son otobüs bu inanılmaz şeyin değerini öğretmek için var oldu. İnadına yıkamadığımız öfkelerimizin, olabildiğine kendimizle bütünleşen ön yargılarımızın ne kadar önemsiz olduklarını göstermek için sunuldu insana.
Tuhaf…
Bu anı daha önce yaşamışım gibi. Burun deliklerime yerleşen ıhlamur kokusu, ayaklarımda koala terliklerim, hafif aralanmış pencereden sızan rüzgarın açık kalmış defter yapraklarını çevirişi…Daha önce olmuş gibi hepsi. Bunlar bir hayal, bilinçaltımın oynadığı bir oyun olsa da belki on belki de on beş yıllık o soba, üzerinde kaynayan ıhlamur çayı, fesi başının bir kısmında duran ak sakallı gamzeli dedem koca bir gerçek. Hepsi aklımda. Unutmak mı?
Yağmurun sesi şimdi de, camı tıklatıyor. Hadi kalk ben geldim der gibi. Uzanıp avuçlarımda topluyorum toprağı kıskanarak. Sonra yüzüme değiyor damla damla tebessüm içinde. Rengimizi yitirdiğimiz şu üç günlük dünyada bile huzur veren ne çok sesi var doğanın. Uzansam bir adım göğe değecek parmak uçlarım, iki adım ilerlesem ayaklarım suya. Aykırılığı, savruk bir eda ile hınca hınç dolu olan belleğimde sızı veren birkaç anıyı silsem her şey daha güzel olacak, kim bilir?
Yitik, kenarda köşede can çekişen birkaç hatırayı un ufak ediyor şimdiki “iyi ki” ler. Oysa yine de arınmıyor insan hiçbir günahından. İçindeki mahkemeden beraat edemiyor hiç kimse gerçek dünyada aklansa da.
Çayımı yudumluyorum. Buğusu doluyor ciğerlerime. Tadında asla tanımlayamadığım bir şey var. Kokusu eksilmeyen albümleri açtırıyor. Hem acı hem de dolu dolu özlem var her birinde. Bazen kendime kızıyorum doğrusu.Ne diye bu kadar ağırlığı yüklenip de gelmişim diye. Sonra toparlıyorum kendimi ve hep bir soru eşliğinde “Acısız yürünen yol ,yol mudur ; yorulmadan varılan yer ,yer midir? Diye.
Aklımda sonu birbirini tutmayan öyle çok masal var ki. Tekrar tekrar içimden söylediğim öyle çok şiir.Hep bir şeylerin telaşı nefes nefese bıraktı fakat her şeye rağmen sandallar batmadı henüz, umutlar eksilmedi.
Son yudumda bile kokusunu yitirmedi ıhlamur. Son yağmur damlası düşmedi toprağa ve son insan kalıncaya kadar dünya kalabalıklığını yitirmeyecekti. Nisan yağmurları mayısa bıraktı yerini. Şimdi ıslanma vakti. Çünkü üşütmez bu yağmurlar biraz hüzünlendirir o kadar.
Bir damla gözyaşı bırakır ardına ve onda bile toprağı sevindirir insan.
N.K
ERCİŞ- 03.05.2016
" Ihlamur kokulu bahar,sanadır."
YORUMLAR
Bahar yağmuru, sonbahar ya da kış yağmurları gibi kasvet vermiyor, ardında güneşi saklıyor çünkü. Sizin yazınız da aynen öyle tatlı bir his bırakıyor insanda. İlk harfinden son noktasına kadar büyük bir keyifle okudum. Son derece akıcı, dört dörtlük bir yazı olmuş. Tebrik ederim :)
Gerçekten güzel bir çalışma olmuş.
Çok duygusal, çok etkileyici.
Bu gün, Trabzon'da yağmur var. Öyle çisil çisil değil ama.
Gök gürültüler eşliğinde, bardaktan boşanırcasına.
Böylesine çok alışık değildir coğrafyamız hani.
Neyse...
Ha!... Bir de bahar olanca güzelliği ile geldi buralara.
Uzun senelerdir şahit olmadığımı fark ettim memleketimde baharın doğuşuna.
Güzelmiş...
İnsan, uzaklara yolu düştüğünde,
ya da hasretine düştüğünde daha iyi anlıyor sahip olduklarının değerini.
Bir eski sobanın,
bir demlik ıhlamurun,
takkesi kaymış yaşlı bir dedenin...
Bir de Akasyalar var... Onlardan da bahsetmeden geçmeyeyim.
Buralarda mevsimi Akasyaların.
Buram buram kokuları, ap akça çiçekleri, dağı taşı saran bodur ağaçlarının sergilediği hoş görüntüleri gerçekten güzel.
Her şey güzel buralarda, her şey yolunda.
Sadece uzaklara yol düşüren canlarımızın usuldan usula fısıldadıkları ve güney rüzgarlarının ılık esintilerine kapılık kulaklarımıza kadar ulaşan hasret türkülerinin mahzun realitesi, bir de Trabzonspor'umuzun uğradığı haksızlıkların yarattığı sevimsizlik var işte hayatı renksizleştiren.
Gerisi güzeldir.
Güler yüzlü, şakacı dedeler yine cami yollarında sallana silkene gezinmekteler.
Komri'lere kurulup, az siyaset, az Trabzonspor, az hayat pahalılığı, çokça da şehitler ile ilgili sohbetlere tutuşuyorlar küçük çay ocaklarının önünde.
Yaramaz öğrenciler,
yine bahçe duvarından atlayıp, yakıdaki lahmacuncuya koşuyorlar yasak olmasına rağmen.
Sırtında fındık dalından örülmüş sepeti ile, kadın pazarında bir şeyler satmak, üç beş kuruş kazanmak telaşında bir yaşlı teyze.
Minibüs şoförleri, balıkçılar, seyyar satıcılar, perişan Suriye göçmenleri, kısacası hepsinin çok acelesi olan bir garip insanlar topluluğu.
Yav!...
Seviyorum ben bu insanları.
Bu coğrafyayı...
Ve,
uzaklardan, çok uzaklardan buralara sevgi besleyen tüm duygulu yürekleri.
Seviyorum,
onlara memleketten bir bukle sevgi sunabilmeyi.
Resimdeki bitki, ''Andirina'mıdır?'' Kiraza da benziyor.
Bu güzel çalışma için yazarını can-ı gönülden kutluyorum.
Bir tutam hayat tarafından 5/4/2016 11:32:18 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat tarafından 5/4/2016 12:02:42 PM zamanında düzenlenmiştir.