- 407 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖLÜNCE DE YAŞAR İNSAN 2
ÖLÜNCE DE YAŞAR İNSAN 2
Ben altı yaşındayım.
Eğer tecavüze uğrayıp çatıdan atılmasaydım otuz dokuzumda olacaktım.
Buraya gelirken hala şoktaydım. Karşıma çıkacak herhangi bir insan yüzünden ikinci kez ölecek kadar korkmuştum.
Korktuğum gibi olmadı. Öyle bir karşılama yaşadım ki; bütün acılarımı, sızılarımı, korkularımı biranda unutuverdim.
Bana geldiğim yer ile ilgili sorular sordular.
Ölüm nedenimi dinleyince; “ülke giderek daha da kötü bir hal almış bizim zamanımızda en azından sapıklık bu kadar moda değildi. Herkes bacısını, kardeşini, evladını, çoluğu çocuğu iyi bilirdi.”
Diye kendi aralarında sohbetlerine şahit oluyorum devamlı.
Yusuf ağabeyim esprili tavrıyla; “kalkıp gitsek ya lan!
Yok sizin adam olmaya niyetiniz.
Bir rahat yüzü vermediniz.
Uyanma vakti. Yeter uyuduğunuz.
Biz geri geldik!
Uyuyanları uyandırmaya, korkanlara cesarete, Donkişotlara kılıç olmaya geldik.
Hadi verin el ele.
Yeter bu kadar sömürüldüğümüz.
Kalkın ayağa.
Atın ölü toprağını üzerinizden.
Siz buna yaşamak mı diyorsunuz?
Her gün evinizden helalleşerek çıktığınızın farkında değimlisiniz? Silkelenin artık, yeter!
Artık feda edilecek bir tek insan, çocuk, karınca bile yok hırsız, uğursuz, haine.
Zırnık yok bundan böyle.
Ya önümüzden çekilin ya da yavşak gibi ezilmeyi göze alın.
Desek ya Deniz’im.”
Diyor Deniz ağabeyime.
Deniz ağabeyim gülüyor bıyık altı.
“ Gerek yok Yusuf’um. Siluetlerimiz orada.
Az kaldı.
Haklı hakkını alacak.
Sadece sapıklar değil, sapkınlık ihtimali olanlar dahi hadım edilecek.
Çoluk çocuğunu harcadığını göremeyen anne baba uyanacak.
Halkım kendi tohumuna topraklarına kavuşacak.
Dil’ini, Din’ini, Toprağı’nı, Aydın’ını, Yazar’ını Sanat’ını coşturacak.
Sen sadece dur ve seyret.
Bekleriz, dinleriz, şans veririz, gerekirse bir daha canımızı veririz ama meydanı çakala hırsıza, paraya hırsa, şuursuza bırakmayız.
Meydanı; insanlığını yitirmiş ucubelere bırakmayız Yusuf’um.
Az kaldı halkımız adaletine, özgürlüğüne, toprağına kavuşacak.
Bekle!”
O anda az ve öz konuşan Hüseyin ağabeyim lafa giriyor.
“Biz baharı müjdeliyoruz Nilüferim.
Baharı getireceğiz.
Biz “Üç Fidan” ı boşu boşuna Altı Mayıs’ta toprağa ekmediler.
Biz öyle kök saldık öyle güçlendik, içten içe öyle yeşerdik, öyle meyve verdik ki.
Bütün dünya el ele verse bizim meyvelerimizi toplaya toplaya, yiye yiye bitiremez.
Kemiklerimiz çok sızladı Nilüferim.
Hala daha sızlıyor! Ama bitti! Buraya kadar!
Senin küçücük bedenine dokunan eller, o el kadar bedeninle can verirken babanın cebinden parasını, evinden aşını, elinden çocuğunu alan eller bir bir felç olacak.
Uzanamaz hale gelecek.
Az kaldı!
Senin.
Ekmek almaya gidip evine dönemeyen Berkin’in.
Daha rüştü ispatlanamamışken yaşı büyütülüp darağacında sallandırılan Erdal’ın.
Annesiz babasız beton duvarlara yüzü dönük uyuyor numarası yapan, bir gece dahi gözüne uyku girmeyen bütün yetimlerin
Anne babalarının sımsıcak dokunuşlarını hissetmeden, dikenli ellerin bedenlerine verdiği bütün acılar dinecek.
Biz öyle bir halkız ki sessizliğimizin asaletimizden, fırtına öncesi durgunluğumuzdan olduğunu bilmiyorlar.
Ama öğrenecekler Nilüferim
Biz baharı, sen adının da söylediği gibi; duru, temiz, berrak yapraklarınla yazı getireceksin.”
Dedi, Hüseyin ağabeyim.
Buraya ilk geldiğim zamanlar ürkek güvensiz ve saldırgandım. Kimseye yaklaşmıyor, kimseyi kendime yaklaştırmıyordum. Beni sevdiler, onardılar. Bana iyilikleri güzellikleri sevmeyi aşkı sevdayı öğrettiler. Özellikle Deniz, Yusuf ve Hüseyin ağabeyimden çok şey öğrendim.
Onlar; halkları, halklarının özgürlüğü uğruna canlarına hiçe saymışlar. Ben onların kısacık yaşamlarını dinledim onlardan. Mücadelelerini dinledim.
“Bir daha olsa bir daha ölürüz” diyorlar hep bir ağızdan. Güç veriyorlar bana. Umut oluyorlar, ışık tutuyorlar karanlıklarıma.
Şimdi gerek burada ki kanatlı ağabeyim ve ablalarımdan duyduklarım, gerekse yeni gelenlerden duyduklarıma göre insanlık ölüyormuş. Kadın erkek genç yaşlı çoluk çocuk demeden bütün insanlığımızı, topraklarımızı istila eden bir hastalık varmış. Adı “para, ün ve ezerek elde edilen güç” müş.
Biliyorum ki yeryüzünde Deniz, Hüseyin, Yusuf ve daha bir sürüsü var. El ele verip artık dur diyecekler.
Artık dur! Biz insanız!
Sevmek
Sevilmek
Üretmek
Gülmek için geldik!
Savaşmaya kanı koklamaya gelmedik!
Yaşamaya geldik.
Can almak bizim işimiz değil, doğanın işi.
Biz yaşamaya, yeşermeye, yeşertmeye, sevmeye geldik.
6 Mayıs 1972’de toprağa “Üç Fidan” ekildi ve hayat o gün durdu. Hayata dönmenin bir yolu vardır mutlaka. Olmalı.
(“Ölünce de yaşar insan” 1’İ işaret Gazetesinin internet sayfasından bulabilirsiniz)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.