- 521 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yıldırım Bayezid Han (2.Bölüm)
’’SIRP DESPOTLUĞU’’
’’Miloş’u buraya çağırın !’’
’’Emredersiniz efendim.’’
Muhafız saraydan dışarıya çıkarak halkın arasına karıştı. Mis gibi baharat çeşitleri ile kokan pazarların, ahşap kaplamalarla süslenmiş evlerin ve sert zemine sahip kaldırımların arasından Sırp muhafızı hızlı adımlar ile ilerliyordu. Bir müddet yürüdükten sonra sağa dönen bir patika yola saptı. İnsan sesleri git gide azaldığına göre çarşıdan uzak bir yere gidiyordu. Patika yol boyunca sessiz adımlarla ilerledi. Sonra sola dönerek kestirme bir yola girdi. Az sonra iki katlı mavi bir evin önünde durdu. Kapı önünde dört muhafız bulunmaktaydı. Ağır ağır onlara yaklaşarak;
’’Knez Lazar kardeşi Miloş’u sarayına çağırır.’’
’’Kendisine haber edeyim bekle burada’’
İçeriye giren muhafız elma ağaçları ile donatılmış bahçenin arasından geçerek evin arka tarafına doğru yöneldi. Miloş orada iki arkadaşı ile sohbet ediyordu. Muhafız usulca yaklaşarak;
’’Efendim; Knez Lazar sizi sarayına çağırıyor. Bir muhafız gönderilmiş.’’
’’Knez Lazar’ın benimle bu saatte ne işi var ki ?’’
’’Gelen muhafız herhangi bir bilgi vermedi efendim.’’
’’Tamam; hazırlanın gidiyoruz.’’
Miloş; Sırp Despotluğu Kralı Knez Lazar’ın kardeşiydi. Boyu olabildiğine kısa ve çok genç; zekâsı paha biçilemez ve çok ilimli bir kişiliğe sahipti. Lazar çoğu akıl işlerinde kardeşine başvurur ve ondan ilim öğrenirdi. Strateji planı açısından da üstün bir yeteneği vardı. Çocuk yaşta okumaya önem vermiş ve buralara kadar gelmişti. Vakit kaybetmeksizin Lazar’ın sarayına doğru yol aldılar.
Rengârenk bahçelerle süslü sarayın önünde sayıca fazla muhafız duruyordu. Engin surların üzerinde konuşlanmış okçu birlikleri her an müdahalelere hazır bulunmaktaydı. Saray baştanbaşa sarı renge boyanmış ve görüntüsü muhteşem bir manzaradan ibaretti. Gün batımı sırasında rengi hafif turunculaşan sarayın görüntüsü bir hayli manzaraya renk katıyordu.
Gün batımının yaklaştığı sıralarda Miloş ve muhafızları sarayın kapısından girerek doğruca Lazar’ın avlusuna çıktılar. Sarayın iç bölümünde büyük bir avlu vardı ve çeşitli minyatürlerle süslüydü. Her bir arşında meşaleler yanılı duvarların göze batan kahverengimsi görüntüsü avlunun içerisini baştanbaşa güzelleştiriyordu.
’’Beni emretmişsiniz Kral’ım.’’
’’Gel Miloş seninle konuşacaklarımız var.’’
Lazar ve Miloş avlunun o uzunca koridorlarında yürümeye başladılar. Lazar sakin ve rahat rahat hareket ediyordu. Miloş ise şüpheli bakışlarıyla gözlerini Lazar’dan ayırmıyordu.
’’Benimle hangi konuda konuşmak istiyorsunuz?’’
’’Bir konuda konuşmak değil de bana biraz akıl verme konusunda yardımına ihtiyacım var kardeşim.’’
’’ Sıkıntınız nedir Kral’ım.’’
’’Osmanoğulları balkanlardaki ilerleyişini sürdürmeye devam ediyor. Topraklarımızı tehdit ediyor ve topladığımız paralı askerler yeterli değil. Yapacak bir planım da yok bu yüzden sana başvurmakta fayda görürüm diye düşünmüştüm.’’
’’Size hizmet etmek her daim benim için bir onurdur efendim. Bir kardeşiniz olarak yanınızda bulunmaktan şeref duyuyorum.’’
’’Güzel. Bu sözleri her daim senden duymak beni bir hayli mutlu ediyor Miloş. Şimdi Osmanoğulları’nı balkanlardan sürecek bir taktik hazırlamanı istiyorum senden. Bir hafta sonra burada bu konuyu tekrardan konuşalım. O zamana kadar taktiği hazırlarsın umarım?’’
’’Nasıl isterseniz Kral’ım. Görüşmek dileğiyle...’’
Aynı Gün...
’’ Hah. Osmanoğulları ile savaşa girmek? Şaka gibi. Balkanlardan atmak için daha kaç kez karşılarına çıkacağız. Bu adam yine karşılarına çıkacak bizi yine tepeleyecekler. Gerçi karşılarına çıkmazsak üç güne kalmaz şehrimizi kuşatır Sırp’ları dünya tarihinden silerler. Buna göz yumamam. Ben burada doğdum büyüdüm. Burası benim yurdum. Görevime layık bir şekilde hizmet edeceğim.’’ diye mırıldanırken odanın kapısı çalındı. Muhafızlardan birisi;
’’Efendim; bir casus yakaladık. Kendisi Osmanoğulları’ndanmış.’’
’’İçeri getirin çabuk.’’
Yüzü kanlar içinde kalmış genç yaşta bir casus içeriye getirildi. Sağ gözünün altı morarmış sol kolunda ise hançer yarası vardı. Miloş yavaş yavaş ona doğru yaklaşarak;
’’Kimsin sen? Ne işin var burada? Dilimizi biliyor musun?’’
Casus şaşkın gözlerle Miloş’a bakıyordu. Her ikisi de göz kapaklarını bile kısmadan bir müddet bakıştılar. Miloş bu şaşkın bakışa anlam verememişti. Acaba dediğinden casus bir şey anlamamışıydı.
Sol kolundan akan kana bile aldırış etmiyordu. Hiç istifini bozmadan öylece Miloş’a bakakaldı. Sonunda Miloş dayanamayarak;
’’Hey, sana diyorum anlamıyor musun? !’’ Bunu dedikten sonra casusun yüzüne bir tekme salladı.
’’Sersem herif! Canın cehenneme!’’ diyerek muhafızlara infaz etmelerini emretti. Osmanlı casusu oracıkta şehit edildi.
’’VATİKAN; 2 Ocak 1389’’
’’Eee Normandiyalılar? Osmanlılar karşısında nasıl bir güç oluşturacaksınız?’’
’’Osmanlıların Balkanlar’da ki ilerleyişi akıl almaz doğrusu Papa hazretleri.’’
’’Yıllardır böyle bir politikanın içerisindeler.’’
’’Papa Hazretleri; Sırp Despotluğu Kralı Knez Lazar asker topluyor. Osmanlılar yakın zaman da Sırp Despotluğuna sefere çıkacakmış. Yeterli sayıda askeri gücü olmadığından sizden yardım talebinde bulunuyor.’’
’’Sırplar’a her defasında yardım ediyoruz ama elimiz boş dönüyoruz. Beceriksizliklerine göz yumamayız. Onlara gönderdiğimiz birliklerin hepsi infaz oldu. Şu atlı süvarilerimizden tutun da ağır zırhlı piyadelerimize kadar ordumuza asker alamaz olduk.’’
’’ Askeri kriz içerisindeyiz Papa hazretleri. Osmanlı’yı Balkanlarda durdurabilecek iki devlet var. Bizans ve Sırp’lar.’’
’’Bizans’a sen devlet mi diyorsun? Osmanlılardan darbe üstüne darbe aldılar. Şimdi surlarının dışına çıkıp onlarla yüzleşecek cesaretleri yok.’’
’’Osmanlı topraklarıyla sınırı olan ve Edirne ile burun buruna duran Bizanslılar neden bu işi başaramasın ki?’’
’’İşe yaramaz generalleri oldukça, defalarca kuşatma yapsa da Osmanlıları durdurmaları biraz zordur.’’
’’Ama Bizans bir Ortodoks merkezi. Onların dinini kiliseye bağlarsak bir yönden emrimize almış oluruz.’’
’’Bu kadarı yeter. Bu konu hakkındaki görüşlerinizi kendinize saklayın saygıdeğer Hector’’
Kilise’nin sokak lambaları yanmış, akşam yüzü görünmüştü. Ayın gölgeliği Kilise’nin arka yüzünden vurmaya başladığı sıralar da Papa ve General Achelous dışarıya çıkarak ıssız sokakta yürümeye başladılar.
’’Ne güzel bir akşam değil mi Achelous?’’
’’Evet, Papa hazretleri. Bu şehrin akşam karanlığındaki manzarasını çok severim doğrusu.’’
’’Güzel bir manzarası var doğru. Şu dağın tepesini görüyor musun? İşte oradan tüm Roma görünür.’’
’’Biliyorum. Hatırlarsanız orada Keşiş Sergiao’ya suikast düzenlenmişti ve bu girişim başarısız olmuştu.’’
’’Evet hatırlıyorum. O gün orada İspanyolların piyade generali George Trewko’da vardı. Saldırıyı düzenleyen suikastçıyı o engelleyip öldürmüştü.’’
’’Çok sadık bir general doğrusu. Ülkesine doğru şekilde hizmet eden gerçek bir komutan.’’
’’Sizde öylesiniz Achelous. Şimdiye kadar emirlerim dışında yanlış bir şey yapmadın. Sizin gibi bir generale sahip olduğum için şanslıyım açıkçası.’’
’’Size hizmet etmek bir şereftir Papa hazretleri.’’
’’Gereken hizmeti sizden görüyorum zaten General Achelous. Aklıma takılan bir fikri sizinle paylaşmam gerek.’’
’’Tabiki de Papa hazretleri.’’
’’Sizin bu suikastçınız halen işini sağlam yapıyor mu?’’
’’Ezio mu?’’
’’Evet, adını unutmuştum şimdi aklıma geldi. Ezio... Evet, nerede bu genç?’’
’’Efendim. En son bir suikastta ağır yaralanmıştı. Şimdi beni sarayımdadır.’’
’’Büyük bir görev vereceğim. Kendisi yerine getirebilecek kadar iyileşebilir mi?’’
’’ Bununla ben ilgilenirim Papa hazretleri. Kendisi ile irtibata geçmeliyim.’’
’’Pekâlâ. Açıklamayı sana yapayım, görevi sen kendisine verirsen daha iyi olur.’’
’’Olur, Papa hazretleri. Hedefte kim var?’’
Gecenin karanlığında rüzgârın kesintisiz hızıyla beraber gelen boğuk seslerin içinden;
’’Şehzade Bayezid’’ dedi Papa.
’’Emredersiniz Papa hazretleri. Ezio bu işi memnuniyetle yerine getirecektir.’’
’’O bir İspanyol değil mi?’’
’’Evet, kendisi bir İspanyol’dur. Her zaman tek başına çalışır. Kendisine ’’Şahin’’ diyorlar. Eski soyluların giydiği süvari kıyafetinden giyer. Çok vahşi bir kişiliği vardır. Hedefine yaklaşarak etrafta bulunan diğer düşmanları yok eder ve hedef tek kaldığında sinsice işini bitirir. Halkımız arasında isyan çıkartanların çoğu bu adama kurban gitmiştir. Bileğinin arasında sakladığı kısa saplı hançeri tam bir suikast aracıdır. En son suikast girişiminde hedefi öldürdükten sonrasında üzerine çullanan onlarca adamın arasında kalıp sol kolundan kılıç darbesi yemişti. Bir aydır benim sarayımda dinleniyor. Bu işi halletmesi için kısa bir zaman daha gerekiyor Papa hazretleri.’’
’’Anladım. Demek çoğu isyancılar bu adama kurban gitmiş. Güzel... Bir an önce iyileşmesine bakın. Bize çok lazım olacak.’’
’’Emredersiniz Papa hazretleri. Peki, neden Şehzade Bayezid?’’
’’Şehzade Bayezid’i Balkanlar’da yeni bir tehdit olarak görüyorum doğrusu. Emrimizdeki deniz korsanlarını nasıl tepelediğini biliyorsunuz. Osmanlıların Balkanlar’daki sınır kalelerinin yarısından çoğunun Bayezid’e ait olduğunu da göz önünde bulunduralım. Her ihtimale karşı tahta Bayezid geçerse babası gibi hoşgörülü davranmaktan çekinip üzerimize gelir.’’
’’Sultan Murad bir dostluk siyaseti içerisinde. Onlara karşı bir tehdit oluşturmadığımız sürece kendisi kılını kıpırdatmıyor. Bu da bizim Balkanlar’da ki savunma gücümüzü arttırmamız için zaman kazandırıyor.’’
’’Evet. Zaman kazanmış oluyoruz. Ragusa’da ki kalelere asker ve silah yardımı yapıldı. Balkanlar’da sağlam bir savunma hattı kurmamız gerekiyor ki Osmanlıların bu savunmayı geçmesi imkânsız olsun.’’
’’Sırp’lar Osmanlı’nın himayesinde ki köylere yağmalama yapınca Sultan Murad sefer ilan etti. Balkanlarda’ki en büyük savunma kanadımız Sırplardır. Sırp Despotluğu elden giderse; Avrupa’nın kapısı Osmanlı’ya açılmış olacaktır. Sonrasın da büyük bir kâbusun içerisine girebiliriz. Bunu göz önünde bulundurmamız gerekir Papa hazretleri.’’
’’Ben bunu her zaman düşünüyorum. Osmanlıların sürdürdüğü bu savaş siyaseti bizi mahvetti. Kısa zamanda bir haçlı ittifakı kurmakta yarar vardır. Büyük bir ordu ile üzerlerine yürürsek; hiç değilse birkaç sene rahat yaşarız.’’
’’Diğer Katolik devletlerin bu olaya el uzatacağını pek sanmıyorum doğrusu. Fransız ve İngilizler dört yıldır savaştalar ve birbirlerini yok etmekle uğraşıyorlar. İspanyollar deniz korsanları ile uğraşmakla meşguller. Sicilyalılar da sahip oldukları dar ormanlarda ki yağmacılarla uğraşmaktalar. Bu halde bize nasıl askeri yardım verebilirler ki Papa hazretleri?
’’Osmanlıların yakın zamanda çıkacağı sefere karşılık bir haçlı ordusu oluşturmak şart Achelous. Keşiş Uranyus şuan da Fransa’da. Onunla irtibata geçerek Fransızlara haçlı ittifakı için teklifte bulunması için senin ilgilenmeni istiyorum.’’
’’Emredersiniz Papa hazretleri. Ayrıca Ezio ile konuştuğum da öncelikle kendisini İspanya’ya göndermekte fayda var. Ezio’nun; General Trewko ile arasının iyi olduğunu varsayıyorum. İspanyollar bu ittifaka katılırlarsa asker bakımdan kalabalık oluruz.’’
’’Osmanlıları Balkanlar’da durdurmak için büyük bir haçlı ordusu gerek. Sana güveniyorum Achelous. İyi haberlerini beklerim.’’
’’Emredersiniz Papa hazretleri. İzninizle ben sarayıma çekiliyorum.’’
’’ Tanrı seni korusun.’’
’’Vatikan; 5 Ocak 1389’’
Dev surların bitişiğinde bulunan büyük bir kalenin kapısın da iki atlı şövalyenin şüpheli bakışları dikkatini çekmişti. Sol kolundaki kılıç darbesinden dolayı oluşan yarayı diğer eliyle tutarak yavaş adımlarla şövalyelere doğru yaklaştı.
’’Ne işiniz var burada?’’
’’General Achelous’un iki seçkin muhafızıyız Ezio.’’
’’Adımı nereden biliyorsun?’’
Miğferinin kapaklarını çıkartarak yüzünü belli ettirdi.
’’Hector!’’
’’Evet Ezio. Asıl senin ne işin var burada. Zaten yaralısın.’’
’’Öyle bir çarşıya çıkmıştım.’’
’’Şehrin girişinde çarşı mı var?’’
Ezio bir anda kızardı. Asıl yapacağı şehir dışına çıkıp biraz dolaşmaktı. Lafı gevelemeye çalıştı ama başaramadı. En sonunda Hector;
’’Bence şehir dışına çıkıp etrafı dolaşmak istiyorsun değil mi?’’
’’Eee... Evet.’’
’’Sana eşlik edeyim istersen Ezio?’’
’’Beni bilirsin Hector. Ben yalnız çalışırım.’’
’’Hahaha. Sırada ki hedef kim?’’
’’Bunu söyleyemem.’’
’’Hadi ama dostum. Aramızdan su sızmaz bilirsin.’’
’’Benimle gel.’’
Hector; Ezio’nun neyin peşinde olduğunu öğrenmek için sabırsızca hareket ediyordu. Şehrin dışına çıktıkların da bir dar patika yola saptılar. Ezio hiç konuşmadan yürümeye devam ediyordu. Kolundaki ağrı git gide artmış ve kanamaya başlamıştı.
’’Yol biraz uzun Hector. Gün batımında orada oluruz.’’
’’Bu kadar uzağa gitmek tehlikeli değil mi dostum?’’
’’İşte bu yüzden yalnız çalışıyorum.’’
’’Farkındaysan güneye gidiyoruz. Orada ne bir köy ne de bir şehir var.’’
’’Evet. Orada bir dağ var. İşte oraya gidiyoruz.’’
’’Ezio. Orada korsanların bölgesi bulunuyor. İstersen geri dönelim?’’
’’Sen istersen dön Hector. Ne yapmaya çalıştığımı öğrenmek isteyen sensin. Kararından vazgeçiyorsan geri dönebilirsin.’’
’’Hayır. Sadece öneride bulundum dostum.’’
’’Ben önerileri pek sevmem doğrusu.’’
Bir süre konuşmadan yürüdüler. Korsanların bulunduğu bölgeye girdiklerinde Hector biraz korkmaya başlamıştı. Elini kılıcında hazır tutarak ilerliyordu. Giydiği İspanyol şapkası onu gerçek bir şövalye gibi göstermeye yetiyordu. Ezio; İspanya’da çıkan bir isyanda Hector’u kurtarmış ve orada tanışmışlardı. Bir müddet Ezio ile dağlarda vakit geçirmesi ona savaşçı olma hırsı vermiş ve Vatikan’a geçerek General Achelous’un emrinde bir kara şövalye olmuştu. Hatta bir keresinde dağda bulundukları sürede korsanların baskınına uğramışlar ve Ezio on dört kişiyi tek başına devirmişti. Kullandığı kısa baltası ile çevik hareket eder ve düşmanını şaşırtıcı hareketlerle öldürürdü.
Darağaçların bulunduğu kısa bir patika yola girdiler. Bir müddet daha yürüyünce önlerine yontma ağaç kollarından yapılmış bir kulübe çıktı.
’’İşte geldik Hector’
’’Burası neresi Ezio? Bu kulübede neyin nesi böyle?’’
’’Burası benim evim.’’
’’Yüce İsa adına. Burası resmen çöp yuvası.’’
’’İçeri gel hadi.’’
Kulübenin içerisinde ufak bir ateş yakacak bölme vardı. Ezio dışarıdan getirdiği odunlar ile ateş yaktı. Kulübe iki odalıydı ve diğer odanın kapısı bile vardı. Hector gözlerini kapıya çevirdiğinde bir mandal ile kilitli olduğunu gördü. Ezio ’ya dönerek;
’’Diğer oda biraz gizli galiba?’’
’’Hayır, sadece özel eşyalarım var. Silah ve kıyafetten başka bir şey yok. İstersen göstereyim.’’
’’Benim için uygun. İçimdeki merakı henüz yenemedim doğrusu.’’
Ezio ile beraber kapıyı açtıklarında Hector etrafa göz atmaya başladı. Birkaç parça kıyafet 2 çift çizme, 1 tane İngiliz kılıcı ve bir tane de İspanyolların kullandığı çelik kalkandan başka bir şey yoktu.
’’Merakını yendin mi Hector?’’
’’Evet dostum. Bulunduğun yer çok gizli. Üstelik korsanların olduğu bir bölgedesin. Burada hayatı nasıl yaşıyorsun anlamıyorum.’’
’’Hahahaha. Yalnız çalışmak böyle bir şey Hector.’’
’’Haklısın dostum. Ben bir kara şövalyeyim ve hala birilerinin emrindeyim. Doğrusunu söylemek gerekirse bu hayat bana sıkıcı gelmeye başladı.’’
’’Hayat senin Hector. Dilediğin gibi yaşamakta hakkın var.’’
’’Haklısın ama ben hayatımı nasıl değiştirebilirim ki?’’
’’Sen bir savaşçısın. Başkalarının emrinde olmadan tek başına da bu işi yapabilirsin?’’
’’Senin gibi bir suikastçı mı olmamı istiyorsun?’’
’’Hayır, benim gibi olmak şart değil. Ama benim hayatım gibi yaşamak istiyorsan emir almana gerek yok.’’
’’Fena fikir değil aslında Ezio. Ama bir suikastçı olmak kolay bir şey değil.’’
’’ Suikastçı olmak kolay değil evet. Bunu öğrenmek istiyor musun?’’
’’Elbette isterim Ezio. Bir suikastçı olmak ve farklı bir yaşam tarzı seçmek daha iyi olur.’’
’’İlk önce General Achelous’un emrinden çıkmalısın ki sana bir suikastçı olmayı öğretebileyim.’’
’’O kolay bir mesele ama General peşime askerlerini takarsa ne olacak? Biliyorsun bir kara şövalyenin efendisinden ayrılması ona ölüm cezası getirtir.’’
’’İşte suikastçı olmakta ilk hedeflerin bunlar olacak. Bir yandan yeni yaşantının etkisini arttırırken, bir yandan ilk suikast görevini yapmış olacaksın.’’
Kulübede zaman su gibi akıp gitmişti. Akşam karanlığıyla gökyüzünü donatan yıldızlar, hafif rüzgârın etkisiyle ıssız görünümünü ortaya seriyordu.
Hector, yaşantısını değiştirmek, Ezio gibi olmak ve onun gibi gerçek bir suikastçı kılığına girmek istiyordu. General Achelous ile araları çok iyi olmasına rağmen bu konuda tam kararını vermiş ve General’in huzuruna çıkarak emrinden istifa ettiğini açıklamıştı. General hiç bir şey demeden kabul etmiş ve bir an önce madalyasını bırakıp sarayından çıkmasını söylemişti. Hector saraydan uzaklaşırken Achelous arkasından iki muhafız birliği göndererek tam deniz yoluyla kaçmaya çalışırken yakalanmış ve ağır işkenceler sonunda boğazına kılıç saplanarak öldürülmüştü.
’’Günden Güne...’’
’’Bre ağalar kuşanın şu kılıçları da bir cenge tutuşalım.’’
Ağarmış saçları ve simsiyah sakalı ile görünümü ürkütücüydü. Bozdağlı derlerdi O’na. Kılıcına ve vatanına sadık bir babayiğitti. Babası Çirmen muharebesinde şehit düşmüştü ve harp yerini gezerken ağabeyi kılıcını bulup onu sahiplenmişti. Şimdi o kılıç belinde takılıydı ve her an düşmanı devirmeye hazır konumdaydı. Kendisi bir Kıdemli Karatuğdu. Çok saygıdeğer bir insan olmasına rağmen ordu yönetiminde disiplinli davranırdı. Verilen emirleri yerine getirmeyenlere ağır cezalar verirdi. Bu yönetim anlayışı ordunun kararlılığını daha da arttırıyordu. Bu yüzden Murad Han Bozdağlı’yı çok severdi. Adımlarını her daim hızlı atardı. Çevik davranır ve nerede ne zaman nasıl hareket edeceğini iyi bilirdi.
’’İstediğin cenk olsun bre Bozdağlı’’
’’Savur bakalım şu keskin baba yadigârı kılıcını da görelim!’’
’’Bir kılıç değil bin kılıç gelse pes etmem!’’
’’Savur bre Bozdağlı. Savur!’’
’’Al bu bir... Al bu iki...’’
...
Sultan Murad; emrindeki 65 bin kişilik askerle beraber Edirne’den yola çıktılar. Ordunun büyük çoğunluğu karatuğlardan oluşuyordu. Ayrıca Anadolu askerleri, Osmanlı ile dost olan yabancı ülkelerin gönderdiği zırhlı atlı süvariler ve kıdemli okçu birlikleri de vardı. ’’Ya Allah, Ya Bismillah’’ diyerek Edirne kapıları açıldı. Sultan Murad kahverengi atının üzerinde en önde çıkarak ağır adımlar ile yola koyuldular. Çıktıkları ilk günün gecesinde şiddetli yağmur bastırmıştı ve bulundukları yer de kamp kurmaya müsait değildi.
’’ Aman efendimiz bu ne yağmurdur. Allah’a şükürler olsun.’’
’’ Hamdolsun Rabbime, lakin bir an önce sığınacak bir yer bulamazsak çoğu malzememiz telef olacak.’’
’’Bataklığın içerisindeyiz Hünkârım. İki bölük askerimiz yiyecek ve mühimmatlarımızı korumakla görevlendirildi. Yağmur etkisini yavaş yavaş kaybediyor ama gece karanlığında ordumuz dinlenir iken ummadık bir yağmur gelirse toparlanamayız Hünkârım. İlk günden risk almayalım diyorum.’’
’’ Ordunun ön saflarından öteye bataklık bitmiyor mu Lalam?’’
’’Hayır Hünkârım. Yol boyunca bataklık mevcut.’’
’’Allah yardımcımız olsun. Gereken tedbirleri alınız.’’
Bayezid; otağının hemen dışında alev alev yanan ateşin kenarına oturmuş o ıssız bataklık dolu sakin ovayı izliyordu. Sağ ve sol kanatlarında geniş kayalıkların ve yamaçların bulunduğu dağlar vardı. Babası ovanın orta yerinde hafif bir yükseltiye otağını kurmuştu. Kendisi arka saflardaydı ve bütün orduyu rahatça görebiliyordu.
’’Şehzadem! ’’ diyerek hızla birisinin kendisine doğru geldiğini gördü. Bu Mehmet’ti.
’’ Ne istiyorsun karatuğ?’’
’’ Efendim; ön saflardan biraz ayrılarak ileri yamaçlara doğru çıktım. Kuzeyimize bakan dağların arka tarafında bir ormanlık alan vardır. Ordumuzu oraya çekebilirsek bataklıklardan kurtulmuş oluruz.’’
’’ Gidip bir bakalım. Eğer uygun bir yer ise kampta kurarız. ’Sonra sesini biraz yükselterek ’’Bozdağlı! ’’diyerek bağırdı.
’’ Emredin Şehzadem’’.
’’ Koş babama haber et kamp kuracak uygun bir alan bulduğumuzu bildir.’’
’’Emredersiniz Şehzadem’’ diyerek hızla oradan ayrıldı. Bayezid gecenin sisli havasında ordugâhı iyice bir gözden geçirdi. Bir süre etrafı seyrettikten sonra babasının bulunduğu mevkiye kaydırdı gözlerini. Her şey sakin görünüyordu. Henüz Osmanlı topraklarında olmalarına rağmen doğacak muhtemel tehlikelere her zaman gözü açık duruyordu. Az sonra Bozdağlı geri döndü.
’’ Hünkârımız gereken izni verdi şehzadem. Emirleriniz nedir? ’’
’’ Gidiyoruz. ! ’’
Bayezid yanında Mehmet, Bozdağlı ve bir kaç askerle beraberinde kuzeye doğru sarp yamaçlara tırmanmaya başladılar. Gecenin ıssızlığında rüzgâr etkisini kaybetmiş ve yağmur durmuştu. Fakat ordunun bulunduğu alan bataklıktı ve güvenilir bir bölgeye geçmeleri gerekiyordu. Mis gibi yağmur kokan kayaların arasından geçerken Şehzade Bayezid Mehmet’e;
’’ İsmin nedir karatuğ?’’
’’Mehmet’tir Şehzadem.’’
’’ Böyle bir şey yapmakla iyi ettin. Eğer göreceğimiz yer güvenli ise orduyu oraya çeker bu geceyi orada geçiririz. Yarın sabahta ilk işimiz yolumuza devam etmek olur.’’
’’Şehzademiz ne derse o olur’’
’’Babanın adı nedir ?’’
’’ Kurt Ali derlerdi babama. Çirmen muharebesinde omuz omuza savaştığı karındaşı ile şehit düşmüş.’’ Bir anda arkadan bir ses kükredi.
’’ Ne dedin sen! ’’
Bunu diyen Bozdağlı’ydı. Gözlerinden anlaşılacağı gibi şaşırmıştı. Öylece Mehmet’e bakıyordu. Mehmet sanki adamın bir an kendine saldıracağını zannederek elini kılıcına dayadı. Bayezid bu hareketi görür görmez Mehmet’in elinden tutup çekti.
’’ Ne oldu kardeş’’ dedi Mehmet.
’’ Bir şey olduğu yok kardeşim. Koyun Hisar muharebesinde şehit düşen babanın; yanında çarpışan adamın kim olduğunu biliyor musun? ’’
’’ Evet biliyorum. Lakin pek tanımam çünkü harp olduğunda ben 3 yaşında idim.’’
’’Ben 4 yaşında idim. Sen O olmalısın? Kurt Ali’nin oğlu Mehmet?’’
’’Evet, ben O’yum da sen kimsin? Simanı çıkaramadım.’’
Miğferinin arasından gözlerini kapatan ağarmış saçlarını eliyle yana kaydırarak yüzünü belli ettirdi.
’’Ben Aslan boğan Batur’un oğluyum. Babam evvel senin baban ile iki karındaşmış ’’
Mehmet birden irkildi. Gözlerine inanamıyordu. Can dostları şuanda burada aynı yerdeydi. Bozdağlı’nın yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. Mehmet rüzgârın etkisi ile buruşmuş dudakları ile aynı gülümsemeyi gösterdi. Şehzade Bayezid olanları dikkatlice izlerken;
’’ Artık bu kucaklaşma merasiminiz bittiyse yolumuza devam edelim diyorum karatuğlar’’
’’Affediniz Şehzadem. Bir an dalgınlık. Yıllar sonra karındaşımla beraberim. Şükürler olsun.’’
İki kardeş omuz omuza girmiş şehzadenin önünde yürüyorlardı. Bayezid bu olanlar karşısında sert ve ciddi yüzü bir an yumuşayıverip gülümsemişti. Nihayet dağın tepesine vardılar. Bayezid bir kayanın üzerine çıkarak ormanlık alanı gözleriyle iyice bir süzdü. Rüzgâr yeniden hızını arttırmıştı ve ormanlık alandaki ağaçlar birbirine kenetlenircesine çarpışıp duruyorlardı. Bu tekrardan yağmur yağacağı anlamına geliyordu.
’’ Alandan endişe duymam Bozdağlı. Sence ne dersin uygun mudur ?’’
’’Bana tehlikeli bir yer olarak gözükmedi Şehzadem. Bence uygundur.’’
’’ İki askerimizi gönderelim. Babama haber versinler. Orduyu buraya doğru çekelim.
İki asker oradan hızla ayrılarak Hünkârın huzuruna geldiler. Durumu izah ettikten sonra Murad Han beylerine emir verdi. Ordu hızlı adımlarla yamaçlara doğru tırmanmaya başladı...
’’ Bir Gün Sonra; Sofya Yakınları’’
’’Sence ne dersin işe yarar mı karındaşım ?’’
’’Yaramaz olur mu avcılıkta iyiyimdir .’’
’’Şu çalılıkların ardına saklanalım o zaman. Lezzetli bir öğlen yemeği bizi bekler’’
Bir süre sonra bir alageyik belirdi. Geyik hiç bir şeyden habersiz az sonra düşeceği tuzağın farkında değildi. Çalılıkların arasından aniden fırlayan bir uzun menzilli ok geyiğin karnına saplandı ve havyan olduğu yere yığıldı.
’’Helal sana karındaşım. Hiç vakit kaybetmeden yüklenelim şu geyiği arkadaşlar bizi bekler.’’
’’Söylemiştim sana iyi ok atarım diye değil mi? ’’
’’ Haklısın, bir gün bana da öğretirsin. Lakin benim bildiğim tek şey kılıçla boyun vurmak’’
’’ Onuda sen bana öğretirsin bre karındaşım’’
’’Öğretirim yahu. Şu midemizi bir dolduralımda ’’
’’Eee karındaşım, görmeyeli bayağı bir değişmişsin.’’
’’Öyledir Bozdağlı. Anam ben on birinde iken Hakkı rahmetine kavuştu. İdris Paşa’nın yanında gönüllü piyade idim, şimdi karatuğ rütbesine yükseltildim ve Timurtaş Paşa’nın yanındayım. Yahu hele sen beni boş ver sen nerelerdeydin bu zamana kadar?’’
...
’’Ordunun gidişatı hakkında ne düşünürsün Lalam ?’’
’’Hünkârım, gidişatımız şuanda çok iyi. Yerinde ve zamanında hareket ediyoruz. Haçlılarla tahminen Kosova yakınlarında karşılaşacağız gibi görünüyor. Ordu ile aramızda yirmi günlük mesafe var.’’
’’ Eğer o Haçlı bozuntuları benim topraklarıma el kaldırırsa olacakları kendileri düşünsün. Açıp bir okusunlar bakalım, Osmanoğullarına başkaldıranın sonu ne olmuş !’’
’’Haklısınız Hünkârım lakin bunların maksadı içki, eğlence, kumar, toprak, fitneciliktir.’’
’’Doğru söylüyorsun. Harp meydanına gelince de yiğitliklerini gösteremiyorlar. ’sonra lafına devam ederek şu duayı ekledi.
’’ Ya Rabbi beni böyle cihanda rezil edip, Ümmeti Muhammed’in perişanlığını göstermeden canımı al’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.