HOLLANDA'DA BİR BOZKURT UÇMAĞA VARDI!..
-------------------------------------------------------------------------------------Ülküdaşım Ali CERİT’in aziz hatırasına!
Nisan yağmurlarının bereketli toprakları sulayıp, meyve ağaçlarının rengarenk çiçeklerinin tabiata gülümsediği, kuşların yeni yuvalarını yapmak için bir birleri ile yarış edersecine harıl harıl çalıştığı, yeni nesillerinin hayata kazandırılmasına ramak kala enerjilerini seferber ettiği, kelebeklerin bahar sevinci ile kanat çırptığı, kırlarda papatyaların, lalelerin, gelinciklerin yüreklerimizi ısıtan güzelliklerinin serpiştirildiği, ırmakların, nehirlerin coşkuyla denizlere akın ettiği, kış uykusundan dinlenmiş olarak uyanıp baharın serin gecelerinde huşu içinde salınan dalların, yeşile boyanmış yaprakların doyumsuz keyiflerini düşlerken zıpkın gibi gelen bir haber ile yığılıp kaldım oturduğum koltukda... Yanar dağların volkanı patladı ve içime kızgın lavları aktı! Şiirlerimin mısraları hüzne bulandı, nefesim daraldı, gözlerim sonsuzluğun derinliklerine uzandı!..
Gözlerim bir kerecik olsun mutlu haberleri ararken internette yine yüreğimin paramparça olacağı bir haberle irkildim, donup kaldım odamın yalnızlığında. Ne diyeceğimi, kime, nereye nasıl sesleneceğimi bilemedim! Yutkundum, gözlerimdeki ışıltı gücünü kaybederek karardı önüm! Kalkıp odamdan çıkmak, sokaklarda bozkurt gibi haykırmak, Tanrı dağlarına seslenmek, Turan coğrafyasında yağız at gibi bir uçtan bir uca dört nala koşmak istedim. Lakin dizlerimin bağının çözülfüğünü hissettim, O yiğit gücü kendimde bulamadım. Hayallerimle seyr-ü sefer ettim oraları... Sey ırmağını, taklamakan çölünü, Ötüken’in bakire ormanlarını, yaylaklarını, Tuna nehrini, Kırım’ı, Anadolu’yu, öksüz Türkistan’ı dolaştım coşkuyla. Fakat yine de yüreğimin sancılarını dindirecek bir teselli bulamadım oralarda...
İçim yanıyor alev alev!
O acı haberi sayfasında paylaşan genç yiğidimiz Muhammet; Almanya’da bir ülküdaşımızın vefat haberini duyuruyordu. İsminide yazmıştı.
Ali Cerit!
’Almanya’da da böyle bir isim vardır. Belki isim benzerliğidir’ diye Muhammet’e yazdım ve ekledim. ’Benim kırk yıllık arkadaşım, ülküdaşım Ali Cerit Hollanda’nın Dordrecht şehrinde’ Sonra Muhammet yazımı okuyunca ’ Evet abi; Hollanda’dan Ali abi. Sen haklısın’ dediğinde kaynar sular tepemden aşağı döküldü o an! Ne yapacağımı şaşırdım. Kendimi az da olsa toparlar gibi yaptım. Rotterdam şehrinde ikamet eden, ömrünü ülkü ocaklarında geçiren ülküdaşım Muammer Bilgiçli’ye mesaj yazdım olayın doğruluğunu veya yanlışlığını teyid için.
Muammerden sabırsızlıkla cevap beklerken daha önce konuşmalarımızı hatırlayarak kendi kendime teselli vermeye çalışıyordum.
Çok zaman geçmeden malesef durumu oda doğruladı. İşten yeni geldiğini belirterek; ’Üstad bende biraz önce duydum, malesef!’ derken ona yazmakta o kadar zorlandım ki...
Muammer daha geçen hafta yanına gitmişti ve ziyaret fotoğrafını paylaşmıştı Ali Cerit ülküdaşımızla. Ona
Ali’nin durumunu sormuştum. Çok iyi olduğunu deyince çok sevinmiş ve hemen o an Ali’ye telefon etmiştim. Telefonu çalmasına rağmen almamıştı. Bir kaç tekrarladım aramayı, yine açmamıştı telefonu. Sanırım uyumuştu. Ertesi yine aradım, yine ses yok! Endişelenip Muammer ülküdaşıma tekrardan sordum durumunu. İyi olduğunu, rahat konuştuklarını tekrarladı Muammer.
Aradan bir kaç gün geçmişti ki acı haberi duyacaktık! Karaciğer yetmezliği ile hastahanedeydi. Karaciğerinin yetmezliğine yenik düşen ülküdaşım son nefesini noktalıyordu hastahanede... Acı haber Hollanda’ya, Avrupa’ya ve ülkemize dalga dalga yayılıyordu. Herkes şoktaydı!
O bir yiğitti. Uzun boyu, çatık kaşları, kurt bakışları ile yürüdüğü yolları titretirdi. Konuşmaları karşısındakileri heyecanlandırırdı yüreğindeki dopdolu heyacanı ile... Hollanda’ya adım attığından beri yaşadığı şehirde her zaman ve çetin şartlarda fırtına gibi esmiş, ülkü sancağını elinden düşürmeden ta zirvelere taşımış, hiç bir menfaate, çıkarlara uşaklık etmeden başbuğumuzun çizdiği yoldan son nefesine kadar yürümüştü. Kimseden ne korkusu, ne de çekincesi vardı! Turan ülküsüne yürekten bağlı, Ülkü Ocağına aşık, Türk gençliğine hedefleri gösteren bir ağabeydi. Memlekete izine gider ama o eller gibi tatil için değil; davasını köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir anlatmaya giderdi. Erciyes Kurultaylarını asla bırakmadan her yıl orada ülkü sancağını dalgalandırdı dava arkadaşları ile... Kış kıyamet demez, gücünün yettiğince davasını savunur, her türlü oyunların döndüğü, fırıldakların çoğaldığı şu zaman da bile duruşundan zerre bir şey kaybetmedi. Hakka yürürken: ’Kanımız aksada, zafer islamın!’ dedi.
Çarşamba günü (20 Nisan 2016) saat 18’e doğru ebedi hayata göç ederken Lahey’de gökyüzü gözyaşını boşaltıyordu benimle birlikte... O gün içimde derin bir sıkıntı vardı ama nedenini bir türlü çıkaramıyordum. Zaten ne zaman içim daralsa mutlaka bir yakınımı, dava arkadaşımızı, vatan evlatlarını kaybettiğimin habercisidir! İşte Ali’mizin uçmağa vardığı günde bende bir hal vardı. Gönlüm küskün başlamıştı güne. Meğerse; canımzıda can bildiğimiz Ali’miz sessiz, sedasız aramızdan ayrılacak, Dordrecht şehrinde kuşlar susacak, güller, çiçekler solacak, ülküdaşlarının ağıtları arş-ı alaya ulaşacaktı!
21 Nisan 2016 Perşembe günü büyük fedakarlıklar yaparak arkadaşları ile birlikte satın aldıkları kiliseyi ÜLKÜ OCAĞINA ve bir kısmınıda Camiye çevrilen Dordrecht’teki TÜRK’ÜN OTAĞI’NDAN naaşı kalkacaktı. İşlerimi saat 12’ye kadar hallettikten sonra düştüm yola. Aksine o günde kızım Ülkü’nün doğum günü vardı, bu acı arasında unutmuşum. Küçük prensesim Ayşegül’ümün telefonuma msj atması ile uyanabildim. Gerken mesajı iletirken ’Kızım özür dilerim sizlerden; bugün acı günüm. Arkadaşım Ali ağabeyiniz vefat etti, onun cenazesine gidiyorum, yoldayım. Akşama eve uğrarım’ diye cevap verdiğimde kızlarımda çok üzülmüşlerdi. Ben dalgın dalgın kilo metreleri arabaya yedirirken saat 13.30 varabildim teşkilatımıza...
Mahşeri kalabalık!
Teşkilat görevlilerine başsağlığı dileyip masaları ve avluyu dolaşırken kimleri görmedim ki?! Yıllar önce; 40, 35 yıl önce çıvgın dönemlerimizde teşkilatların kurulması için çalışmalar yaptığımız arkadaşlarımın bazılarıda oradaydı. Her biri ile kucaklaşıp, gözyaşlarımızı mendillerimize sakladık. Genel başkanımız Murat Gedik bey ve yönetim kurulunun tümü, diğer şehirlerin eski ve yeni teşkilat başkanları, yönetim kurulu üyeleri hepsi oradaydı. Federasyonumuzun eski genel başkanlarından Sivas’lı gardaşım Hikmet Yıldızeli, Lahey teşkilatımızın tüm üyeleri ve daha önemlisi Lahey teşkilatımızın emektarlarından, benim de can ülküdaşım, her teşkilatlanmalarda yanıbaşımda olan, dergi çıkartığımız yıllarda gecesini gündüzünü feda eden, vefalı gardaşım Murat Özyiğit’in rahatsızlığına rağmen orada olması ne büyük gurur vericiydi benim için... Ömrünü Türk Ülküsüne vakfetmiş bir öğretmenimizdi Murat Özyiğit hocamız. Şairliğini daha demedim! Avrupa’da onun gibi milli şiirlere imza atacak nadir şairlerimiz arasında bir numaradır o! Ali ile yıllardır birlikte kader birliği yaptılar. Bir eli kanda da olsa gelirdi zaten... İnanmış, çıkarları ters yüz eden, liderine, teşkilatına bağlı insanlar böyledir hep!
Teşkilatın avlusunun giriş kısmına konulmuştu tabutu Ali’mizin. Uğruna ölümü göze aldığı ALBAYRAĞA sarılı tabutu gözlerimin önündeydi. Ona öyle derin derin bahtım ki; Hollada’daki Ülkücü Hareketin kırk yıllık birlikteliğim gözlerimin önüne mıh gibi saplanıp kaldı. Acı tatlı hatıralarımız taptaze canlandı gözümde... Daha dün gibi haykırışları kulaklarımdaydı Ali’nin. Yürüyüşlere en öndeki saflardaki haykırışları, heyacanlı konuşmaları yüreğimi hoplattı yeniden... Halsiz düşüme can getirdi yeniden eski hatıralar canlanırken gözümde.
Ali Cerit ülküdaşım; Hollanda’daki ülkücü hareketimizin önemli mihenk taşlarından biriydi. Sarsılmaz imanı, vakurlu duruşu nice nice kravatlı okumuşlardan daha sağlam, yiğitçe idi. Bütün toplantılarımızda, kurultaylarımızda onu en önde görmemizde gözlerim aşinaydı. Onsuz toplantılarımız olmazdı. Oniki Eylül’ün en zalim dönemlerindeki heyacanı, memleketteki ülküdaşlarımıza yapılan işkenceleri duyduğundaki tedirginliği ve öfkesi, vicdanını Amerikaya pazarlamış, şerefini bir kenara bırakmış apoletli alçakların tehditlerine aldırış etmeden davasına sımsıkı sarılan arkadaşlarımızdan biriydi o! Başbuğumuzun içeride yattığı yıllarda öfkesi tavan yapar ’Başbuğuma bir şey yapsınlar o kışlayı başlarına yıkarız’ derdi. O denli Türk duruşlu, Kürşat yürekli ülkücü bir YAVUZDU!
Hollanda’daki federasyonumuzun yapılanmasında büyük katkıları olmuş, kilometrelerce yolları Allah rızası için aşarak faaliyetlere iştirak ediyordu. Zaman zaman Lahey’e yanımıza, ocağımıza gelir fikir alışverişinde bulunurduk onunla. Yüreğindeki heyacanını dışa vurumu bizleride aynı heyacanı tattırır, coşku ile yoplantılarımız sona ererdi. Bunlar yetmiyormuşcasına maddi yönden de varını yoğunu davanın yoluna harcardı. Maddi çıkarlara kendini kaptırmış, Başbuğa ve hareketimize baş kaldıranların cibilliyetsizliklerinden tutunda; ülkemizi paramparça etmeye yönelik hareketlerin içine kayan, hareketimizi ANAP’ın başındaki Turgut Özal’a pazarlayanlara düzbastı giderdi. Başbuğumuzun özel olarak güvenip görevlendirdiği kişilerin ipi kopuklarla işbirliği etmelerine asla tahamülü yoktu. Fırsatını bulsa onlara kendi elleri ile cezasını verecek hiddete büründüğü olduğunda teskin etmeye çalışırdım. ’Gardaşım, her şeyin bir sırası gelecek! Sen tatlı canını bu şerefsizlerle üzme’ derdim.
Dordrecht şehrinde bir yıldız gibi, hatta tabiri yerindeyse 9 ışık gibi parlayan Türk’ün uç beyi idi Ali’miz. Tüm cabaları ile o şehre koca bir külliye kazandırmıştı ülküdaşları ile birlikte. Fakat ne hikmetse ülkücülerin otağında eskisi gibi yine birilerinin reklamı yapılması, onlara sempati beslenilmesi canını en çok sıkan konulardı. Gerçekten de öyleydi. Türk-İslam ülküsünün ışığında kurulan ocaklarımız zaman zaman ülkemizi yok olacak noktaya getiren gürühun başlarının, hırsızların, namussuzların taraftar bulması olacak şey değildi. Bir ülkücü; ülkücü olmayan bir kuruluşa gittiğinde bilge liderimiz Devlet Bahçeli beyi anmaya kalksa, yaka-paça dışarı atılırdı. Lakin kendi ocaklarımızda bize küfredenleri hoş görü ile bakanların olması normal bir durum değildi. Ali gardaşım işte bu duruma içerliyor, bazen benimle bu konuları tartışarak çözüm yolları bulunması gerektiğini söylerdi. O nedenle bazı arkadaşlarımızla dargın düşmüş, başbuğumuzun çizgisine ters düştüler diye muhalif etmesine arkadaşlarımız kızıyordu. Ali’mizin elbette haklı yönleri vardı. Onu anlayacak, teskin ederek gerekli açıklamaları genel başkanımız yapmasına rağmen birilerinin ona yanlış bilgiler vermesi aradaki buzların çözülmesine engel teşkil ediyordu...
Bazı durumlara muhalif olmasına rağmen Federasyonumuz onu davamıza karşılıksız hizmetlerinden dolayı plaketle ödüllendirmişti. Mesela ben; 40 yılımı Hollanda’daki ülkücü harekete vermeme rağmen,Federasyonumuzun kuruluşunda ve öncesinde bilfiil aktif görevler almama, Türk Federasyon’un genel sekreterliğini üstlenmeme, Hollanda Türk-İslam Vakfının, Hilal Cenaze Fonunun kurulmasında öncü olmama, bir çok kuruluşlarımızda, çıkarılan dergilerimizde öncülük eden, karşılıksız çalışan ve bir milim dahi Başbuğumuzun ve liderimin çizgisinden ayrılmama rağmen bana çok görülen plaketin verilmediğini, bu garip ülkücü Zafer’e görüldüğünü söyleyerek ’Bak Ali’m; sen benden daha çok şanslısın. Muhalefet olmana rağmen Federasyonumuz sana ödül veriyorsa bunun kadrini, kıymetini bil gardaşım. Bak bana, ses çıkarıyor muyum hiç? Bizler birirleri hoşnut olsun diye ülkücü değiliz ki!’ diyerek onu birilerinin tuzağından kurtarmaya çalışıyordum. Çok iyi niyetli, saf, dubduru bir ANADOLU BEYEFENDİSİYDİ ALİ’MİZ! Asla yanlış düşünmedi. Tek gayesi vardı onun; davanın zafere ulaşması!..
Turan ülküsü ile yanıp tutuşurken; Turan topraklarını gezip görmeyi, Bilge Kağan başbugumuzun Bengü Taşlara vurduğu Türk yasasını görmeyi, elleri ile dokunmayı, öz alfabemiz Göktürk yazıtlarını tanımayı çok arzulamıştı. Hele boz bir at sırtında Ötüken vadilerini dolaşıp, sey ırmağında atını sulamak, Tanrıdağları eteklerinden kır çiçekleri derleyip sevdiceğine sunmaktı bir kez olsun. Ömrünce hep bu heyacanı yaşadı. Uzak yerlerden; Doğu Türkistan’dan, Altaylardan, Kırım’dan bir Türk soydaşı yanına gelse her dakikasını ona seferber eder, elindeki tüm imkanları ayağına seren vefalı bir Türk’tü Ali’miz.
12 Eylül olduğunda teşkilatlarımız az da olsa sarsıntıya uğramıştı. Lahey’deki üç katlı Hufkade (hoefkade) caddesindeki binamızda yapılan toplanda takip edilecek stratejiyi tesbit ederken Ali ülküdaşımız konuşurken yüreğindeki heyacanı unutmam mümkün değil. Her konuşmasında rahmetli Başbuğumuzun ve zindanlardaki ülküdaşlarımızın mağduriyetlerine elzem çareler bulmamız için çırpınır dururdu. Diğer teşkilat toplantılarını aksattığına hiç rast gelmedim. Benim gidemediğim toplantılarda bile o vardı. Allah’ın rızasını kazanmaktan başka gayesi olmayan yürekli bir ülküdaşımızdı Ali’miz.
Bu düşüncelerle geçen yıllarımız gökyüzündeki yıldızlar gibi birer birer kayarken öğlen ezanı okunuyordu. Abdestimi alıp camiye girdiğimde adım atacak yer yoktu. Ülküdaşımın ne kadar çok seveni varmış onu uğurlamaya gelen. Cami içinde yer bulmam mümkün görünmüyordu. Caminin arka tarafında kadınlar için ayrılmış bölümde zar zor bir yer bulup oturdum. İmam vaazını bitirip duaya başlamıştı. Eller Allah’a açılmış, yapılan duanın kabulüne hep bir ağızdan ’amin’ diyorduk. Hocamız, Ali’miz için sözler söylerken adeta kendimden geçecek oldum. Hıçkırıklarım düğümlendi, gözlerimden yaşlar boşaldı boşalacak! Üzerime bir halsizlik çöktü yığılıp kalacaktım orada. ’Yarabbi ne zormuş yiğit bir ülküdaşımızdan ayrılmak, sen bize sabırlar ihsan eyle’ diyebildim içimden.
Öğlen namazını eda edip derneğin avlusunda bizimle vedalaşmayı bekleyen Ali Cerit ülküdaşımızın yanına gittik. Huşu içinde bizi dinliyordu. Güller içinde, albayrağımızın kokusunda bizi süzüyordu. Tebessüm ile bizlere, vefalı ülküdaşlarına derinden selam veriyor gibiydi. Tabutta bile duruşu Bozkurtca, mertçeydi. Camideki cematın hepsinin orada olduğunu gören imamın gür sesi duyuldu.
’ Değerli cemaat; cenaze namazı için saflarımızı düzeltelim’ dedikten sonra cenaze namazının tarifini yaparak tekbir getirdik.
Namazın ardından dua ve imamın Ali’miz için helallik istediğinde hep bir ağızdan:
’Hakkımız Ali ülküdaşımıza helaldir’
Gür sesimizle seslenirken yer gök inliyordu. O kadar çok hatıralarımız geçmişti ki ülküdaşımızla. Ömrü vefa etmedi. Aslında daha göreceği muştulu günlerimiz olacaktı ve hep birlikte eskisi gibi ’ Çırpınırdı Karadeniz Bakıp Türk’ün bayrağına, Çankaya’nın yokuşunda balam Asyanın BOZKURTLARI’ marşlarını birlikte haykıracaktık!
Olmadı işte... Allah ömrünü buraya kadar vaad etmişti. Onu Başbuğlarımızın, Peygamberimizin, şehit ülküdaşlarımızın yanına uğurlamanın ve geçmişte yaptıklarının gururu ile tabutuna el veriyor, omuzluyorduk. Cenaze arabasına konup yanına vardığımda ne diyeceğimi yutkunurken sadece elimi tabutuna koydum ve ona seslendim!
’Ali ülküdaşım, Allah cenneti ile müjdelesin seni. Senin yapmaya zaman bulamadığın şeyleri biz yapacağız. Ne davaya, ne ülkü sancağına ne de başbuğumuzun çizdiği yolu başkalarına çiğneteceğiz! Allah’a and olsun ölümüne bu davayı zafere ulaştıracağız Allah nasip etmişse! Gözün arkada kalmasın! Şerefle taşıdığın sancak bizlerde, aynı şevk ve azimle Turan hedefine koşuyoruz. Hele memleketimizdeki çıngıraklı yılanların, alçakların başlarını bir ezelim. Sonrası zaferdir, yakındır yüzlerin gülmesi!’ dedim ve Fatiha yolladım ruhuna.
Ali’mizi boynumuz bükük uğurlarken onu götüren arabaya baktım, zorlanıyordu. Aramızdan uçup gitmesine onunda zoruna gitmişti bizden kopmasına.. Ama Yaradanımız alnımıza ne yazmışsa ama bugün ama yarın tecelli ediyordu ölümümüz. Tek üzüntümüz; hayallerinin henüz emekleme devresinde bir hastalığa mağlup olup gidişine haşa razı değil gibiydik! Ne büyük tehlikelere göğüs germiş, ne büyük hengameleri birlikte atlatmıştık onunla. Yemeden içmeden sabahlara kadar kah ocakta, kah sokaklarda nöbetler tutarak teşkilatlarımıza alçakca saldırılara karşı durmuş, gerektiğinde hedefe zıpkın gibi gitmiştik. Çarşıda, pazarda bildiriler dağıtırken, sokaklara afişler asarken bozkurt yüreğimizle korkusuzduk. Cesaret asaletini atalarımızdan, başbuğumuzdan bize mirastı!
Yüreğimin yangınlığı ile avluda dolaşırken gözlerimdeki yaşları silerken masalardan birine geçip oturdum. Bitkindim. O ara Murat Özyiğit hocam masama kadar gelerek biraz oturdu. Kalkerken;
- Ne ile geldin? Eğer araban yoksa biz götürelim seni Lahey’e.
- Sağolasın hocam, kendi arabamla geldim, ben daha oturacağım. Zaten bugün kendime tatil verdim. Canım hiç bir iş yapmak istemiyor, diyerek uğurladım onu.
Genel Başkanımız Murat gedik bey çağırdı. Varıp yanına oturdum. Bazı durumları kendi aramızda değerlendirirken teşkilatın mensupları gelenlere çorba ikram ediyorlardı. Bizim masayıda donattılar. Hem yemek yiyor, hemde koyu bir sobete dalarak gelmiş geçmiş hatıralarımkızı tazeledik Ali’mizle birlikte olduğumuz yılları. Murat başkanım;
-Ozan Arif’in yazdığını okudun mu?
-Hayırdır başkanım? Yok okumadım, duymadımda. Ne yazmış ki? dedim endişeyle.
- Ali Cerit arkadaşımıza taziye yazısı yazmış ama bize de ağır yazmış, suçlamış adeta.
- Başkanım cevap verir misin? Biz ne yapmışız?!
Telefondan internete girip yazdığını gösterdi. Taziyesine diyecek yok, gerekenide yazmış Ozanımız. Fakat bir yerde bizlere diyeceğini demiş. İnanın çok üzüldüm. Bakınız o kısmı aşağıya alıyorum, karar sizin!
’Birileri her ne kadar Onu da benim gibi hainler sınıfına soksa da...
Veya kendi kurduğu yuvalarına sokmasada!
Ben Ozan Arif olarak dünya-ahiret şahidim ki;
Ali Cerit kula kulluk yapmayı reddedip,
sadece Yaradan’a kuluk yapanlardandı!..
Şerefli adamdı şerefli...
O ülkücü doğup, ülkücü yaşayan bir yürekti...
Dedim ya nefes bitti...
Ve Ali Cerit Agam gitti...
Veren aldı onu bizden...
Onun için yakınlarına evlad-ı ıyaline sabırlar diliyorum...
Hepimizin başı sağolsun...
Başın sağolsun Ülküdaşım...
Başın Sağolsun Vatan...
Başın Sağolsun Turan...
Ve birilerinin Onu sığdıramadıkları yerleri geniş olsun! ’
Ozan Arif’in yazısının bu kısmındaki bazı satırlar ciğerimize iğne batırmış gibi oldu. Rahatsızandık. Genel başkanımda çok üzüldü. Acaba gerçekte öyle miydi? Tabi ki değildi! Eğer onu HAİNLER sınıfına koymuş olsaydı ülküdaşları hastalığında hastahanede ziyaret etmezlerdi. Başta genel başkanımız Murat bey kaç kez ziyaretinde bulunmuştu. Ali gardaşımızla bizim ne meselemiz olabilirdi ki? Meselemiz olsaydı tabutuna omuz verir miydik? Şimdi Ozanımıza soruyorum:
’ Ahde vefayı biliyorsunuz da neden cenazesine gelip taputuna omuz vermediniz Ozanım? Federasyonu ve ülküdaşlarımızı suçluyorsunuz ama Federasyonumuzun bütün yöneticileri buradaydı! Diğer teşkilatlardan gelen ülküdaşları onun kutlu tabutuna omuz verdiler, dua ettiler, haklarını bağışladılar! Ya siz?! Kaç kilometre mesafede idiniz? 500 km değil mi? Yani Frankfurt’taydınız. Ali gardaşımız size özel konser, toplantı hazırlamıştı öok emekler vererek karşı olmamıza rağmen. Sana olan sevgisi daha ağır basmıştı ve biz saygı duymuştuk onun sana olan dostluğuna, ülküdaşlığına. Bizzat benimle konser konusunda tartışma yapmıştı Ali gardaşım. Yanlış yaptığını ama saygı duyduğumuda bildirerek sevgisini yüreğimize perçilemiştik. Sizi seviyor diye yüreğimizden mi silip atacaktık? Asla. O bizim kırk yıldır ülküdaşımızdı sizin gibi... Şahsen ben ondan hareketimizin liderine asla kötü söz bile duymamıştım ve zaten kötü söz ülkücüye yakışmazdı. Ama size yakışmıştı ve bize laf koymuşsunuz yazınızın satırları arasında. Ali’mizin tabutuna omuz veremeyecek kadar uzaklarda değildiniz ama gelmediniz! Neden?’
Aslında daha çok şeyler yazılırda... Gardaşımızdır; saygımız, hürmetimiz hala devam ediyor kendisine. Her ne kadar bilge liderime kin ile şiirler yazsada, üç-beş kelam etsede.. Elbet bir gün bu bulanık suların durulacağına inananlardanım.
Ali Cerid’imizin aziz hatırasını yad ederken bakın neleri yazmak zorunda kaldım bir anda! Allah bizim birliktelimizi korusun ve düşmanlarımıza karşı tek yumruk alalım...
Ali Cerit ülküdaşım için son noktayı koyarken;
Gözün arkada kalmasın yiğidim
Yıllarını vatan için kurban eden ülküdaşların
Davasını üç kuruşa satmayan Bozkurtların
Başbuğumuzun yolundan zik zak çizmeden
Liderine itaat ile sarılan
Ülkü sancağını en yükseklere dikecek
Ölümüne bu kutsal davayı zafere erdirecek
Ülküdaşların var!
Uğurlar ola, sen hakkını verdin davanın
Şimdi sıra bizde can ülküdaşım!..
Ali Gardaşım; Ruhun şad, mekanın cennet olsun, Başbuğlarımızla, Peygamber efendimizle buluşasın!
Ne mutlu ülkücü hareketin onuru ile UÇMAĞA VARANLARA!..
Zafer Direniş
...
26 Nisan 2016 Salı 21.55 Lahey
YORUMLAR
Mekanı cennet olsun Ülküdaşımızın. Böyle bir yazıyla yadettiğiniz için de VAROLun Ustam. Allah'a emanet olun. Selam ve saygımla..
direniş
Vefadır bize bunları yazdıran.
selam ve saygılar...
Allah u Teala gani gani rahmet eyleye. Ali Ülküdaş'ın nezdinde tüm şehitlerimize de Rahmet dilerim.
Yazınız çok anlamlı, anlamlı olduğu kadar da dokunaklı. Bir dostun ardından söylenebilecek en güzel şeyleri söylemişsiniz. Ancak sizin kadar faal olamasam da kendi aramızda bazı çıkarcıların olduğunu görüyor, gözlemliyor ve üzülüyoruz. Ozan Arif taziye mesajında acaba neyi kasdetti. Kendisini bu davadan ve partiden kimsenin uzaklaştırdığını hiç düşünmüyorum. O bazı çevrelere kızarak ayrıldı ve o zamandan sonra da ağzına geleni söyledi. Halbuki bu dava ne üç-beş kişinin sırtladığı bir davadır, ne de üç- beş kişiye bağımlıdır. İçerimizde öyle cevherler var ki ellerini bırak ayakları öpülesi kişilerdir. Biz Ocak zamanlarımızda iki yaş büyük ağabeylerimizi görünce elimiz ayağımız titrerdi! Kaldı ki en zirvedeki yöneticilerimize dahi her türlü övgüyü ve saygıyı göstermek zorunluluğu var. Sevmeyebilirsin ama saygıyı da bir kenara atamazsın!
Yazınızı beğenerek okudum.
Yüreğinize sağlık.
Selam ve dualarımla.
direniş
Vefalı yüreğinize selam ve saygılar
Bir dost, bir ülküdaş aramızdan ayrıldığında yüreğimde koca bir deprem oluyor...
Ülküdaşımızın daha çok görmek istediği güzellikler vardı ama çmrü vefa etmedi...
Allah mekanını cennet eylesin ve tüm şehitlerimizin...