- 1365 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
TÜRKİYE LAİK MİDİR?
Meslek icabı en çok ele aldığımız konulardan biridir laiklik. Çok anlatmışızdır, çok dinlemişizdir. Konu ile ilgili seminerler, konferanslar vermişizdir. Hatta öyle ki 1980 İhtilalinden hemen sonra ceza evindeki mahkumlara bile laikliği anlatmışızdır.
Bu gün okuma yazması olan ya da hatta olmayan birine sorsanız ‘’Laiklik nedir’’ Diye alacağınız cevap ‘’ Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’’ Olacaktır. Evet, laiklik hep ‘’Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması’’ Olarak anlatılır ama bu tanım aslında yanlıştır. Yanlıştır zira laikliği Türkiye’ye getiren Atatürk laikliğin ne olup ne olmadığını izah ederken aynen şöyle der: ‘’ Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir. 1930’’
Atatürk’ün belirttiği tanımdan da anlaşılacağı üzere laiklik din ve devlet işlerinin değil, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yani vatandaş olarak dini, dünya hayatımızla ilgili işlere karıştırmayacağız.
Şöyle bir örnek verebiliriz burada: Din, vicdan ve ibadet özgürlüğüne sahip vatandaşlar olarak kendi çatımız altında veya ibadethanemizde ‘’ Faiz haramdır. Kur’anın Bakara Suresinin 275. Ayetiyle yasaklanmıştır’’ Diyeceğiz ama dine ait bu hükmü dünya hayatımızla ilgili işlerimize karıştırmayacak faiz almaya da vermeye devam edeceğiz. Dinin dünyevi hayata ilişkin hükümleri sadece ibadethanelerle sınırlı olacak, ibadethaneler veya kendi yaşam alanımız olan evlerimiz dışında -eğer devlet yasaklayıcı bir hüküm koymamışsa- sallamayacağız Kur’anın bu hükmünü.
Camide hoca efendi ‘’ Bakara suresinin 282. Ayetine göre iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşittir.’’ Dediğinde ‘’ Madem ki kutsal kitabımız öyle diyor o halde doğrudur’’ Diyeceğiz ama camiden çıkar çıkmaz ‘’ Hadi canım sen de, olur mu öyle saçmalık? Hangi çağda yaşıyoruz’’ Diyeceğiz. ( Aslında bu gün yaptığımız şey de bundan farklı değildir.)
Laiklik her ne kadar Türkiye Cunhuriyeti Anayasasına 1937 yılında -Diğer Atatürk İlkeleriyle birlikte - girmişse de aslında yukarıda da görüldüğü gibi tanımlaması daha eski senelere dayanmaktadır ve öyle pat diye değil aşama aşama gelmiştir.
Laik bir devlet düzenine geçişte ilk aşama elbette ki saltanatın kaldırılmasıdır.( 1 Kasım 1922) Saltanatın kaldırılması her ne kadar siyasi alanda yapılan inkılaplardan biri olarak anlatılsa da aynı zamanda toplumsal yaşayışa şekil veren inkılaplardan birisidir de. Çünkü padişah aynı zamanda halifeydi. Saltanatın kaldırılmasıyla öncelikle padişahın elindeki siyasi güç elinden alındığı gibi bir sonraki aşama olan halifeliğin kaldırılmasının da önü açılmış oldu.
3 Mart 1924 de Halifelik de kaldırıldı. Ancak 3 Mart 1924 tarihinde sadece halifelik kaldırılmadı. Aynı gün laik düzene geçişle ilgili olarak çok önemli gelişmeler yaşandı: Mesela Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim öğretim kurumları Maarif Vekaletine ( Milli Eğitim Bakanlığı ) bağlandı ve eğitim öğretimin laikleşmesi sağlandı.
Yine aynı gün Evkaf Vekaleti ( Vakıflar Bakanlığı ) Kapatıldı.
Yine aynı gün yapılan önemli bir şey de Şer’iyye Vekaletinin kaldırılmasıdır. Yani 3 Mart 1924 Tarihine kadar TBMM den çıkan kanunların dine uygunluğunu denetleyen, bir yerde Osmanlı Devletindeki Şeyhülislamlık makamının devamı olan bir bakanlık kaldırılmış oldu.
Henüz kimse tam olarak anlamasa da laiklik kavramı dillerde dolaşmaya başlamıştı.
Nitekim İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Atatürk çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"
Yani laiklik 1922 de veya 1924 de dile getirilmiş bir kavram değildi. Sadece dillerde dolaşmakla birlikte henüz anayasaya girmemişti.
Evet...Din ve Dünya işleri ( Devlet işleri değil dünya işleri ) Birbirinden ayrılıyordu ama ortada garip bir durum vardı: 1924 de Şer’iyye Vekaleti kaldırılmıştı ama yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu. Hani din ve devlet, ya da din ile dünya işleri birbirinden ayrılıyordu? Öte taraftan Diyanet İşleri Başkanlığı sadece ve sadece Sünni İslamı temsil eden bir kurumdu. Oysa memlekette bir hayli gayri müslim olduğu gibi ülkenin neredeyse yarısı Aleviydi ve Diyanet İşleri Başkanlığı asla bunları temsil etmiyordu ( Hâla da etmez.) ‘’ Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu bir durum vardı ortada ama dahası da var: Asla uzun ömürlü olmamakla beraber ilk imam-hatip mektepleri de bu tarihte açıldı.
1921 de yapılan ve 29.10 1923 de değişikliği ile ‘’ Türkiye Devletinin dini, Dini İslâmdır. Resmî lisanı Türkçedir’’ Maddesi 20 Nisan 1924 anayasasında da aynen varlığını korumuştur. Yani bir taraftan din ve devlet işlerini ya da din ve dünya işlerini birbirinden ayırıyorsunuz ama öte taraftan anayasanızda ‘’ Devletin dini islamdır.’’ Diye bir madde varlığını koruyor bir müddet daha.
30 Kasım 1925 Tarihinde tekke, türbe , zaviyeleri kapatıyorsunuz ama Diyanet <İşleri Başkanlığı varlığını aynen sürdürürken anayasada ‘’Devletin dini islamdır’’ Maddesi de varlığını aynen devam ettiriyor.
1926 Yılında İsviçre Medeni kanununu alıp Türk Milletine uygun hale getiriyor ve mesela kadına da erkeği boşama hakkı, mirastan eşit pay alma hakkı, bir erkeğin ancak bir kadınla evlenebilmesi, kadınların şahitliğinin erkeğin şahitliğine eşit olması gibi tamamen devrim niteliğinde kanunlar yapıyorsunuz ama anayasanızda hâla ‘’ Devletin dini islam’’ Diye bir madde var. Hani din işleri ile devlet işleri ayrılıyordu? ( Ya da din ile dünya işleri? )
Sonunda bu çelişkili durum düzeltiliyor.
1928 yılına gelindiğinde Anayasadan ‘’ Devletin dini islamdır’’ Maddesi kaldırıldığı gibi milletvekillerinin yemininde yer alan ‘’ Vallahi ve billahi ‘’ İfadesi kaldırılarak ‘’ Namusum ve şerefim üzerine söz veririm’’ İfadesi getiriliyor.
Evet...Artık devlet laikleşmeye başlamıştır ama bu laik devlette hâla sadece Sünni İslamı temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı varlığını sürdürmektedir.
1932 de din ve devlet işlerini birbirinden ayırmaya kararlı olan ( ! ) Olan devlet direk dine dalış yapıyor ve halkının çoğunluğu Müslüman olan hiç bir devlette olmayan bir uygulama ile ezanı ve Kur’anı Türkçeleştirme faaliyetine girişiyor. Artık camilerden ezanlar ‘’ Allahu ekber ‘’ Yerine ‘’Tanrı Uludur’’ Diye okunmaya başlıyor. Oysa Laikliğin beşiği olan Fransa’da insanları ibadete çağıran çan sesi yerine daha anlaşılır ve daha milli bir bir çağırma ifadesi diye bir şey hiç kimsenin aklına gelmemiştir.
Kur’an artık camilerde Türkçe okunmaya başlıyor. Böylece dinimizin kitabının bize ne dediğini anlamaya başlıyoruz. İlle velakin ‘’ Bak ne güzel artık kitabımızı anlıyoruz’’ Diyenlerle dolup taşmıyor camilerimiz. ‘’ Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur’’ Diyenler camilere koşmuyorlar. Dahası madem ki din ve dünya işleri birbirinden ayrıdır ve madem ki 1928 yılında Meclisin görevleri arasında yer alan “ahkam-ı şer’iye’nin tenfizi” (dinsel hükümlerin yerine getirilmesi) hususu da anayasadan çıkarılmıştır o halde laik bir düzen kurmaya çalışan devletin görevi midir ‘’ Ahkam-ı şer’iyeyi’’ tenfiz etmek? ( Dini hükümleri düzenlemek.)
Dahası şer’iyenin tenfizi anlamına gelen böyle bir uygulama zamanın gazetelerinde ‘’ Dini bir inkılap: Türkçe Kur’an’’ Diye diye halka duyurulurken namazda yanlışlıkla Türkçe tekbir getiren bir hoca hakkındaki şikayet Dahiliye Vekaletine kadar ulaştırılıyor.
1934 yılında çıkan bir kanunla da din adamlarının ibadethaneler dışında dini kıyafet giymeleri yasaklanıyor.
Kısaca din ve dünya işleri birbirinden ayrılıyor ama devlet 1928 yılında yaptığı değişiklik ile ‘’ Ahkam-ı Şer’iyeyi tenfiz etmek’’ Hükmünü anayasadan çıkarsa da uygulamada ahkam-ı şer’iyeyi tenfiz etmekten geri durmuyor.
Kısacası Laiklik din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması manasına gelse de uygulamada bu asla böyle olmuyor.
Ve nihayet bilindiği gibi 1937 de yapılan bir değişiklikle diğer beş ilke ile birlikte laiklik de anayasımızda yer alıyor.
Bu gün eğer laikliği din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması olarak ele alacak olursak benim şahsi kanaatim Türkiye hiç bir zaman laik bir ülke olmamıştır. Ama Laikliği eğer ‘’Toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olmasıdır.’’ Diye tarif ediyorsak ( Ki bu tarifi de çok yapılır) yeni bir tartışma ortaya çıkar ki altından nasıl kalkılır bilemiyorum. O tartışmanın konusu da ‘’ ne yani din, akla, bilime aykırı mıdır?’’ Tartışması olur ki zaten var böyle bir tartışma.
Yazıma son vermeden önce bir hususun altını çizmek isterim: Meclis başkanının ‘’ Laiklik anayasadan çıkarılsın’’ Daha sonra da ‘’ Laikliğin tanımı yeniden yapılsın ‘’ Sözleri bence fevkalede yanlış olmuştur.
Ben meclis başkanımıza ya ‘’ Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.’’ Diye yemin etmeyecektin ya da bu lafları hiç etmeyecektin diyorum. Kesinlikle ve kesinlikle yakışmadı.
Atatürk’ten bir anıyla noktalayalım:
Atatürk, Florya’dan Çekmece’ye doğru bir yaya yürüyüşünde, bir ağaç altında dinlenen ihtiyar bir adama rastladı. Adam hürmetle ayağa kalktı, Ata’yı selamladı. Atatürk sordu: "Beni tanır mısın?" , "Tanımaz olur muyum, Evimde resmin bile var!" Atatürk memnun olmuştu. Konuşmaya başladılar....
İhtiyar: "Bir işine aklım ermedi" dedi. "Cumhuriyetçiliği, İnkılâpçılığı, Milliyetçiliği, Halkçılığı hatta Devletçiliği anlıyorum ama, şu Laikliği pek kavrayamadım. Neden herşeyi birden bozdun?"
Atatürk: "Bunu sana bir hikaye ile anlatayım" dedi.
‘’Amr-İbnl-As, Mısır’ı fethettiği zaman, Halife Ömer’e bir mektup yazmış: "Burada birçok kütüphaneler, içlerinde de birçok kitaplar var. Bunları yakayım mı, yoksa bırakayım mı?.." Ömer cevap vermiş: "Kitapları tetkik et, eğer faydasız şeyler ise, yak! Yok, eğer faydalı şeyler ise yine yak! Çünkü halk o kitapları okudukça, onlara uymaktan vazgeçmeyecekler, eskiyi unutmayacaklar ve bize yani - yeniye ve yeniliğe - daima düşman olacaklardır!.."
Hikayeyi anlatan Atatürk, ihtiyara sordu: "Şimdi sana Laikliğin ne olduğunu izah edeyim mi?" İhtiyar derin bir sezgi ve sağduyu ile cevap verdi: "İstemez Paşam, hepsini anladım.
Umarım herkes anlamıştır.
RESİMLER:
1- Zamanın gazetesinde Türkçe kur’anın bir inkılap olarak duyurulması.
2- 24.1.1936 Tarihli yazı. Yazıda şöyle diyor:
Sayın Recep Peker.
C.H.P Genel Sekreteri.
Ek: 10.1.1936 Gün ve 3/14 Sayılı yazınız.
Kırşehir vilayetinin Kaman nahiyesinde Arapça tekbir alan müezzin Yusuf oğlu Hüseyin hakkında yapılan incelemede bilmeyerek tekbiri Arapça okuduğu anlaşılmış ve adliyeye teslim edilmiş olduğu vilayetin bildirisinden anlaşılmıştır.
Saygılarımla arz ederim.
Başvekalete, Reisicumhur Umumi Katipliğine de sunulmuştur.
Dahiliye Vekaleti Vekili...
3- Mevcut Meclis başkanımız ve konuşması
YORUMLAR
Sami Bey...
Siz de çok iyi bilirsiniz ki "laicos" ta Yunancadan ve latinceden gelen bir kelime olup,anlamı gayet açıktır:Halk yani ruhban sınıfından olmayan demektir.
Hatta İngiltere'de,doktor veya bir başka okumuşa soru sorulurken,söze "Özür dilerim,ben laikim "diye başlanır ki bu da Ortaçağ'dan kalma bir gelenektir.
Başlıktaki sorunuza ise en güzel cevabın Yargıtay Eski Başkanı Sami SElçuk'un bir kitabında verdiğini söyleyebilirim."Demokrasiye Doğru" sayfa 57 de şöyle açıklamalar olup,bunun çok da objektif olduğunu ben de kabul ederim.
-Türkiye Cumhuriyeti,egemenliğin kaynağı olarak laik;devlet örgütlenmesi açısından teokratik;dini yönlendirmesi açısından laikçi bir devlettir.
Meclis Başkanı ise bence yanlış yapmıştır;kendi partisinin programında bulunan laiklikle ilgili cümleleri maalesef "okumamış" haller sergilemiş;iktidara "irtifa" kaybettirmiştir!!!
Çok uzun bir yazı olmuş, kısaca laiklik benim tanımıma göre şöyledir.
"Arapça dua edip anlamını bilmiyorsan dindarsındır anlamını bilip de keyfine göre ister edip ister etmiyorsan laiksindir." Dolayısıyla yazınızın sorusuna verilecek cevap türk milleti topyekün laik olmayı Türkçe ezanın kaldırılmasıyla reddetmiştir. Gerçi o zaman reddedenler de toplumun %50siydi bugün de pek değişen bir durum yok hani.
sami biberoğulları
Sizin de dediğiniz gibi değişen bir şey yok. Daha önce ''Eyvah şeriat gidiyor'' Korkusu vardı, şimdi ise ''Eyvah şeriat geliyor '' korkusu. Oran ise genelde hep fifti fifti )))
Selam ve sevgilerimle.
Esaslı bir yazı çıkarttığınızı görüyorum hocam
Tabi bunun hayret uyandıracak bir yanı da yok aslında
Sizi kutlamak bile abes belki de
Hangi yazınız kötü ki, bu yazınız iyi olmasın
Belli ki yaptıklarınız yapabildikleriniz, yapacaklarınızın yapabileceklerinizin teminatı da
Hocam Türkçe Arapça Ezan bahsinde bir parantez açmak gereği duyuyorum naçizane
Kuşkusuz Demokrat Parti'nin Arapça veya Türkçe okunmasını serbest bırakması yerindedir
Ezan sosyo politik bir konu olmayıp inanç ve ibadetlerle ilişkili bir husus teşkil eder
Yalnız hocam ben Atatürk uygulaması ile Demokrat Parti yaklaşımının çelişmediğini düşünüyorum
Şöyle ki
Arapça Ezanın serbest bırakılmasının Atatürk devrimlerine ihanet olduğu bahsi hep dillendirilir de; bu iddia mesnetsizdir bence. Baktığımızda, Ezan’ın Türkçe okunmaya başlama tarihi 1932 yani Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Reisi Cumhur olduğu devre olmaktadır. Atatürk’ün bu konuda arzu göstermesini takiben konunun mümkünlüğü üzerine çeşitli araştırmalarda yapılır. Kuşkusuz, sizin de belirttiğiniz üzere; bu yönde bir düşünce gelişmesi ve uygulamaya geçilmesinin harcında Ziya Gökalp’in bir şiiri de vardır. "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın, Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın, Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın."Mısralarıdır.
Ancak bir hususun altını çizmeliyiz. Bahsettiğiniz gibi laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması devlet, hukuk ve toplum işlerinde din kurallarının kıstas alınmaması esasını getirir. Yine devam edersek din kişinin vicdanına ve bireysel yaşantısına karşılık gelmektedir. Öyle ise Ezanın okunuş şekli insanların ibadet hayatına dönük bir konu değil midir? Şimdi bana Atatürk’ün bu soruyu sorup ölçüm yapmadığını mı sanıyorsun diyenlerde olabilir Elbette sordu da hangi ölçekte acep?
Bilakis Atatürk merhum, bu konunun toplumsal ve hukuksal değil tamamen ibadet hayatına ait olduğunun farkında bence. Diğer birçok alanda kanun çıkartmasına karşın Ezanın Türkçe okunması hususunda Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla bir idari düzenleme olarak müezzin ve imamlara yönelik bir genelge yayınlanır ve “Bundan sonra ezan Türkçe okunacaktır” Denilir.
Konunun yasal temele oturtulması ise 1941 yılında gerçekleşir. Yani kanunla Arapça Ezanın yasaklanması ve cezalandırılması devresidir. Benim bu durumdan anladığım Atatürk’ün tamamen deneme yaptığı ve halkın nabzını ölçtüğü yönündedir. Diğer yeniliklerini kanuna dayandıran Ata bu konuyu da isteseydi kanuna bağlayamaz mıydı? Bence Atatürk’ün politik dehası burada da önümüzdedir. Kendisini geride tutan ve halkı karşısına almayan dahası sosyal psikolojiyi gözeten bir devrimcilik modeli izler.
Peki, 1950 sonrası Arapça Ezan okunmanın serbest bırakılması karşısında halkın yönelimi nedir? Bu konuda güzel bir örnek eski Diyanet İşleri Başkanlarımızdan Süleyman Ateş’e aittir. Ezan’ın Arapça okunmasının serbest bırakıldığı günlerde köyümüzde kurban kesildiğini hatırlarım der. Ve bu hususu “Mâşeri Vicdan” Yani halkın vicdanı, kamuoyu, halkın ortak bilinci kapsamlarında değerlendirir.
Bu bağlamda rahmetli Adnan Menderes 1950'de gösterdiği yaklaşımda fevkalade isabet kaydeder kanımca. Zaman zaman Menderes'in karşı devrimci gösterilmesi de gerçekçi değildir bence. Bu konuda gösterilen dayanak Atatürk devrimlerinin halka mal olmayanlarını kaldırırız bahsidir ki; üstte de belirtmeye çalıştığım gerekçelerle, Atatürk'ün kendisi ezan ve ibadet dili hususunda dayatmacılığı değil halkın nabzını tutmayı hedefler ve izlediği yöntemden anlaşılabileceği üzere sosyal psikolojiyi boşlamayan bir yaklaşım göstermektedir. Bu açıdan aldığımda Menderes'in de bu durumu iyi süzdüğü kanaatindeyim. Yoksa Adnan Menderes ve Demokrat Parti ileri gelenlerinin İslami bir dünya görüşünden hareket ettiklerini öne sürmek mümkün müdür? Liberal-Muhafazakar bir siyaset izlerler. Zaten İslamcı olsalardı belki de ezanın arapça okunmasını serbest bırakmaya karar verip uygulamaları zor olurdu bence. Onlar tamamen toplumun önünü açmayı gözettiler şeklinde düşünürüm.
Nihayet Hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza selam ve saygılarımla...
sami biberoğulları
Bu kadar emek verilerek yapılmış olan bir yoruma ne denilebilir ki? Çok çok teşekkürler.
Her zaman bakmayı ihmal ettiğimiz bir pencereden bakmışsınız duruma. İyi de etmişsiniz. Umarım herkes sadece benim yazımı değil, bu yorumu da okur çünkü gerçekten çok değerli ve nazar-ı dikkate alınması gereken bir yorum.
Tekrar teşekkürlerimle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Eyvallah üstadım (Laiklikle ilgili) vukuflu bir yazı okumamıza vesile oldun.Haza istifade ettik. Zengin içerikli yazınızın Arapça Türkçe ibadet bahsi aklıma şu anekdotu getirdi. " Vakti zamanında bizim Anadolu vilayetlerinden hacca gitmek nasip olan muhterem. Hac dönüşü hoş geldin demeye gelenlere sohbet ediyor. - Hele anlat oralar nasıl diye sual ediyorlar. Hacı ağabey: - Yahu sormayın. Adamlar ezanı Türkçe okuyorlar, Kuranı Türkçe okuyorlar. Namazı Türkçe kılıyorlar. Buraya kadar her şey çok güzel. Hiçbir sıkıntı yok. Lakin iş konuşmaya gelince sapıtıyorlar hiçbir şey anlamıyorsun. Cevabını veriyor. Bana sorarsan Türkçe kuran ve ibadet diye ısrar edenlere de çok güzel bir cevap bu anekdot. Memlekette cahil diye yaftalanan sade vatandaş. Dini değerlerini ne ölçüde benimsemiş. Aydınların kulakları çınlasın. Efendim, sözü uzatmayayım. Eline ,kalemine, yüreğine sağlık. Selam ve saygılarımla.
Yazınızdan anladığım kadar;
Değerli hocam, Laiklik “dinle dünya işlerini ayırmak, yani dinsiz bir toplum oluşturma gayesi ile dile gelmiş ve uygulanmıştır.
Osmanlıdan sonra, dini yaşamın ortadan kaldırılması için dindara zulümler yapılmıştır.Dini hatırlatan ne varsa yok edilmeye çalışılmıştır. İslam’a karşı top yekûn bir savaş açılmıştır. İnanan Mazlumlar, şüheda topraklarının asıl sahipleri hakaret ve zulüm görmüştür. Toplumda azınlıklar rahat etmiş,bölücülüğün alası yapılarak azınlıklar rahat etmiş, Müslümanlar öz yurdunda parya durumuna düşmüştür.
Bu duruş adam olmak asla değildir. Görünen şu dur ki başarılı olunamamıştır. En hafif anlatımla, başarılı olunamayacak bir alanda zafer bekleme gafleti; sağlıklı, bağımsız ve milli düşünen beyinlerin öngörüsü olamaz. Böyle adam da liderde olunmaz.
"Her dine, eşit uzaklık" olarak yapılan tanımı asla gerçek değildir. Hristiyanlık Yahudilik hatta dinsizlik prim görmüş, en son, tek gerçek ve evrensel din olan İslam’ı dışlamak için araç olarak kullanılmıştır.
Başkanın zamansız ve düşüncesiz çıkışı yanlıştır.
"Her dine eşit uzaklık" İslam’ı anlayışa zaten uygundur. Bilmeyen yığınlara fitne vermemek için, bu tanımla Laiklik Anayasada olmalıdır.
Zaten Osmanlı’da yaşayan her farklılık huzurda barışta adalette altın çağını böyle yakalamıştır.
Bir asra yakın zamandır, zorla alkışlatılan, zararı apaçık devrimler ile üzeri küllerle kapatılan tarihimiz bunu teyit eder. Geçmişi silmekle, gelecek ne kadar sağlam ayakta tutulabilir.
İslam’ı bizden daha iyi bilen küffar, bizi buradan vurarak, dini içine soktuğu hurafelerle, Müslümana hakaret ve zulümlerle zafer arar hale gelmiştir. Bizi küresel köle haline getirmiştir.
Uyanışlar güçle bastırılmaya çalışılmakta, içimizdeki taşeronları vasıtası ile toplumu bölme mücadelesine devam etmektedirler.
Müslüman Türk milleti gücünü inancından alarak, özünü bulacaktır.
Selam ve saygımla.
Bilgilendirdiğiniz için teşekkürler...evet karar okurun bir başkası başka türlü anlayabilir.
karadereli tarafından 4/28/2016 10:06:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun...
Din işlerinin Dünya işlerinden ayrılması, Din işlerinin Devlet işlerinden ayrılması!!!
Önce ele almamız gereken mevzu Din ile Devletin anlamı, bunların birbirinden ayrılmaları!!!
Acaba nerede bir (sapkın dahi olsa) Din var ise orada Devlet varmıdır? Devlet var ise Din ile alakalı neler yapmış, yapıyor, yapacaktır? Başka Devletler ile Dinleri karıştırmadan hemen kendi Devletimize ve Dinimize
Bu hususta bir göz atalaım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti var ise ortada, insanın aklına gelen hemen Dini,Ekonomisi, İçinde yaşayan Millet nedir, kimdir? Sorusu geliyor.
T.C. de yaşayan Türk Milletidir, Dini İslamdır, Ekonomisi Falan, filan dan sonra Tezek yakarlar.
Yahu Ağabeyim aslında çok uzun anlatacaktım, senin yazın gölgede(!) :)) kalmasın diye kısa keseceğim.
Bir zamanlar Rizede bir vaaz dinlemiştim.
Hoca çok sert idi! Aynen aktarıyorum.
Ey İnsanoğlu Sen, seni yaratandan akıllımı sın? Allah u Teala seni yaratmış sana da Anayasa diye bir Kitap(Kur'an) göndermiş, nasıl idare edileceğini tarif etmiş... Sen küçücük aklınla onu elinin tersiyle itip '''Yok bu olmamış... Ben daha iyisini yaparım diyerek o aklınla Anayasa hazırlayıp, kendini idareye kalkıyorsun!!!
Haklı mı ağabey? Ben haklı buldum.. (Ben demekten utanıyorum ama yazmak zorundayım)
Ben her zaman söylüyorum. Solcu arkadaşlarım sen Faşistsin! diyorlar ben de Evet... Ben Türk Milliyetçisiyim Faşistlikse Faşistim, Müslümanım Elhamdülillah Şeriatçıyım.. Diye cevap verirdim. Veriyorum
Birde şu anım var. Cuma namazında beş-altı kişi konuşuyorlar. İçlerinden biri Sol görüşlü.. Tartışma yine Din ve Devlet üzerine. Solcu olan her zaman olduğu gibi sözleriyle Sağcıları köşeye sıkıştırmış. Siz Dincisiniz, siz Faşistsiniz falan filan. O arkadaşlarda sus-pus dinliyorlar. Yanlarına yanaştım ve söze karıştım. Solcuya hitaben-- Sen Cuma Namazı kılmaya mı geldin? Diye sordum. Evet cevabı alınca! Sen Şeriatçısın!!! Deyiverdim... Adam neredeyse üstüme atılırcasına, YOOOOKK ben değilim, dedi. Ben de dur hele hemen celallanma bir dinle de sonra kızarsın dedim.
Aramızdaki konuşma...
Sen Müslümansın ki Cumaya gelmişsin..
Evet Müslümanım Elhamdülillah.
O zaman Allah u Tealanın Emir ve yasaklarına uyuyorsun.
Uymaya gayret ediyorum.
Tamam işte sende Şeriatçısın.
Yav değilim. (Burada de gelde çıldırma)
Yahu arkadaş Sen Müslümansan yasaklara uyuyorsan, Namaz kılıyorsan, Haramı, helalı biliyorsan, ŞERİATÇISIN. Hani kendi aramızda evlilikten anlatırken ne diyoruz? Biz de Şeriat altındayız! Demekki her Müslüman Şeriatçıdır. Ama!!! Sen bana de ki ben Laikçiyim! Laikçilik diye birşey yok ta. Laiksin.Doğru mu?
Evet Ben laikçiyim!
Yani arkadaş Laikmiş!!!
Kısaca Ağabeyim.
Yazınız çok su kaldırır. Allah u Teala bizlere akıl-fikir ihsan etsin... Uğraşacak çok konu var iken!
Okuyarak çok haz aldım Ağabey. Lütfen her konuda yazmaya devam.
Seni Allah rızası için seviyorum.
Selam, saygı ve dualarımla.