- 1638 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BURUK BİR HÜZÜNLE
BURUK BİR HÜZÜNLE
Bu semtte ikamet etmekteyim. Küçücük tepeleri dahi “Berg – Dağ” olarak adlandıran düz bir arazide kurulmuş olan Düsseldorf’a bu yüzden evimiz biraz yukarıdan bakıyor. Yeni iskan edilen bu mahallenin iki tarafı fundalık ve kendi çapında olan bir ormanlık ile çevrili.
Kendi etrafında tepeler, çiftlikler, ormanlıkların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla doğal hallerini yitirmeyen derecikler, bazı yerlerde göletler ve balçıklar meydana getirmiş. Aslında ıslah edilmiş olan bu derecikleri ve göletler yakınlarında yürüme alanları, dinlenme oturamakları, bazen insanı şehrin gürültüsünden alıp kuşların ve tabiatın senfonisini dinlememize yardımcı oluyor. Bu balçıklar ve göletler ne işe yarıyor derken; bir de ne göreyim, yaban ördekleri, kuşlar, tilkiler, sincaplar kısacası börtü böcek su içerek hayatlarını devam ettirebiliyorlar. Bu küçük derecikler bazı yerlerde taşlardan setler yapılarak ufacık şelaleler meydana getirmiş. Bu şelalelerden suyun akışını ve kuşların ötüşünü içinizi rahatlatır biçimde dinliyebiliyorsunuz.
Bu dereciklerin yanlarında yürüme yolları ve at binicilerinin kullandığı toprak patikalar var. Yürüme yolları ve atların gittiği patikalar bazen birbirini kesebiliyor; fakat, aynı yerde devam etmiyor. Hele atların gittiği yollar kesinlikle beton ve asvalt değil. Yakınlarda bulunan at çiftliklerinde, insanlar, belli bir aidat ödeyerek bir ata dönüşümlü olarak sahip olabiliyorlar. İş saatlerinden sonra ve özellikle de hafta sonlarında buralara gelip; atların bakımları, temizlikleri ile uğraşıyorlar. Bir de isterlerse bir kaç saat yüksek ve iri Alman atlarına binerek onlara ayrılmış olan patikalarda geziyorlar. Özellikle genç kızları ve kadınların böyle çiftliklerde daha sık görüldüğüne bu patikalarda dolaşanlara bakarak izleyebiliriz. Gerçi ben hayatımda hiç ata binemedim. Olsun deyip onları seyretmek bile insana zevk veriyor.
Oturduğum bu semtte binalar öyle gökdelen boyutlu değil. Zaten Düsseldorf’un zemini daha çok kumlu olduğu için yüksek bina yapmaya uygun değil. Bu yeni yapılan mahallede evler birbirine yakın değil ve ağaçlandırılmış bir vaziyette. Yapılan binalarda değişik mimari tarzda yapıldığı için farklı farklı şekildeler. Simetrinin olduğu binalar da var, simetriye muhalif olanlarda. Şehrin kenarı olmasına rağmen kışın hariç diğer mevsimlerde şafak sökerken kuşların sesiyle uyanabilirsiniz. Dünyanın en güzel ve modern çalar saatlerinden dahi bana güzel gelen bu kuş sesleri, ötüşleri nadir bir senfoni ile uyanmamı sağlıyor. Sadece bu senfoniyi dinlemek bile ödediğim yüksek ev kirasını bana unutturuyor. Uyandığımda teneffüs ettiğimiz havanın yorgunluk vermeyişi artık üzerine bir hediye gibi oluyor.
Sanayileşmenin özellikle çarpık sanayileşmenin verdiği hava kirliliğini sabahları oturduğum semten Düsseldorf şehrine inerken lunapark alanına vardığımız zaman burnumuza gelen kükürt kokusunu andıran ve genzimizi yakan hava ile karşılaşınca farkediyoruz. Özellikle arabaların eksozlarından çıkan zehirli ve kokulu gazlar, açık alandan gelen rüzgârın etkisiyle bu düzlükte birikiyor. Sanki gökyüzünde uçağın bulutlar arsına girmesi gibi bu ağır kokulu geniz yakan sahaya girmiş oluyoruz. Bir müddet sonra bizim de ya burnumuz bu kokuya alışıyor, ya da biriken gazlar azalıyor. Artık şehrin içinde gaz kokusuna başka kokular da karışıyor. Yine Düsseldorf bu konuda bazı Alman kentlerinden daha şanslı. Yüksek fırınların ve ağır sanayinin bulunduğu şehirler de kokunun yanında bir de siyah kurumlar insanın üzerine yağıyor. Özellikle Duisburg’da yüksek fırınların ve demir çelik fabrikalarının yanında kurum yağmurunu cama yaptığım beyaz renkli bir resim ve yazının kurumadan yaş boyanın üstünde gördüm. Oradaki bahçelerde yetişen marul yaprakları arasında bu kurumlara rastlanmaktadır.
Bazı Avrupa ülkeleri şehirlerinde kirli hava ile mücadele etmek için kendilerine göre yöntemler bulmuşlardır. Yeni bir uygulamaya göre “eksoz gazı” gibi havayı kirleten araçlara filtre takılması kuralını getirmiştir. Filtre takılmamış ya da eski model bazı araba ve taşıtları şehir içine sokmamak için yeni düzenlemeler getirmiştir. Birden dörde kadar sıralama yapmıştır. Bir ve ikinci numaraya sahip arabaların şehirlere adeta girmesi yasaklanmıştır. Üç numaraya sahip olanlar ise şehirlerin belli yerlerine kadar girebilmektedir. Dört numarada ve yeşil renkliler ise rahatça şehir merkezine kadar girebilmektedir. İstisnayi kural ise sadece engellilerin kullandığı binek araçlarınadır. Elbette şehrin belli bir bölümüne giren ve araçındaki numaralı etiketi dört olmayanlar nasıl şehir merkezine gidebilecektir.
Bu soruna en iyi çözümü toplu taşıma araçlarıyla bulmuşlardır. Şehir merkezine engellilerin, çocuk arabası ile gitmek zorunda olanların, tekerlekli araçlarını sürerek giden yaşlı ve o durumda olanların, toplu taşıma aracı olan tranvay, otobüs, traylebüs gibi araçlara binebilmesi için durakların uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Şehir içindeki yollar yeniden gözden geçirilip, milyonlarla ifade edilen mali külfetleri göze almak gerekmektedir. bazılarının dediği gibi “üç beş ortopedik engelli için bu kadar Avroyu heba etmeye ne gerek var?” sorusu akla gelebiliyor. Hemen insanın aklına acaba Modern Dünya dediğimiz ülkelerde de böyle düşünenler var mı acaba? İnsanın olduğu yerde her türlü düşünceye sahip olanlar elbette var olacaktır. Farklı düşünce ve görüşe sahip olanlar toplumun her kesiminden de olacaktır. Bazı düşünce ve fikirler başta insanın kendi başına gelmedikçe farkedilmez.
Bizim semtin alışveriş dükkânları genellikle Bender caddesi üzerindedir. Sağlı sollu alışveriş yerlerinin olduğu bu cadde tatlı bir eğilime sahiptir. Sanırım yıllar içinde bir kaç defa değişikliğe uğradığı için kaldırım kenarında bulunan ağaçlarda öyle pek yaşlı olarak gözükmez. Bazı binaların üzerinde yapım tarihleri de vardır. Genellikle Jugendstill denilen geçen yüzyılın mimari özelliklerine sahip bina sayısı azdır. İkinci Dünya Savaşı’nda bu bölge de Müttefik Kuvvetlerin özellikle İngiliz savaş uçaklarının bombalarından nasibini almış ki, eski ve süslü binalara seyrek raslanmaktadır. Bir resim çercevesi yapan dükkan sahibi bazen Gerresheim’e ait eski tablo ve çizimleri vitrinine koyardı. O resimde kalan binaları, eki yolları, kaldırım ve ağaçları bu günün kibrit kutusuna benzeyen binaların arasında keşfedebiliyordum. Çerceveci nedenini bilemediğim bir sebepten dolayı dükkânını kapatınca; bu tarihi yolculuğu yapabileceğim bir başka mekân kalmadı.
Çocuklar yüksekokula gittikleri için eşimle birlikte çalışmak zorunda kaldık. Çalışma saatlerimiz farklı olduğu için bazen öğleden sonraları alışverişleri ben yapmak zorunda kalıyorum. Aslında bu işi severek yapıyorum: Elektro mobil dediğimiz at gibi olan büyük tekerlekli sandalyem ile alışverişe giderken gidiş dönüş yolu olarak aynı kaldırımı kullanmıyorum. Neden dediğinizi işitir gibi oldum. Hemen bu sorunuza bir açıklık getireyim efendim. Sağdan giderek hem trafik kurallarına uyuyorum, hem de tanıdığım dükkân sahipleriyle selamlaşma imkânı buluyorum.
Bender Caddesindeki parkın yakınında olan anahtarcıya her zaman selam vermeden geçmemeye özen gösteririm. Benden biraz yaşlı olan anahtarcı Uwe, lise ve yüksektahsilini İzmir’de yapmış. Güzel bir Egeli şivesi ile Uwe ile Türkçe muhabbet ediyoruz. Bazen dükkânı açık olmazdı: Çünkü, evlere anahtarını unutmuş olanlara çilingirlik yapmaya gidiyordu. Görünüşü benden yaşlıydı. Bir köroğlu bir Ayvaz hesabı sadece karı koca olarak dünyada hayatını sürdürmekteydi. Şakacı ama hayatın derin çizgileri alnında ve yüzünde onun neler yaşadığını adeta bize izah ediyordu. Diğer alışveriş merkezlerinin önünden geçerken zorla selam verenler olduğu gibi, hal hatır soranlarda vardı.
Bir gün aşağı yukarı bütün dükkanların vitrininde bir plakart gördüm. Bu plakartta bizim Uwe’ninde gülümseyen çehresiyle fotoğrafını gördüm. Genellikle kültürel etkinliklerde bu tür bir plakart yapılırdı. Diğer resimleri olan dükkân sahiplerini de görünüşten tanıyordum. Evinin önündeki küçücük bahçesindeki manalyo ağacının altına oturup, güller arasından gelen geçeni izleyen bazı semt yaşlıları da vardı bu plakartın üstünde. Elektro atımı pardon tekerlekli sandalyemi bir vitrinde bulunan plakarta yakın park ettim. Olmayan boynumu biraz zahmetle uzatıp, başlığı okudum. “Bizler Bender Caddesindeki yeni yol düzenlenmesine karşıyız ve gereksiz buluyoruz” diye yazıyordu.
Nedir bu yeni yol düzenlemesi diye yolda rastgeldiğim bazı tanıdıklara sordum. Herkes kendi penceresinden bakarak değişik yorumlar getiriyordu. Kimisi belediye yetkililerini doğrudan paravan şirketler kurup, kendilerine para kazanma yolları bulduğunu söylüyordu. Bu fikir beynimdeki sorunun cevabı değildi. Çünkü, bu Almanya üç beş kuruş kendisine imkân sağladı diye koskoca cumhurbaşkanını istifaya zorlamıştı. Devlet malından yiyen de olur, çalan da olur. Ben burada katiyen “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” diye bir atasözü duymadım. Elektrikli atımı bir kaç dükkân öteye sürerek başka tanıdıklara da aynı soruyu yönelttim. Onlarda “Bizden kesilen vergileri işte böyle yerlerde çar çur ediyorlar” dediler. Halka da sorunca muhalif olanlar “seçim yatırımı ama nah alır bizden oyu!” deyip öfkelerini sergilediler. Bazı dükkân sahipleri, “arabalarımızı vitrinimizin önüne park edip, hemen dükkânımıza girebiliyorduk ama şimdi kaldırımı genişleterek bu imkânı elimizden alıyorlar” diye sitem ettiler. Dondurmacı, pizzacı, kafe ve lokantası olanlar ise “geç kalmış bir hizmettir” deyip gülümseyerek “kaldırıma bir kaç masa koyduk mu muşteriler Paris’te, Londra’da, Roma’da olduğu gibi rahat yemeklerini yiyebilirler” diyerek mutluluklarını belirtiyorlardı.
Bender Caddesinin yeni düzenlenmesini aylarca tartışıldı. Karşı çıkanların plakartında bulunan Uwe’ye bu işi bir sorayım dedim. Ağustos ayının son haftasında bankada hem işim vardı, bir de alışveriş yapmak istiyordum. Evden yola çıktığımda sokakta o kadar yaşlı insan gördüm ki, yarısından fazlası tekerlekli sürme arabası ile yürüyebiliyordu. Devamlı yanımdan geçen tekerlekli sandalyede oturanlarla selamlaşıyordum. Türkiye’de yapmış olduğum yıllık izindende yeni gelmiştim. Sanki bizim oralarda pek engelli yok gibi geldi bana. Caddelerde gezinek ne tekerlekli sandalyeli gördüm, ne de tekerlekli sürme arabası olana rasladım. Nüfusu yaşlanmakta olan Almanya’da bu kadar yürüme engellinin olması beni şaşırttı. Bir yerde hata vardı ama nerede olduğunu şimdilik anlayamadım.
Banka işlerimi bitirip alışverişimi de yaptıktan sonra vitrinlerebaka baka, tanıdıkları selamlıya selamlıya bizim Uwe’nin anahtarcı dükkânına geldim. Uwe bir müşteri ile ilgileniyordu. Giriş kapısının bulunduğu dükkânın cephesi camdan olduğu için kaldırımda bekledim. İçeriye girmem mümkün değildi. Dört ayak merdiven ile benim gibi olanların girmesi engellenmişti. Beni görünce Uwe, “Merhaba Abi!” diye dışarıya geldi. Benden yaşlı olmasına rağmen bana “Abi” diyordu ama ben de bozuntuya vermiyordum. “Dede” demiyor ya deyip adeta seviniyordum. Havadan sudan konuştuktan sonra aklımdaki soruyu ona da yönelttim.
“Yahu! Uwe, Bender Caddesinin yeni düzenlenmesine neden karşısınız?” diye sordu. Uwe gülümseyen yüzünü birden değiştirerek;
“Eskiden ta buraya park ediyordum ama bundan sonra edemiyeceğim” dedi.
“Neden park edemiyeceksiniz?” deyince, bir kez öksürdü.
“Bender Caddesi tek gidiş gelişli olacak!”
“Neden tek gidiş gelişli olacakmış? Diye inatla sordum.
“Tranvay ve otobüs durakları yüzünden”
“Aaa! O neden?”
“Haberin yok mu?
“Ne haberi... Bilmece gibi anlatma kısa keselim de Aydın havası olsun!” deyince Uwe İzmir’de okurken duyduğu bu deyimden dolayı gülümsedi.
“Yolu ortasına yüksek tranvay durağı yapacaklarmış.”
“Tranvay durağını neden yüksek yapıyorlar?”
“Neden olacak... Tekerlekli sandalyede olanlar tranvaya rahatça kendi başlarına binebilsinler diye” deyince hem hayret ettim, hem de sevinç çığlığı attım.
“Ne güzel! Bundan sonra tek başıma ve başkalarına zahmet vermeden tekerlekli sandalyem ile tranvaya binip şehre gidebileceğim. Yaklaşık yirmi yıldır tranvaya binememiştim. Eski günlerime dönüp hatıralarımı tazeleyeceğim” dedim. Yüzüne tokat yemiş gibi Uwe bana baktı. Bendeki sevinci gören Uwe, sadece;
“Senin açından çok doğru bir düzenleme” diyebildi. Vedalaştık. İnşaat başladı. İşçiler, mühendisler bir buçuk senede bu yeni düzenlemeyi yaptılar. Çalışmalar hâlâ devam ediyor. Tekerlekli sandalye ile bizler, çocuk arabası ile anneler tranvaya rahat binebiliyorlar. Bu arada Uwe, dükkânının vitrinine “hastalıktan dolayı kapalıyız” yazısı asmış. Bir gün oradan geçerken hanımı ile onu dükkânda gördüm. “Uwe!” diye bağırdım. “Abi!” diyerek koşup geldi. Uzun zaman hastanede yatmış. Başı dönüyormuş ve dengesinin yitirdiği için ayakta duramıyormuş. Doktorlar ileride tekerlekli sandalyeye oturmasını tavsiye etmişler. Onun bu duruma düşmesine bir yakınım gibi çok üzüldüm. Veda edip ayrıldık. O günden sonra bir daha onu görmedim. Dükkânı boşaltıldı. Yol ve durak inşaatları sürerken yerine bir İtalyan ayakkabıcısı dükkân açtı. Tam yeni durağın önünde olan bu dükkân, artık tranvaya binen tekerlekli sandalyelilere, çocuk arabası süren anne veya ninelere bakıyor. Tranvaya binenleri gördükçe; bu yeni düzenlemeyi ve durakları yapanlara teşekkür ediyorum ama Uwe’nin vitrinine bakınca kaliteli ama pahalı ayakkapıları görünce Uwe adına buruk bir hüzünle geçip gidiyorum.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 27.04.2016
YORUMLAR
Makalenizi bir solukta okudum. Beni adeta içerisine sürükledi.
Düsseldorf ile Denizli'yi karşılaştırdım.
Doğaya ve insana verilen hizmeti gözlemledim. Mahalle insanının haklarını korumak için nasıl demokratik mücadele ettiğini gördüm.
Engelliler için harcanan milyonlarca Euro'nu bir seçim yatırımı değil insanlık adına olduğuna şahit oldum.
Bu gün sağlıklıyız ama yarın ne olacağımız belli mi sorusu beynime tak etti.
Yazıda ki akıcılık için ise ayrıca kutlarım.
Saygılarımla...
Çok uzun bir yazı idi... ilk prağraflarına gözatarak ilerledim...
bir yere geldim ve düzgün sıralı okuyup yazının sonuna kadar sürüklenip geldim...
Çok ince bir temasla, diyeceğini derinden dedin.
Yazıyı okuyup bitirdiğimde, hemen niye bitti diye aklım geride okumadığım satırlarda kaldı.
Resim sanatınız gibi, yazı sanatınız da birbirini aldatmaz değerde.
"Elektrikli atım" dediğinize dikkat kesildim.
Velhâsıl, güzel ve değerli bir eser okudum.
Herşeyden değerlisi; samîmi hislerle yazılı olması.
Tebrik, teşekkür ve Selâm ederim...
Kadir Yeter. 28 NİSAN 2016 TRABZON.
tp://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=153652
Halil GÜLEL
Halil GÜLEL
Yine ince nükdenizle beni taltif ettiniz.
İyi ki siz varsınız.
teşekkürler ve selamlar