- 1403 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Saygıdeğer Hocam
“Merhaba Hocam,
Size bu mektubumu Kaş - Kalkan istikameti arasında, dalgaların ruhumu tahrik ettiği bir anda yazıyorum. Etrafımda yığınla insan, akın akın dökülüyor maziye.
Denizlerin berraklığı, kayaların dalgalara karşı asi duruşu, yılan balığının deniz ile sevişmesi… İçimde coşan bir şeyler var hocam.
İnsan, anlam bulamadığı şeylerden kaçarmış. Öyle diyorlar bizim köyün delileri!
Ben ise insanın korkusundan kaçtığını düşünüyorum. Öylesine korkak, yorgun ve karamsar kişilikleriz ki inanın bana, değil yedi bin fersah dolaşmak; evreni tavaf etsek yine de atamayız bu içimizdeki korkaklığı… Âdemoğlunun egoist bir ‘ben’ ile neler yapabildiğine tanık oluyorum. Aforizmalar içinde bizler neyiz hocam? Neydeki tını mıyız? Yoksa Vietnam’da kafaları ezilmiş çocukların gözlerindeki ince bir sızı mıyız?
Felluce sokaklarında taşlarla, sopalarla direniş miyiz?
Afganistan’da Molla Ömer’in, Irak’ta Saddam Hüseyin’in “Allah-ü Ekber” tekbirleri ile kesilen istikballer miyiz?
Bin Ladin’in dizlerindeki kızlar mıyız? Hücrelerde çürümeye mahkûm bırakılmış neferler miyiz?
Toplum içinde ezilmiş, kapana kısılmış intiharlar mıyız?
Solucan deliğinden hava almaya çalışan memurlardan mıyız? Yoksa göz ardı edilen yasalardan birer kukla mıyız?
Proletaryanın silikleşmiş sınıflamaları arasında burjuvazinin enikleri miyiz?
Biz kimiz hocam?
Sınıflarda salakça nefes almak için yaşayanlardan mıyız? Öğretmenlik adı altında, ezberden bozulacak bilgilerle; kendini avutan memur sınıf mıyız?
Yeni nesillerin umutsuzluğuyla kalemlerini kıran yazarlar mıyız yoksa kalemlerini satanlar mıyız? “Hayata bir defa daha mı geleceğiz” ilkesiyle içip sızanlardan mıyız?
Sokaklarımız da tecavüzler, bombalar, yıkanmış beyinler, robotlar gezerken?
Tanrı aşkına biz neyiz hocam?
Kafamı kaldırdığım da güneşin tam tepemde seyir ettiğini görüyorum. Şakaklarımda terler akıyor. 10-15 metre arkamda vızır vızır geçen araçlardan, uçarken çığlık çığlığa haykıran kuşlardan sıkıldım sanırım. Bakmayın bana! Ara ara karamsar düşüncelerle dalıp gidiyorum.
Oysaki hayatta uğruna yaşayacak birçok değerlerimiz var. Değer verdiklerimiz var.
Sevgilinin koynunda, ana rahminde kıvrılırcasına teslimiyetimiz var. Namazdan sonraki hoşluğumuz var. Yüzlerde tebessüm tarifelerimiz, gözlerde akacak yığınla yaşlarımız var.
Var da var anasını satayım! Yaşamak var güzel yürekli hocam.
Bana mesuliyetsiz diyorsunuz. Bu konuda yanıldığınızı düşünüyorum hocam. Çünkü sizler, beni sadece dışarıda gördüğünüz kadar tanıyabilirsiniz. Kendi şahsi mesuliyetlerimin farkındayım. Günlük rutin işlerimden dışarıya çıkarak, çevremdekilere farkındalık sağlamaya; sınırları aşabileceğimizi göstermeye çalışıyorum. En önemlisi de bunu kendime ispatlamalıyım. Önüme seçenekler koyan bu sistem, beni köleleştirmeye gücü yetmez.
Devrimler, ancak bireyselleştikçe hayat bulacaktır. Osho bu durumda “özdeşleşmekten kaçının” der. Bir bakıma katılıyorum bu aksakallı amcaya. Meditasyona dururken, kendimi dışarıdan izleyebiliyorum.
Kendimden uzaklaşıyorum. Ruhumu serbest bırakıyorum. Misafir gözler ile çevreme baktığım vakit fark edebiliyorum. Farklarım bana zihnimden nasıl ayrılabileceğimi öğretiyor. Evet, çok zor değil mi? Ama imkânsız değil hocam.
Freud dedem der ki “insan asla gerçek mutluluğa ulaşamayacaktır”. Bu hususta cinselliğe değinmeden size kendi fikrimi söyleyeceğim. Freud amcamın atladığı bir şey var. Zihin ne kadar aldatmaca ve kopyacıysa; bir bakıma da sahtedir. Sahtelik içinde mutlulukta elbet sahte olacaktır. Gerçek, ancak doğallıktan doğar. Zihinden tamamen soyutlanarak öz benliğe ulaşınca fark edilebilir. Zen keşişleri savaşarak zihne hükmetmeye çalışıyor. Ben bu konuda onları saçma buluyorum. Savaşmak, ancak bir alevi güçlendirir. Bizim öğretimiz aleve, rüzgâr olmaktır. Egomuzu, nefsimizi, cinselliğimizi -zihnimizi- severek bilhassa saygı duyarak hükmetmektir.
Evet hocam! Benim neslim sevişmeyi, ahlak dışı görüyor. Sokakta bir kadını dövebiliyorsun ama öpemezsin. Bir kadını, çocuğunun yanında dövebilirsin ama öpemezsin. Ahlak dışılık saçmalıktır. Sevişmede ki o özgürlük öyle değerli ki hocam. Beni ancak çıplak vaziyette denize girdiğinizde anlayabilirsiniz.
Bizler yaşın başta olduğunu savunanlardanız. Tanrının avuçları içinde can bulan; kozasından kurtulmaya çalışan kelebeğin dramını, ana rahminden kopmaya çalışan âdemoğlunun üzüntüsüne değişmemeliyiz. Avuç içlerimiz haritasız olmalı… Mektubum buraya kadardır. Yazmak isterseniz bana mektup formatında her şeyi açık açık yazabilirsiniz. Kaçma isteğinizi evvela ruhani boyutta gerçekleştirmelisiniz.
Dilerim gönlünüzce öğrencileriniz olur.”
YORUMLAR
Tekrar Merhaba Sevgili Kardeşim,
Evet düzgün ahlaklığın göreceliği konusunda hem fikirim Sana. Özünde bu yeterli bir kıstas olamaz diyorsun. Elbette yeterli bir kıstas olamaz ama elimizde bulunan tek şey olduğu da tartışılamaz. Şimdi düzgün ahlak diyince en çok ne aklımıza gelir onu bir düşünelim istersen.
Kendin için asla istemeyeceğin bir şeyi başkasına yapmamak diyebilir miyiz kısaca. Bence deriz.
Dinler günümüz dünyasında insanları ayırıcı bir özellik olarak görülüyor olsa da özlerine baktığımızda hepsinin aynı şeyi söylediğini söyleyebiliriz.
Ömrümde hiç kiliseye gitmemiştim. 6 Ay önce bir kilisenin önünden arkadaşlarımızla yemek dönüşü geçerken hadi dedim ne varmış içinde çok merak ettim dedim. Hepimiz birikte içine girdik. İsa ve meryemin figürleri vardır. Bir de en çok dikkatimi çeken orada kocaman 10 emir diye bir tabela asılmıştı. Orada yazılanların hiçbiri bilmediğimiz ya da tasvip etmediğimiz şeyler değildi.
Aklımda kaldığı kadarıyla : Hırsızlık yapmayın, zina yapmayın, yalan söylemeyin, komşuna kötü gözle bakma, öldürme , anne babana saygı göster...
Yine din konusu içinden girdim mevzuya ama insanları din kadar birleştiren etkileyen başka bir manevi duyuş da yok. Bunu da kabul edelim.
Şimdi, bütün dinler aynı noktada birleşiyor ise düzgün ahlakın da geniş hatlarla bir sınırı çizilebilir değil mi en azından. Detaylarda meydana gelen farklılıları aksi olarak düşünmek haksızlık olur.
Ben yine de ısrarla düzgün ahlak diyorum. Teşekkür ederim değerli paylaşımınızla düşüncelerimi ifade etme olanağı sağladığınız için. Selam ve saygılarımla.
Merhaba sevgili kardeşim,
Mektubunu titizlikle okudum. İnsanların bireysel sorunlarına incelikli bir uslupla değinmiş,mektubunun sonunda da cevabını yine kendin vermişsin.
Korkaklık demişsin mesela birincil neden olarak insanın mutsuzluğuna neden olan duygunun adına. Evet nispeten haklısın. Cesur olmamak, sürekli kendini toplumdan ayrı bir konuma çekerek, ayrık bir hayat sürmek ve bunun getirisi olarak yalnızlığın buhranlarında kayboluşa denk düşen mutsuzluğun gönderine bayrağına dikmek. Kendini suçlamalar, idari, siyasi ve toplumsal kaosların bazı ülkelerde neden olduğu kaçınılmaz acılarla kıyaslama yapıp olumlu yanından tutunarak nispeten polyannaya da el vererek çözümü sunmuşsun .
Bu çözümün içinde , de sevmek ve saygı duymak demişsin. Haklısın kardeşim. Sevgi hatta ondan da önce saygı bütün olumsuzlukları ilk önce bertaraf eden en büyük değer.
Aslında biliyor musun neyi düşündüm, elbette sevgi - saygı olmazsa olmazlarımızdan mutluluk için ama bence öz mutluluğun temelini düzgün ahlak ve erdem sağlıyor. Böylesi bir zemin üzerine oturtulmamış ne saygı ne de sevginin yok olmaya mahkum olmaktan başka bir şansı kalmıyor. Bu da sallantıda duran, gelip geçici insanı belki de eskisinden daha da kötü duruma düşüren bir şey.
Bireysellikten toplumsal mutluluğa ulaşmanın yegane yolu düzgün ahlaktan geçer. Zaten din öğretileri, toplumsal kurallar, ahlak kuralları, sözlü, yazılı ananelerimiz hep bunun üstüne kurulu değil mi özlerinde.?
Şimdi aklıma geldi bir de salt düzgün ahlakın yanında bakışımızın da mutluluğun gerçekleşmesinde büyük önemi var.
Yani bir çiçeği koklamak, mavi gökyüzünde kanat çırpan kuşların kanatlarına takılıp kalmak, bir nehirin, denizin aynasında hayallere dalmak, bir merhaba daha neler neler o kadar çok ki mutluluğun gerçekleşmesi için.
Bakışımızı, algımızı doğru açılarda tuttuğumuz sürece mutluluk o kadar zor bir şey değil. Hele ki bir de değindiğim gibi düzgün ahlak ilkeleri zeminini de oturtulmuşsa bu açı aksi bir durum asla söz konusu olamaz diyor ve beni bunca yazdıran güzel yazının yorumunu sonlandırıyorum.
Değerli gönül emeğini kalben kutlarım. Akıcı anlatımıyla, bilgelerden örneklemeleriyle hepsinden önemlisi insanda mutluluğu sorgulayan okunun vurduğu yaşamsal merkez hedefiyle çok güzeldi.
Nicelerini okumalara. Daim mutluluk dileklerimle. Sevgiyle
Erhan Korkmaz
Ne güzel özetlemişsiniz durumu. Düzgün temelli ahlak ilkeleri diyorsunuz. Fakat doğruluğun, yanlışlığın dahi kişiye göre şekillendiği bir gezegende yaşıyoruz.
Ahlak temelinden kastettiğiniz, fikirlerin tutarlılığı ve sağduyulu olması ise katılıyorum. Hayır, kişilerin tek yoldan istikrarlı şekilde, geçmişinden yadigar (anneannesi, büyükleri, din kitapları) düşünüşlerle şekillensin. Ve tek zemin üzerine çiçekler ekilsin derseniz buna katılamam maalesef.
İnsan, örneği ben gibi bir çok şeyi sorguluyor. Sanırım gereklilik de bu olsa. Kim ne derse desin halen bilinemez "neden dünyaya geldiğimiz" ...
O yüzdendir biz ahlak temeline doğayı oturttuk. Dediğiniz gibi tutarlı bir tavırla şekillenebilir gelecek. Doğaya dair (insanlıkta buna dahildir) yapılan her iyi tutum bizim nazarımızda geçerlidir. Sizde bana katılırsınız ki görüşleri din, mezhep, örgütsel şeylerle sınırlamak saçmalıktır. Bahane olarak dini ele alan bir çok örgütün ne safsata işlerde bulunduğuna da şahit oluyoruz. Mezhep ayrılıklarının nasıl da kanlı bittiğini; geleceğe dair yatırımlarda bencilleşen toplumların yetiştirildiğini görüyoruz. O yüzdendir ahlak temeli çok yönlü olmak şartıyla tutarlılığa dayanmalıdır. Tutarsız ve zararlı birçok öğreti maalesef ki bizi il-kelleştiriyor.
Bir üyemizin ufak bir sözü vardı. Affetsin ismini şuan unuttum. Kendisi bir cümleyi şöyle geçiriyordu.
"İnsanlar uzayda delik açmak, geleceği ön görmek, yeni gezegenlerde keşifler yapmaktansa; kendi içinde kendilerini harcıyorlar"
Ne güzel yazmış kardeşimiz.
...
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Çok doğru tespitlerde bulunmuşsunuz. Tekrar tekrar okudum yorumuzunu. Saygı ve sevgilerle
Şükran AY
Tekrar Merhaba Sevgili Kardeşim,
Evet düzgün ahlaklığın göreceliği konusunda hem fikirim Sana. Özünde bu yeterli bir kıstas olamaz diyorsun. Elbette yeterli bir kıstas olamaz ama elimizde bulunan tek şey olduğu da tartışılamaz. Şimdi düzgün ahlak diyince en çok ne aklımıza gelir onu bir düşünelim istersen.
Kendin için asla istemeyeceğin bir şeyi başkasına yapmamak diyebilir miyiz kısaca. Bence deriz.
Dinler günümüz dünyasında insanları ayırıcı bir özellik olarak görülüyor olsa da özlerine baktığımızda hepsinin aynı şeyi söylediğini söyleyebiliriz.
Ömrümde hiç kiliseye gitmemiştim. 6 Ay önce bir kilisenin önünden arkadaşlarımızla yemek dönüşü geçerken hadi dedim ne varmış içinde çok merak ettim dedim. Hepimiz birikte içine girdik. İsa ve meryemin figürleri vardır. Bir de en çok dikkatimi çeken orada kocaman 10 emir diye bir tabela asılmıştı. Orada yazılanların hiçbiri bilmediğimiz ya da tasvip etmediğimiz şeyler değildi.
Aklımda kaldığı kadarıyla : Hırsızlık yapmayın, zina yapmayın, yalan söylemeyin, komşuna kötü gözle bakma, öldürme , anne babana saygı göster...
Yine din konusu içinden girdim mevzuya ama insanları din kadar birleştiren etkileyen başka bir manevi duyuş da yok. Bunu da kabul edelim.
Şimdi, bütün dinler aynı noktada birleşiyor ise düzgün ahlakın da geniş hatlarla bir sınırı çizilebilir değil mi en azından. Detaylarda meydana gelen farklılıları aksi olarak düşünmek haksızlık olur.
Ben yine de ısrarla düzgün ahlak diyorum. Teşekkür ederim değerli paylaşımınızla düşüncelerimi ifade etme olanağı sağladığınız için. Selam ve saygılarımla.
Spekülatif öğretilerde biraz bocalamış gibi duruyorum. Daha aydınlatıcı olabilirdi aslında. Kusurumu mazur görün. Ayrıca yazımı siyasi olarak algılamayın lütfen. Hiçbir siyasi görüşü barındırmıyorum. İçimden geldiğince tarafsız, dışarıdan -hiçbir kalıba sığmadan- bakmaya gayret ediyorum. Dilerim bir nebze de olsa sizlere bir şeyleri hissettirebilirim. Her türlü olumlu/olumsuz eleştiriye açığımdır. Saygı ve sevgilerle.
Erhan Korkmaz tarafından 4/24/2016 1:31:15 AM zamanında düzenlenmiştir.